EĞLENCE OYUNLARIMIZ
Eskiden, yediden yetmişe hemen hemen her yaşta oynanan çeşitli oyunlar vardı. Çocuklar, gençler, kızlar, kadınlar ve hatta yaşlıca insanlar, kendilerine göre oyunlar oynarlardı.
Bunlar; Met, Enik, Hotak, Kalem, Kazık, Top, Kazıklı, Tura, Yüzük Saklama, Boğça. Testi Tutması, Esnaf, Dilsiz, Çatal-Matal, Kaç-Kaç, Çatal, Taş Atması, Değnek, Ebe Beni Kurda Verme, Uzun Urgan, Ellem-Bellem, Handadır Handa, Hey Alaylar Alaylar, Gelin Almaca, Kaykuz-Kuysuz, Çıngıl-Çıngıl, Ben Geldim ve Aç Kapıyı Bezirgânbaşı gibi oyunlardı.
KAZIK OYUNU
İlkbaharda veya sonbaharda sırf erkek çocuklar oynarlardı. Bu oyunun başlıca aleti; uçları sivri, irili ufaklı bir takım ağaç kazıklardan ibaretti. Oyuna iştirak eden çocuklar, katı çamurlu bir yerde, ellerinde çeşitli kazıklarla toplanırlardı. Bunlardan birisi kazığının birini vurarak çamura saplar, diğer çocuklar da sıra ile yerde saplı olan kazıklardan birine, devirmek yahut yerinden sökmek amacıyla, kendi kazığını atardı. Saplı kazıklardan birini yerinden, çıkarıp devirebilirse, o kazık onun olurdu. Bir daha atılıp saplanmadan yerde yatan kazık olursa, diğer oyuncular o kazığa kendi kazığını hem dokundurur, hem de saplayabilirse yine o kazığı elde etmiş olurdu.
YÜZÜK SAKLAMA OYUNU
Kış geceleri herkes akran ve emsali ile sohbet ederdi. Yani nöbetle her gece birisinin evine toplanıp kahve içilir ve muhtelif şeyler yenirdi. Meclise toplanan delikanlılar, ihtiyarlar, hatta bazen kadınlar, 12-15 yaşındaki erkek çocuklar, kendi aralarında oynarlar.
Yüzük oyununda bir tepsi üzerine onbir tane fincan kapatılır, ayrıca ya bir yüzük yahut bir mühür bulundurulurdu. Meclistekiler önce karşılıklı olarak ikiye ayrılırlar, sonra da tepsinin üzerine iki gün-can konur. Mühür, bunlardan birinin altına, iki taraf için gizli olarak saklanır ve gurupların önüne konur. Herhangi gruptan biri bu fincanlardan birini kaldırarak mühürü çıkarırsa, ilk oyunu o gurup yapar. Çıkaramazsa, oyun diğer guruba geçer.
Oyunu kazanan guruptan iyi saklamayı bilen birisi tepsinin üzerine onbir fincanı kapatır. Diğer guruba arkasını çevirir veya başka bir yere giderek mühürü kapatılmış fincanlardan birinin altına saklar. Bu iş yapıldıktan sonra tepsiyi karşı gurubun önüne koyar. Kendisine çekilir, o guruptakilerden her biri "İşgil" namı ile mühürün bulunduğunu sandığı fincana reyini verir. En sonda, kati karar verilerek fincanın biri kaldırılır. Eğer, birinci fincanın altından çıkıverirse, buna "destegül" tabir edilir ki, oyun öbür tarafa geçer ve bunun için çok şenlik yapılır. Eğer birincide çıkmayıp ikinci defa kaldırılan fincanın altından çıkarsa bu defa oyun saklıyan tarafın lehine olup "part" tabir edilir. Ve bu yüzden "onbir" sayı kazanılmış olunur. Yeniden mühür saklanır. "Destegül" alınmadığı gibi "part"da olmayıp başkasında çıkarsa, mühür çıkan fincan ile beraber tepsi üzerinde kaç fincan kalmış ise, sayılarak evvelki sayıya ilâve edilir. Üç fincan kalıncaya kadar ayıklanıp mühür çıkmadığı takdirde kalan fincanın birincisinde yahut ikincisinde oyun, diğer tarafa geçer.
Onlarda da çıkmayıp en sonuncu fincanın altından çıkarsa, saklamak hakkı yine evvelki tarafındır. Yalnız üç fincanın hangisinden çıkarsa çıksın sayılmaz.
Bu oyunun kuralları şunlardır:
1- Hangi gurubun sayısı önce elliyi bulursa, o taraf diğer tarafı yenmiş sayılır. Neticede kazananlar için çok büyük şenlik yapılır. Yenilen taraf, yenen tarafın latif ve zarif eziyetlerine tahammüle mecburdur.
2- Destegül olan taraf, ikinci mühür saklayıştan itibaren her saklayışta "çürük" namile tepsinin ortasına bir fincan koyar. Bu fincana yüzük saklanır. Ayıklayan taraf ilk fincanı aldığında mühür çıkmayacak olursa, ikincide mutlaka "çürük" namındaki fincanı kaldırır ki, bu surette "part" yani "onbir" sayı vermiş olur.
Eğer üçüncü "çürük" kaldırılmayıp, mühür bulunduğu tahmin edilen başka bir fincan kaldırılır ve onun altından "mühür" çıkarsa "part", yani "onbir" sayı verilmiş olur.
EŞİM EŞİM YAHUT TESTİ TUTMASI OYUNU
Genellikle kış gecelerinde, evlerdeki sohbetlerde, çocuklar, delikanlılar ve bazan da kadınlar tarafından oynanırdı.
Oyuna katılan kimseler, kendilerine birer eş seçerler ve herkes kendi eşiyle karşı karşıya oturur. Bunlardan biri elinde bir testi tutar, eşi olan kimse de şöyle bir hitapta bulunur:
Eşim, eşim, Testi tutan:
Ey kardeşim.
Elinde testiyi ne tutarsın?
Ben tutmayayım da kim tutsun?
Bu esnada oradakilerden birisinin ismini söyleyerek "Falan" tutsun der demez, ismi anılan kimsenin eşi derhal:
Tutmaz, der. Yine evvelki:
Ya kim tutar?
Bu da başka birisinin adını söyleyerek "falan" tutar der. Bu defa da onun eşi:
Tutmaz, demesi üzerine ikinci oyuncu:
Ya kim tutar?
Bu da bir diğerini anar. Yahut bazan da:
Tutan tutar
diyerek testi tutanı göstermek sureti ile eşini şaşırtmağa çalışır. Böylece oyun devam eder.
Oyunun kuralları şöyledir:
1- Herkesin gayet uyanık bulunması ve eşinin adını daima aklında tutması gerekir.
2- Herkes eşinin adı söylenince ve anılınca, derhal "tutmaz" cevabını vermelidir. Şayet, cevap vermez veyahut cevabı geciktirirse testiyi o alır. Bu defa onun eşi "eşim eşim" diye hitap eder.
3- Eşi söylenenin eşinin gayrisi cevap verirse, testi ona geçer. Bu suretle testi, şaşıranların elinde gezer durur.
ESNAF OYUNU
Kış geceleri evlerde delikanlılar ve çocuklar oynarlardı.
Sekiz-on kişiden oluşan oyuncular, ebe seçilen bir kimsenin önünde halka şeklinde oturur. Aralarında taş saklama usulü tatbik edilerek, en sonda taş kimde kalırsa, o ebenin dizine başını koyup yatar. Arkasına bir post veya halı örttükten sonra ebe, öbürlerine duyurmaksızın yatanın kulağına parola olmak üzere, hangi sanat söylenecekse, o sanata ait aletlerden birini söyler. Meselâ, helvacılık sanatı söylenecekse, yatanın kulağına bu sanata ait olanlardan birini, faraza "kürek" dedikten sonra aşikâr olarak belindeki turayı:
Benim oğlum helvacıdır, ister buna bir dükkân diyerek yatanın arkasına vurur ve derhal yanındakine verir.
Orada bulunan diğer oyuncular da bir biri ardınca, o san'atta kullanılan ne kadar alet varsa, birer tanesini söyleyerek vururlar. Eğer bu tarzda oyun devam ederken, oyunculardan biri, ebe ile yatan oyuncu arasında kararlaştırılan parola-aleti, meselâ "küreği" söyleyiverecek olursa, yatan kalkar. Onun yerine kendisi geçer. İşte bu oyunda her san'ata temas ve her san'atın bütün âletleri zikredilmiş olur.
Oyunun esas kuralı: Parolayı yatan kimsenin seçmesi şarttır. Bundan mutlaka haberdar olmalıdır.
DİLSİZ OYUNU
Genellikle ilkbahar mevsiminde eğlence ve gezinti mahallerinde, bazan da kış gecelerinin sohbet meclislerinde delikanlılar tarafından oynanırdı.
Oyuncuların başlarında meta netli bir ebe bulunur. Oyunculardan hiç birisi hatta ebenin kendisi dahi gerek gizli, gerekse yüksekten bir laf söyleyemez. Ve her bir oyuncu gülmeksizin ebenin yaptığını aynen taklide mecburdur. Şu kadar ki, hatta kışın soğuk gecelerinde ebe soyunarak sokaklarda gezse veya suya girse diğer oyuncular onu mutlaka takibe ve aynı şekilde hareket etmeğe mecburdur.
Bu oyun hakkında şöyle bir rivayet vardır:
Vaktiyle bir tatil dolayısıyla, eski medreseler zamanında medrese talebesi kendi arasında bu oyunu tertip etmiştir. Oyun esnasında ebe, medreseden çıkarak kır yolunu tutar. Diğer oyuncular da tabii olarak onu takip ederler. Bir müddet dolaştıktan .sonra hendek kazıp da dinlenmek üzere oturup sigarasını içmekte olan bir köylüye tesadüf ederler. Köylüyü gören ebe hemen onun yanına varır. Zavallının başına vurup bir de elini öper ve geriye çekilir. Köylünün ilk önce canı sıkılır ise de, elinin öpülmesi üzerine yapılan harekete karşılık özür dilendiği zannile, meseleye ses çıkarmaz. Fakat aynı halin devamını gören köylü artık tahammül edemez bir hale gelir ve pür hiddet yanındaki beli kaptığı gibi iki tarafına da sallamağa başlar. Oyuncular ise mutlaka taklit etmek için hücumda ısrar ederler. Köylü onları yanına sokmak istemez. Nihayet oyunculardan bir kısmı ya gülmek ya söylemek, ya da ebeyi taklit etmemek yüzünden cezaya çarptırılır.
Oyunun kuralları şunlardır: Mutlak bir surette ebeyi olduğu gibi taklit etmektir. Oyun esnasında herkes ne gülecek ne de söyleyecektir. Eğer taklit edemeyecek veya gülecek veyahut söyleyecek olursa, önceden karar verilen cezaya çarptırılacaktır. Ceza ya o heyete ziyafet çekmek, ya da o mecliste yenmek üzere sarf edilecek olan bir miktar para vermekten ibarettir. Bu sebepten dolayıdır ki, kendi metanetine güvenemeyenler, daha oyuna başlamazdan evvel, cezayı vererek, oyuna karışmazlar.
EBE BENİ KURDA VERME OYUNU
İlkbahar ve yaz günlerinin iyi havalı ve mehtaplı gecelerinde, sokaklara çıkan erkek ve kız çocuklar oynarlardı.
Oyunda ebe seçilen çocuk, içlerindeki en büyük olanıdır. Oyuncular, ebenin arkasında birbirinin arkasına yapışarak deve katarı şeklinde dizilirler. Oyunculardan bir çocuk da kurt olup orta yere oturur.
Ebe ile beraber, birer elleriyle birbirlerinin arkasına yapışan çocuklar, diğer ellerini kurt olan çocuğun başına koyarak hep bir ağızdan:
Şu yatan kurt mudur, kütük müdür?
diyerek, etrafında bir kaç defa dolaştıktan sonra, kurt birden bire yerinden kalkıp, çocukları kapmak için onlara hücum eder. Bu esnada ebe bu hücumların men'ine çalışır. Fakat, onun bu çalışmasına ve çocukların:
Ebe beni kurda verme! . diye çağrışmalarına rağmen, kurt birer birer çocukları, bir teki kalıncaya kadar kapar ve kaptıklarını bir yere toplar. Ve güya onları ebeden saklıyormuş gibi kendisi de bunların önlerine durur.
Ebe ise arkasında kalan tek çocukla:
Bir devem var düze giderim, diyerek oradan geçerken, nihayet arkasındaki bir tek deveyi de burada kaptırdığı halde, güya haberi yokmuş gibi yine:
- Bir devem var düze giderim ' sözü ile kurdun önünden gelir geçer. Her kurdun yanına gelince ebe ile kurt arasında şu yolda bir konuşma cereyan eder:
Emmi oğlu!
Ey
Bir deve gördün mü?
Gördüm.
Ne yana gitti?
Şu yana gitti.
diye bir tarafı gösterir. Ebe ise yine eskisi gibi:
Bir devem var düze giderim diyerekten oradan ayrılır. Nihayet bir kaç kere böyle gidip geldikten sonra, develer, yani saklı olan çocuklar, birden gürültüler yaparak ebe ile beraber kurda hücum ederler.
Kurt ise kaçar, çocuklar onu takip ederler, yakalayınca etini ve vücudunu çimdiklerler.
ELLEM BELLEM OYUNU
Küçük çocuklar tarafından oynanır. Oyuna katılan çocuklar ayaklarını önlerine uzatarak daire şeklinde yere otururlar. İçlerinden en büyükleri:
"Ellem bellem berbat etti Sivrisinek körmat etti Ne zaman gelir Yazın gelir Yazılası çizilesi İt burnumdan gan akası Tas tuş Gara kedi Mırnav piş"
diyerek ortaya uzatılan ayakları sayar. "Piş "in isabet ettiği ayak derhal geriye çekilir. Bu suretle, oyuna devam edilerek, ayaklar birer birer ortadan çekilmiş olur. En son kalan ayak sahibi ile ebe arasında ise şöyle bir konuşma devam eder:
Burdan bir deve geşdi mi? Geşdi.
Çullu muydu, çulsuz mu? Çulsuz.
Benim devem çulluydu. dedikten sonra, ebe, karşısındakinin ayaklarını yere vurur ve yine konuşmasına devam eder:
Acı büber mi yedirdin, datlı büber mi?
Acı.
Benim devemin ağzı acımaz mı, acımaz mı? diyerek tekrar ayakları yere vurur ve sorularına devam eder:
Isıcak su mu içirdin, soğuk su mu?
Isıcak su.
Benim devemin azı yanmaz mı, yanmaz mı?
Yine ayakları yere vurur ve:
İnneli beşikde mi yatırdın, innesiz beşikde mi?
İnneli beşikde.
Benim deveme "inneler batmaz mı, batmaz mı? diyerek, bu sefer de karşısındakinin iki ayağını birden tutarak yine konuşmasına devem eder:
Dermende kaç kile unun var?
Üç
Üç de ben gaten, altı osun mu?
Osun.
Hadi uyut de ge!
der ve ayaklarından tutarak yuvarlar.
GELİN ANMACA OYUNU
Yalnız kadınlara mahsus olup bir çok oyuncu kadınların iştirakiyle oynanır. Oyuna iştirak edenler iki gruba ayrılır. Bunlardan biri oğlan, diğeri ise kız tarafı olurlar. İki taraf karşı karşıya durarak birbirlerine şöyle bir konuşmada bulunurlar:
Oğlan tarafı:
Hey ergen aacı, aacı!
Hey dünür bacı bacı!
Alırız gızı, semeyiz sizi der demez, buna mukabil kız tarafı:
Hey ergen aacı, aacı!
Hey dünür bacı, bacı!
Vermeyiz gızı semeyiz sizi! der ve yine onlara mukabil oğlan tarafı:
Hey ergen aacı, aacı
Hey dünür bacı, bacı
Altunları takarız, incileri saçarız
Alırız gızı, semeyiz sizi!... der, söz yine kız tarafına geçer:
Hey ergen aacı, aacı
Hey dünür bacı, bacı
Çarşıda koftu
Halt etmiş müftü
Vemeyiz gızı
Semeyiz sizi!..
Yine oğlan tarafı:
Hey ergen aacı, aacı
Hey dünür bacı, bacı
Çarşıda maşa
Sağ olsun Paşa
Alırız gızı...
Kız tarafı:
Hey ergen aacı, aacı
Hey dünür bacı, bacı
Çarşıda maşa
Gebersin paşa Vemeyiz gızı...
Bu konuşma sırasında oğlan evi yahut tarafı, kız evine hücum ederek kızı almağa çalışır. En sonunda kız kaçırılır ve oyun bitmiş olur.
AÇ KAPIYI BEZİRGANBAŞI OYUNU
Oyunu iki başlar idare eder. Bunlar kapıcı olurlar. Diğer oyuncular ise -oyuna istediği kadar çocuk iştirak edebilir- birbiri arkasınca, bezirgan seçilen çocuğun arkasına sıralanarak tutunurlar. Bezirgan arkasındaki çocuklarla kapıya yanaşarak kapıcılara şöyle hitap eyler:
Açgapıyı bezirganbaşı
Bezirganbaşı
Kapıcılar:
Vallahi açmam Billahi açmam Gapı hakgı ne verirsin? Ne verirsin?
Bezirganbaşı:
Arkamdaki cevahir topu
Yadigar osun
Yadigar osun...
der ve bunun üzerine el ele tutuşan kapıcıların kollarının altından, yani kapıdan geçerler. Yalnız en sondaki çocuk, "Başar "ların kolları arasında sıkışıp kalır. Basarlar, kendi aralarında tuttukları adları birer birer bu çocuğa söyleyerek ona beğendirirler. Kim hangi basara ait ise, onun arkasına geçer. Neticede oyuna iştirak eden bütün çocuklar, iki başar arkasına taksim edilmiş olurlar. Araya bir çizgi çizilir ve iki başar arkalarındaki çocuklarla bu çizgiyi aralarına alarak birbirlerine asılırlar. Hangi taraf çekip karşısındakini çizgiden içeriye alırsa o taraf kazanmış olur.
DEVE OYUNU
Düğünlerde meydan yerinde oynanan bir güldürü oyunudur. Devenin boyunu geçmeyecek büyüklükte bir merdivenin, baştaki ve sondaki bölümlerine giren iki insanın aralarındaki bölümlerine, yastıklar konularak hörgüç yapılır. Üstlerine önce kilim örtülür, sonra deve derisi geçirilir. Bacaklar kilimle sarılır. Ölmüş bir atın kafası, önce monte edilir, sonra ağzına sicimli gem vurulur; ucu arkadakinin eline verilir. İpi çekince ağız açılır, bırakınca kapanır.
Bu devenin bir sahibi vardır. Köye tuz satmak için gelmiştir. "Tuzcu geldi! Tuzcu geldi!" diye bağırarak devesi ile ortaya gelir. Halk etrafında toplanır. Tuz alışverişi yapılır. Sonra yüksek sesle "Ben uzak yoldan geldim. Devem acıktı, sallıyorum. Herkes bağını, bahçesini evinin kapısını örtsün!" der ve deveyi sallar. Deve halkın üzerine yürür. Kaçanlar kaçar, kaçamayanları ısırır. Bir müddet gülüşülür. Bu durumu gören sahibi, deveyi alır ve orta yere ıhtırır. Hem devesi, hem kendisi dinlenir. Bir müddet sonra gitmek ister, devesini kaldırmaya çalışır, deve kalkmaz. Hocalara yalvarır, dua ediverirler, deve oralı değildir. En sonunda üzerine su dökülür. Islanan deve çabuk kalkar ve eğlence biter.
ÇİFTÇİ BABA
Ahırdan iki eşek çıkarılır. Arka ayaklarına ak don giydirilir. Ters yüz olarak boyunduruğa koşulur. Yani birisi kuzeye duruyorsa öbürü güneye durur. Kara saban arkaya atılır. Eşeklerin önüne Dursun ismindeki oğlu geçer. Sabanın ucundan tutan baba, tarla sürmeye girişir. Elinde övendire vardır. Eşeklere "deh" derler. Ters yüz geri olan hayvanlardan biri ileri, biri geri gider. İş görülmez. Canı sıkılan yaş) baba, oğluna: "Oğlum Dursun, bu eşekler niye gitmez?" diyerek çocuğa övendireyi yapıştırır. Oğlu: "Baba, biz bunları ters koşmuşuz" derse de babasına laf anlatamaz. Baba tekrar ve sinirli "Oğlum Dursun, bunlar niye ters gider?" der, değneği yapıştırır.
Dursun bir yandan dayak yer, bir yandan babasına çeşitli diller döker. Sonunda başarır. Eşekleri düzgün koşarlar; tarlayı sürer, burçağı ekerler, evlerine dönerler.
Oyunun ikinci bölümü şöyledir: İki çocuğu çırılçıplak soyarlar, üzerlerine teneke geçirerek kaplumbağa yapıp ekili tarlaya bırakırlar. Kaplumbağalar yalpa vura vura burçak tarlasında gezinirler. Baba ile oğlu ektiklerini kontrola gelirler. Baba bağırmaya başlar: "Dursun oğlum, bizim burçaklar yok olmuş, kim yedi ki?". Oğlu, "Bilmem bu-ba" der. Dolaşırlar, kaplumbağanın birini, sonunda öbürünü bulurlar. Baba, "Dursun bizim burçağı bu meretler yemiş, ne ceza verelim?" deyince, Dursun: "Cezalarını çeksinler, güneşte biraz kavrulsunlar" diyerek insan kaplumbağaları ters çevirir. Herkesin kahkahaları arasında uzaklaşırlar.