Atatürk Biyografisinden Sayfalar
19 MAYISTAN CUMHURİYETE
(1919 - 1923)
1. BÖLÜM: BİR ULUSAL ÖNDER’İN DOĞUŞU
19 MAYISTAN CUMHURİYETE
(1919 - 1923)
1. BÖLÜM: BİR ULUSAL ÖNDER’İN DOĞUŞU
I. Samsun’da Anadolu Topraklarına Çıkış:
“1919 senesi Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım...”. Bu tarihî sözler, Mustafa Kemal Paşa’nın hayat hikâyesinde sadece bir dönüm noktasının dile getirilmesi değil, aynı zamanda, bir askerî liderin bir ulusal öndere dönüşümünün de başlangıcını simgeler. Gerçekten; Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a ulaşmadan önce, İstanbul’da geçen üzüntü ve hayal kırıklığı dolu 6 aylık (13 Kasım 1918-16 Mayıs 1919) bir “çözüm arayış dönemi”ni arkada bırakarak o gün, Anadolu toprakları ile kucaklaşır. Bütün varlığını kaplamış olan derin bir sevgi ile bağlı bulunduğu bu topraklar, nicedir aklını ve ruhunu dolduran bir özlemin gerçekleşmesi, daha açık bir deyişle, “vatan nasıl kurtarılabilir?” sorusunda düğümlenen bir ölüm kalım görevinin başarılması için, O’nun gözünde tek umut kaynağıdır.
Bir inanç ve hareket adamı olan Mustafa Kemal Paşa’ya göre, “...Esas, Türk Milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır...”. O’nun bu inancı, hiç kuşkusuz, kişisel karakterinden kaynaklanır. Şu sözlerindeki derin anlama bakınız: “...Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir. Ben, yaşayabilmek için, mutlaka bağımsız bir milletin evlâdı kalmalıyım...”.
Fakat; ne yazık ki, 1919 yılında Türk milletinin içinde bulunduğu koşullar çok kritiktir. O sıradaki genel durumu, Mustafa Kemal Paşa, kendine özgü kesin cümlelerle şöyle açıklar: “...Osmanlı Devletinin dahil bulunduğu grup, Büyük Harpte (I. Dünya Savaşı) mağlûp olmuş... hükümet âciz, haysiyetsiz, korkak... uzun savaş yılları sırasında, millet yorgun ve fakir bir halde... halk, karanlık ve belirsizlik içinde... Osmanlı Ordusu, her tarafta zedelenmiş... elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta... her tarafta yabancı subay, memur ve özel ajanları faaliyette... Hıristiyan unsurlar, özel emel ve maksatlarının elde edilmesine, devletin bir an evvel çökmesine çalışıyorlar...”.
Bu acı tabloya rağmen; Mustafa Kemal Paşa, yılgınlığa kapılmak şöyle dursun, yurdunu kurtarma azim ve iradesi daha da bilenmiş bir ruh yapısındadır. Savaş yorgunu ulusunun yeni bir ölüm kalım mücadelesinde, karşılaşmak ve yenmek zorunda olduğu güçlükleri, bir savaş adamı olarak, hiç kuşkusuz, çok iyi bilir. Ama, ulusun özgürlük ve bağımsızlığı söz konusu olunca; ne pahasına olursa olsun, amaca ulaşmanın her düşünceden önde geldiğine de bütün varlığı ile inanır. Kaldı ki bu konuda, ulusuna ve kendisine güveni de tamdır. Çünkü bu güven, insan karakterinin en gerçek deneme yeri olan savaş alanlarında, O’nun ruhunda yeşererek kökleşmiş sarsılmaz bir duygudur. Şu sözleri, bu yoldaki derin inancının en belirgin örneğidir: “Ben, 1919 senesi Mayısı içinde Samsun’a çıktığım gün, elimde maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız, büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı”.
Mustafa Kemal Paşa, Samsun’da karaya çıkışına kadar; askeri alanda, özellikle Çanakkale Muharebelerindeki (1915) parlak başarıları ile, orduda ve halk arasında dikkate değer bir ün kazanmış bir komutan, bir askerî liderdir. O kadar ki bir Amerikalı öğretim görevlisinin sözleri ile, “...hiç kuşkusuz, askerî deha sahibidir...”. Fakat şimdi siyasal, sosyal, ekonomik, psikolojik, vb. alanlarda hiçbir hazırlığın bulunmadığı; ama, bunların hepsinin zaman akışı içinde gerçekleştirilmesinin zorunlu olduğu bir millî mücadele hareketinin başında bir Ulusal Önder’in varlığına büyük bir ihtiyaç vardır. İşte, böyle tarihî bir anda; Mustafa Kemal Paşa’nın ortaya çıkması, hiç kuşkusuz, Türk milleti için hayatî bir şans olmuştur.
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’da başlayan ulusal önderlik hareketine, daha İstanbul’da iken düşündüğü bir karar ışık tutar. O zamanlar kimseye açıklamadığı bu karar, “...Millî hâkimiyete dayanan kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak...”tır.O’na göre “...Osmanlı hükümetine, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine isyan etmeyi ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmeyi...” gerektiren “...bu mühim kararı, (daha) ilk gününde, açığa vurmak, elbette uygun olmazdı. Uygulamayı bir takım safhalara ayırmak ve olaylardan yararlanarak milletin duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve adım adım yürüyerek hedefe ulaşmaya çalışmak gerekiyordu...” ve nihayet, şu gerçekçi davranış: “...Ben, milletin vicdanında ve istikbalinde hissettiğim büyük gelişme istidadını bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak, azar azar bütün toplumumuza uygulatmak zorunda idim...”. Mustafa Kemal Paşa’nın Türk Millî Mücadele Hareketini yönlendirici uygulama yöntemi, kuşkusuz, bu “millî sır” da odaklaşır.
Mustafa Kemal Paşa, Samsun’da bulunduğu bir hafta boyunca (19-25 Mayıs 1919), bu yöntem doğrultusunda yoğun bir çalışmaya koyulur, ilk iş olarak, geniş yetki alanındaki vilâyetler ile Erzurum’da 15. Kolordu Komutanlığına ve Ankara’da 20. Kolordu Komutanlığına 19 Mayıs’ta birer telgraf göndererek resmî ilişki kurar; “...bölgelerindeki asayiş durumunu; varsa eşkıyalığın sebeplerini, derecesini ve alınan tedbirleri...” sorar.** Özellikle; daha İstanbul’da iken, ülkenin içinde bulunduğu ağır sorunlar üzerinde görüşmeler yaptığı iki yakın arkadaşı (15. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa ve 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa) ile ilişkisini daha da sıkı şekilde sürdürür. Nitekim 21 Mayıs’ta 15. Kolordu Kumandanına ayrı bir şifre telgraf göndererek şöyle der: “Genel durumumuzun almakta olduğu çok tehlikeli şekilden pek acı duyuyor ve üzülüyorum. Millet ve memlekete borçlu olduğumuz en son vicdan vazifesini yakın bir ortak çalışma ile en iyi biçimde yapmak mümkün olacağı inancı ile, bu son görevi kabul ettim. Zatı âlinizle bir an önce buluşmak arzusundayım...”. 20. Kolordu Kumandanına 23 Mayıs’ta gönderdiği telgrafta da, “kendisi ile daha sıkı temasta bulunmayı ve İzmir yöresi hakkında daha kolaylıkla alabileceği bilgilerin ulaştırılmasını istediği”ni belirtir.
Mustafa Kemal Paşa, 15 Mayıs 1919’da Yunan birliklerinin İzmir’e çıkması olayını dikkatle izlemektedir, ilerki günlerde üzerinde daha da önemle durarak, yurt çapında tepki gösterilmesini isteyeceği bu konuda, Samsun’a çıkışının hemen ertesi günü (20 Mayıs), Sadaret (Başbakanlık) makamına gönderdiği bir telgrafta şöyle der: “...İzmir’in Yunan askeri tarafından işgali olayı, yakından temasta bulunduğum milleti ve orduyu düşünülemeyecek ve tarif edilemeyecek derecede içten yaralamıştır... Ne millet ve ne de ordu, varlığına karşı yapılan bu haksız tecavüzü sindiremeyecek ve kabul etmeyecektir...” . Aynı konuda 23 Mayıs’ta 15. Kolordu Kumandanına gönderdiği bir telgrafta da, “...mitingler yapılarak İzmir işgalinin” protesto edilmesini ister.
Böylece, sivil ve askerî otoritelerle sürdürülen bu sıkı ilişkiler sonucu, geniş bir bölgede halkın millî mücadeleye inandırılması ve millî teşkilât kurulması çabaları gelişir. Bu sırada, İstanbul’da İngilizlerin telâşa düştükleri görülür. Nitekim Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçişinin yaratacağı muhtemel tehlikeyi önceden sezemediğinden önleyememiş olan Karadeniz Ordusu Başkumandanı General George F. Milne, 19 Mayıs’ta İstanbul’da Harbiye Nezaretine (Millî Savunma Bakanlığı) bir yazı göndererek, “9. Ordunun bir teşkilât gereği lâğvedildiği anlaşılmışken, 9. Ordu kıtalarına bir Genel Müfettiş ve 9. Orduya bir Kurmay Başkanı ile büyük bir kurmay heyetinin niçin Sivas (!)’a gönderilmiş olduğunun anlaşılamadığını...” sorar.
Öte yandan; Mustafa Kemal Paşa da, Samsun ve çevresindeki İngilizlerin faaliyetlerini yakından izlemektedir. Örneğin, 20 Mayıs’ta, Samsun’daki İngiliz Askerî Temsilcisi Yüzbaşı Hurst ile “bölgenin genel durumu” hakkında görüşür. Yüzbaşı Hurst, yukarda sözü edilen General Milne’e gönderdiği 21 Mayıs tarihli raporda, “Kemal Paşa, 19 Mayıs’ta buraya (Samsun) geldi; sükûneti korumak amacı ile, bir denetleme gezisi için iç kesimlere hareket etmek üzeredir. Kendisi ile, bölgedeki genel durumu görüştüm...” diyor ve buna göre, Mustafa Kemal Paşa’nın davranışlarından henüz kuşkulanmadığı anlaşılıyor.
Buna karşılık Mustafa Kemal Paşa, güvenilir kaynaklardan aldığı haberleri değerlendirerek, 21 Mayıs’ta Harbiye Nezaretine gönderdiği şifreli telgrafta, “mahallî hükümetin haberi olmaksızın, İngilizlerin Samsun’daki kuvvetlerini arttırdıklarını ve bunların bir kısmını memleket içerilerine soktuklarını; böylece, Mütarekename hükümlerine aykırı hareket ederek devletin nüfuz ve varlığını zedelediklerini; kendisinin memlekette asayişi sağlamaya yönelik görevini başarmada zorluğa uğrayacağını ve halkın güveninin sarsılacağını; millî haklarımıza aykırı olan bu gibi tecavüzlerin önlenmesini...” önemle belirtir. Bu durumu ayrıca, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyasetine (Genelkurmay Başkanlığı) de bildirir. Aynı gün (21 Mayıs) Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyesetine ve Sadaret Makamına gönderdiği bir şifreli telgrafta, “Samsun ve çevresindeki asayişsizliğin sebepleri”ni açıklar.
O sıralarda, Karadeniz boylarının bir şirin kasabası olan Samsun’da, nüfus çoğunluğu Rumlarda ve Ermenilerdedir. İngilizlerin varlığı hissedilir derecededir. Çevrede Ermeni ve özellikle Pontusçu Rum çetelerinin faaliyetleri de yoğundur. Bu nedenle ve millî mücadele çabalarını daha büyük bir etkinlikle sürdürmek isteyen Mustafa Kemal Paşa, Samsun’da uzun bir süre kalmak niyetinde değildir. 24 Mayıs’ta, Samsun’dan gönderdiği son telgrafında, Harbiye Nezaretine, “bazı şikâyetlerin ortaya atıldığı bölgelerde incelemelerde bulunmak ve gerekli tedbirleri almak üzere, karargâhını 25 Mayıs’ta geçici olarak Havza’ya nakledeceğini” bildirir. Fakat bundan sonra, yurdun sadece iç kesimlerine yönelecek ve Samsun’a dönmeyecektir.
II. Havza’da:
Mustafa Kemal Paşa, karargâhı ile birlikte, 25 Mayıs günü, eski bir otomobil ve birkaç yaylı araba ile Samsun’dan hareket eder; yolu üzerinde Kavak Nahiyesinde, birkaç saat dinlenir; halkla ilk temaslarda bulunur. Yolda, dumanlı dağların ve serin akar suların süslediği zengin bir tabiat parçası üzerinde, kafilece hep bir ağızdan söylenen “Dağ Başını Duman Almış...” marşının gönül okşayan melodisini doya doya içine sindirerek, Havza’ya varır. Havza, kerpiç ve ağaç evleri, dik bayırları ile sevimli bir kasabadır; çelikli suların kaynadığı kaplıcaları ile ünlüdür. Mustafa Kemal Paşa, burada, biraz da olsa, dinlenmek olanağı bulacaktır. Ama, çalışmak, her zaman olduğu gibi, ön plânda gelir; hemen halkın içine karışır, memleketin durumunu ve milletçe yapılması gereken mücadeleyi anlatır, kendisini ziyarete gelen eşrafa “hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız, memleketi kurtaracağız” der.; güven yaratıcı ve inandırıcı konuşma tarzı ve ruhu okşayan sözleri halkı etkiler; bütün yurdu kaplayacak şekilde, millî mücadeleye aykırı hareketlerin karşısına dikilir, ilgili sivil ve askerî otoriteleri uyarır, başvuracakları önlemler üzerinde direktifler verir; kısacası, bütün yurda yönelik çalışmalarını ihtirasla sürdürür. Sanki, vaktiyle söylediği şu sözleri kanıtlamak ister gibidir: “... Benim de ihtiraslarım var. (Ama) benim ihtiraslarım, yüksek mevkiler veya büyük paralar sağlamak gibi adî emeller değildir. Ben, bu ihtirasların gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatla ifa edilmiş bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın prensibi bu olmuştur. Bu büyük fikre, çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar onu muhafaza etmekten geri kalmayacağım.” Mustafa Kemal Paşa’nın burada sözünü ettiği “büyük fikir”, yıllar sonra dile getirdiği şu inancında tam bir açıklık kazanır: “Bu Anadolu Zaferi, tarih arasında, bir millet tarafından tamamen benimsenen bir fikrin ne kadar güçlü ve ne kadar sağlam bir kuvvet olduğunun en güzel bir misali olarak kalacaktır.”
Mustafa Kemal Paşa, derin bir şekilde etkilendiği İzmir ve çevresinin işgali olayı konusunda, 28 Mayıs’ta, Havza’dan, ilgili sivil ve askerî otoritelere şu önemli genelgeyi gönderir: “İzmir’in ve ne yazık ki, bunu izleyen Manisa ve Aydın’ın işgali, müstakbel tehlikeyi daha da açık şekilde belli etmiştir. Ülke bütünlüğümüzün korunması için, millî gösterilerimizin daha canlı olarak yapılması ve sürdürülmesi gerekir. Milletin hayat ve istiklâlini yaralayan işgal ve ilhak gibi olaylar karşısında milletin yüreği kan ağlamaktadır. Üzüntüler zaptolunamıyor. Hazmı ve dayanılması kabil olmayan bu hallerin derhal giderilmesi bütün medenî milletlerle büyük devletlerin adalet ve tesirinden sabırsızlıkla beklendiği yolunda... bütün büyük devletlerle Bab-ı Âli’ye müessir telgraflar çekilmesi;yabancıların bulunduğu yerlerde onların da etkilenmesi sağlanmakla beraber, millî gösterilerde terbiye ve sükûnetin son derece muhafazası ve Hıristiyan halka karşı bir saldırı, gösteri ve düşmanlık gibi davranışlarda bulunulmaması elzemdir....”
29 Mayıs’ta, yalnız 3., 15. ve 20. Kolordu Kumandanlıklarına gönderdiği “topyekûn bir direnişin gerçekleştirilmesi esaslarını kapsar nitelikli” gizli yazıda ise, özellikle şunları belirtir (özet): “İtilâf Devletlerinin milletimize haksız bir siyaset tatbik etmekte ve millî istiklâlimizi ve devletimizi idama mahkûm eylemekte oldukları meydana çıkmıştır... Milletin esaretten kurtarılması, hâkim ve müstakil olarak topraklarımızda yaşayabilmesi, ancak azimli ve namuslu ellerin milleti kısa ve doğru yoldan haklarını savunmaya ve istiklâle yöneltmesi ile kabil olacaktır. Mülkî memurlardan güvenilir olanlarla el ele vererek, istiklâlimizi savunma yolunda gerekli teşkilâtın (pek tabiî, gizli olarak) ve dışarıya hissettirilmeyecek bir şekilde gerçekleştirilmesini zarurî sayıyorum. Bu husus, ihtisası dolayısıyla, biz askerlerin vatansever varlığına uygun düşmektedir...”
Mustafa Kemal Paşa, millî gösteriler ve protestolarla ilgili genelgesi üzerine girişilen millî faaliyetin mahiyeti ve kapsamı hakkında bilgi isteyen Harbiye Nezaretine de 30 Mayıs’ta şu cevabı verir: “...Bütün bu gösteriler, İtilâf devletlerinin Türk’ün millî izzeti nefsine, ecdadından miras kalan meşru hakkına karşı zalimce tecavüzlerinden dolayı, kaynayan Türk ve Müslümandan başka bir şey değildir. Bu heyecan, memleketin en uzak köşesine kadar yaygındır, geneldir...” Bu arada, Sivas ve çevresindeki Ermenilerin güvenliği ile ilgili olarak, İngiliz Yüksek komiserliğinin verdiği notayı Harbiye Nezaretinin 31 Mayısta Mustafa Kemal Paşa’ya göndermesi üzerine, 3 Haziran’da verdiği kesin cevabı, aynı zamanda bütün ilgili komutanlıklara, valilik ve mutasarrıflıklara da bildirir. Bu cevapta özellikle şu hususlar dikkati çekiyor: “Ne Sivas’ta ve ne de civarında endişe edilecek hiçbir hal yoktur... İzmir’in ve Manisa’nın işgali ile ilgili acı haber üzerine, Müslüman halk tarafından yapılan ve Hıristiyan unsurlar hakkında hiçbir düşmanca fikir taşımayan toplantılardan, belki de bazılarının ürkmüş olmaları akla gelebilir. İtilâf Devletleri milletimizin hukuk ve istiklâline saygılı kaldıkça ve millet, vatanın bir bütün olarak korunmasından emin bulundukça, gayri Müslim unsurların korkmalarına hiçbir sebep yoktur. Bu hususta devlete karşı her türlü sorumluluğu üstlenir ve buna tamamiyle emniyet buyrulmasını istirham ederim. Fakat, millî istiklâl ve varlığı yok eden ve hayatın bekasını tehlikeye düşüren işgal, suikast ve saldırı gibi, İzmir yöresinde görülmekte olan eylemlere benzer olayların meydana gelmesine karşı, ne milletin vicdanında duyduğu heyecan ve acıları ve ne de buna dayanan millî gösterileri engelleme ve durdurma için kendimde ve hiç kimsede kudret ve takat göremeyeceğim gibi bu yüzden meydana gelecek olay ve eylemler karşısında da sorumluluk kabul edebilecek ne kumandan, ne mülkiye memuru ve ne de hükümet tasavvur ederim.”
Mustafa Kemal Paşa’nın Havza’da halkı millî mücadele doğrultusunda bilinçlendirme çabalarının bölgedeki Rum ve Ermeni dinî liderleri tarafından Samsun’daki İngiliz temsilcisi Yüzbaşı Hurst’e şikâyet edilmesi üzerine, Yüzbaşı, çevrede bir inceleme gezisine çıkar ve bu arada 2 Haziran günü Havza’da Mustafa Kemal Paşa’yı da ziyaret eder. Temsilci, Yüksek Komiser Amiral Calthorpe’a gönderdiği 12 Haziran tarihli raporunun bir bölümünde şöyle diyor: “... Ertesi sabah Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret ettim. Beni dürüst şekilde kabul etti. Kendisine görevinden kuşku duyduğum hususunda herhangi bir ipucu vermedim. Genel durumu ve güvenlik konusunda alınacak tedbirleri görüştük. Bana, muhtemel olarak Havza’da kalacağını, bir süre buradaki maden sularından yararlanacağını, fakat birkaç gün için Amasya’ya gitmek istediğini söyledi. Merzifon’a gidip gitmeyeceği şüpheli idi. Sonra, daha içerilere gitmek istiyordu ve nihayet Trabzon ve Erzurum bölgelerini ziyaret edebilirdi...”.
Mustafa Kemal Paşa’nın faaliyetleri karşısında, Karadeniz Ordusu Kumandanı General Milne, artık daha kesin davranmak gereğini duyar ve 6 Haziran’da Harbiye Nezaretine gönderdiği telgrafta, “... seçkin bir Generalin ve Karargâhının bugünkü ortamda ülkede dolaşmaları, kamuoyunu rahatsız edici bir durumdur ve askerlik bakımından onların çalışmaları için bir zaruret de görmüyorum. Kemal Paşa’nın ve Karargâhının derhal İstanbul’a dönmeleri için emir vermenizi talebederim” denilmektedir. Bu haysiyet kırıcı istek üzerine, Harbiye Nazırı (Şevket Turgut Paşa), 8 Haziran’da Mustafa Kemal Paşa’ya şu telgrafı gönderir: “Emrinizdeki istimbotlardan biri ile buraya teşrifiniz rica olunur.” Mustafa Kemal Paşa, bu geri çağrılış isteğinin İngilizlerden geldiğini gizli bir haberleşme sonucu Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa’dan öğrenir ve 11 Haziran’da gönderdiği telgrafla, Harbiye Nezaretine şu oyalayıcı cevabı verir: “Hareketimin kömür ve benzin azlığından dolayı geciktiğini bu günkü telgrafımla bildirmiş ve bu sebeplerin giderilmesini istirham etmiştim. Ancak, hareket tarzımı düzenlemek üzere, çağırılış nedeninin lütfen açıklanmasını rica ederim.” Ayrıca, durumdaki bu gelişmeyi, 11 Haziran tarihli bir telgrafla Kâzım Karabekir Paşa’ya bildirir (özet): “...Vermiş olduğum kararın milletin haklarını ve istiklâlini temin uğrunda milletle beraber çalışmaktan ibaret olduğunu siz değerli kardeşime her zaman arz etmiştim. Bu amaç, milletin bağrına sığınarak namus ve vicdan görevini yapmaya fedakârlıkla devam etmeyi emreder. Emsalimiz gibi İngilizlere esir olmak üzere İstanbul’a gitmeyi istemiyorum. Vatan görevime devam edebilmekliğim, kuşkusuz, sizin gibi aynı düşünce ve kanaatte bulunan kardeşlerimin de her zaman ve her durumda dost ellerine ve yardımlarına bağlıdır. Bugün benim vermeye mecbur olduğum bu fiilî kararın yarın namus ve hamiyet sahibi bütün arkadaşlarımız tarafından verilmesinin gerekeceğine hiç şüphe yoktur... Merkezî Hükümet (İstanbul Hükümeti) kandırma yolu ile İstanbul’a çağırma plânını takip eylediğinden; ben de, mümkün olduğu kadar zaman kazanmak ve karargâhımı memleket içersine sokmak için, aynı usulde karşılık vermekte ve haberleşmekteyim.”
III. Amasya Tamimi:
Mustafa Kemal Paşa, 12 Haziran günü, karargâhı ile birlikte Havza’dan ayrılarak, çevre güvenliği bakımından daha uygun bir yer olan Amasya’ya gider. Burada bulunduğu iki haftalık (12-25 Haziran 1919) süre içinde, millî teşkilâtı geliştirme yolunda yine yoğun bir çaba içindedir, ama, İstanbul’a geri çağrılmış olmasından da tedirgindir. 14 Haziran’da Padişaha gönderdiği telgrafta, yabancıların tutumlarını eleştirerek şu kararını belirtir: “... Eğer zorlanırsam, görevimden istifa ederek, daha önce de olduğu gibi, Anadolu’da ve milletin bağrında kalacağım ve vatanî görevime bu kez daha belirgin adımlarla devam edeceğim...” Havza’da iken İstanbul’a geri çağrılış nedenini sorduğu telgrafa cevap olarak, 15 Haziran’da, Harbiye Nezaretinden birbirini izleyen iki telgraf alır. ilk telgrafta, “faaliyeti kendilerince müsellem zat-ı âlilerinin o bölgedeki memuriyetlerini iyiye almayan İngilizler, İstanbul’a getirilmeniz için istekte bulundular. Memleketin geçirmekte olduğu durumun, Nezareti bu İngiliz isteğini icraya mecbur eylediğini arz ederim” denilmekte; ikinci telgrafta ise, “İstanbul’a davetiniz, Hükûmet-i seniye kararı neticesidir” şeklinde bir açıklama yapılmaktadır.
Bu sırada; İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a geri çağrılmasını Hariciye (Dışişleri) ve Harbiye Nezaretlerine gönderdiği mesajlarla, tekrar ısrarla ister ve bu konuda İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a 23 Haziran’da gönderdiği telgrafta şu bilgiyi verir (özet): “Çanakkale Savaşı sırasında dikkate değer bir ün kazanmış olan Mustafa Kemal Paşa, bir ay kadar önce Sadrazam (Başbakan) tarafından, hiç kuşkusuz, tam bir iyi niyetle, Samsun’a Askerî Genel Müfettiş (Ordu Müfettişi) olarak atanmıştır; fakat, Samsun’a varışından beri, ulusal duyguların ve yabancılara karşı olan hislerin merkezi haline gelmiş gibi görünüyor. Kendisinin geri çağrılması istenmiş; ancak bu güne kadar bir sonuç alınmamıştır... bununla beraber (Hariciye Nazırı Vekili), Paşa’nın İstanbul’a dönmesi için” emir verildiği ve bu emirlerin tekrarlanacağı hususunda beni temin etmiştir...”
Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadele çabalarının gelişmesine paralel olarak, izlediği ve gözlediği durum hakkında devamlı değerlendirmeler yapmaktadır. Bunlardan birinde şöyle diyor: “... Anadolu’ya dahil olalı bir ay olmuştu. Bu müddet zarfında, bütün ordu birlikleri ile temas ve irtibat temin edilmiş ve millet, mümkün olduğu kadar aydınlatılarak uyanıklık ve olgunluk kazandırılmış; millî teşkilât fikri yaygınlaşmaya başlamıştı. Genel durumu, artık, bir kumandan olarak sevk ve idareye devam imkânı kalmamıştı. Vuku bulan geri çağrılma emrine itaatsizlik ederek bunu uygulamamakla beraber, millî teşkilât ve harekâtın sevk ve teminine devam etmekte olduğuma göre, şahsen asî duruma geçmiş olduğuma şüphe edilemezdi. Bundan başka ve özellikle, tatbikine karar verdiğim teşebbüs ve hareketlerin esaslı ve şiddetli olacağını tahmin de güç değildi. Bu nedenle, teşebbüs ve hareketlerin bir an evvel şahsî olmak mahiyetinden çıkarılması ve bütün milletin birlik ve beraberliğini temin ve temsil edecek bir heyet namına olması elzemdi...”.
Mustafa Kemal Paşa, vardığı bu sonuca göre; ilk olarak, Trakya’da 1. Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Bey’e 18 Haziran’da gönderdiği direktifte, “...Anadolu ve Rumeli millî teşkilâtını birleştirerek bir merkezden temsil ve idare eylemek...” gereğine işaret eder; kısa bir süre sonra da, 21/22 Haziran gecesi, bu amacı gerçekleştirmeye temel teşkil eden belge esaslarını, yaveri Cevat Abbas Bey’e not ettirir. Yeni Türk devletinin kuruluşu yolunda ilk önemli adımı oluşturan ve Millî Mücadele Tarihimizde Amasya Tamimi olarak yer alan bu tarihî belge, “Vatanın bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir...” sözleri ile başlar, “... Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır...” inancı ile devam eder ve “... Milletin haklarının sesini cihana işittirmek için her türlü etki ve denetimden uzak bir Millî Heyetin varlığı zorunludur. Bunun için, haberleşerek her yandan gelen öneri ve ulusal istek üzerine, Anadolu’nun görünüşte en güvenli yeri olan Sivas’ta ulusal bir kongrenin acele toplanması kararlaştırılmıştır...” sonucuna varır. Aynı gece, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte, Hüseyin Rauf (Orbay) Bey, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ve 3. Kolordu Kumandanı Refet (Bele) Bey tarafından imzalanan; ayrıca, telgrafla, Kâzım Karabekir Paşa ile Konya’da Ordu Müfettişi Cemal Paşa’nın onayları sağlanan Amasya Tamimi, 22 Haziran’da ilgililere yayınlanır.
IV. Sivas’ta:
Mustafa Kemal Paşa’nın Amasya’dan Sivas’a hareketi ve oraya varışı ilginç bir nitelik taşır. Bunu, Paşa şöyle açıklıyor: “... 25 Haziran’a kadar Amasya’da kaldım... O tarihlerde Dahiliye (İçişleri) Nezaretinde bulunan Ali Kemal Bey, benim azledildiğim ve artık benimle hiçbir resmî işleme girişmemek ve hiçbir isteğimi yerine getirmemek hususunda şifre ile bir tamim yapmıştı... Bu şifre tamimden, benim, ancak Sivas’a geldiğim 27 Haziran 1919 tarihinde haberim oldu... (Ali Kemal Bey’in) bu tamimi memurların ve halkın düşüncelerini gerçekten bölünmeye yöneltmiş. Her yerde eksik olmayan menfi ruhlu kimseler, derhal aleyhimde propagandaya ve faaliyete geçmişler. Bu yoldaki menfi görünümlerin ve girişimlerin en önemlisi Sivas’ta hazırlanmaya başlanmış... Dahiliye Nazırı Ali Kemal Bey’in tamimle verdiği emrin tarihi olan 23 Haziran günü, Sivas’ta Ali Galip Bey isminde bir zat, on kadar arkadaşı ile birlikte hazır bulunuyormuş. Bu zat, İstanbul’dan, Mamuret-ilaziz (Elâzığ) Valisi olarak gönderilmiş olan Erkân-ı Harp Miralayı (Kurmay Albay) Ali Galip’tir. Güya vilâyetin ikinci derece memurları olmak üzere, bir takım insanları da İstanbul’dan seçmiş, beraberinde götürüyor. Ali Galip, yolu üzerinde bulunan Sivas’ta durmuş. Özel görevi bulunduğuna şüphe edilmemesi gereken Ali Galip, orada derhal kuvvetli taraftarlar bulmuş. Görevini iyi başarmak için tertipler ve tedbirler almaya başlamış. Dahiliye Nezaretinin aleyhimdeki emri gelir gelmez, eylemler başlamış. Sivas sokaklarında, benim; hain, asî, muzır bir adam olduğuma dair duvarlara yaftalar yapıştırılmış. Kendisi de, bir gün, Sivas’ta vali bulunan Reşit Paşa merhumun yanına giderek Dahiliye Nezaretinin emrinden bahsettikten sonra, Sivas’a gittiğim takdirde hakkımda tatbik edeceği muameleyi sormuş. Reşit Paşa ne yapılabileceğini açıklamasını istemiş. Ali Galip, ben senin yerinde olsam, derhal kollarını bağlar, tevkif ederim ve senin de böyle yapman lâzımdır, demiş. Reşit Paşa, bu işin bu kadar basit olacağına inanmamış; müzakere hayli uzamış. Müzakereye iştirak edenler çoğalmış... hatta bir kısım ahali, verilecek kararı anlamak üzere toplanmış... (Amasya’da) ayın 25. günü, Sivas’ta aleyhimde bazı münasebetsiz hallerin cereyana başladığını öğrendim. 25/26 Haziran gecesi yaverim Cevat Abbas Bey’i çağırdım ve yarın sabah karanlıkta Amasya’dan güneye hareket edeceğiz, dedim... Hareketimiz hiçbir tarafa telgrafla bildirilmeyecek ve mümkün olduğu kadar Amasya’da da ifşa olunmayacaktı. 26 (Haziran)’da Amasya’dan hareket ettim. Tokat’a gelir gelmez telgrafhaneyi kontrol altına aldırarak benim varışımın Sivas’a ve hiçbir tarafa bildirilmemesini temin ettim. 26/27 (Haziran) gecesini orada geçirdim, 27 (Haziran)’da Sivas’a hareket ettim. Otomobil ile Tokat-Sivas arası yaklaşık altı saattir. Sivas Valisine, Tokat’tan Sivas’a hareket ettiğime dair açık bir telgraf yazdım. İmzada Ordu Müfettişliği unvanını kullanmadım. Telgrafta, bile bile hareket saatimi yazmıştım. Fakat, bu telgrafın hareketimden altı saat sonra çekilmesini ve o zamana kadar hiçbir suretle Sivas’a haber verilmemesini temin edecek tedbirleri aldım... (Sivas’ta, Ali Galip Bey ile Reşit Paşa arasındaki) münakaşanın hararetli bir safhasında, Reşit Paşa’nın eline, benim Tokat’tan çekilen telgrafımı verirler. Reşit Paşa, hemen Ali Galip Bey’e uzatır, işte, kendisi geliyor, buyurun, tevkif edin! der. Reşit Paşa, telgrafta yazılı olan hareket saatini görünce hemen kendi saatini çıkarır, bakar... Efendim, geliyor değil, gelmiş olacaktır, diye ilâve eder. Bunun üzerine, Ali Galip: Ben tevkif ederim dedimse benim vilâyetim dahilinde olursa tevkif ederim, demek istedim, deyince; öyle ise, istikbale gidelim, diyerek toplantıya son verirler... Sivas şehrinin girişine geldiğimizde; caddenin iki tarafı büyük bir kalabalıkla dolmuş, askerî birlik esas duruşunu almış bulunuyordu. Otomobillerden indik. Yürüyerek, askeri ve ahaliyi selâmladım. Bu manzara, Sivas’ın muhterem ahalisinin ve Sivas’ta bulunan subay ve askerlerimizin bana ne kadar bağlı ve sevgi ile dolu olduğunu ispat eden canlı bir şahit idi...”
Mustafa Kemal Paşa, Sivas’a gelir gelmez, Ali Galip ve arkadaşlarını görmek ister. Bu ibret verici olayı Sivas Valisi Reşit Paşa, hatıralarında şöyle anlatıyor: “... Ali Galip Bey, birlikte getirdiği memurlarla beraber, adeta göz altında, Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna çıkarılmıştı. Paşa, kaşları çatık ve yüzü asık bir halde, onları kabul etti. Bir müddet ayakta tuttu, sonra oturmalarını emretti ve Ali Galip Bey’e hitabederek ağır bir azarlama nutkuna başladı. Kelimelerin tokattan farkı yoktu. Fakat; bu utandırıcı, harabedici nutuk, sade bir hakaret yağmuru değildi... (Ali Galip’in davranışlarını) bayağı bularak hem tekdir, hem tahkir etmekle beraber; hayrete değer münasebetler düşürerek, millî hareketin mahiyeti, hedefi ve kutsallığı hakkında da uyarıları kapsıyordu... (Ali Galip Bey) son derece perişandı, boyuna ter döküyor, boyuna yutkunuyordu. Mustafa Kemal Paşa, belki 20 dakika, sert hitabesini sürdürdü: -Askerler, dedi, mert olur. Türk askeri ise, mertlerden mert ve pek civanmert olur. Siz cihanın kabul ettiği bu kaideye istisna mı teşkil ediyorsunuz? Yoksa, ordudan ayrılmakla, Türk askerine mahsus üstün kıymetlerden de uzak mı düştünüz? Nedir bu yaptığınız? Kime ve kimlere hizmet, yahut kime ve kimlere ihanet ediyorsunuz? Hiç düşündünüz mü? Size daha ağır muamelede bulunabilirdim. Emekli bir asker olduğunuza saygı gösterip, bu kadarla yetiniyorum. Şu kadar ki aklınızı başınıza almaz, haddinizi bilmez, dilinizi de kısmazsanız, akıbetiniz korkunç olur. Haydi, buyurun, yerinize gidin, derin derin düşünün. Harput’a mı gitmek, geri İstanbul’a mı dönmek lâzım olduğunu kararlaştırın. Yalnız şunu unutmayın ki, Anadolu’da sizin gibilerin ve efendilerinizin düdüğü ötmez, ötemez.”
Mustafa Kemal Paşa, “... Sivas’ta teşkilât ve hareket tarzı hakkında ilgililere gerekli talimatı verdikten sonra, hiç uyumadan geçen 27/28 Haziran sabahında, bir bayram günü...” , yanında Hüseyin Rauf Bey ve Ordu Müfettişliği Karargâh Heyeti olduğu halde, Erzurum istikametinde hareket eder, yolu üzerindeki köy ve kasabalara uğrayarak halkla görüşmeler yapar, 1 Temmuz günü Erzincan’a gelir, geceyi Erzincan’da geçirir, yine halkla bazı görüşmeler yaptıktan sonra, 2 Temmuz’da Erzurum’a hareket eder ve nihayet, “... bir haftalık yorucu bir otomobil yolculuğundan sonra...” 3 Temmuz’da Erzurum’a ulaşır.