Akbaş Cephaneliği Baskını

wien06

V.I.P
V.I.P
Osmanlı Devleti’nin ölüm fermanı olarak değerlendirilen Mondros Mütarekesi bir bakıma İtilaf Devletleri’nin “Şark Meselesi”ni halletmeleri anlamını taşıyordu. Bu maksatla derhal Mütareke’nin hükümlerini uygulamaya koyuldular. Çünkü Batılı Devletler böyle bir fırsatı altı asır bekleyerek yakalamışlardı.

Bu Mütareke’nin en önemli maddelerine göre; İstanbul, Çanakkale boğazları ve istihkâmları İtilaf Devletleri’ne teslim edilecek, mühimmat ve taşıt vasıtalarına el konulacaktı.

Ayrıca 7. maddeye göre de herhangi bir stratejik noktayı, güvenliklerini tehdit gerekçesiyle işgal edebileceklerdi.

İşte bu hükümler gereğince Osmanlı Harbiye Nezareti de 26 Kasım 1918 akşamına kadar Gelibolu Yarımadası ile Çanakkale’nin Anadolu yakasının askeri birliklerinden arındırılmasını istedi. Bu emir uyarınca, 14.Kolordu ile 55. Tümen Gelibolu’dan Tekirdağ’a; 49. Tümen Malkara’dan Kırklareli’ye; 60. Tümen Eceâbat’tan Keşan’a yer değiştirerek, Çanakkale Boğazı savunmasız bir hale getirildi.

Çanakkale Boğazı böylece işgale hazır bir duruma geldi. İtilâf Devletleri de rahat bir şekilde boğazın iki yakasını işgal ettiler. Bu arada silah ve cephane depolarını da ele geçirdiler. Bu cephaneliklerden en önemlisi Gelibolu sahilindeki “Akbaş Deposu” idi.

Akbaş, Çanakkale Boğazı’nın Gelibolu yakasında, Gelibolu ile Eceâbad arasında kıyıda bir bölgenin adıdır. Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada bu cephanelikte 8000 Rus tüfeği, 40 Rus ağır makineli tüfeği, 20.000 sandık cephane ile ayrıca muharebe ve istihkâm malzemesi vardı. Bu malzeme 1917 yılında Rusya’da ihtilâl çıkması sebebiyle Doğu Cephesi’nde ele geçen savaş ganimeti idi ve buraya getirilip depolanmıştı. Mütarekeden sonra burasını koruma sorumluluğunun Fransızlar devraldı. Fakat depoda Türk subay ve askerleri de vardı.

Mustafa Kemal Nutuk’ta o günleri; “Mütarekeye dahil olur olmaz, kıtaâtın muharip efrâdı terhis olunmuş, silâh ve cephanesi elinden alınmış, kıymet-i harbiyeden mahrum birtakım kadrolar haline getirilmişti,” diyerek kısa ve net bir şekilde anlatmıştır.

İtilaf Devletleri Akbaş Cephaneliği’ndeki malzemeyi Rusya’da Bolşeviklere karşı çarpışan Varangel (Nikolayevig Varangel) ordusu askerlerine verip, onları güçlendirerek Kızıl Ordu’ya saldırtmayı düşünüyorlardı. Bu maksatla Osmanlı Hükümeti’ne resmen bu durumu bildirmişler, hükümet de bunu hemen kabul edivermişti. Oysa mütareke şartlarında bu Rus silah ve cephanesi ile ilgili bir hüküm yoktu. Fakat Vükelâ Heyeti (Bakanlar Kurulu) bu malzemenin İtilâf Devletleri’nin malı olması gerektiği, şeklindeki garip bir gerekçeyle bu isteğe boyun eğmiştir. Hatta bu kararın sonucu cephanelikteki silâh ve cephaneyi Rusya’ya götürmek üzere, 1920 yılı Ocak ayında Gelibolu limanına bir Rus gemisi bile gelmiştir.

Bu arada İstanbul gazetelerinde çıkan Akbaş’taki silâh ve cephanenin Rusya’ya gönderileceği haberi hem Kuva-yı Milliyecilerin, hem de Ankara’nın dikkatini çekti. Silâh ve cephane sıkıntısının had safhada olduğu bir sırada bu haberler büyük üzüntü yaratmıştır.


AKBAŞ BASKINI HAZIRLIKLARI

Akbaş, Gelibolu Yarımadası’nın doğusunda Büyük Anafarta ve Suvla körfezine giden yolun geçtiği Yalova Deresi ağzında küçük gemilerin demirlemesine elverişli bir koydur. Burası 1.Dünya Savaşı’da Çanakkale Boğazı’nı savunan Türk kuvvetlerinin de ikmal işlerinde kullanılmıştır. Burada bulunan cephaneliği Fransız askerleri çok sıkı bir şekilde koruyorlardı.

Ayrıca İtilaf Devletleri donanmasına mensup küçük büyük birçok savaş gemisi boğazda devriye gezerek kuş uçurtmuyorlardı, İngiliz savaş gemilerinin üssü olan Çanakkale’nin Akbaş’a uzaklığı torpido hızıyla 15-20 dakikalık mesafede idi.

Cephanelik ile Gelibolu ve Gelibolu ile de Çanakkale’nin telefon bağlantısı vardı. Öte yandan bölgedeki Rumlar, Türklerin her hareketini yakından takip ediyorlar. Şüphelendikleri en ufak hareketi İtilâf kuvvetlerine ihbar ediyorlardı. Böyle bir durumda cephaneliğe baskın yapıp silah ve cephaneyi kaçırmak çok tehlikeli bir iş idi. Buna rağmen baskına cesaret edilerek, gerçekleştirilmiştir.

Hamdi Bey, bölgede incelemeler yapmak için çok güvendiği arkadaşı Dramalı Rıza Bey’i bu işe memur etti. Yanına iki arkadaşını alan Rıza Bey kıyafet değiştirerek Biga’dan ayrıldı. Lapseki’ye geldi. Oradan Bergos (bugünkü Umurbey)’e geçerek Nahiye Müdürü Reşadettin Bey ile buluşup Gelibolu’ya geçti. Burada gerekli temaslara yardımcı olan Reşadettin Bey geri dönmüştür.

Dramalı Rıza Bey, Gelibolu yakasında bir hafta kaldı. Burada kaldığı süre içinde, köylü kıyafetine girerek cephanelik yakınlarında incelemeler yaptı. Orada tanıştığı bazı kişilerden bilgiler topladı. Özellikle cephaneliğin depolarının nasıl korunduğunu, Subay ve erlerin yatakhanelerinin bulunduğu yeri, nöbet yerlerini, nöbetçi sayılarını zamanlarını, telefon hatlarını, depolardan kuyuya giden yolları, kıyıda kayıkların yanaşabilecekleri müsait noktaları, her şeyi araştırıp notlar aldı.

Çevre köylüleri Fransızlara tavuk yumurta ve meyve satarlardı. Rıza Bey de yanındaki arkadaşlarıyla satıcı kılığında cephaneliğe girmeyi başardı. Biraz da ucuza vererek Fransızlarla ahbaplık kurdu. Bütün gerekli bilgileri topladı. Ayrıca Müstahkem Mevki Komutanı Miralay Halit Bey ile de anlaşıp, baskın sırasında yardım sözü aldı.

Daha sonra Biga’ya dönen Dramalı Rıza Bey, Hamdi Bey ile durumu değerlendirdiler ve baskın plânını hazırladılar. Hamdi Bey durumu şifre ile Balıkesir’deki Kâzım Bey’e bildirmiştir.

Baskın için vakit kaybedilmedi. Etraf casuslarla dolu idi. Onun için Hamdi Bey baskın için seçtiği adamlarıyla Biga’dan ayrılışı Kara Hasan çetesinden kaçanları takip süsü vererek gizlemiştir. Yol boyunca da herkese bir sözde takipten bahsedildi. Resmi belgelere göre Hamdi Bey ve arkadaşları 18 Ocak 1920′de Lâpseki’ye gelmişlerdir. Ertesi gün Dramalı Rıza Bey yanına aldığı 30 kişi ile yine kaçakları takip edip yakalamak bahanesiyle oradan ayrılıp Lâpseki’de kaldı.

Hamdi Bey Lâpseki’ye geldiği gün Mülkiye’den arkadaşı olan Kaymakam Hasan Basri Bey’i ziyaret etti. Ve ona baskın konusunda açıldı. Plânı anlattı ve kaymakamdan kayık ve motor bulunmasını istedi. Bütün ihtiyaçlar için hazırlıklar tamamlandı.

Dramalı Rıza Bey ise Bergos Nahiye Müdürü Reşadettin Bey ve karakol komutanını durumdan haberdar etti. “Umum Kuva-yı Milliye Komutanı Hamdi Bey”in Bergos’a geleceğini bildirdi. O gece Bergos’a gelen Hamdi Bey Müdür Reşadettin Bey ve arkadaşlarıyla bir toplantı yaptı. Bu toplantıda müdürden sadece eşkıyaların arandığının, halkın rahatsız edilmeyeceğinin bildirilmesini istedi. Böylece dikkat eşkıyalar üzerine çekildi.

Hamdi Bey Lâpseki’de üç gün kaldı. Bu süre içinde gerçekten eşkıya takibi de yapıldı. Bu arada Rıza Bey gizlice Gelibolu yakasına geçerek baskınla ilgili son hazırlıkları yapmıştır. Hamdi Bey Lâpseki Şube Başkanı ve jandarma komutanıyla da anlaştı. İki adamını asker kaçağı imiş gibi jandarma muhafazasında Gelibolu Müstahkem Mevki Komutanlığı’na yolladı. Komutan Halit Bey durumu bildiğinden, bu iki kişiyi Akbaş Cephaneliği’ne sevketti. Cephanelikteki Türk komutan Bahri Bey şüpheci bir kişiydi. Onları sorguya çekti. Sözde kaçaklar açık vermediler. Bunun üzerine bu iki kaçağı cephanelikte görevlendirdi. İki gün sonra da Hamdi Bey’in adamlarından Yüzbaşı Davut Bey Akbaş’ta Türk Muhafız Birliği’nin komutan yardımcılığı göreviyle cephaneliğe gitti. Bu sırada Rıza Bey’de civar köylerden ve çetelerden adam ve amele tedariki işlerini tamamlamıştı.

Hamdi Bey de işleri düzene koyduktan sonra Lâpseki’den ayrılıp Bergos’a geldi (23 Ocak 1920). Baskın gününe kadar orada kaldı. O tarihlerde İstanbul’da Boğaz Komutanı Galatalı Şevket Bey idi. Miralay Kâzım Bey 14. Kolordu Komutanı vekili sıfatıyla Şevket Bey’e bir telgraf gönderip, Ondan Lâpseki ve Karabiga dolaylarından kalan kolorduya ait eşyanın Bandırma’ya nakli için acele bir motor gönderilmesini istedi. Ayrıca motora Lâpseki’den bir memurun bineceğini, kaptanın bu memura göre hareket etmesinin bildirilmesi rica etti. Aslında böyle bir eşya yoktu. Motor baskında ele geçirilecek silah ve cephane yüklü kayık ve mavnaları Anadolu sahiline çekecekti. Lâpseki’deki kolordu memuru ise kendini bir subay olarak tanıtacak olan Hamdi Bey’den başkası değildi.



BASKIN GERÇEKLEŞİYOR

Baskın gecesi İstanbul’dan gönderilen Bolayır Vapuru ile Lâpseki’den gelen kayık motor ve mavnalar Bergos’da toplanmış, emir bekliyorlardı. Baskın için 26 Ocak 1920 günü akşamı harekete geçildi.

Bergos’ta bulunan Hamdi Bey iskelede kaldı. Otuz kadar adamı motorlarla karşıya hareket ettiler. Bu sırada Dramalı Rıza Bey ve arkadaşları Akbaş Cephaneliği’ni basmış, nöbetçileri etkisiz hale getirerek uykudaki Fransa’nın Senegal’den getirdiği sömürge askerlerini de hiçbir direnişle karşılaşmadan teslim almışlardı. Depolardaki silâh ve cephane 150 kişilik bir vatansever gurubuyla, motorlara, kayık ve mavnalar yüklemeye başladı. Kararlaştırıldığı üzere, sahilde bir ateş yakılarak, Bergos’ta iskelede bekleyen Hamdi Bey’e haber verildi. Hamdi Bey de bu soğuk kış gecesi çok sert esen rüzgar altında Bolayır vapurunun kaptanı Mehmet Bey’e karşıya hareket etmesini bildirdi. Sürekli devriye gezen İtilaf Devletleri savaş gemilerinden biri denk gelse bir anda her şeyi bitiriverirdi. Fakat büyük bir soğukkanlılık ve fedakarlıkla Akbaş koyunda silah ve cephane yüklü kayık ve mavnalar Bolayır vapuruyla, sür’atle Bergos’a getirilmişti. Aynı gece şafak sökmeden büyük bir sür’at ve gayretle karadaki araçlara yüklenen bu silah ve cephaneler sırtların arkasına taşındı. Oradan Beybaş, Hacıkelenler köyleri yoluyla Balcılar Köyü’ne ulaştırılmışlardır. Balcılar’a boşaltılan silah ve cephaneler, daha sonra Çan yoluyla Yenice Köyü’ne bölgedeki yörükler tarafından taşınmıştır.

Hamdi Bey, elde edilen bu başarıyı o gün bir telgraf ile Kâzım Bey’e (Balıkesir’de 61.Tümen Komutanı) bildirdi. Teslim alınıp Bergos’a getirilen Fransız askerleri, silahların emniyete alınmasından sonra bir kayıkla Akbaş’a geri yollanmışlardır. Askerlere komutanlarına verilmek üzere Hamdi Bey tarafından Türkçe bir mektup yazıldı. Bu mektupta şunlar yazılıydı: “Muhafazanız altında bulunan silahlar aslında bizimdir ve bize lazımdır. Cephaneliği 200 kişi ile bastım içindekileri ben aldım. Askerlerinizin hiçbir kabahati yoktur. Kendilerinden aldığım bütün teçhizatı geri vererek onları size gönderiyorum.” Böylece savaş içinde bile insanlık dersi veriliyordu. Baskın haberini Kazım Bey, ertesi gün Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgrafla bildirdi. 28 Ocak 1920 tarihli bu telgrafta olay kısaca izah edildi. Mustafa Kemal Paşa da 29 Ocak 1920 tarihli cevabi telgrafında şunları söylemiştir :
“Balıkesir’de Fırka 61 kumandanı Kâzım Beyefendiye, C.28.1.1920

Köprülü Hamdi Bey’in fedâkârane ve cesurane hareketle elde eylediği şayan-ı gıbta muvaffakiyetten mütehassıl teşekküratımızın mumaileyhe tebliğine delâlet buyrulmasını rica eder, böyle azim bir muvaffakiyete saik olan zâtı biraderlerini tebrike şitab eyleriz.

Hey’et-i Temsiliye nâmına

Mustafa Kemal”


Ayrıca Hey’et-i Temsiliye adına bir tamim ile kamuoyuna da bilgi verilmiştir.
 
BASKIN OLAYINA TEPKİLER

Akbaş baskını ile şaşkına dönen İtilâf Devletleri boğazda yaptıkları aramalarda başarılı olamadılar. Bu öyle bir baskındır ki; filmlere konu olacak niteliktedir ve eğer yabancıların tarihinde olsa Oskar’lık filmler çekecekleri kahramanlıkta bir destandır. Konuyu fazla uzatmadan bu olaydaki küçük bir ayrıntıyı vermek yerinde olacaktır kanaatindeyiz. O günün haberleşme imkanlarına göre Bergos Ankara’ya oldukça uzak sayılabilecek bir mesafededir. Mustafa Kemal Paşa baskın olayını bir gün sonra öğrenmişti. Oysa Çanakkale Mutasarrıflığı kendisine bağlı iki adım ötesinde ki bir nahiyede geçen bu çok önemli olayı Ankara’dan bir gün sonra haber alabilmiştir. Bu örnek, milli dâvâya inanmış insanların aldıkları görevi, nasıl bir hizmet aşkı, heyecanı ve imanı ile yaptıklarının en açık delilidir.

İtilâf Devletleri temsilcileri, bu olay üzerine İstanbul Hükümeti’ne protesto çektiler. İngilizler Kâzım Bey’i Harbiye Nezareti’nden talep ettiler. İstanbul’daki Kuva-yı Milliye taraftarları sıkı takibe alındı. Ayrıca Maçka ve İtfaiye kışlalarına baskın yaptıkları gibi Gelibolu’dan bir kısım memurlar da tutuklandı. Sadrazam Ali Rıza Paşa, padişaha takdim ettiği şubat 1336 (1920) tarihli arizasında bu olayların “… Akbaş hadisesi netâyic-i müessifesinden …” kaynaklandığını bildirmiştir.

İngilizler Akbaş baskınından hemen sonra İngiliz Karadeniz Ordusu Komutanı General Milne imzasıyla Harbiye Nezareti’ne gönderdikleri bir tezkerede bu baskından söz ediliyor ve böyle bir olayın İstanbul’da olmaması için Maçka silah deposunun İngiliz kuvvetlerince korunmasını öneriyorlardı. Harbiye Nezareti de tedbir alınacağını bildirmiştir.

İngiliz ve Fransızların şaşkınlığından çıkarlar doğrultusunda faydalanmayı düşünen Çanakkale bölgesi Rumları da metropolitleriyle Çanakkale İngiliz kumandanlığına başvurdular. Sıkı korunmaya rağmen baskın gerçekleştiren Kuva-yı Milliyecilerin kendilerine de zarar vereceklerini ileri sürerek can ve mallarının korunması ve kendilerine silah verilmesini talep ettiler. Halbuki silaha davranmadıkları sürece gayrimüslimlere kimsenin bir şey yaptığı yoktu. Ancak bu olay o zor günlerde bunların gerçek niyetleri bakımından ibret vericidir.

İngilizlerin Çanakkale’de yaptıkları soruşturmayı yeterli görmeyip İstanbul’dan General Beyç başkanlığında bir soruşturma heyetini Çanakkale’ye yollamaları bu baskına ne kadar çok önem verdiklerini gösteriyor.

İngilizler silah ve cephaneyi tekrar geri almak, Kuva-yı Milliye’ye gözdağı vermek ve çaresiz bırakmak için Bandırma’ya 200 kişilik bir kuvvet çıkardılar (1 Şubat 1920). Böylece Yunan işgalini de takviye etmeyi düşünüyorlardı. Bandırma limanına İtilâf donanmasına mensup harp gemileri demirlemişti. Kolordu Komutanı’na bir nota verilerek, Akbaş’tan kaçırılan silah ve cephanenin iadesi ve bu işi yapanların kendilerine teslim edilmeleri istendi.

Bunu öğrenen Mustafa Kemal 3 Şubat 1920 tarihli Hey’et-i Temsiliye adına gönderdiği telgraf ile bütün kumandanlıkları, mevcut silah ve cephane depolarını daha dikkatli korumaları ve tedbirler almaları konusunda uyarmıştır.

İngilizlerin Bandırma çıkartmalarını, Balıkesir’de ki Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti İzmir Şimâl Mıntıkası Hey’et-i Merkeziyesi de İngiliz temsilcisine verdiği bir muhtıra ile protesto etmiştir. Dört maddelik bu muhtırada; Akbaş deposu baskınının Yunan vahşet ve zulmüne karşı halkın galeyanı olduğu belirtilerek, “…. insaniyet için ebedi bir leke olan Yunan işgali ref edilmedikçe milletimiz elinden silahını bırakmayacağı gibi Yunan mezalimine karşı da canını, malını, ırzını kurtarmak için elinden gelen her türlü vesâite tevessül etmek mecburiyetindedir.”deniliyordu. Muhtıranın sonunda da Bandırma’nın işgali şiddetle protesto ediliyordu.

Ayrıca İstanbul’da Sadaret makamına da mahiyeti değişik 5 maddelik bir muhtıra yollanmıştır. 11 Şubat 1920 tarihli bu muhtırada, Akbaş baskını ile Balıkesir Hey’et-i Merkeziyesi’nin ilgisi olmadığı anlatılmaya çalışılmıştır. Baskının Yunanlıların masum halk üzerindeki vahşiyane davranışlarına bir galeyan olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Yunanlıların Anadolu’yu tahliye etmemeleri halinde bu tip hareketlerini artarak devam edeceği bildirilmiş ve İngilizlerin Bandırma’dan derhal çekilmeleri istenmiştir. Esasen Kuva-yı Milliye de İngilizler de birbirleriyle çatışmamaya dikkat ve özen göstermişlerdir. Bütün çabaları boşa çıkan İngilizler 11 Şubat 1920′de Bandırma’yı boşalttılar. İngilizler Bandırma’dan ayrılıp Gelibolu’ya uğramışlar, mutasarrıfla on kadar memur ve halktan ileri gelen bazı kimseleri alarak Çanakkale’ye getirip hapsetmişlerdir.


HAMDİ BEY’İN ŞEHİT EDİLMESİ

Hamdi Bey, Akbaş baskını ile ele geçen silâh ve cephaneyi emniyete aldıktan sonra, bu bölgede Sarıçalı (Sarıcaali), Yenişehir ve Üveycik (Üvecik)’te Osmanlı Devleti’ne ait cephaneliklerdeki silâh ve cephaneyi de oradaki subaylarımızın yardımıyla Yeniceköy’e naklettirmiştir. Büyük fedâkârlıklar ve zorluklarla yapılan bu nakil sonrası Hamdi Bey Çan’a geçmiş 10 veya 11 Şubat 1920 günleri Biga’ya dönmüştür.

İngilizler, baskında kullanılan Bolayır Vapurunu Karabiga’ya yollandıkları bir kravözör ile orada bulundular (7 Şubat 1920). Nahiye müdürünü sıkıştırdılar, bir şey elde edemeyince de vapuru yedeklerine alıp oradan uzaklaştılar.

Ayrıca büyük bölümü Akbaş depolarında kalan diğer silâh, cephane ve malzemeler ile Gelibolu, Maydos, Bolayır ve Bigalıkale’deki depolarda bulunan silâh ve cephaneyi oralardan alarak Çanakkale’de emniyete almışlardır.

Hamdi Bey ise Biga’ya geldikten sonra tekrar kuzeybatı cephelerine asker tedariki için çalışmalara başlanmıştır. Akbaş’tan ele geçirilen silâh ve cephane ile ve toplanacak bu kuvvetlerle Soma-Akhisar arasından büyük bir taarruzla Yunanlıların İzmir’den çıkarılmaları planlanmıştı. Ancak Ankara’dan Yunanlıların Şubat ayının ortalarında genel bir taarruza geçecekleri haberi alındı. Bu haberde alınması gerekli tedbirler soruluyordu. Hamdi Bey, toplanması düşünülen 5000 kişilik kuvvetin çeşitli ihtiyaçları için halktan yardım adı altında para toplamaya karar verir. Aslında bu bir çeşit vergi, bir salma idi.

Bu durum bölgede menfi propagandayı günden güne güçlendirmiştir. İlk isyandan sonra bir köşeye sinmiş bekleyen Anzavur, bu hoşnutsuzluğu fırsat bilerek tekrar ayaklandı. İngilizler, Anzavur’a bu sırada dört bin tüfek, otuz mitralyöz, 4 top ve çok sayıda cephane göndermişlerdir.

Biga’da o yıllarda genç bir öğretmen olarak görev yapan Uluğ İğdemir’e göre Anzavur kuvvetleriyle Biga’yı Şubat ayında basmıştır. Hamdi Bey gafil avlanır. 16 Şubat 1920 günü başlayan baskında Anzavur Ahmet ile İmam Fevzi (Gâvur İmam) kuvvetlerinin iki koldan kasabaya girmesiyle kısa süren çatışmalar olmuştur. Hamdi Bey durumun vehameti üzerine silâh ve cephanenin bulunduğu Yeniceköy’e gitmeye karar verdi. Biga’dan ayrılmadan Balıkesir’de Kâzım Bey’e makine başında durum anlatılır ve Yeniceköy’e yardım gönderilmesini ister. Daha önce 40 adamıyla Yeniceköy’e yardıma gitmiş olan Dramalı Rıza Bey silâhları korumaya hazırlanır. Biga’dan hareket eden Hamdi Bey ise yolda dinlenmek üzere girdiği İnova Köyü’nde tedbirsizliği yüzünden Gâvur İmam’ın bir grup adamına yakalanır. Eşkıyalar onu Biga’ya götürürlerken yolda işkence ile delik deşik ederek şehit etmişlerdir (17 Şubat 1920).

Bu aziz şehidin Biga’da başı vücudundan ayrılmış, param parça edilmiştir. Ceset beş gün sokak ortasında kalmış, kimse cesaret edip gömememiştir. Nihayet Bandırma’dan gelen 14. Kolordu Komutanı Yusuf İzzettin Paşa Biga’da Hamdi Bey ile diğer şehitleri Hükümet yakınındaki câmi avlusuna gömdürmüştür.



SONUÇ

İngilizlerin Akbaş’ta kalan silah ve cephaneleri ile diğer cephaneliklerdeki malzemeyi Çanakkale’de depolamaları karşısında İstanbul Hükümeti’nin aczini protesto eden Mustafa Kemal, 21 Şubat 1920 tarihli, Rauf Orbay’a gönderdiği telgrafında:
“…Akbaş cephanesinin bir kısmının İngilizlere iadesi hakkında muavenetinizin katiyyen masruf olmamasını arzu ederdik. Boş bir fişek kovanının bile İngilizlere iade edilmemesi daha muvafık olur fikrindeyiz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal”


demektedir. Kâzım Özalp ise, hatıralarında “Dramalı Rıza Bey biraz daha dayanabilmiş olsaydı, yetişeceğimiz muhakkaktı” diyor.

Silah ve cephanenin havaya uçurulması ile verilen emekler boşa gitmiş ise de, hiç değilse Anzavur’un eline geçmesi önlenmiş oldu.Yine bu silah ve cephanenin bizimle hiçbir ilgisi olmayan yerlere yollanmasının önüne de geçildi.

Mustafa Kemal’in Türk Milleti için, o kara günlerde ortaya koyduğu “ya istiklal ya ölüm” parolalı Milli Mücadele’mizde burada anlatmaya çalıştığımız, Akbaş olayı gibi sayısız kahramanlık destanı vardır. Bu ölüm kalım savaşında anlatılması çok zor anlar yaşandı ve meşakkatler çekildi.

Gösterilen fedakarlıkların haddi hesabı yoktur, Antep’in Şahin Bey’i, Maraş’ın Sütçü İmam’ı, Kocaeli’nin Yahya Kaptan’ı, Balıkesir’in Köprülülü Hamdi Bey’i tarihimizdeki şanlı yerlerini almış, isimleri bilinen ölümsüz kahramanlarımızdan bazılarıdır. Ya isimleri bilinmeyen kahramanlar, şayet onları tam olarak tespit etmek mümkün olsa ciltlere sığdıramazdık.

Akbaş Baskını ve onu gerçekleştiren kahramanların yaptıkları tarihimize altın harflerle yazılmıştır. Bizlerin ve gelecek nesillerin onlara daima minnet ve şükran borcu vardır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni ilelebet, tam bağımsız yaşatabilmek, ancak bu mücadeleleri unutmayıp onlardan dersler almakla mümkün olacaktır.



[ALINTI]
 
Geri
Top