1915 Görgü Tanıklarınca Van ve Çevresinde Ermeni Olayları
Giriş
Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılarca bir yerden başka bir yere sürülen, savaşlara itilen ve kötü muamele gören Ermeniler Türklerin Anadolu topraklarına girmelerinden sonra, Türk milletinin adaletli, hoşgörülü, birleştirici ve "yaratılanı yaratandan ötürü" kucaklayan insan sevgisi anlayışından yararlanmışlardır. Ermeniler Osmanlı Devleti'nin gayretli, çalışkan, dürüst ve başarılı her vatandaşına sağladığı fırsat ve imkânlardan, gayrimüslimler içinde en fazla yararlananlar olmuştur.
Ermeniler, askerlikten kısmen de vergiden muaf tutulurken, çiftçilikte, zanaatta, ticarette ve devlet yönetiminde yükselme fırsat ve imkânını elde etmişlerdir. Devlete bağlı, milletle anlaşmış ve kaynaşmış olduklarından dolayı Ermeniler "Millet-i Sadıka" olarak kabul edilmişlerdir. Bu güven sayesinde iş hayatında olduğu gibi, kamu hizmetlerinde de önemli yerlere gelmişlerdir. Zimmi hukukun gereği olarak tüm gayrimüslimlere olduğu gibi Ermenilere de insanca muamele edilmiş, şefkatle davranılmıştır. Osmanlı tarihi Ermenilerden 22 bakan, 33 milletvekili, 29 paşa, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos, 11 üniversite öğretim üyesi ve 41 üst düzey yöneticisi memur kaydetmektedir.
Ancak, Osmanlı Devleti'nin zayıfladığı dönemlerde hemen her konuda baş gösteren Avrupa Devletlerinin müdahaleleri sonucunda Türk-Ermeni ilişkileri de bozulmaya başlamıştır. Sömürgeci güçlerin özellikle din adamı kisvesinde Osmanlı Devleti'ne gönderdiği kışkırtıcıların etkinlikleriyle sosyal, kültürel, ticarî, dinî ve siyasî açılardan Türk milletinden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Doğu Anadolu'da başlatılan ve İstanbul'a kadar yaygınlık gösteren Ermeni ayaklanmalarında binlerce Türk ve Ermeni hayatlarını yitirmiştir.
Osmanlı Devleti isyancı ve düşmanla iş birlikçi Ermenilerin ihanetleri karşısında, ordunun güvenliği ile ikmal yollarının güvenliğini sağlamak amacı ile 27Mayıs 1915 tarihli sevk ve iskân kararını almak zorunda kaldı. Bu karar içeriğinde;
1. Ordunun muharip birliklerinde yer alan Ermeni askerlerini geri hizmet birliklerine aktarmak,
2. Savaş bölgesindeki Ermeni halkı Güney Doğu Anadolu'ya ve o dönemde imparatorluğun bir parçasını oluşturan Suriye'nin kuzeyine doğru kaydırmak,önlemleri yer almakta idi,
Osmanlı Devleti'nin savaş koşullarında almak zorunda olduğu sevk ve iskân kararı ile uygulaması Ermeni iddialarında soy kırımı olarak tanımlanmakta ve tüm dünyaya da kabul ettirilmek istenilmektedir.
Öncelikle soy kırımı suçunun ne olduğunun tanımlanmasında yarar bulunmaktadır. Soykırımı terimi, tanımı olan bir suça ilişkindir. Bu tanım İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra hazırlanarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 9 Aralık 1948 günlü kararıyla onaylanıp 11 Ocak 1951'de yürürlüğe giren "Soy Kırımının Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme" adlı uluslar arası bir sözleşmeyle yapılmıştır. Türkiye de bu sözleşmeyi imzalayıp onaylamıştır. Belirtilen sözleşmenin 2'nci maddesine göre; soy kırımı bir ulusal, etnik, ırksal veya dinî gruba mensup insanları, tamamen veya kısmen, o gruba mensup oldukları için ortadan kaldırmak amacıyla işlenmiş aşağıdaki eylemlerden biridir:
a) Bir grubun üyelerini öldürmek,
b) Bir grubun üyelerine cismanî veya aklî zarar vermek,
c) Bir grubun üyelerini fizikî olarak tamamen veya kısmen yok etme sonucunu vereceği önceden bilinen yaşam koşulları altına sokmak,
d) Grup içindeki doğumları bilinçli olarak engellemeye yönelik önlemler dayatmak,
e) Bir grubun çocuklarını başka gruplar içine zorla götürmek.
Osmanlı Devleti'nin sözü edilen sevk ve iskân uygulamasında; "Soy Kırımının Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşmede" tanımlanan soy kırımının unsurlarının bulunmadığı çok açıktır. Zira; soy kırımın asıl unsuru, yani sırf Ermeni olduğu için Ermeni etnik grubunu yok etmeye yönelik kasıt unsuru yoktur.
Sevk ve iskân, o günkü şartlarda asi, saldırgan, bölücü ve düşmanla iş birliği yapan, cephe gerisinde Türkleri katleden, Türk köy ve kasabalarını yakıp yıkan ordunun intikal ve ikmal yollarını kesmeye çalışan Ermenilere uygulanmıştır.
Sevk ve iskân kararının alınma nedenlerinden birisini de 15 Nisan 1915 tarihli Van isyanı oluşturmaktadır. Hâlbuki sevk ve iskân kararı Rumî takvime göre 14 Mayıs 1915, miladî takvime göre 27 Mayıs 1915 tarihinde alınmıştır. Ermeniler sevk ve iskâna tâbi tutuldukları için isyan etmemişlerdir. İsyan ettikleri için sevk ve iskâna tâbi tutulmuşlardır.
Bu çerçevede konunun özellikle canlı tanık beyanları ile daha açık ortaya konulabilmesi için "1915 Görgü Tanıklarınca Van ve Çevresinde Ermeni Olayları" anlatılacaktır.
Van. asırlar boyunca. Müslümanlarla Ermenilerin bir arada huzur içinde yaşadıkları bir Doğu Anadolu şehridir. Yöre M.Ö 38 yılında İslâm orduları tarafından fethedilmiş, ancak esas hâkimiyetin IX.'uncu asrın son çeyreğinden sonra Abbasiler tarafından temin edildiği bilinmektedir.
Eyyûbîler, Harzemşahlar, Selçuklular, Karakoyunlular, Moğollar, Akkoyunlular, Osmanlılar, Sefevîler ve tekrar Osmanlıların hâkimiyetine giren şehirde Ermeni nüfus, Birinci Dünya Savaşı'na kadar varlığını hep sürdürmüştür. 1653 yılında Van'a gelen Evliya Çelebi'ye göre, şehirde gayrimüslim tebaa olarak sadece Ermeniler mevcuttur.
Gerçekten. Van'da Rum. Yahudi vs. Nüfus yaşadığına dair bir belgeye rastlanmamaktadır.
Ermenilerin en çok önem verdikleri üç merkezden biri Van'da bulunan Ahtamara (Akdamar) adasıdır. Ondokuzuncu asrın neredeyse son çeyreğine kadar Ermeniler. bazı ferdî çıkışların dışında. Osmanlı Devleti'ne sadık kaldılar. Ermeni Patriği Nerses Varjabendanyar’ın 1877 -1878 Osrnanlı-Rus Savaşı'nın galibi olarak Yeşilköy'e kadar gelen Rus ordusunun başkomutanlık karargâhına gidip Grandük Nikola'dan. Doğu'da Rusların himayesinde bir Ermeni devleti kurulmasını talep etmesi bir dönüm noktası olmuştur.
Bağımsız bir Ermenistan kurma çabası. 93 harbi’nden (1877-1878) sonra ivme kazanmıştır. Van vilâyeti Osmanlı Devleti'nde Ermeni nüfusun en yoğun olarak bulunduğu iki vilâvetten biriydi. Ermeni nüfusu yoğluğu itibarıyla birinci sırada Bitlis, ikinci sırada Van geliyordu. 1914 yılında tamamlanan resmî nüfus istatistiklerine göre Van'da yaşayan 179.380 Müslüman nüfusuna karşılık 67.792 Ermeni bulunuyordu. O zaman Hakkâri Van'a bağlı sancak olduğu, bugün Bitlis'e bağlı olan Adilcevaz kazasının da Van'a bağlı olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Söz konusu istatistiğe göre Van'ın merkezinde Ermenilerin Müslümanlara oranı üçte biridir,
Ermenilerin Van'da çıkardıkları ilk isyan 1895 yılındadır. Rus Generali Mayewski'nin bildirdiğine göre. Ermeni komiteleri, Ermenileri ayaklanmaya teşvik etmiş, hatta anarşi ve teröre karşı çıkan bazı Ermenileri şiddetle cezalandırnıışlardır. Bunların en tipik olanı 6 Ocak 1895’te kilisede ayın icra etmeye giden papaz Boghos'un (Bogos) öldürülmesidir. Van'daki olaylarda Van Ermenilerinden çok, dışarıdan, özellikle Rusya'dan gelen Ermeniler ön ayak olmuşlardır. General Mayewski, her vesileyle Ermenilerin 1895'teki Van ayaklanmasındaki kayıplarından söz edildiğini söyler, ancak Müslümanların kayıplarının dile getirilmemesiyle ilgili olarak şöyle der: "Mamafih. bu vukuat esnasında Türklerin zayiatı ( Hiç kimse hiçbir zaman hatırına bile getirmemiştir. ) büyük yekûn teşkil ediyordu. Kıyam eden Ermeni ihtilâlcilerinin bombalarına karşı Müslümanları himaye tarzında kimse faaliyet gösteremedi".
İkinci Meşrutivet'ten önce Sultan İkinci Abdülhamit’in yönetimini bahane ederek her vesileyle sorun çıkaran Ermenileri, İkinci Meşrutiyetin ilânı da tatmin etmemiştir. Van'daki İngiliz Konsolos Yardımcısı Teğmen Bertram Dickson; İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Sir Gerard Lowther'e gönderdiği 30 Eylül 1908 tarihli raporda, Ermenilerin o günlerde Van'daki faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgi verilmiştir. Dickson'a göre, Van'da Ermenilerin Taşnaklar (Daşnaglar) ve Armenistler olmak üzere iki partisi vardır. Taşnaklar aynı zamanda Hınçaklarla sıkı ilişkiler içersindedirler. İkinci Meşrutiyet sonrasındaki ilk milletvekili genel seçiminde Varhad Papazyan'ı Van'dan milletvekili seçtiren de Taşnaklar'dır. Armenistlerin adayı Terzibaşıyan seçimi kaybetmiştir. Taşnak, aslında bir siyasî partiden çok bir fedaî örgütüdür. Bu örgütün Van'daki önderleri Aram,Varhad Papazyan, Sarkis ve İşhan'dır. Bunların hepsi Vanlı olmayıp Rusya'dan gelme kimselerdir. İkinci Meşrutiyetin ilânı ile birlikte şu veya bu suçtan içeri atılmış bütün Ermeni fedailer serbest bırakılmıştır. İngiliz konsolos yardımcısı Dickson raporunda ayrıca Ermenilerin Van ve civarında gizlice silâhlandıklarını, bu silâhların Rusya'dan geldiğini, Van'a birçok Ermeni fedainin doluştuğunu belirtir.
1978-1981 yılları arasında Van'da 1915'teki Ermeni isyanı ve Van'ın Ruslar tarafından işgal edilmesine şahit olan yaşlı vatandaşlarımızla röportajlar yapmış, o günlere ait anılarını kasetlerle kaydetmiştim. 1993 yılında Görenlerin Gözüyle Van'da Ermeni Mezalimi adı altında yayınladığım kitap, söz konusu dedelerin, ninelerin anlattıklarına dayanıyordu. Yaklaşık yirmi yıl önce görüştüğümüz bu görgü tanıklarının hepsinin ses kayıtları şahsî arşivimde korunmaktadır. Ermeni meselesi ile ilgili hatıralarını derlediğimiz yirmi kişinin hepsi bugün itibariyle vefat etmiş bulunmaktadır. Bizim burada da tanıklığına başvuracağımız bu insanlar, o gün olan biteni yakından görmüş, olayları bizzat yaşamış kimselerdir. Hemen hepsi Van'ın tanınmış, ailelerinden olan görgü tanıklarının bazı çocukları, torunları Van'da yaşamaktadır.
Görgü tanığı olarak dinlediğimiz kişiler şunlardır: Nafıa Çabuker, Ahmet Çinkılıç, Zahide Coşkun, İbrahim Sargın, İsmail Perihanoğlu. Şadiye Talay, Celâl Şener. Bekir Yörük, Akif Yurtbay. Hacı Ömer Selçuk. Hacı Şevket Çaldağ. Mehmet Delibaş, Hamit Ekinci, Hamit Camuşçu, Cemâl Talay. İsmail Başıbüyük. Refik Özkanlı, Müştak Boysan, Salih Taşçı ve Osman Gemicioğlu.
Ayrıca. Van'ı Tanıma ve Tanıtma Derneği tarafından 1963'te yayınlanan Zeve isimli kitapçıkta hatıralarına yer verilen Hamza Dayı. Güllü Bacı. Esma Nine ve Menveşe Bacı, Nafıa Ana ve Kıymet Başıbüyük ile Yrd.Doç.Dr. Ergünöz Akçora'nın görüştüğü Mehmet Reşit Efendinin de anlattıkları burada değerlendirilecektir. Mülakatlarımı yaptığım sırada (1978-1981) bu şahıslar vefat ettiklerinden veya kendilerine ulaşamadığım için, zaman zaman mukayese amacıyla onların Zeve ile ilgili tanıklıklarından faydalandım.
Görgü tanıklarının anlattıklarını bazı başlıklar altında toplamak konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Hüseyin ÇELİK
Doç.Dr. Milli Eğitim Bakanı