Bir gün bir deliye sormuşlar: "Aklımı mı dinlemeli, yoksa kalbimin sesini mi?" Deli, önce bir kahkaha atmış, sonra da başlamış anlatmaya:
"Ben bir keresinde aklımı dinledim, dedim ki 'Deli, şu sokakta düzgün yürü, milletin lafını yeme.' Aklım mantıklı tabi, hesap yapmış, 'Düz yürürsen düşmezsin, ayakkabıların temiz kalır, kimse de sana gülmez' dedi. Gittim, düz yürüdüm. Ama ne oldu biliyor musun? Sokakta bir muz kabuğu vardı, aklım onu hesaplayamamış, hoop kaydım, düştüm! Bütün mahalle güldü, üstüne bir de teyze geldi, 'Evladım dikkat etsene' dedi. Aklım o an sustu, utancından köşeye çekildi.
Sonra bir gün kalbimin sesini dinledim. Kalbim dedi ki, 'Deli, şuradan dondurma al, hava sıcak, serinlersin, keyfin yerine gelir.' Kulağa hoş geldi, mantıksız değildi hani. Gittim, dondurmacıya beş lira uzattım, adam dedi ki 'Bu para sahte!' Meğer kalbim sahte parayı gerçek sanmış, beni tongaya düşürmüş. Polis geldi, karakolda dondurma hayaliyle otururken kalbim yine konuşmadı, sucuk gibi yattı göğsümde.
Şimdi ben sana ne diyeyim? Akıl desen, bazen fazla kurnaz sanıyor kendini, ama muz kabuğunu göremiyor. Kalp desen, o da sahtekâr çıktı, dondurma diye karakola götürdü beni. Bence en iyisi ikisini de dinleme, git bir çaya sor! Çay ne derse o olur. Mesela çay soğuksa, 'Dikkat et, acele etme' der. Sıcaksa, 'Keyfine bak, hayat kısa' der. Hem çay akıldan da kalpten de dürüst, en fazla şekeri az gelir, o da senin elinde!"
Deli böyle demiş, sonra da gülerek çay içmeye gitmiş. Akıl mı, kalp mi? İkisi de deliye dert olmuş, ama çay her zaman dost kalmış.
Deli, çay muhabbetinden sonra durmamış, bir gün yine kendi kendine düşünmeye başlamış: "Acaba aklımı mı dinlesem, kalbimi mi, yoksa çaya mı sorsam?" Ama bu sefer işi büyütmüş, mahallenin bilge kedisi Mırnav’a da danışayım demiş. Mırnav, sokağın en cool kedisi, gri tüyleri var, bir gözüyle hep dalga geçer gibi bakıyor. Deli gitmiş, Mırnav’ın önüne oturmuş, "Mırnav kardeş, akıl mı kalp mi, sen ne dersin?" diye sormuş. Mırnav önce bir miyavlamış, sonra patisini yalamaya başlamış. Deli, "Haaa, anladım, sen diyorsun ki 'Ne akıl ne kalp, önce bir kendine bak'" diye yorum yapmış. Ama tam o sırada Mırnav zıplamış, delinin kucağındaki simidi kapıp kaçmış! Deli bağırmış: "Ulan Mırnav, senin fikrin bu muymuş, simit hırsızı seni!" Meğer Mırnav’ın fikri "Ne akıl, ne kalp, fırsatını buldun mu simidi çal"mış. Deli o gün akla da kalbe de küsmüş, bir de kedilere güvenilmeyeceğini öğrenmiş.
Sonra bir gün pazara gitmiş. Aklı demiş ki, "Deli, şurdan domates al, hesaplı, vitamini bol, mantıklı bir seçim." Deli, "Tamam" demiş, aklına uymuş, gitmiş domates tezgâhına. Ama tam domatesleri seçerken kalbi devreye girmiş: "Dur dur, şu karpuz ne güzel kokuyor, al bir karpuz, yaz günü ferahlarsın!" Deli bir aklına bakmış, bir kalbine, sonra pazarcıya dönüp "Hem domates hem karpuz alıyorum" demiş. Pazarcı, "Aferin deliye, mantıkla ferahlığı birleştirdi" diye gülmüş. Ama eve dönerken ne olmuş? Deli karpuzu kucağında taşımış, domates poşeti elinde sallanırken patlamış, bütün domatesler yere saçılmış! Üstüne bir de karpuz kaymış, düşüp yarılmış. Deli ortada kalmış, bir yandan domatesleri toplarken bir yandan karpuzu kemirip "Akıl da kalp de beni yine yarı yolda bıraktı, en iyisi pazarcıya soraydım" demiş. Pazarcı uzaktan bağırmış: "Deli, bir daha poşeti sağlam al, karpuzu da sırtına vur!" Deli o an anlamış ki, akıl da kalp de tamam, ama pratik zeka diye bir şey var, o da kendisinde yok!
En son mahallede bir düğüne gitmiş. Aklı demiş ki, "Deli, uslu dur, oynama, terlersin, rezil olursun." Kalbi ise coşmuş: "Hadi be, gir halaya, hayat bir kere, vur patlasın çal oynasın!" Deli önce aklına uymuş, kenarda oturmuş, çay içip takılmış. Ama davul zurna bir hızlanmış, kalbim durur mu, "Kalk ulan, göbek at!" diye bağırmış. Deli kalkmış, piste fırlamış, öyle bir göbek atmış ki millet şok! Ama tam o sırada pantolonu yırtılmış, bütün mahalle kahkahaya boğulmuş. Aklı demiş ki, "Ben sana dedim," kalp demiş ki, "Ama eğlendin ya, değdi!" Deli ise pantolonu tuta tuta eve koşarken düşünmüş: "Bir dahakine aklımla kalbimi evde bırakıp sadece çay bardağımı götürürüm, o bana yeter!"