Çoğu insan yaşamı boyunca edindiği tecrübeler ve karşılaştığı olaylar karşısında bazen bu soruyu sorabilir kendine. Örnek vermek gerekirse eğer bu kişi fakirse zenginleri düşünerek “ Allah neden onları bu kadar rahat yaşatırken beni bu halde bırakıyor” der. Eğer acı çeken biriyse, çektiği acı her ne olursa olsun onu düşünerek diğer insanlarla kendini kıyas edip aynı soruyu sorar.
Kısaca çirkin güzeli, fakir zengini, tok açı, iyi kötüyü düşünerek hayatının bazı evrelerinde bu soruyu sorabilir kendine. Eğer Allaha inanmayan birine denk geldiyseniz bu durumu size koz bile kullanarak size aynı soruları sorup cevap bile vermenizi isteyebilir. Çünkü yeterince dşünülmeyen bu konu cevapsız kaldığında büyük bir anlamsızlığa ve çelişkiye sürükleyebilir sizi. Fakat olayın derinini düşünmeye başladığımızda herşey bir su kadar berrak bir şekilde anlaşılmaktadır.
Allaha kalben inanıp ona itaat eden herkes onun yaptıklarının belli bir nedeni ve bu nedene bağlı hayırlı bir sonucu olduğunu bilir. Sonu hayırsız olsa bile o hayırsızlık durumundan çok daha hayırlı bir durumu vesile edeceğine inanır. Bu düşünceyi tamamen kabul ettikten sonra Allah’ın hiç bir işini yargılayamayız. Çünkü o, bizim için en hayırlısını bilir ve onu ister.
Bir insanın engelli olarak doğması, fakir olması gibi nedenler sadece bu dünyadaki toplumsal normlara göre bizim başımıza gelen kötü şeylerdir. Biz bu dünyaya göre bunları yargıladığımızı ve ahirette bu farklılığın nasıl bir karşılık bulacağını hep unutmaktayız. Her durum insan için bir fırsattır. Kutsal kitabımız Kuranı Kerim’de bu konuyla ilgili birçok ayet mevcuttur. Sıkıntı yaşayan ve sabreden her zaman ahirette karşılığını görür. Eğer bunu bilir ve bu düşünceyle hareket edersek emnim sizde durumu anlayacaksınızdır.
İnsan, Bu Dünyadaki Hiç Birşey Üzerinde Hak İdda Edemez
Sahip olduğumuz vücut, organlar, mal, mülk, aile, sevgili, eş, çocuk… Bunların hiçbiri bize bir karşılık sonucu gelmedi. Çırılçıplak ve bakıma muhtaç olarak geldiğimiz bu dünyada bize karşılıksız olarak verilmiş olan bu nimetlerde hak idda etmemiz mümkün değil. Fakat ben ve milyonlarca insan dahil bu durumu herzaman hatırlayamayıp sahip olduğumuz birşey bizden alınınca sanki biz onu yaratmışız gibi üzerinde hak idda eder ve isyana sürükleniriz. Eğer bu mantığın farkında olursak hiçbir zaman kaybettiklerimiz için üzülmeyiz ve sabır gösterdiğimiz için bu kaybedişin bizi çok daha mutlu edecek bir hayırlı işe, olaya vesile olacağını bilir ve o hayırlı olayı sabırla bekleriz.
Acılardan bile mutluluk çıkarmayı biliriz bazı zamanlar. Allah’ın bizi unutmadığını, ahiret için bizi hazırladığını ve vereceğimiz karşılığın nasıl olduğunu bilmek istediğini biliriz. Çünkü o kullarını yarattığı tüm herşeyden üstün tutumuş ve bizi bir amaç için yaratıp herşeyden sakınmıştır. Biz onu ne kadar seversek sevelim hiçbir zaman onun bize olan sevgisi kadar yoğun bir duyguya ulaşamayacağız.
Kısaca çirkin güzeli, fakir zengini, tok açı, iyi kötüyü düşünerek hayatının bazı evrelerinde bu soruyu sorabilir kendine. Eğer Allaha inanmayan birine denk geldiyseniz bu durumu size koz bile kullanarak size aynı soruları sorup cevap bile vermenizi isteyebilir. Çünkü yeterince dşünülmeyen bu konu cevapsız kaldığında büyük bir anlamsızlığa ve çelişkiye sürükleyebilir sizi. Fakat olayın derinini düşünmeye başladığımızda herşey bir su kadar berrak bir şekilde anlaşılmaktadır.
Allah Hiç Bir Yaptığını Amaçsız Yapmaz“Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, hâlbuki hakkınızda o bir hayırdır. Ve olur ki bir şeyi seversiniz, hâlbuki hakkınızda o bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 2/216).
Allaha kalben inanıp ona itaat eden herkes onun yaptıklarının belli bir nedeni ve bu nedene bağlı hayırlı bir sonucu olduğunu bilir. Sonu hayırsız olsa bile o hayırsızlık durumundan çok daha hayırlı bir durumu vesile edeceğine inanır. Bu düşünceyi tamamen kabul ettikten sonra Allah’ın hiç bir işini yargılayamayız. Çünkü o, bizim için en hayırlısını bilir ve onu ister.
Bir insanın engelli olarak doğması, fakir olması gibi nedenler sadece bu dünyadaki toplumsal normlara göre bizim başımıza gelen kötü şeylerdir. Biz bu dünyaya göre bunları yargıladığımızı ve ahirette bu farklılığın nasıl bir karşılık bulacağını hep unutmaktayız. Her durum insan için bir fırsattır. Kutsal kitabımız Kuranı Kerim’de bu konuyla ilgili birçok ayet mevcuttur. Sıkıntı yaşayan ve sabreden her zaman ahirette karşılığını görür. Eğer bunu bilir ve bu düşünceyle hareket edersek emnim sizde durumu anlayacaksınızdır.
İnsan, Bu Dünyadaki Hiç Birşey Üzerinde Hak İdda Edemez
Sahip olduğumuz vücut, organlar, mal, mülk, aile, sevgili, eş, çocuk… Bunların hiçbiri bize bir karşılık sonucu gelmedi. Çırılçıplak ve bakıma muhtaç olarak geldiğimiz bu dünyada bize karşılıksız olarak verilmiş olan bu nimetlerde hak idda etmemiz mümkün değil. Fakat ben ve milyonlarca insan dahil bu durumu herzaman hatırlayamayıp sahip olduğumuz birşey bizden alınınca sanki biz onu yaratmışız gibi üzerinde hak idda eder ve isyana sürükleniriz. Eğer bu mantığın farkında olursak hiçbir zaman kaybettiklerimiz için üzülmeyiz ve sabır gösterdiğimiz için bu kaybedişin bizi çok daha mutlu edecek bir hayırlı işe, olaya vesile olacağını bilir ve o hayırlı olayı sabırla bekleriz.
Acılardan bile mutluluk çıkarmayı biliriz bazı zamanlar. Allah’ın bizi unutmadığını, ahiret için bizi hazırladığını ve vereceğimiz karşılığın nasıl olduğunu bilmek istediğini biliriz. Çünkü o kullarını yarattığı tüm herşeyden üstün tutumuş ve bizi bir amaç için yaratıp herşeyden sakınmıştır. Biz onu ne kadar seversek sevelim hiçbir zaman onun bize olan sevgisi kadar yoğun bir duyguya ulaşamayacağız.
“Yerde ve göklerde olan her şeyi bilir.” (Âl-i İmran, 3/29).
“Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. (Allah) Onun durduğu ve emanet bırakıldığı yeri bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitaptadır.” (Hûd, 11/6).
“Allah, insana bilmediklerini öğretti.” (Alak, 96/5).
“Gaybın anahtarları O’nun katındadır; onları ancak O bilir. O, karada ve denizde olan her şeyi bilir.” (En’am, 6/59).
“Allah, onların geçmişlerini de, geleceklerini de bilir; onlar ise O’nu ilmen ihata edemez.” (Tâ-Hâ, 20/110).
“Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa, bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi.” (Kehf Suresi, 18/110).