Altın saçlı, mavi gözlü küçük Leo, yalnızlığıyla boğuşuyordu. Ebeveynleri çok çalışıyor, dünyayı dolaşıp nadir bulunan bitkilerle uğraşıyorlardı. Leo ise, eski, ahşap bir evde, kocaman, sessiz bahçesinde günlerini geçiriyordu. Bahçenin her köşesi birer sırla doluydu: dev bir huş ağacı, güneş ışığında parıldayan pırıl pırıl yapraklara sahipti; gizemli bir şekilde kaybolan kedi heykelleriyle süslenmiş taş bir havuz vardı; ve tabii ki, her akşam gölgelerle canlandığını düşündüğü eski bir değirmen.

Leo, çok okuyordu. Masallardan ve fantastik öykülerden bir dünya yaratmıştı kendi iç dünyasında. Kahramanları, kitaplarda okuduğu şövalyeler, prensesler, büyücülerdi ve kendisi onlara katılır, maceralarına ortak olurdu. Ama gerçek dünyada kimseyle paylaşamıyordu bu maceraları. Okulda biraz utangaçtı, arkadaş edinmekte zorlanıyordu. Arkadaşlarının konuşmalarındaki gürültülü enerjiyi yavaş ve sessiz dünyasının aksine buluyor ve bir kenarda oturuyordu.
Bir gün, eskiden babaannesinin kullandığı, tozlu bir sandık keşfetti. İçinde, eski ve sararmış sayfalarıyla dolu bir defter vardı. Defterin sayfalarında, güzel bir el yazısıyla yazılmış, ilginç bir hikaye başlıyordu: "Kayıp Yıldız Çocukları." Hikaye, parıldayan yıldızlardan gelmiş, dünyada gizlice yaşayan çocuklardan bahsediyordu. Bu çocuklar, büyülü yeteneklere sahiptiler ve dünyayı kötülükten korumakla görevliymiş gibiydi. Leo hikayeyi okudukça kendini bir yıldız çocuğuymüş gibi hissediyordu. Mavi gözlerinde uzun unutulmuş bir ışık parıldamaya başlamıştı.
Hikayeyi okuyup bitirdikten sonra Leo, bir karar aldı. Yalnız olmadığını hissetmek için bir şey yapmalıydı. Önce bahçesindeki bitkileri tanımaya başladı. Her birinin hikayesini dinledi sanki. Çiçeklere ılık suyla suladı, ağaçlara şiirler okudu. Küçük bir çimen kelebeği ile konuştuğunu bile düşündü! Bir kaç kez huş ağacına yaslandı. Ağacın ta kökünden bir ses gelen duydu. Gıcırtılı, narin ve yabancı. Leo daha çok şey öğreneceğini biliyordu ve kendini bahçesine atmaya devam edecekti.
Günlerden birinde, değirmenin yakınlarında, garip, parıldayan bir taş buldu. Taş, eliyle temas ettiğinde ılık ve hoş bir his bıraktı. Taşın üzerinde, küçük, zar zor görülebilen bir işaret vardı. Leo işareti tanıdı; defterdeki "Kayıp Yıldız Çocukları" hikâyesinde geçen bir simgeydi.
Leo, bu keşif onu cesaretlendirdi. Daha sonra okulda, bir kız çocuğu resim yaparken çok beğendiği bir ağaç çiziminin bir köşesinde aynı işaret buldu. Kız, Lila adında, utangaç ve oldukça da sessiz bir çocuktu. Lila da defteri biliyordu; Leo ona defteri nereden bulduğunu sordu ve defteri çok sevdiğini söyleyip ondan biraz okumak için izin istediğinde, gözyaşları gözlerinden döküldü. İki çocuk uzun uzun konuştu ve birbirleriyle bağlantı kurduklarında yıldızların parıltısı içinde hissettiler.
Leo, Lila'yla dostluk kurunca bir şeylerin değiştiğini fark etti. Yalnızlığı hafiflemişti. Birlikte bahçesinde gizli geçitler keşfettiler, eski kitaplardaki hikayeleri paylaştılar ve hep beraber değirmenin hikayelerini yaratmaya başladılar. Onlar yeni hikayeler yaratan, her güne yeni bir macera katan ve kendi gerçekte olan gerçek maceralarına giren arkadaşlardı.
Birlikte daha fazla keşfettiklerinde çok garip şeyler keşfetmeye devam ettiler ve birlikte öğrendiler ki yalnız olmak asla iyi bir fikir değildir. İkisi daha fazla yeni arkadaş edindiler. Dünya gizemi ve dostluklar ile doldu. Ve her zamankinden daha büyük dünyanın bir parçası oldukları hissederlerken mutlu hissettiler. Artık yıldız çocuklarının bir parçasıydılar.
Altın saçlı, mavi gözlü Leo, artık yalnız değildi. Yalnızlığın kapısı kapanıp, dostluğun sonsuz bahçesi açılmıştı onun için. Ve bu bahçe, her geçen gün daha çok yeni dost, yeni macera ve daha birçok anlatılmaya değer hikaye ile dolmaya devam edecekti.

Leo, çok okuyordu. Masallardan ve fantastik öykülerden bir dünya yaratmıştı kendi iç dünyasında. Kahramanları, kitaplarda okuduğu şövalyeler, prensesler, büyücülerdi ve kendisi onlara katılır, maceralarına ortak olurdu. Ama gerçek dünyada kimseyle paylaşamıyordu bu maceraları. Okulda biraz utangaçtı, arkadaş edinmekte zorlanıyordu. Arkadaşlarının konuşmalarındaki gürültülü enerjiyi yavaş ve sessiz dünyasının aksine buluyor ve bir kenarda oturuyordu.
Bir gün, eskiden babaannesinin kullandığı, tozlu bir sandık keşfetti. İçinde, eski ve sararmış sayfalarıyla dolu bir defter vardı. Defterin sayfalarında, güzel bir el yazısıyla yazılmış, ilginç bir hikaye başlıyordu: "Kayıp Yıldız Çocukları." Hikaye, parıldayan yıldızlardan gelmiş, dünyada gizlice yaşayan çocuklardan bahsediyordu. Bu çocuklar, büyülü yeteneklere sahiptiler ve dünyayı kötülükten korumakla görevliymiş gibiydi. Leo hikayeyi okudukça kendini bir yıldız çocuğuymüş gibi hissediyordu. Mavi gözlerinde uzun unutulmuş bir ışık parıldamaya başlamıştı.
Hikayeyi okuyup bitirdikten sonra Leo, bir karar aldı. Yalnız olmadığını hissetmek için bir şey yapmalıydı. Önce bahçesindeki bitkileri tanımaya başladı. Her birinin hikayesini dinledi sanki. Çiçeklere ılık suyla suladı, ağaçlara şiirler okudu. Küçük bir çimen kelebeği ile konuştuğunu bile düşündü! Bir kaç kez huş ağacına yaslandı. Ağacın ta kökünden bir ses gelen duydu. Gıcırtılı, narin ve yabancı. Leo daha çok şey öğreneceğini biliyordu ve kendini bahçesine atmaya devam edecekti.
Günlerden birinde, değirmenin yakınlarında, garip, parıldayan bir taş buldu. Taş, eliyle temas ettiğinde ılık ve hoş bir his bıraktı. Taşın üzerinde, küçük, zar zor görülebilen bir işaret vardı. Leo işareti tanıdı; defterdeki "Kayıp Yıldız Çocukları" hikâyesinde geçen bir simgeydi.
Leo, bu keşif onu cesaretlendirdi. Daha sonra okulda, bir kız çocuğu resim yaparken çok beğendiği bir ağaç çiziminin bir köşesinde aynı işaret buldu. Kız, Lila adında, utangaç ve oldukça da sessiz bir çocuktu. Lila da defteri biliyordu; Leo ona defteri nereden bulduğunu sordu ve defteri çok sevdiğini söyleyip ondan biraz okumak için izin istediğinde, gözyaşları gözlerinden döküldü. İki çocuk uzun uzun konuştu ve birbirleriyle bağlantı kurduklarında yıldızların parıltısı içinde hissettiler.
Leo, Lila'yla dostluk kurunca bir şeylerin değiştiğini fark etti. Yalnızlığı hafiflemişti. Birlikte bahçesinde gizli geçitler keşfettiler, eski kitaplardaki hikayeleri paylaştılar ve hep beraber değirmenin hikayelerini yaratmaya başladılar. Onlar yeni hikayeler yaratan, her güne yeni bir macera katan ve kendi gerçekte olan gerçek maceralarına giren arkadaşlardı.
Birlikte daha fazla keşfettiklerinde çok garip şeyler keşfetmeye devam ettiler ve birlikte öğrendiler ki yalnız olmak asla iyi bir fikir değildir. İkisi daha fazla yeni arkadaş edindiler. Dünya gizemi ve dostluklar ile doldu. Ve her zamankinden daha büyük dünyanın bir parçası oldukları hissederlerken mutlu hissettiler. Artık yıldız çocuklarının bir parçasıydılar.
Altın saçlı, mavi gözlü Leo, artık yalnız değildi. Yalnızlığın kapısı kapanıp, dostluğun sonsuz bahçesi açılmıştı onun için. Ve bu bahçe, her geçen gün daha çok yeni dost, yeni macera ve daha birçok anlatılmaya değer hikaye ile dolmaya devam edecekti.