Albert Camus

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
CAMUS, Albert: 1913-1960 yılları arasında yaşamış olan Fransız düşünür ve romancı. Temel eserleri: La Chute (Düşüş), L'Homme Revolte (Başkaldıran İnsan), La Peste (Veba).

Albert CamusDüşünsel gelişimi iki ayrı döneme ayrılan Camus, birinci dönemde, dünyanın saçmalığı ve yaşamın anlamsızlığı konuları ve dolayısıyla, saçma kavramı üzerinde, buna karşın ikinci dönemde başkaldırı konusu ve buna bağlı olarak, dünyanın anlamsızlığına başkaldırmak, toplumu değiştirmek, kötülükleri gidermek ve daha iyi bir düzen kurmak amacıyla eylemde bulunma temaları üzerinde durmuştur. Ona göre, dünyanın saçmalığına, kaçınılmaz yenilgiyi bile bile kötülüklere karşı çıkmak, yaşama anlam katmaktan başka bir şey değildir.

Felsefesi tümüyle ahlaki bir çizgide gelişmiş olan Camus, felsefe tarihinin geçmişinde kalan spekülatif sistemlerden hiçbirinin insan yaşamı için bir rehber olma rolü oynayamadığı gibi, insanın sahip olduğu değerlerin geçerliliği için de bir teminat sağlayamadığını söylemiştir. İnsanın daima dünyanın, insani değerler, kişisel idealleri ve doğru ve yanlışla ilgili yargıları için bir temel sağlamasını istediğini dile getiren filozof, dünyanın insana karşı kayıtsız kalışını anlamsızlık ya da saçmalık olarak değerlendirmiştir.

Ona göre, geçmişte benimsenmiş olan ahlaki tavırlar, insani değerlerle gerçekliğin doğası arasında belli bir uygunluk ya da ahenk bulunduğu inancına bağlı olmuştur. Buna göre, ahlaki ayırımları geçerli kılan dış destekler, geçmişte din tarafından sağlanmaktaydı. Modern dönemde, dini inancın çöküşünden sonra doğan boşluğu, ona göre, laik dinler doldurmuştur. Nitekim Camus, Hegel ve Marks'ın tarihsiciliğinin insani değerleri gerçekliğe bir tür tarihsel gelişme ögretisiyle bağlama yönünde bir girişimden başka hiçbir şey olmadığını öne sürer. İşte o bu çerçeve içinde, Le Mythe de Syspe (Sisyphos Efsanesi) adlı eserinde, bir yandan insan varlıklarının amaçlı tavırlarıyla değer biçici olma rollerini sorguya çekerken, bir yandan da Hegel ve Marks'ın tarih ögretileri türünden değeri destekleyici gerçeklik yorumlarının iflas ettiğini söyler. Buna göre, değer biçici ve amaçlı bir varlık olarak insanın, kendisinin bu tutumuna destek sağlamayan bir dünya içindeki varoluşunu, Camus insanın durumunun saçmalığı olarak tanımlar.

Onu varoluşçu felsefe içinde, Sartre'den ayıran şey de işte bu saçma ögretisidir. Sartre'a göre, saçma, dünyanın, bilinçsiz varlığın özünde bulunan ve bilincin kavramsallaştırmalarından ya da olumsuzlayıcı faaliyetinden önce ortaya çıkan bir şeydir. Oysa Camus'ye göre, saçma ya da saçmalık, doğrudan doğruya Tanrı'nın yokluğunun bir sonucudur. Din olmadığında, insanın iste, arzu ve idealleriyle dünya arasındaki çatisma ve uyumsuzluk en yüksek düzeye ulaşır. İnsanın durumu, ona göre, acıyla ve ölümün kesinliğiyle belirlenir.

İnsan varlığının makul ya da anlaşilır bir şey olarak görüp kabul edemediği bu kader ve saçmalık karşısında, Camus'ye göre, Aydınlanmanın evrensel aklının söyleyecek hiçbir şeyi yoktur. Zira, insan, çabalarinin hemen her aşamasında akıldışı olanla karşı karşıya gelir. O, hep mutluluk peşinde koşar, mutluluk isteğini yüreğinin en derinlerinde hissederken, kaçınılmaz olarak saçmayla yüzyüze gelir. Saçma, buna göre, insanın istek ve ihtiyacının dünyanın akıldışı sessizliğine çarpmasının bir sonucu olarak ortaya çıkar.

Camus'nün bu durum karşısındaki tepkisi, varoluşun saçmalığını içtenlikle tanıyıp teslim etmenin, bizi başka bir yaşam ve öte dünya inancından kurtararak içinde bulunulan anı yaşama, güzelliği hissetme ve hazzı duyumsama olanağı verdiğini ifade eder. Başka bir deyişle, Camus'ye göre, bu saçma yaşantısına verilecek uygun karşilık intihar olamaz. Saçmalıkla, gerilimi doğuran iki kutuptan birini yok ederek baş etmeyi amaçlayan intihar, insan onuruna uygun düşmez. Öyleyse, yapılacak tek şey, saçmalığı görüp benimseyerek, ona rağmen yaşamayı denemektir. Buna göre, Camus insani amaç ve eylemin metafiziksel bakımdan keyfi ve temelsiz olduğunu görüp benimsemenin, hiççiliği, pasif bir umutsuzluktan çıkarıp dünyanın insana karşi olan kayıtsızlığı önünde bir başkaldırıya dönüştüreceğini söylemiştir. Fakat o, burada da kalmayıp, varoluşun saçmalığından siyasi bir ders çikarmanin mücadelesini vermiştir. Başka bir deyişle, faşizme olduğu kadar, komünizme de şiddetle karşi çikan Camus, varoluşun saçmalığın hedefleyen bireysel başkaldırıdan kollektif bir dayanışma bilinci türetmenin çabasi içinde olmuştur.

Buna göre, Camus'nün saçma olan karşisındaki ödün vermez bir içtenlik ve dürüstlükten başka, başkaldırıyla belirlenen ahlakı, uzlaşımsal burjuva ahlakıyla faşist ve komünist toplama kamplarında sergilenen totalitaryanizmi başlıca düşmanları olarak görür. Bundan dolayı, Camus, amaçların araçları haklı kıldığı düşüncesine olduğu kadar, tarihin sonunu gören tarih felsefelerine de şiddetle karşı çıkmıştır.
 
Albert Camus, (7 Kasım 1913 – 4 Ocak 1960),

Fransız bir yazar ve filozoftur.

Varoluşçuluk ile ilgilenmiştir ve absürdizm akımının öncülerinden biri olarak tanınır; fakat Camus kendini herhangi bir akımın filozofu olarak görmediğinden, kendini bir "varoluşçu" ya da "absürdist" olarak tanımlamaz. 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak, Rudyard Kipling'den sonra bu ödülü kazanan en genç yazar olmuştur. Ödülü aldıktan 3 yıl sonra bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir.Bir söylentiye göre de kazayla ölmemiş,kendini arabanın önüne atmıştır.

Çocukluğu ve gençliği

20. yüzyılın en güçlü Cezayirli yazarlarından biri olan Albert Camus, 1913’te Cezayir’in Mondovi kasabasında doğdu. Yoksul bir aileden gelen Camus'nün babası bir Alsaslı, annesi ise İspanyol'du. I. Dünya Savaşı sırasında, 1914'te babasını kaybetti. Annesi evlerde hizmetçilik yaparak oğlunu okutmaya çalıştı. Ancak Camus, daha bağımsız bir hayat sürebilmek için evinden ayrıldı. 1923'te liseye, ardından da Cezayir Üniversitesi'ne kabul edildi. Üniversite eğitimi sırasında sağlığı bozuldu ve 1930'da vereme yakalandı. Hastalığı yüzünden üniversite takımının kaleciliğini bırakmak zorunda kaldı. Bundan sonra çeşitli işlerde çalışmaya başlayan Camus, felsefe eğitimini ancak 1936'da tamamlayabildi.

1934'te Fransız Komünist Partisi'ne katıldı. Bu hareketinin kaynağı, Marksist-Leninist öğretisine (doktrinine) desteğinden ziyade, İspanya'da daha sonra iç savaşla sonuçlanacak politik duruma duyduğu kaygıydı. Ancak üç yıl sonra, Troçkist suçlamasıyla partiden atıldı. Camus 1934'te Simone Hie'yle evlendi. Simone bir morfin bağımlısıydı ve Camus'yle evlilikleri, Simone'nun sadakatsizliğine bağlı olarak son buldu. 1935'de "İşçinin Tiyatrosu"nu (Théâtre du Travail) kurdu fakat bu tiyatro 1939'da kapandı. Aynı yıl, verem hastası olduğundan Fransa ordusuna kabul edilmedi.

1940'ta piyanist ve matematikçi Francine Faure ile evlendi ve 5 Eylül 1945'te Catherine ve Jean adlarında ikiz çocukları oldu. Aynı yıl Paris-Soir dergisi için çalışmaya başladı. Daha henüz "Sahte Savaş" olarak adlandırılan II. Dünya Savaşı'nın ilk zamanlarında bir pasifist olarak kaldı. Ancak bu tutumu Paris'in Alman ordusu tarafından işgali ve 1941'de, komünist gazeteci Gabriel Péri'nin gözleri önünde idam edilmesiyle değişti ve onun da başkaldırmasına neden oldu. Paris-Soir ekibiyle Bordeaux'ya gitti ve aynı yıl ilk kitapları olan "Yabancı" ve "Sisifos Söylencesi"ni tamamladı. Camus, Bordeaux'yu 1942'de terkedip Cezayir'in Oran şehrine gitti ve ardından Paris'e döndü.

Edebiyat kariyeri

Camus II. Dünya Savaşı sırasında Naziler'e karşı oluşmuş Fransız Direnişi'ne katıldı ve bu direnişin bir parçası olarak "Combat" adında bir gazete yayımlamaya başladı. 1943'te gazetenin editörü oldu; fakat 1947'de "Combat" ticari bir gazete olunca buradan ayrıldı. Jean-Paul Sartre ile tanışması burada gerçekleşmiştir.

Savaştan sonra, Sartre ve de Beauvoir gibi kişilerin buluştuğu Boulevard Saint-Germain'deki Café de Flore'u ziyaret etmeye başladı. Bu yıllarda, aynı zamanda Amerika'yı turlayarak Fransız varoluşçuluğu hakkında dersler verdi. Politik olarak sol görüşlere yatkın olmasına rağmen komünizme karşı çıkması, ona komünist partilerde arkadaş kazandırmadığı gibi Sartre'dan da uzaklaştırdı.

Camus, 1949'da vereminin tekrarlaması yüzünden iki yıl inzivaya çekildi ve "Başkaldıran İnsan"ı yayımladı. Bu kitap, Fransa'daki birçok sol görüşe sahip arkadaşı ve özellikle de Sartre tarafından hoş karşılanmadı ve Sartre'la bütünüyle yollarını ayırdı. Kitabının tatsız yorumlarla karşılanması Camus'yü kitap yazmaktan tiyatro oyunları çevirmeye itti.

Camus, 1950ler'de kendini insan haklarına adadı. 1952'de Birleşmiş Milletler, Francisco Franco diktatörlüğündeki İspanya'yı üye olarak kabul edince UNESCO'daki çalışmalarını durdurdu ve kurumdan ayrıldı. Ayaklanmalarda insandışı bir sertlik kullanan Sovyet metodlarını eleştirdi. Pasifistliğini koruyan Camus, İdam cezasına karşı savaşını sürdürdü.

Cezayir Bağımsızlık Savaşı 1954'te başladığında, Camus kendini ahlakî bir ikilem içinde buldu. Bunun nedeni, Cezayir doğumlu Fransızları tasvir ederken kullandığı sıfat olan "siyah ayak"tı. Ancak, sonunda, savaşta Fransa hükümetini savunuyordu. Kuzey Afrika'da başlayan isyanın, aslında Mısır önderliğindeki yeni-Arap emperyalizminin ve batıya saldıran Sovyetler Birliği'nin işleri olduğunu düşünüyordu. Cezayir'in özerk, hatta bir federasyon olmasını savunuyor; fakat bütünüyle bağımsızlığını desteklemiyordu. Öte yandan, Araplar'la "siyah ayak"ların beraber yaşayabileceğini düşünüyordu. Bu kriz sırasında ölüm cezasına çarptırılan Cezayirlilerin kurtulması için gizlice çalıştı.

Camus, 1955 ve 1956 yıllarında Fransız "L'Express" dergisinde yazdı. Bunların ardından 1957 yılında Camus Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı. Nobel ödülünü aldıktan sonra büsbütün genişleyen ünü, onu XX. yüzyıl dünya edebiyatının başköşesine yerleştirdi. Genel yaklaşım bu ödülün bir önceki yıl yayımlanan "Düşüş" için değil, idam cezasına karşı yazdığı "Réflexions Sur la Guillotine" makalesi için verildiğidir. Stockholm Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşma esnasında Cezayir konusundaki hareketsizliğini savundu. Fakat daha sonra Cezayir'de yaşayan annesinin başına ne geleceği konusunda meraklandığını bildirdi. Çelişkili sayılan bu durum Fransız sol entelektüelleri tarafından tepkiyle karşılandı.

Ölümü

Camus, 4 Ocak 1960'ta, Sens yakınlarındaki küçük Villeblevin kasabasında "Le Grand Fossard" isimli bir yerde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Daha sonra mantosunun cebinde bir tren bileti bulunmuştur. Büyük bir olasılıkla, Camus gideceği yere trenle gitmeyi planlamıştı; fakat arkadaşıyla birlikte arabayla dönmeyi tercih etti. İronik biçimde, Camus daha önce en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulduğunda, araba kazasında ölmeyi bunlardan biri olarak nitelendirmişti. Kazanın gerçekleştiği Facel Vega marka otomobilin sürücüsü ve yayımcı dostu da Camus'yle birlikte hayatını kaybetti. Camus Lourmarin Mezarlığı, Lourmarin, Vaucluse, Provence-Alpes-Côte d'Azur'de gömülmüştür.

Camus'nün ölümünden sonra telif hakları Camus'nün çocukları olan, Catherine ve Jean Camus'ye devredildi. Ölümünden sonra 1970'te "Mutlu Ölüm", 1995'te de öldüğünde hala bitmemiş olan "İlk Adam" yayımlandı.

Camus'ye göre "saçma"

Camus'nün felsefeye en büyük katkısı, insanların ne berraklık ne de anlam sunan dünyada bunları aramalarının sonucu olarak oluşan "absürt" fikridir. Filozof bu felsefesini "Sisifos Söylencesi"nde açıklayıp "Yabancı" ve "Veba" gibi romanlarında da işlemiştir.

Genelde varoluşçulukla birlikte ele alınan "Absürdizm" (Saçma, uyumsuzluk felsefesi) ile birçok yazar ilgilenmiş ve bu felsefi düşünce akımını kendine göre yorumlamıştır, Camus "saçma"'nın kurucusu değildir fakat bu düşünce akımında önemli bir yer tutar.

Camus, makalelerinde okuyanı dualizmle tanıştırır. Mutluluk ve keder, yaşam ve ölüm, karanlık ve aydınlık.. Hayatın çeşitli biçimlerde geçtiğini ve insanın ölümlü olduğu gerçeği de budur. Sisifos Söyleni'de bu dualizm bir çelişki halini alır: Bir yanda yaşayarak hayatlarımıza değer vermekte öte yandan eninde sonunda yok olacağımız gerçeğini de bilmekteyiz. Bu çelişkiyle yaşamak "Absürt"'ün ta kendisidir. Eğer hayatımızın anlamsız ve boşuna olduğunu biliyorsak, kendimizi öldürmeli miyiz? Bu trajedik kısır döngü nasıl aşılabilir? Camus saçma kavramını burada kurar: yaşamın beyhudeliğinin bilincinde olan insan. Fakat Camus intihardan yana değildir, yaşamın anlamsızlığının yok edilemeyeceğinin bilincindedir fakat bununla savaşmaktan kaçınmaz.

Varoluşçuluk ve absürdizm hakkındaki görüşleri

Bazı eleştirmenler Camus'yü kategorize etmeye çalışarak onun bir varoluşçu ya da absürdist olduğunu söyler. Eleştirmenlerin mi ya da Camus'nün kendi ifadesinin mi doğru olup olmadığı tartışılmakla birlikte, Camus etiketlenmeyi sevmediğini belirterek varoluşçu olduğu tanımına karşı çıkar: "Hayır, ben bir varoluşçu değilim. Sartre ile isimlerimizin yan yana anılmasına hep şaştık. Sartre ve ben kitaplarımızı birbirimizle gerçekten tanışmadan önce yayımladık. Birbirimizi tanıdığımızda ise ne kadar farklı olduğumuzu anladık. Sartre bir varoluşçudur, benim yayımladığım tek fikir kitabı Sisifos Söylencesi'dir ve sözde varoluşçu filozoflara karşı doğrultulmuştur.

Bir absürdist olup olmadığı hakkında da şunları söyler:

"Absürt kelimesinin kötü bir geçmişi var ve bunun beni rahatsız ettiğini itiraf ediyorum. Absürt'ü Sisifos Söylencesi'de ele alırken, bir metod arıyordum doktrin değil. Sistemli bir şüphe pratiği yapıyordum. Daha sonra bir şeyler inşa edebileceği düşüncesiyle "tabula rasa" yöntemini kullanmaya çalışıyordum. Eğer hiçbir şeyin bir anlamı olmadığı varsayarsak, dünyanın absürt olduğu sonucuna ulaşmalıyız. Fakat gerçekten hiçbir şeyin hiçbir anlamı yok muydu? Bu noktada kalabileceğimize hiçbir zaman inanmadım."

Camus ve futbol

Camus'yle birlikte anılan ve sık sık gönderme yapılan konulardan biri de kaleciliğidir.[kaynak belirtilmeli] Bir süre Cezayir Üniversitesi genç takım kaleciliği yapmıştır ve maç raporlarına göre tutkuyla oynayan cesur bir kalecidir. Bir seferinde arkadaşı Charles Poncet "tiyatroyu mu yoksa futbolu mu" tercih edeceğini sorduğunda, "Tereddütsüz futbol" cevabını vermiştir. Tüberküloza yakalanınca futbolu bırakmak zorunda kalmıştır. 1950'li yıllarda bir spor dergisine futbol hakkında bir yazı yazması rica edilince şöyle demiştir:

« Ahlak ve insanın yükümlülükleri hakkında güvenebileceğim ne biliyorsam onu futbola borçluyum. »

Camus, dini ve politik insanların aklımızı karışık ahlaki sistemlerle karıştırmaya çalıştığını böylece aslında basit olan şeylerin olduğundan daha komplike göründüğünü söyler.[kaynak belirtilmeli] İnsanlar, politikacılar ve filozofların alanı yerine futbolun basit ahlakına bakmakla daha iyi edebilir.

Uyarlamalar

Filmler

İtalyan yönetmen Luchino Visconti Yabancı'yı 1967'de sinemaya uyarladı, başrolündeMarcello Mastroianni oynuyordu.
Luis Puenzo and Felix Monti Veba'yı 1991'de piyasaya çıkardı. Filmin başrolünde William Hurt oynuyordu.
Zeki Demirkubuz 2001'de Yabancı'yı Yazgı ismiyle sinemaya uyarladı. Kitapla çeşitli farklılıklar olsa da Musa karakteri Meursault'u çağrıştırmaktadır.

Şarkılar
The Cure grubu 1978'de Yabancı'ya dayanan Killing an Arab isimli bir parça çıkardı. Meursault'un sahilde bir arabı öldürmesini konu alan bu şarkıyı son yıllarda grup "Kissing an Arab" ve "Killing Another" biçiminde seslendirmektedir.
Streetlight Manifesto ve Bandits Of The Acoustic gruplarının parçası Here's to life'da Camus'den bahsedilmektedir.
Post Punk grubu The Fall ismini "Düşüş"'ten almaktadır.

Ünlü eserleri

Romanları

Yabancı (L'Étranger) (1942)
Veba (La Peste) (1947)
Düşüş (La Chute) (1956)
Mutlu Ölüm (La Mort heureuse) (ölümünden sonra, 1970)
İlk Adam (Le premier homme) (ölümünden sonra, 1995)

Hikayeleri
Sürgün ve Krallık (L'exil et le royaume) (1957)

Oyunlar
Caligula (1938'de yazıldı, 1945`de]

Denemeler
Sisifos Söyleni (Le Mythe de Sisyphe) (1942)
Denemeler
Tersi ve Yüzü (L'envers et l'endroit) (1937)
Başkaldıran İnsan (L'Homme révolté) (1951)
Düğün ve Bir Alman Dosta Mektuplar (Lettre a un ami allemand) (1945)
 
Albert Camus (1913 - 1960)

1913-1960 yillari arasinda yasamis olan Fransiz düsünür ve romanci. Temel eserleri: La Chute (Düsüs), L'Homme Revolte (Baskaldiran Insan), La Peste (Veba).

Düsünsel gelisimi iki ayri döneme ayrilan Camus, birinci dönemde, dünyanin saçmaligi ve yasamin anlamsizligi konulari ve dolayisiyla, saçma kavrami üzerinde, buna karsin ikinci dönemde baskaldiri konusu ve buna bagli olarak, dünyanin anlamsizligina baskaldirmak, toplumu degistirmek, kötülükleri gidermek ve daha iyi bir düzen kurmak amaciyla eylemde bulunma temalari üzerinde durmustur. Ona göre, dünyanin saçmaligina, kaçinilmaz yenilgiyi bile bile kötülüklere karsi çikmak, yasama anlam katmaktan baska bir sey degildir.

Felsefesi tümüyle ahlaki bir çizgide gelismis olan Camus, felsefe tarihinin geçmisinde kalan spekülatif sistemlerden hiçbirinin insan yasami için bir rehber olma rolü oynayamadigi gibi, insanin sahip oldugu degerlerin geçerliligi için de bir teminat saglayamadigini söylemistir. Insanin daima dünyanin, insani degerler, kisisel idealleri ve dogru ve yanlisla ilgili yargilari için bir temel saglamasini istedigini dile getiren filozof, dünyanin insana karsi kayitsiz kalisini anlamsizlik ya da saçmalik olarak degerlendirmistir.

Ona göre, geçmiste benimsenmis olan ahlaki tavirlar, insani degerlerle gerçekligin dogasi arasinda belli bir uygunluk ya da ahenk bulundugu inancina bagli olmustur. Buna göre, ahlaki ayirimlari geçerli kilan dis destekler, geçmiste din tarafindan saglanmaktaydi. Modern dönemde, dini inancin çöküsünden sonra dogan boslugu, ona göre, laik dinler doldurmustur. Nitekim Camus, Hegel ve Marks'in tarihsiciliginin insani degerleri gerçeklige bir tür tarihsel gelisme ögretisiyle baglama yönünde bir girisimden baska hiçbir sey olmadigini öne sürer. Iste o bu çerçeve içinde, Le Mythe de Syspe (Sisyphos Efsanesi) adli eserinde, bir yandan insan varliklarinin amaçli tavirlariyla deger biçici olma rollerini sorguya çekerken, bir yandan da Hegel ve Marks'in tarih ögretileri türünden degeri destekleyici gerçeklik yorumlarinin iflas ettigini söyler. Buna göre, deger biçici ve amaçli bir varlik olarak insanin, kendisinin bu tutumuna destek saglamayan bir dünya içindeki varolusunu, Camus insanin durumunun saçmaligi olarak tanimlar.

Onu varolusçu felsefe içinde, Sartre'den ayiran sey de iste bu saçma ögretisidir. Sartre'a göre, saçma, dünyanin, bilinçsiz varligin özünde bulunan ve bilincin kavramsallastirmalarindan ya da olumsuzlayici faaliyetinden önce ortaya çikan bir seydir. Oysa Camus'ye göre, saçma ya da saçmalik, dogrudan dogruya Tanri'nin yoklugunun bir sonucudur. Din olmadiginda, insanin iste, arzu ve idealleriyle dünya arasindaki çatisma ve uyumsuzluk en yüksek düzeye ulasir. Insanin durumu, ona göre, aciyla ve ölümün kesinligiyle belirlenir.

Insan varliginin makul ya da anlasilir bir sey olarak görüp kabul edemedigi bu kader ve saçmalik karsisinda, Camus'ye göre, Aydinlanmanin evrensel aklinin söyleyecek hiçbir seyi yoktur. Zira, insan, çabalarinin hemen her asamasinda akildisi olanla karsi karsiya gelir. O, hep mutluluk pesinde kosar, mutluluk istegini yüreginin en derinlerinde hissederken, kaçinilmaz olarak saçmayla yüzyüze gelir. Saçma, buna göre, insanin istek ve ihtiyacinin dünyanin akildisi sessizligine çarpmasinin bir sonucu olarak ortaya çikar.

Camus'nün bu durum karsisindaki tepkisi, varolusun saçmaligini içtenlikle taniyip teslim etmenin, bizi baska bir yasam ve öte dünya inancindan kurtararak içinde bulunulan ani yasama, güzelligi hissetme ve hazzi duyumsama olanagi verdigini ifade eder. Baska bir deyisle, Camus'ye göre, bu saçma yasantisina verilecek uygun karsilik intihar olamaz. Saçmalikla, gerilimi doguran iki kutuptan birini yok ederek bas etmeyi amaçlayan intihar, insan onuruna uygun düsmez. Öyleyse, yapilacak tek sey, saçmaligi görüp benimseyerek, ona ragmen yasamayi denemektir. Buna göre, Camus insani amaç ve eylemin metafiziksel bakimdan keyfi ve temelsiz oldugunu görüp benimsemenin, hiççiligi, pasif bir umutsuzluktan çikartip dünyanin insana karsi olan kayitsizligi önünde bir baskaldiriya dönüstürecegini söylemistir. Fakat o, burada da kalmayip, varolusun saçmaligindan siyasi bir ders çikarmanin mücadelesini vermistir. Baska bir deyisle, fasizme oldugu kadar, komünizme de siddetle karsi çikan Camus, varolusun saçmaligin hedefleyen bireysel baskaldiridan kollektif bir dayanisma bilinci türetmenin çabasi içinde olmustur.

Buna göre, Camus'nün saçma olan karsisindaki ödün vermez bir içtenlik ve dürüstlükten baska, baskaldiriyla belirlenen ahlaki, uzlasimsal burjuva ahlakiyla fasist ve komünist toplama kamplarinda sergilenen totalitaryanizmi baslica düsmanlari olarak görür. Bundan dolayi, Camus, amaçlarin araçlari hakli kildigi düsüncesine oldugu kadar, tarihin sonunu gören tarih felsefelerine de siddetle karsi çikmistir.

***

Eserleri

  • BAŞKALDIRAN İNSAN
  • İLK ADAM
  • MUTLU ÖLÜM
  • DÜĞÜN VE BİR ALMAN DOSTA MEKTUPLAR
  • DÜŞÜŞ
  • SİSİFOS SÖYLENİ
  • SÜRGÜN VE KRALLIK
  • YOLCULUK GÜNLÜKLERİ
  • TERSİ VE YÜZÜ
  • VEBA
  • YABANCI
  • YAZ
  • ECİNNİLER
 
Çok değişik bir adam cidden Camus...
Yabancı romanında "Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum" giriş cümlesi ile başlayıp daha romanın ilk başında şamarı yapıştırır size...
Zeki Demirkubuz'un yazgısınıda izlemiştim. Romanı biraz değiştirmiş cidden. Filmde annesini öldürmekten yargılanırken, romanda bir plajda bir arabı öldürmekten yargılanır.

Bu adamın Yabancısını okuduğumda abartmıyorum, 3 günde kendime zor geldim :) Nasıl psikopatlık halidir Vebasını da aldım, okuyorum şuan...

Adam çözmüş işi... "Hayat bir şey değildir. İtinayla yaşayınız." Ona göre de saçma(absürd) insanın kendine bir anlam arama çabasıdır ki tam bu noktada o meşhur sözü tarihe yazılır. "İnsan ne ise, o olmayı reddeden tek yaratıktır."

Vesselam... Camus iyidir. Sizi farklı dünyaya götürür...
 
Albert Camus (1913 -1960)

Ünlü Fransız yazar ve filozof Camus, Egzistansiyalizm akımının öncülerindendir. Cezayir'de doğan yazar, yoksul bir ailenin çocuğudur. Bir işçi olan babası i. Dünya Savaşı sırasında ölünce, ispanya i asıllı olan annesi çocuklarına bakmak için ev işlerinde çalışmak durumunda kalmıştır. Camus, çocukluğunu küçük bir evde, erkek kardeşi, anneannesi ve felçli dayısı ile geçirmiştir. Yazar, öğrenimini öğretmeninin yardımıyla aldığı burslar sayesinde tamamlamıştır. Cezayir Üniversitesi'nin felsefe bölümünü bitiren Albert Camus, öğrencilik yıllarında tiyatroyla yakından ilgilenmiştir. Onun tiyatroya olan ilgisi yaşamının sonuna kadar sürmüştür. Bir dönem gazeteciliğe başlamış, Fransa'da Nazilere karşı direniş örgütlerine katılmıştır. Bu sırada Combat adlı gizli bir yayını yönetmiştir. İntihar ettiği iddia edilen Camus'nün, Fransa'da bir trafik kazasında yaşamını yitirdiği de söylenmektedir.

Albert Camus, "Saçmanın Felsefesi" diye bir dünya görüşünü savunur. Bu dünya görüşü ve J. P. Sartre'ın "Varoluşçuluğu" ile birlikte yepyeni bir düşünce ve duyuş biçimi getirmek amacındadır. Camus'ye göre, "Dünya boş ve manasızdır. Her şey insan, hayat, toplum saçmadır. Evrensel bır saçmalıktır her şey. Bunu duşünmek çok yorucu, hayattan bezdiricidir. Yaşamın tekdüzeliği altında, makineleşmiş bir dünyada makineleşmiş insan ölümü bile rahatlıkla kabul eder. Hayat yaşamaya değmez." Camus, düşüncelerini roman ve oyunlarında gayet mükemmel bir biçimde dile getirmektedir. Eserlerinde birey, hayatın anlamı, ölüm gibi konular üzerinde durmuştur. Dostoyevski ve Kafka'dan etkilenen Camus, belki de çok az yazar ve düşünürde görünen sıklıkta ölüm, anlamsızlık, nihilizm temalarını işlemiştir. 1957'de Nobel edebiyat ödülünü alan yazar, eserlerinde yalın ve özentisiz bir dil kullanmıştır.

ESERLERİ / ROMANLARI
  • Yabancı
  • Veba
  • Düşüş
  • Mutlu Ölüm

HİKAYELERİ
- Sürgün ve Krallık

DENEMELERİ
  • Tersi ve Yüzü
  • Düğün Gecesi
  • Sisyphe Efsanesi
  • Başkaldıran insan
  • Bir Alman Dosta Mektuplar

TİYATRO ESERLERİ
  • Yanlışıık
  • Caligula

 
Albert Camus'un felsefesi ve eserleri hakkında çok detaylı ve kapsamlı bir bilgi sundunuz, teşekkür ederim. Camus'un düşünceleri, insanın varoluşunun saçmalığıyla baş etme, başkaldırı ve yaşama anlam katma yollarını derinlemesine tartışmayı amaçlar. Onun insan onuruyla bağdaşmayan intihar fikrini reddederek, saçmalığın kabul edilmesini ve buna rağmen yaşamayı önerdiğini belirttiniz. Ayrıca, Camus'un siyasi görüşleri ve totaliter rejimlere karşı duruşu da önemli bir vurgu yapmaktadır. Camus'un düşünceleri, insanın kendi ahlaki değerlerine ve başkaldırısına odaklanarak, evrensel aklın bu konularda yetersiz kaldığına işaret etmektedir. Bu detaylı inceleme, Camus'un düşüncelerini anlamanıza yardımcı olabilir. Edebiyat ve felsefe açısından önemli bir figür olan Albert Camus, çağdaş düşünce için de birçok ilham kaynağı olmuştur.
 
Geri
Top