Animizm kısaca ölenlerin ebediyen dünyadan ayrılmadıkları, bunların ruhlarının cenazenin çevresinde, ağaçlarda, bitkilerde ve giderek tüm doğada dolaştığı ve böylece tüm doğanın canlı olarak algılanmasıdır. Örneğin, Çerkezler için armut ağacı sığırların koruyucusudur. Kırgızlar için elma ağacı kadınlara doğurganlık verebilecek güce sahiptir. Yakut kadını ise çocuk sahibi olabilmek için karaçam ağacına dua eder. Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi kaynağını atalarının ruhlarının buralarda eyleştiği düşüncesinden alan inançlar bulunmaktadır.
Animizmde, ruhlar insanlar arasına karışarak ya onlara şans verir ya da delirtir ve hasta eder. Bu yüzden ölü ruhlarını yatıştırmak için onlara adaklar adamak, kurbanlar kesmek, ölmüş atalarının mezarlarına sunularda bulunmak gerekir. Hinduizmde güzel amellerin beş maddesinin başında ölenler için kurban kesmek gelir; "çünkü ölenler kurbansız aç kalırlar." Ruhlar da insanlar gibi yaşamak için yemek yemek zorundadırlar. Onların dünyası bizim dünyamızın tam tersidir. Bizim kışımız, onların yazı, bizim gecemiz, onların gündüzüdür. Bu yüzden ruhlar bizim gecemizde ortaya çıkarlar. Geceleri mezarlık kenarlarından geçilmemesi yönündeki halk inancı da buradan kaynaklanmaktadır.
Animizme göre ruhlar, öbür dünyada da bu dünyanın benzeri bir hayat sürdüğünden "ölünün öbür dünyada fakir düşerek başkalarına muhtaç kalmamasını temin etmek lazımdır. O halde, ölen kimsenin eşyalarını, zengin ve kudretli ise, esir ve hizmetkarlarını da, ölüyle beraber göndermelidir. İlkeller eşyaları da insanlar gibi canlı addettiklerinden bunların ölmelerini temin etmek üzere mezara gömer, yakar veya kırarlar. Böylece ölü, öteki dünyaya birlikte götürdüğü eşyalar sayesinde rahatını temin eder."
Animizme göre kişinin vücudunun bir parçası da onun ruhundan bir parça taşır. Kişinin gölgesi, sudaki aksi, tasviri de onun ruhunun bir parçasını taşır; çünkü "tasvir ile gerçek aynıdır." Tek tanrılı dinlerin, özellikle İslamiyet'in resim yapılmasını yasaklaması, bu eski inancı ortadan kaldırmaya yönelik bir harekettir. İnsan tarafından kullanılan eşyalar da yine onun ruhuyla özdeştir. Ölümden sonra bunlar yakılarak ya da fakirlere verilerek ruhun tekrar gelerek yaşayanları rahatsız etmesi önlenir. "Ölü gömülürken şahsi eşyası -bilhassa kendi yapmış oldukları ile daimi bir surette temas halinde bulundukları- beraberce mezara konur, yakılır, kırılır ve çok nadir olarak suya atılır veya yüksek bir yere asılır." "Ölü, yaşayanları büyük bir kıskançlıkla gözlemektedir. Eğer kendisine ait bir eşyanın başkası tarafından kulanıldığını görürse, derhal eşyasını kullananları öldürür." Bu yüzden "ölünün diriler üzerinde herhangi bir fena tesir yaratmaması ve dirilerin de ölüler üzerinde benzer bir sonuç meydana getirmemesi için ölen şahsın temas etmiş olduğu eşya ile katiyen temas edilmez. Bunun için de bunlar muhtelif şekillerde yok edilirler."
Animizme göre ölü kutsaldır. Bu yüzden, onun karşısında kutsal olmayan her türlü işi, çalışmayı durdurmak gerekir. (Bugün Anadolu'da cenaze haberi alındığında her türlü iş güç bırakılır.) Ölüm halinde kimi hareketler yapmak, ağlamak, sızlamak, kadınların saçlarını kesmesi, bedenlerine toprak sürmesi, bazen çok uzun süre konuşmayarak yas tutması gereklidir.
"Ölüm olayı neticesinde ölünün karısı, yakınları ve eşyası pislenir. Bu sebeple, bu gibi eşya ve canlılar tabudur. Onlarla her ne olursa olsun temas etmemek lazımdır. Çünkü bu eşya ve canlılardaki pislik derhal temas edene geçmektedir. Dul kadınlar kocalarının ruhlarına majik bağlarla bağlı olduklarından kimseyle evlenmelerine olanak yoktur. Her şeyden evvel bu bağın koparılması lazımdır. Bu sebeple dul kadınlar kendilerini bazı işlemlere tabi tutarlar. Çeşitli milletlerde görülen bugünkü matem elbiselerinin esasını, kocasının ruhunu aldatmak üzere boyalar sürünmek, deri ve kumaş parçaları örtünmek suretiyle kadınlar tarafından yapılan pratikler teşkil eylemiştir."
Çoğunlukla, öldükten sonra ruhun vücuttan genellikle bir hayvan, özellikle bir kuş şeklinde ayrıldığı tasvir edilir.
Ölülerin, salt çürüyen bir et ve kemik yığınından ibaret olmadığı, ölülerin gömüldüğü ve mistik bir alemde kendilerine barınak edindiği, ölüler dünyasına açılan kapı niteliğindeki mezarın ortaya çıkışı ise oldukça eski zamanlara kadar gitmektedir. Ölülerine dinsel ritüeller uygulayan ve onları gömen ilk canlı 250.000 ila 35.000 yıl önce yaşayan neandartal insanıydı.[1]
Animizmde, ruhlar insanlar arasına karışarak ya onlara şans verir ya da delirtir ve hasta eder. Bu yüzden ölü ruhlarını yatıştırmak için onlara adaklar adamak, kurbanlar kesmek, ölmüş atalarının mezarlarına sunularda bulunmak gerekir. Hinduizmde güzel amellerin beş maddesinin başında ölenler için kurban kesmek gelir; "çünkü ölenler kurbansız aç kalırlar." Ruhlar da insanlar gibi yaşamak için yemek yemek zorundadırlar. Onların dünyası bizim dünyamızın tam tersidir. Bizim kışımız, onların yazı, bizim gecemiz, onların gündüzüdür. Bu yüzden ruhlar bizim gecemizde ortaya çıkarlar. Geceleri mezarlık kenarlarından geçilmemesi yönündeki halk inancı da buradan kaynaklanmaktadır.
Animizme göre ruhlar, öbür dünyada da bu dünyanın benzeri bir hayat sürdüğünden "ölünün öbür dünyada fakir düşerek başkalarına muhtaç kalmamasını temin etmek lazımdır. O halde, ölen kimsenin eşyalarını, zengin ve kudretli ise, esir ve hizmetkarlarını da, ölüyle beraber göndermelidir. İlkeller eşyaları da insanlar gibi canlı addettiklerinden bunların ölmelerini temin etmek üzere mezara gömer, yakar veya kırarlar. Böylece ölü, öteki dünyaya birlikte götürdüğü eşyalar sayesinde rahatını temin eder."
Animizme göre kişinin vücudunun bir parçası da onun ruhundan bir parça taşır. Kişinin gölgesi, sudaki aksi, tasviri de onun ruhunun bir parçasını taşır; çünkü "tasvir ile gerçek aynıdır." Tek tanrılı dinlerin, özellikle İslamiyet'in resim yapılmasını yasaklaması, bu eski inancı ortadan kaldırmaya yönelik bir harekettir. İnsan tarafından kullanılan eşyalar da yine onun ruhuyla özdeştir. Ölümden sonra bunlar yakılarak ya da fakirlere verilerek ruhun tekrar gelerek yaşayanları rahatsız etmesi önlenir. "Ölü gömülürken şahsi eşyası -bilhassa kendi yapmış oldukları ile daimi bir surette temas halinde bulundukları- beraberce mezara konur, yakılır, kırılır ve çok nadir olarak suya atılır veya yüksek bir yere asılır." "Ölü, yaşayanları büyük bir kıskançlıkla gözlemektedir. Eğer kendisine ait bir eşyanın başkası tarafından kulanıldığını görürse, derhal eşyasını kullananları öldürür." Bu yüzden "ölünün diriler üzerinde herhangi bir fena tesir yaratmaması ve dirilerin de ölüler üzerinde benzer bir sonuç meydana getirmemesi için ölen şahsın temas etmiş olduğu eşya ile katiyen temas edilmez. Bunun için de bunlar muhtelif şekillerde yok edilirler."
Animizme göre ölü kutsaldır. Bu yüzden, onun karşısında kutsal olmayan her türlü işi, çalışmayı durdurmak gerekir. (Bugün Anadolu'da cenaze haberi alındığında her türlü iş güç bırakılır.) Ölüm halinde kimi hareketler yapmak, ağlamak, sızlamak, kadınların saçlarını kesmesi, bedenlerine toprak sürmesi, bazen çok uzun süre konuşmayarak yas tutması gereklidir.
"Ölüm olayı neticesinde ölünün karısı, yakınları ve eşyası pislenir. Bu sebeple, bu gibi eşya ve canlılar tabudur. Onlarla her ne olursa olsun temas etmemek lazımdır. Çünkü bu eşya ve canlılardaki pislik derhal temas edene geçmektedir. Dul kadınlar kocalarının ruhlarına majik bağlarla bağlı olduklarından kimseyle evlenmelerine olanak yoktur. Her şeyden evvel bu bağın koparılması lazımdır. Bu sebeple dul kadınlar kendilerini bazı işlemlere tabi tutarlar. Çeşitli milletlerde görülen bugünkü matem elbiselerinin esasını, kocasının ruhunu aldatmak üzere boyalar sürünmek, deri ve kumaş parçaları örtünmek suretiyle kadınlar tarafından yapılan pratikler teşkil eylemiştir."
Çoğunlukla, öldükten sonra ruhun vücuttan genellikle bir hayvan, özellikle bir kuş şeklinde ayrıldığı tasvir edilir.
Ölülerin, salt çürüyen bir et ve kemik yığınından ibaret olmadığı, ölülerin gömüldüğü ve mistik bir alemde kendilerine barınak edindiği, ölüler dünyasına açılan kapı niteliğindeki mezarın ortaya çıkışı ise oldukça eski zamanlara kadar gitmektedir. Ölülerine dinsel ritüeller uygulayan ve onları gömen ilk canlı 250.000 ila 35.000 yıl önce yaşayan neandartal insanıydı.[1]