19. YÜZYIL ÇAĞRIŞIMCI PSİKOLOJİSİ
Britanya çağrışımcılığı, 19. yüzyıla gelinirken, baba ve oğul Milller ve Alexander Bainnin etkisi altına girdiği görülmektedir.
James Millin görüşüne göre duyular idealara önderlik ediyordu.İdeaların çağrışımına ayırdığı klasikleşmiş bölümünde James Mill şöyle yazıyordu:
Düşünce düşünceyi, idea ideayı sürekli olarak takip eder. Eğer bizim duyularımız uyanıksa, sürekli olarak gözden, kulaktan, dokunuştan vs. duyular alırız; ama yalnız duyular değil. Duyulardan sonra idealar, biçimsel olarak alınmış olan duyuların sürekli uyanıklığıdır; bu idealardan sonra diğer idealar; ve tüm yaşamımız boyunca, duyular ve idealar olarak adlandırılan bu iki bilinç durumu serileri değişmez olarak sürer. Bir at görüyorum; bu bir duyudur. Doğrudan doğruya onun binicisini düşünüyorum; bu bir ideadır. Binici ideası bana onun ofisini düşündürüyor, o bir devlet bakanıdır; bu başka bir ideadır. Devlet bakanı ideası bana devlet işlerini düşündürüyor; ve ben bir politik idealar dizisinin içine yönlendiriliyorum; akşam yemeği için çağrıldığım zaman; bu yeni bir duyudur. (Hothersall, 1995, s.70-71; Boring, 1950, s.223)
James Mille göre çağrışımsal hatlar iki yolla kurulabilir. Kimi duyumlar birlikte ya da eş zamanlı olarak meydana gelir. Diğer duyumlarsa düzenli olarak sıralı veya ardıl olarak oluşabilirler (Leahey,1992, s.144).
James Mill çağrışım koşulu olarak üç dayanıklılık kriteri tanımlar: süreklilik, kesinlik ve basitlik. Mill, bunları gözlemsel kriterler olarak koyar. Bunların dışındaysa iki çağrışım koşulunun altını çizer: canlılık ve sıklık (Boring,1950, s. 224; Hothersall, 1995, s. 71). Ona göre, bu iki koşul çağrışım farklılıklarının temel nedeni olarak görülmelidir.
James Mill için, çağrışımsal ilke olarak bir arada oluş tektir. Bununla birlikte Mill, etkin bir çağrışımsal bir ilke olarak benzerliği reddeder.
James Millin oğlu John Stuart Mill, babasının ileri sürdüğü zihinsel bileşke düşüncesinin karşısına zihinsel kimya düşüncesiyle çıktı. Yani ona göre bütün, parçaların aritmetik bir toplamından ibaret değildi. Tek tek yalın ideaların bilgisi, karmaşık ideaların bilgisini bize vermemektedir. Çağrışımsal ilişkiler bu kimyasal yasa içinde ele alınmalıdır.
Çağrışım yasalarının ele alınmasında John Stuart Mill her ne kadar gençliğinde babasının yolunu izlediyse de sonraları sıklık ilkesini bağımsız bir yasa olarak tanıdı. Çağrışımsal ilkeleri 1865te benzerlik, birarada oluş, sıklık ve ayrılmazlık olarak tanımlayarak, 1843de tanımlamış olduğu benzerlik, birarada oluş ve şiddetin çağrışım ilkeleri olduğu yolundaki kendi görüşünü de düzeltmiş oldu.
John Stuart Millin çağrışımcılığı saf psikolojik olmayan mantıksal ve metafiziksel görüşün kapsamı içinde ortaya çıkmıştır (Leahey, 1992, s.146).
Britanya çağrışımcılığının son temsilcisi Alexander Bain olarak kabul edilir. Bain çağrışımcılık felsefesini sensorio-motor fizyolojiyle, insan psikolojisine bir bütünlük kazandırmak için birleştirmişti (Leahey, 1991, s. 49). Bainin çağrışım teorisi temelde iki yasaya dayanıyordu: bir arada oluş ve benzerlik. Bir arada oluş yasası beraberindeki bir aradalığın tekrarı, dikkat ve bireysel farklılık ilkeleriyle ilişki içindeydi. Benzerlik ilkesini kullanırken Bainin amacı, buluş ve zihinsel yaratımı ifade eden olumlu çağrışım için psikolojik bir ölçüt sağlamaktı.
Bain ayrıca bir bileşik çağrışım dan sözetmektedir. Onun görüşüne göre çağrışım, tüm çağrışımsal faktörlerin işleminin bir sonucu olarak ele alınmalıdır (Boring, 1950,s.239).
Bainin çalışmalarının ardından Britanya çağrışımcılığı veya çağrışımcı psikolojisi kapsamı altına alınabilecek bir isimden söz etmek güçtür. Bununla birlikte, Britanyanın etkisi, Kıta Avrupasında ve bu dönemde özellikle Almanyada karşılığını biraz farklılaşarak da olsa bulmaktadır.
Bir Alman olan Herbert Spencer, bu dönemde evrimci çağrışımcılık olarak isimlendirilen doktrinini geliştirmiştir. Spencer, aynı cins terimler arasındaki çağrışımların benzerlik ilkesine dayandığını ileri sürüyordu. Bununla birlikte çağrışımların deneyimler vasıtasıyla kurulduğunu savunarak, birarada oluş ilkesini de tamamen terketmiyordu. Ona göre, çağrışımın iki koşulu, canlılık ve tekrardı (Watson, 1963,s.293; Boring, 1950, s. 241).
Spencer, sosyolojide olduğu gibi psikolojide de teorisini biyolojinin kavramlarına dayandırmaktadır. Özellikle, Darwinin evrim teorisinin etkisiyle Spencer, çağrışımsal sürecin, türün gelişimi içinde, kuşaklar arasında yığışımsal olarak birikerek geliştiğini savunuyordu.
Spencerin doktrini ile birlikte, çağrışım düşüncesi klasik psikoloji içindeki son aşamasına da ulaşmış bulunuyordu. Spencerin ardından onun takipçisi olan Henry Lewes gibi felsefeciler geldiyse de, çağrışım düşüncesinin gelişimine yukarıda bakışları özetlenen, öncelleri kadar önemli katkılarda bulunmadılar.
SONUÇ
Çağrışım düşüncesinin ilkçağ felsefecilerinde başlayıp, Aydınlanma sonrası Avrupa felsefesinde devam eden klasik psikoloji içindeki gelişimi, modern psikolojinin kuruluşunun hemen öncesinde son aşamasına varmıştır.
Klasik psikolojinin bu gelişimi, özde, modern psikolojinin ortaya çıkışıyla ifade olunan niteliksel bir sıçrayışın, niceliksel önceli olarak görülebilir. Şüphesiz çağrışım düşüncesinin evrimi Spencerla birlikte sona ermemektedir. Ancak çağrışımın incelenmesi, modern psikolojinin doğuşuyla birlikte, artık spekülatif felsefi olarak değil deneysel olarak yapılmaktadır. Artık çalışmalar Ebbinghaus, Pavlov gibi araştırmacılar tarafından sürdürülmektedir. Felsefe, elindeki bayrağı deneysel psikolojiye devretmiştir.
Britanya çağrışımcılığı, 19. yüzyıla gelinirken, baba ve oğul Milller ve Alexander Bainnin etkisi altına girdiği görülmektedir.
James Millin görüşüne göre duyular idealara önderlik ediyordu.İdeaların çağrışımına ayırdığı klasikleşmiş bölümünde James Mill şöyle yazıyordu:
Düşünce düşünceyi, idea ideayı sürekli olarak takip eder. Eğer bizim duyularımız uyanıksa, sürekli olarak gözden, kulaktan, dokunuştan vs. duyular alırız; ama yalnız duyular değil. Duyulardan sonra idealar, biçimsel olarak alınmış olan duyuların sürekli uyanıklığıdır; bu idealardan sonra diğer idealar; ve tüm yaşamımız boyunca, duyular ve idealar olarak adlandırılan bu iki bilinç durumu serileri değişmez olarak sürer. Bir at görüyorum; bu bir duyudur. Doğrudan doğruya onun binicisini düşünüyorum; bu bir ideadır. Binici ideası bana onun ofisini düşündürüyor, o bir devlet bakanıdır; bu başka bir ideadır. Devlet bakanı ideası bana devlet işlerini düşündürüyor; ve ben bir politik idealar dizisinin içine yönlendiriliyorum; akşam yemeği için çağrıldığım zaman; bu yeni bir duyudur. (Hothersall, 1995, s.70-71; Boring, 1950, s.223)
James Mille göre çağrışımsal hatlar iki yolla kurulabilir. Kimi duyumlar birlikte ya da eş zamanlı olarak meydana gelir. Diğer duyumlarsa düzenli olarak sıralı veya ardıl olarak oluşabilirler (Leahey,1992, s.144).
James Mill çağrışım koşulu olarak üç dayanıklılık kriteri tanımlar: süreklilik, kesinlik ve basitlik. Mill, bunları gözlemsel kriterler olarak koyar. Bunların dışındaysa iki çağrışım koşulunun altını çizer: canlılık ve sıklık (Boring,1950, s. 224; Hothersall, 1995, s. 71). Ona göre, bu iki koşul çağrışım farklılıklarının temel nedeni olarak görülmelidir.
James Mill için, çağrışımsal ilke olarak bir arada oluş tektir. Bununla birlikte Mill, etkin bir çağrışımsal bir ilke olarak benzerliği reddeder.
James Millin oğlu John Stuart Mill, babasının ileri sürdüğü zihinsel bileşke düşüncesinin karşısına zihinsel kimya düşüncesiyle çıktı. Yani ona göre bütün, parçaların aritmetik bir toplamından ibaret değildi. Tek tek yalın ideaların bilgisi, karmaşık ideaların bilgisini bize vermemektedir. Çağrışımsal ilişkiler bu kimyasal yasa içinde ele alınmalıdır.
Çağrışım yasalarının ele alınmasında John Stuart Mill her ne kadar gençliğinde babasının yolunu izlediyse de sonraları sıklık ilkesini bağımsız bir yasa olarak tanıdı. Çağrışımsal ilkeleri 1865te benzerlik, birarada oluş, sıklık ve ayrılmazlık olarak tanımlayarak, 1843de tanımlamış olduğu benzerlik, birarada oluş ve şiddetin çağrışım ilkeleri olduğu yolundaki kendi görüşünü de düzeltmiş oldu.
John Stuart Millin çağrışımcılığı saf psikolojik olmayan mantıksal ve metafiziksel görüşün kapsamı içinde ortaya çıkmıştır (Leahey, 1992, s.146).
Britanya çağrışımcılığının son temsilcisi Alexander Bain olarak kabul edilir. Bain çağrışımcılık felsefesini sensorio-motor fizyolojiyle, insan psikolojisine bir bütünlük kazandırmak için birleştirmişti (Leahey, 1991, s. 49). Bainin çağrışım teorisi temelde iki yasaya dayanıyordu: bir arada oluş ve benzerlik. Bir arada oluş yasası beraberindeki bir aradalığın tekrarı, dikkat ve bireysel farklılık ilkeleriyle ilişki içindeydi. Benzerlik ilkesini kullanırken Bainin amacı, buluş ve zihinsel yaratımı ifade eden olumlu çağrışım için psikolojik bir ölçüt sağlamaktı.
Bain ayrıca bir bileşik çağrışım dan sözetmektedir. Onun görüşüne göre çağrışım, tüm çağrışımsal faktörlerin işleminin bir sonucu olarak ele alınmalıdır (Boring, 1950,s.239).
Bainin çalışmalarının ardından Britanya çağrışımcılığı veya çağrışımcı psikolojisi kapsamı altına alınabilecek bir isimden söz etmek güçtür. Bununla birlikte, Britanyanın etkisi, Kıta Avrupasında ve bu dönemde özellikle Almanyada karşılığını biraz farklılaşarak da olsa bulmaktadır.
Bir Alman olan Herbert Spencer, bu dönemde evrimci çağrışımcılık olarak isimlendirilen doktrinini geliştirmiştir. Spencer, aynı cins terimler arasındaki çağrışımların benzerlik ilkesine dayandığını ileri sürüyordu. Bununla birlikte çağrışımların deneyimler vasıtasıyla kurulduğunu savunarak, birarada oluş ilkesini de tamamen terketmiyordu. Ona göre, çağrışımın iki koşulu, canlılık ve tekrardı (Watson, 1963,s.293; Boring, 1950, s. 241).
Spencer, sosyolojide olduğu gibi psikolojide de teorisini biyolojinin kavramlarına dayandırmaktadır. Özellikle, Darwinin evrim teorisinin etkisiyle Spencer, çağrışımsal sürecin, türün gelişimi içinde, kuşaklar arasında yığışımsal olarak birikerek geliştiğini savunuyordu.
Spencerin doktrini ile birlikte, çağrışım düşüncesi klasik psikoloji içindeki son aşamasına da ulaşmış bulunuyordu. Spencerin ardından onun takipçisi olan Henry Lewes gibi felsefeciler geldiyse de, çağrışım düşüncesinin gelişimine yukarıda bakışları özetlenen, öncelleri kadar önemli katkılarda bulunmadılar.
SONUÇ
Çağrışım düşüncesinin ilkçağ felsefecilerinde başlayıp, Aydınlanma sonrası Avrupa felsefesinde devam eden klasik psikoloji içindeki gelişimi, modern psikolojinin kuruluşunun hemen öncesinde son aşamasına varmıştır.
Klasik psikolojinin bu gelişimi, özde, modern psikolojinin ortaya çıkışıyla ifade olunan niteliksel bir sıçrayışın, niceliksel önceli olarak görülebilir. Şüphesiz çağrışım düşüncesinin evrimi Spencerla birlikte sona ermemektedir. Ancak çağrışımın incelenmesi, modern psikolojinin doğuşuyla birlikte, artık spekülatif felsefi olarak değil deneysel olarak yapılmaktadır. Artık çalışmalar Ebbinghaus, Pavlov gibi araştırmacılar tarafından sürdürülmektedir. Felsefe, elindeki bayrağı deneysel psikolojiye devretmiştir.