muhsin iyi
Katılımcı
Allah (c.c.) kendisine yönelen ve tövbe eden kullarının günahlarını bağışlar. Şeytan, insanları genellikle Allah’ın (c.c.) çok bağışlayıcı sıfatıyla kandırır. Allah (c.c.) nasıl olsa günahları bağışlar, diyerek insanlara günahı sevimli gösterir: “Ey insanlar, Allah’ın vadi gerçektir. Öyle ise sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok hilekar şeytan da Allah’ın merhamet ve affını ileri sürerek sizi kandırmasın! (Fâtır suresi, ayet 5)”
Her günah işlendiğinde kalpte bir siyah leke bırakır. Gün gelir kalp işlenen günahlarla kapkara kesilir, artık kalbin arınma ve Allah’a (c.c.) yönelme arzusu da ortadan kalkar. Kul Allah’ın (c.c.) kendisine dünyada ve ahirette azap etmeyeceği konusunda bir eminlik duygusu içerisine girer. Başa gelen felaketler, bela ve musibetler de onun için bir şey ifade etmemeye başlar. Artık böyle birisi için hidayet kapısı da kapanır. Kalbi mühürlenir. Anlaşılır ki Allah (c.c.) böyle birisini el-Cebbâr güzel ismiyle dünyada isyanıyla baş başa bırakmış, ahirette de onun büyük bir azaba uğramasına hükmetmiştir. Oysa Allah’ın (c.c.) günahları çok affedici güzel ismi (el Gaffâr) mümin için bir umut kapısıdır. O kendisini hep günahkar görür. Hep bir arınma duygusu içerisindedir. Bunun için Allah’ın (c.c.) et Tevvâb (tövbeleri kabul eden) güzel ismine sığınır. Yaptığı iyi amelleri gözünde değersizdir. Her gün kusur ve hatalarını arar, bunlara tövbe eder. Geçmiş günahları için büyük bir pişmanlık yaşar. Eksik ibadetlerini tamamlamaya, hatalarını ve yanlışlarını telafi etmeye çalışır. Sadece Allah’ın (c.c.) günahları çok affedici güzel ismine (el-Gaffâr) güvenir.
Hıristiyanlar, günahlarında umutsuzluğa düşmüşlerdir. Bunun için kendilerini, nefislerinin işlediği kötülüklerden arındıracaklarına, yani tövbe edeceklerine bir kurtarıcı beklemişlerdir. Onlara göre Hz. İsa Alehisselâm, Allah’ın (c.c.) -haşa- oğludur. İnsanları içerisinde bulundukları günah bataklığından kurtarmak için yeryüzüne gönderilmiştir. Ona inananların günahlarına kefaret olmak üzere Allah (c.c.) feci bir biçimde öldürülmesine izin vermiştir. Böyle olunca bir Hıristiyan için Hz. İsa Alehisselâma inanmak, yaşamında günahlara pişman olmadan ve olumlu anlamda bir değişim geçirmeden Allah (c.c.) tarafından affedilmek demektir.
Bir Hıristiyan Hz. İsa Alehisselâm ile ilgili bu batıl inancı yanında papazlara günahlarını itiraf ettikten sonra da tüm günah yükünü üzerinden attığına inanmaktadır. Tabii tüm bunlar Allah’ın (c.c.) günahları çok affedici güzel ismiyle (el-Gaffâr) açıklanabilecek şeyler değildir. Allah (c.c.) günahları kulda gerçek anlamıyla bir pişmanlık olduğu zaman affeder. Bu pişmanlık da insanın o günahı işlediğine içten üzülmesiyle, bir daha işlememesiyle ve yanlışını telafi etmek istemesiyle kendisini belli eder. Yani Allah’ın (c.c.) tövbe nimetiyle (et-Tevvâb güzel ismiyle) o kula yönelmesi ile olur. Gerçi Allah’ın affı için tövbe şartını ileri sürüp O’nun merhametini ve bağışlamasını sınırlamak da doğru değildir. Kuran-ı Kerim’de Allah şirk dışında kalan bütün günahları da affedebileceğini de belirtmiştir (bk.Nisa suresi, ayet 48).
Tövbe kulun günahlarının affı yolunda başvuracağı temel yoldur. İnsan için günahların affı için tövbe etmek başta gelen bir yol olmasına karşın Allah’ın (c.c.) rahmetini ve bağışlamasını sadece kulun tövbesiyle sınırlamanın da doğru olmadığını belirtmiştik. Yalnız insanın günahını yada günahlarını Hz. İsa Alehisselâmın ve papazın üzerine yıkarak yada onlara yükleterek kurtulmak istemesi ve hiç pişmanlık duymadan eline geçen fırsatta hemen o günahı yada günahları tekrar işlemesi, Allah’ın (c.c.) günahları çok affedici ismiyle (el-Gaffâr) ilgisi olmayan bir durumdur.
Hıristiyanlıktaki bu özellikten dolayı bugünlerde pek çok Müslüman genç, yaşamlarındaki günahların yükünden zahmetsizce kurtulmak, nefislerinin arzuladığı bir kısım günahları rahatlıkla işlemek için Hıristiyan olmaktadır. Günahlardaki geçici zevk ve keyif o kadar kısadır ki tatmaya bile değmez. Halbuki İslam dininde helal dairesi keyfe ve zevke yetecek kadar geniştir. Öyle ki İslam dininin belirlediği çizginin ötesindeki keyifler ve zevkler daha dünya yaşamında bile insanın canını sıkmaya, huzurunu bozmaya başlar.
El-Gaffâru güzel ismine göre kula düşen görev, insanların kusurları ve yanlışları karşısında merhametli ve bağışlayıcı olmak, kendi günahları için de tövbe ederek Allah’ın (c.c.) affına sığınmaktır.
Günahları bağışlama anlamına gelen Allah’ın (c.c.) başka güzel isimleri de bulunmaktadır. Bunlardan bazılarını daha önce gördük: el-Gafûr, el-Gaffâr. Her iki güzel isim de Arapça’da aynı kökten, “örtmek” anlamına gelen bir fiilden türemişlerdir. Allah (c.c.) bu güzel isimlerinde “günahları örten” anlamına gelen bir tecelliyle kullarına yönelmektedir. El-Afüvvu güzel isminde ise “günahları silen” anlamı bulunmaktadır. Dolayısıyla el-Afüvvu güzel ismi, diğerlerine göre, daha geniş bir anlama gelmekte, günahlar karşısında daha köklü bir temizlemeyi karşılamaktadır.
Tabii el-Gafûr, el-Gaffâr güzel isimlerinde de bir “günahları bağışlama” anlamı bulunmaktadır. “Günahları örtmek” demekle onları gözlerden saklayıp bağışlamamak anlaşılmamalıdır. Bu güzel isimlerle vurgulanan anlam günahların bağışlandığı ama hesap defterinde, mahşer gününde kulun hafızasında vs. sabit kaldığıdır. El-Afüvvu güzel isminde bu bağışlanma, daha genel bir anlama sahiptir; günahların Kiramen Katibin Melekleri’nin hafıza ve defterlerinden, Levh-i Mahfuz’dan, kısacası ona tanıklık eden Allah (c.c.) dışındaki herkesin bilgisinden, hatta o kulun bilincinden de silinmesi demektir.
El-Gafûr, el-Gaffâr güzel isimlerindeki bağışlamayı şuna benzetebiliriz: Gün gelir bir zaman dost olduğumuz birine küseriz. Küsmemize neden olan konuda da kendimizi haklı görürüz. Buna karşın araya giren eş dost nedeniyle o kişiyle barıştırılırız. Ama bu barışma gönülden gelmemiştir, eş dostun hatırı için olmuştur. Eski hesap her ne kadar dile gelmese de bu yüzden kapanmamıştır. Küsmeden önceki samimiyet de hiçbir zaman gerçekleşmez. Çünkü o kişiyi bağışlamış olsak da küsmemize neden olan olayla ilgili davamız dilimize dolanmasa da yine de ister istemez kalbimizi ve kafamızı meşgul etmektedir. Oysa el-Afüvvu güzel ismindeki bağışlanma şuna benzer: Yine dost bildiğimiz birisine küseriz. Ama o kişi veya biz bu konudaki hatamızı kısa zamanda anlarız. Pişman oluruz. Hangimiz suçlu ise öyle bir bağışlanma diler ki onu affederiz. Artık bir daha ne o ne de biz o küskünlüğe neden olan şeyi hatırlamak bile istemeyiz. Her ikimizin de zihninde kötü anılar silinir gider.
Öyle anlaşılıyor ki el-Gafûr, el-Gaffâr güzel isimlerinde bağışlanma Allah’ın (c.c.) bir atası, ihsanı olarak gelmektedir. Belki bir ana-baba duası, Allah (c.c.) indinde güzel ve makbul bir iş… insanın bazı günahlarına kefaret olmakta, onları etkisiz kılmakta, bağışlanmasına vesile olmaktadır. Ama bu günahlar hesap defterinden silinmemektedir. Yüce Allah (c.c.) hesap günü bu günahları onun ve insanların önünde açıklayacak ve affettiğini de bildirecektir. Ama el-Afüvvu güzel ismindeki bağışlanma tövbe nimetiyle gerçekleşmektedir. Bu yüzden daha genel ve etkilidir. Allah (c.c.) tövbe ihsan ettiği kulun günahlarından el-Afüvvu güzel ismiyle tamamen vazgeçmekte, kulu ahiret günü bunlardan sorumlu tutmadığı gibi hiçbir şeyin ve kimsenin de bu günahları hatırlatmasını veya hatırlamasını istememektedir. Nitekim 99 Esma’ül-Hüsna tablosunda el-Afüvvu güzel isminin et-Tevvâbu güzel isminden sonra gelmesi de bunu düşündürmektedir. Gerçi her iki güzel isim arasında el-Müntekimu güzel ismi yer alsa da, bu güzel isim de Allah’ın (c.c.) tövbe yolu ile affına güvenirken kul haklarına dikkat etmemiz lüzumunu hatırlatmaktadır. Çünkü Allah (c.c.) mazlumun hakkını almayı da ihmal etmez.
Her günah işlendiğinde kalpte bir siyah leke bırakır. Gün gelir kalp işlenen günahlarla kapkara kesilir, artık kalbin arınma ve Allah’a (c.c.) yönelme arzusu da ortadan kalkar. Kul Allah’ın (c.c.) kendisine dünyada ve ahirette azap etmeyeceği konusunda bir eminlik duygusu içerisine girer. Başa gelen felaketler, bela ve musibetler de onun için bir şey ifade etmemeye başlar. Artık böyle birisi için hidayet kapısı da kapanır. Kalbi mühürlenir. Anlaşılır ki Allah (c.c.) böyle birisini el-Cebbâr güzel ismiyle dünyada isyanıyla baş başa bırakmış, ahirette de onun büyük bir azaba uğramasına hükmetmiştir. Oysa Allah’ın (c.c.) günahları çok affedici güzel ismi (el Gaffâr) mümin için bir umut kapısıdır. O kendisini hep günahkar görür. Hep bir arınma duygusu içerisindedir. Bunun için Allah’ın (c.c.) et Tevvâb (tövbeleri kabul eden) güzel ismine sığınır. Yaptığı iyi amelleri gözünde değersizdir. Her gün kusur ve hatalarını arar, bunlara tövbe eder. Geçmiş günahları için büyük bir pişmanlık yaşar. Eksik ibadetlerini tamamlamaya, hatalarını ve yanlışlarını telafi etmeye çalışır. Sadece Allah’ın (c.c.) günahları çok affedici güzel ismine (el-Gaffâr) güvenir.
Hıristiyanlar, günahlarında umutsuzluğa düşmüşlerdir. Bunun için kendilerini, nefislerinin işlediği kötülüklerden arındıracaklarına, yani tövbe edeceklerine bir kurtarıcı beklemişlerdir. Onlara göre Hz. İsa Alehisselâm, Allah’ın (c.c.) -haşa- oğludur. İnsanları içerisinde bulundukları günah bataklığından kurtarmak için yeryüzüne gönderilmiştir. Ona inananların günahlarına kefaret olmak üzere Allah (c.c.) feci bir biçimde öldürülmesine izin vermiştir. Böyle olunca bir Hıristiyan için Hz. İsa Alehisselâma inanmak, yaşamında günahlara pişman olmadan ve olumlu anlamda bir değişim geçirmeden Allah (c.c.) tarafından affedilmek demektir.
Bir Hıristiyan Hz. İsa Alehisselâm ile ilgili bu batıl inancı yanında papazlara günahlarını itiraf ettikten sonra da tüm günah yükünü üzerinden attığına inanmaktadır. Tabii tüm bunlar Allah’ın (c.c.) günahları çok affedici güzel ismiyle (el-Gaffâr) açıklanabilecek şeyler değildir. Allah (c.c.) günahları kulda gerçek anlamıyla bir pişmanlık olduğu zaman affeder. Bu pişmanlık da insanın o günahı işlediğine içten üzülmesiyle, bir daha işlememesiyle ve yanlışını telafi etmek istemesiyle kendisini belli eder. Yani Allah’ın (c.c.) tövbe nimetiyle (et-Tevvâb güzel ismiyle) o kula yönelmesi ile olur. Gerçi Allah’ın affı için tövbe şartını ileri sürüp O’nun merhametini ve bağışlamasını sınırlamak da doğru değildir. Kuran-ı Kerim’de Allah şirk dışında kalan bütün günahları da affedebileceğini de belirtmiştir (bk.Nisa suresi, ayet 48).
Tövbe kulun günahlarının affı yolunda başvuracağı temel yoldur. İnsan için günahların affı için tövbe etmek başta gelen bir yol olmasına karşın Allah’ın (c.c.) rahmetini ve bağışlamasını sadece kulun tövbesiyle sınırlamanın da doğru olmadığını belirtmiştik. Yalnız insanın günahını yada günahlarını Hz. İsa Alehisselâmın ve papazın üzerine yıkarak yada onlara yükleterek kurtulmak istemesi ve hiç pişmanlık duymadan eline geçen fırsatta hemen o günahı yada günahları tekrar işlemesi, Allah’ın (c.c.) günahları çok affedici ismiyle (el-Gaffâr) ilgisi olmayan bir durumdur.
Hıristiyanlıktaki bu özellikten dolayı bugünlerde pek çok Müslüman genç, yaşamlarındaki günahların yükünden zahmetsizce kurtulmak, nefislerinin arzuladığı bir kısım günahları rahatlıkla işlemek için Hıristiyan olmaktadır. Günahlardaki geçici zevk ve keyif o kadar kısadır ki tatmaya bile değmez. Halbuki İslam dininde helal dairesi keyfe ve zevke yetecek kadar geniştir. Öyle ki İslam dininin belirlediği çizginin ötesindeki keyifler ve zevkler daha dünya yaşamında bile insanın canını sıkmaya, huzurunu bozmaya başlar.
El-Gaffâru güzel ismine göre kula düşen görev, insanların kusurları ve yanlışları karşısında merhametli ve bağışlayıcı olmak, kendi günahları için de tövbe ederek Allah’ın (c.c.) affına sığınmaktır.
Günahları bağışlama anlamına gelen Allah’ın (c.c.) başka güzel isimleri de bulunmaktadır. Bunlardan bazılarını daha önce gördük: el-Gafûr, el-Gaffâr. Her iki güzel isim de Arapça’da aynı kökten, “örtmek” anlamına gelen bir fiilden türemişlerdir. Allah (c.c.) bu güzel isimlerinde “günahları örten” anlamına gelen bir tecelliyle kullarına yönelmektedir. El-Afüvvu güzel isminde ise “günahları silen” anlamı bulunmaktadır. Dolayısıyla el-Afüvvu güzel ismi, diğerlerine göre, daha geniş bir anlama gelmekte, günahlar karşısında daha köklü bir temizlemeyi karşılamaktadır.
Tabii el-Gafûr, el-Gaffâr güzel isimlerinde de bir “günahları bağışlama” anlamı bulunmaktadır. “Günahları örtmek” demekle onları gözlerden saklayıp bağışlamamak anlaşılmamalıdır. Bu güzel isimlerle vurgulanan anlam günahların bağışlandığı ama hesap defterinde, mahşer gününde kulun hafızasında vs. sabit kaldığıdır. El-Afüvvu güzel isminde bu bağışlanma, daha genel bir anlama sahiptir; günahların Kiramen Katibin Melekleri’nin hafıza ve defterlerinden, Levh-i Mahfuz’dan, kısacası ona tanıklık eden Allah (c.c.) dışındaki herkesin bilgisinden, hatta o kulun bilincinden de silinmesi demektir.
El-Gafûr, el-Gaffâr güzel isimlerindeki bağışlamayı şuna benzetebiliriz: Gün gelir bir zaman dost olduğumuz birine küseriz. Küsmemize neden olan konuda da kendimizi haklı görürüz. Buna karşın araya giren eş dost nedeniyle o kişiyle barıştırılırız. Ama bu barışma gönülden gelmemiştir, eş dostun hatırı için olmuştur. Eski hesap her ne kadar dile gelmese de bu yüzden kapanmamıştır. Küsmeden önceki samimiyet de hiçbir zaman gerçekleşmez. Çünkü o kişiyi bağışlamış olsak da küsmemize neden olan olayla ilgili davamız dilimize dolanmasa da yine de ister istemez kalbimizi ve kafamızı meşgul etmektedir. Oysa el-Afüvvu güzel ismindeki bağışlanma şuna benzer: Yine dost bildiğimiz birisine küseriz. Ama o kişi veya biz bu konudaki hatamızı kısa zamanda anlarız. Pişman oluruz. Hangimiz suçlu ise öyle bir bağışlanma diler ki onu affederiz. Artık bir daha ne o ne de biz o küskünlüğe neden olan şeyi hatırlamak bile istemeyiz. Her ikimizin de zihninde kötü anılar silinir gider.
Öyle anlaşılıyor ki el-Gafûr, el-Gaffâr güzel isimlerinde bağışlanma Allah’ın (c.c.) bir atası, ihsanı olarak gelmektedir. Belki bir ana-baba duası, Allah (c.c.) indinde güzel ve makbul bir iş… insanın bazı günahlarına kefaret olmakta, onları etkisiz kılmakta, bağışlanmasına vesile olmaktadır. Ama bu günahlar hesap defterinden silinmemektedir. Yüce Allah (c.c.) hesap günü bu günahları onun ve insanların önünde açıklayacak ve affettiğini de bildirecektir. Ama el-Afüvvu güzel ismindeki bağışlanma tövbe nimetiyle gerçekleşmektedir. Bu yüzden daha genel ve etkilidir. Allah (c.c.) tövbe ihsan ettiği kulun günahlarından el-Afüvvu güzel ismiyle tamamen vazgeçmekte, kulu ahiret günü bunlardan sorumlu tutmadığı gibi hiçbir şeyin ve kimsenin de bu günahları hatırlatmasını veya hatırlamasını istememektedir. Nitekim 99 Esma’ül-Hüsna tablosunda el-Afüvvu güzel isminin et-Tevvâbu güzel isminden sonra gelmesi de bunu düşündürmektedir. Gerçi her iki güzel isim arasında el-Müntekimu güzel ismi yer alsa da, bu güzel isim de Allah’ın (c.c.) tövbe yolu ile affına güvenirken kul haklarına dikkat etmemiz lüzumunu hatırlatmaktadır. Çünkü Allah (c.c.) mazlumun hakkını almayı da ihmal etmez.