Kayseri ili sınırları içinde yer alan ve Anadolu’nun en eski ticaret merkezi olan Kültepe, bu topraklardaki tarihin gerçek anlamda ‘yazıldığı’ yerdir...
Kayseri’nin yirmi kilometre doğusundaki Kültepe höyüğü, eski adıyla ‘Kaniş’ ya da ‘Neşa’, günümüzden beş bin yıl önce bölgenin en güçlü krallıklarından biriydi ve uluslararası bir ticaret ağının merkeziydi. Anadolu’daki en eski yazılı belgeler, 1800’lü yıllarda burada ortaya çıkarıldı. Eski Assurca çivi yazısı metinlerin çözülmesi ve 1948’de başlayıp halen devam eden arkeolojik kazılar sayesinde, Hititler öncesinde Anadolu’nun siyasi yapısı, Kültepe’de koloni kurmuş olan Assurlu tüccarların varlığı ve günlük hayata dair birçok bilgi aydınlanmaya başladı.
19. yüzyılın sonunda, Ortadoğu’da arkeolojik keşif ve kazı faaliyetleri hızlanmıştı. O dönemdeki araştırmacıların pek çok farklı hedefi bulunuyordu: Estetik değeri yüksek arkeolojik eserleri belli başlı Avrupa müzelerine kazandırmak, kutsal kitap coğrafyasının kanıtlanmasına çalışmak, eski Ortadoğu dillerinin çözülmesini sağlamak ve siyasi amaçlı bilgi toplamak gibi... İşte bu araştırmacılar, Osmanlı İmparatorluğu topraklarında gerçekleşen arkeolojik çalışmaların da öncüleri olmuşlardır. Bu yıllarda Avrupa eski eser piyasasında ‘Kapadokya tabletleri’ diye adlandırılan, çivi yazılı kil tabletler satılıyordu. Orta Anadolu’dan geldiği bilinen bu tabletlerin kaynağını bulmak üzere Th. G. Pinches, Ernst Chantre, Hugo Winckler ve H. Grothe, Kültepe’de kısa süreli kazılar yaptılar; ama hedefe ulaşan, Hititçe’nin çözülmesine de katkısı olan Çekoslovak dilbilimci Bedrich Hrozny oldu.
Kültepe höyüğü ile aşağı şehirdeki Assurlu tüccarlar kolonisinde bilimsel kazılar, 1948 yılında Türk Tarih Kurumu tarafından başlatıldı. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi arkeoloji profesörlerinden Tahsin Özgüç’ün başkanlığında başlatılan kazılar, halen devam ediyor. Şimdiye dek, geçmişi Erken Bronz Çağı’na uzanan ve Roma İmparatorluğu döneminin sonuna kadar yaşamın sürdüğü önemli bir Anadolu krallığı; MÖ 2000-1750 yılları arasında, Mezopotamya ile Anadolu arasında yoğun ticaret ilişkisine sahne olmuş bir koloni ve bu tarihin tüm detaylarını yansıtan yaklaşık 20 bin kil tablet bu kazılarda ortaya çıkarıldı. Mezopotamya ile olan yoğun ilişki, Kültepe’yi sanatsal olarak da etkilemiş, özellikle çanak-çömlek ve mühürcülük alanında çok farklı eserler üretilmişti. Kültepe kazılarında bulunan eser ve tabletler, Ankara Anadolu Medeniyetleri ve Kayseri Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Profesör Tahsin Özgüç’ün yazdığı ve Yapı Kredi Yayınları tarafından 2005 yazında yayımlanan ‘Kültepe’ kitabı ise, bu konudaki en yeni ve kapsamlı kaynak.
Mallar ya doğrudan değiş-tokuş ediliyor; ya da malın değeri karşılığında gümüş birimlerle ödeme yapılıyordu. Yüzük benzeri halkalar veya ufak çubuklar biçimde ağırlığı ve değeri standartlaştırılan gümüş, 1300 yıl sonra ilk defa Anadolu’da, Lidya Krallığı’nda ortaya çıkacak olan para sisteminin öncüsüydü. Bir eşek yaklaşık 65 kg kalay ve 25 parça kumaş taşır, bir kervanda da on beş kadar eşek olurdu. Assur’dan Kültepe’ye bin kilometrelik yol, altı-yedi haftada kat edilirdi. Kervan ya da birçok kervanın bir arada yola çıkmasından oluşan büyük konvoy, ya ‘Güney yolu’nu takip edip, Fırat Nehri’ni Birecik’te geçer ve Maraş üstünden Kayseri’ye varır; ya da ‘Kuzey yolu’nu seçip, Dicle kıyısı boyunca ilerler ve Diyarbakır, Malatya üstünden Kültepe’ye gelirdi.
İşte Karum’da, iş uğruna memleketinden uzakta yaşayan Assurlu bir tüccarın yalnızlığına isyanı: “Baban bana seninle evlenmem için yazdı. Senin yolculuğun için adamımı ve mesajımı sana gönderdim. Tabletimi alınca babana göstermeni ve adamlarımla buraya gelmeni rica ediyorum. Yalnızım. Yanımda bulunan ve bana sofrayı kuran bir kimse yok. Eğer sen adamlarımla buraya gelmezsen ben Wahşuşana’da (Niğde civarında bir kent) Wahşuşana’lı bir kızla evleneceğim. Acele et. Sen ve adamlarım gecikmeyin. Buraya gel.”
Kayseri’nin yirmi kilometre doğusundaki Kültepe höyüğü, eski adıyla ‘Kaniş’ ya da ‘Neşa’, günümüzden beş bin yıl önce bölgenin en güçlü krallıklarından biriydi ve uluslararası bir ticaret ağının merkeziydi. Anadolu’daki en eski yazılı belgeler, 1800’lü yıllarda burada ortaya çıkarıldı. Eski Assurca çivi yazısı metinlerin çözülmesi ve 1948’de başlayıp halen devam eden arkeolojik kazılar sayesinde, Hititler öncesinde Anadolu’nun siyasi yapısı, Kültepe’de koloni kurmuş olan Assurlu tüccarların varlığı ve günlük hayata dair birçok bilgi aydınlanmaya başladı.
19. yüzyılın sonunda, Ortadoğu’da arkeolojik keşif ve kazı faaliyetleri hızlanmıştı. O dönemdeki araştırmacıların pek çok farklı hedefi bulunuyordu: Estetik değeri yüksek arkeolojik eserleri belli başlı Avrupa müzelerine kazandırmak, kutsal kitap coğrafyasının kanıtlanmasına çalışmak, eski Ortadoğu dillerinin çözülmesini sağlamak ve siyasi amaçlı bilgi toplamak gibi... İşte bu araştırmacılar, Osmanlı İmparatorluğu topraklarında gerçekleşen arkeolojik çalışmaların da öncüleri olmuşlardır. Bu yıllarda Avrupa eski eser piyasasında ‘Kapadokya tabletleri’ diye adlandırılan, çivi yazılı kil tabletler satılıyordu. Orta Anadolu’dan geldiği bilinen bu tabletlerin kaynağını bulmak üzere Th. G. Pinches, Ernst Chantre, Hugo Winckler ve H. Grothe, Kültepe’de kısa süreli kazılar yaptılar; ama hedefe ulaşan, Hititçe’nin çözülmesine de katkısı olan Çekoslovak dilbilimci Bedrich Hrozny oldu.
20 BİN TABLET BULUNDU
Rivayete göre köylüler, Kültepe’ye tablet bulmaya gelen araştırmacıları, bilerek höyüğün yüksek kısımlarına gönderiyordu. Oysa tabletler, krallık sarayının ve diğer önemli idari binaların bulunduğu tepeden değil, aşağı tarafta Assurlu tüccarların evlerinin bulunduğu mahalleden çıkıyordu... Bir gün, Bedrich Hrozny’nin arabacısı, sarhoş olduğu bir anda bu gerçeği ağzından kaçırdı ve Hrozny, kısa sürede bin kadar tablet buldu. Avrupa’da daha önce satılmış olan tabletlerle çalışan Alman Assurbilimci Benno Landsberger, 1924 yılında, bu belgelerin Assurlu tüccarların Anadolu’da kurduğu bir koloniden geldiğini ve yerleşmenin adının ‘Karum-Kaniş’ olduğunu açıkladı. Karum, Eski Assur dilinde ‘liman’ demekti. MÖ 3000’den beri Mezopotamya kentlerinin nehir kenarında -özellikle Fırat- büyük birer limanı vardı ve tüm ticari faaliyetler, değiş-tokuşlar, satışlar burada yapılırdı. Zamanla karum kelimesi, ‘yoğun ticaret faaliyetlerinin yapıldığı bölge’, ‘pazar-yeri’ anlamına gelmeye başladı.Kültepe höyüğü ile aşağı şehirdeki Assurlu tüccarlar kolonisinde bilimsel kazılar, 1948 yılında Türk Tarih Kurumu tarafından başlatıldı. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi arkeoloji profesörlerinden Tahsin Özgüç’ün başkanlığında başlatılan kazılar, halen devam ediyor. Şimdiye dek, geçmişi Erken Bronz Çağı’na uzanan ve Roma İmparatorluğu döneminin sonuna kadar yaşamın sürdüğü önemli bir Anadolu krallığı; MÖ 2000-1750 yılları arasında, Mezopotamya ile Anadolu arasında yoğun ticaret ilişkisine sahne olmuş bir koloni ve bu tarihin tüm detaylarını yansıtan yaklaşık 20 bin kil tablet bu kazılarda ortaya çıkarıldı. Mezopotamya ile olan yoğun ilişki, Kültepe’yi sanatsal olarak da etkilemiş, özellikle çanak-çömlek ve mühürcülük alanında çok farklı eserler üretilmişti. Kültepe kazılarında bulunan eser ve tabletler, Ankara Anadolu Medeniyetleri ve Kayseri Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Profesör Tahsin Özgüç’ün yazdığı ve Yapı Kredi Yayınları tarafından 2005 yazında yayımlanan ‘Kültepe’ kitabı ise, bu konudaki en yeni ve kapsamlı kaynak.
MADENİ PARANIN ÖNCÜSÜ
MÖ 2000’in başında Kuzey Irak’taki Assur şehir-devletinde yaşayan büyük tüccar ailelerin yürüttüğü uzun mesafe kervan ticaretinin ürünleri kalay, yünlü kumaş, altın ve gümüştü. Assurlu tüccarlar, eşek kervanları ile büyük olasılıkla Afganistan’dan gelen, dünyada çok az yerde bulunduğu için çok kıymetli olan kalay madenini ve Mezopotamya’nın farklı kentlerinde dokunan lüks yünlü kumaşları, Anadolu’daki Assur ticaret ağının merkezi Kültepe’ye getiriyorlardı. Mallar buradan Boğazköy, Alişar ve Acemhöyük gibi diğer kolonilere dağılıyordu. Assurlular, Anadolu içinde bakır ticareti ile de uğraşıyorlardı, ama ülkelerine yalnızca altın ve gümüş götürüyorlardı. Maden kaynakları açısından fakir olan Mezopotamya’da altın ile gümüş, yönetici ve seçkinlerin güç göstergesiydi.Mallar ya doğrudan değiş-tokuş ediliyor; ya da malın değeri karşılığında gümüş birimlerle ödeme yapılıyordu. Yüzük benzeri halkalar veya ufak çubuklar biçimde ağırlığı ve değeri standartlaştırılan gümüş, 1300 yıl sonra ilk defa Anadolu’da, Lidya Krallığı’nda ortaya çıkacak olan para sisteminin öncüsüydü. Bir eşek yaklaşık 65 kg kalay ve 25 parça kumaş taşır, bir kervanda da on beş kadar eşek olurdu. Assur’dan Kültepe’ye bin kilometrelik yol, altı-yedi haftada kat edilirdi. Kervan ya da birçok kervanın bir arada yola çıkmasından oluşan büyük konvoy, ya ‘Güney yolu’nu takip edip, Fırat Nehri’ni Birecik’te geçer ve Maraş üstünden Kayseri’ye varır; ya da ‘Kuzey yolu’nu seçip, Dicle kıyısı boyunca ilerler ve Diyarbakır, Malatya üstünden Kültepe’ye gelirdi.
KİLE YAZILI AŞK
Değerli mallar taşıyan Assur kervanlarının güvenliğini Kaniş kralları temin eder, yabancı tüccarlara sağladıkları ticari ayrıcalık karşılığında da, vergi ve mallar arasından istediklerini seçmek gibi avantajlar elde ederlerdi. Kil tabletlerin verdiği bilgilerden öğrendiğimiz kadarıyla Assurlu tüccarların Anadolu’da siyasi bir gücü yoktu; faaliyetleri ticaret ile sınırlıydı. Ancak kolonilerin yönetiminde, kendi hukuk ve içişlerinde Assur’a bağlıydılar. Aile şirketleri tarafından yapılan bu uzun mesafe ticareti ancak Anadolu’da ve Kuzey Mezopotamya’da siyasi istikrar sürdüğü müddetçe mümkündü. Nitekim, yaklaşık MÖ 1730’da, hem Kuzey Mezopotamya’da, Yukarı Mezopotamya İmparatorluğu’nun dağılması, hem de Orta Anadolu krallıkları arasındaki iktidar mücadelesinin sertleşmesi, bu ticaret sisteminin sonunu getirdi. Kaniş-Karum yakılıp yıkıldı. Assurlu tüccarlar da bildiğimiz kadarıyla, Anadolu’ya bir daha geri gelmediler; gelenler ise geri dönemediler. Ama kile yazılmış mektupları, borç senetleri, hesap kayıtları, ticari antlaşmaları, mühürleri, evleri ve mezarlarıyla Anadolu kültür tarihinde silinmez bir iz bıraktılar.İşte Karum’da, iş uğruna memleketinden uzakta yaşayan Assurlu bir tüccarın yalnızlığına isyanı: “Baban bana seninle evlenmem için yazdı. Senin yolculuğun için adamımı ve mesajımı sana gönderdim. Tabletimi alınca babana göstermeni ve adamlarımla buraya gelmeni rica ediyorum. Yalnızım. Yanımda bulunan ve bana sofrayı kuran bir kimse yok. Eğer sen adamlarımla buraya gelmezsen ben Wahşuşana’da (Niğde civarında bir kent) Wahşuşana’lı bir kızla evleneceğim. Acele et. Sen ve adamlarım gecikmeyin. Buraya gel.”