Anahtarlarımın kaybolmasıyla başlayan bu macera, sanki bir Hollywood filminin gerilim dolu açılış sahnesi gibiydi. Sabahın köründe, alarmın acımasız çığlığıyla uyanmış, uyku sersemiyle banyoya doğru sürünürken, ağzımda hala uyku kokusu varken, bu korkunç gerçeği fark etmiştim: Anahtarlarım yoktu! Hayatımın en büyük felaketi başlamıştı. Yok, hayır, yanlış anlaşılmayın, birinci dünya ülkesinde yaşayan bir birey olarak, anahtarlarımın kaybolması, nükleer bir felaketten ya da yabancı bir istiladan biraz daha az felaketti, kabul ediyorum. Ama o an için hissettiğim panik, nükleer savaş felaketinin yarattığı paniğe denkti!
Öncelikle, olay yerine geldim: Mutfak. Bir savaş alanı gibiydi. Sabah kahvaltısı hazırlığının izleri her yerde görünüyordu: Dökülmüş şeker, kırılmış yumurta kabukları, yere yapışmış ekmek kırıntıları… adeta bir 'kahvaltı mafyasının' terk ettiği kanlı bir arena! Tabii anahtarlarım yoktu. İkinci olay yeri: Banyo. Diş fırçam, tıraş köpüğü, saç kremi… hepsi düzensiz bir halde, sanki bir kasırga geçmiş gibiydi. Anahtarlarım yoktu. Üçüncü olay yeri: Yatak odası. Bu bir savaş alanı değil, bir tsunami felaketi yaşanmış gibiydi! Yorganlar, yastıklar, kıyafetler... her şey birbirine girmişti. Anahtarlarımın izine bile rastlayamamıştım. İşin garibi, kayıp anahtarlarımdan başka, bir şey de kaybetmediğimi fark ettim. Bu da bana, anahtarlarımın kayboluşunun, bir çeşit “seçici yok oluş” olayı olduğunu düşündürdü.
Arama operasyonum giderek daha çılgın bir hal alıyordu. Çekmeceleri, dolapları, ayakkabılıkları, hatta çamaşır sepetini bile kurcaladım. En sonunda, umudumu neredeyse tamamen kaybetmişken, "acaba?" diye düşündüm ve çöp kutusunu karıştırmaya başladım. İnanın bana, burası gerçekten korkunç bir yer. Çöp poşetinin içindeki manzara, bana yıllar öncesindeki bir korku filmini hatırlattı. Bir an için, anahtarlarımın bile bana ihanet edip, çöpteki diğer çöplerle kaynaşmış olabileceğini düşündüm. Neyse ki, bu kabus gerçekleşmemişti! Çöp kutusu anahtarsızdı. Bu durum, "en azından anahtarlarım çöpten daha değerli" diye rahatlamama sebep oldu. Daha sonra arama operasyonunu genişlettim. Koltuğun altına, halının arasına, hatta perdelerin arkasına baktım. Bir dedektif titizliğinde, her santimetre kareyi inceledim. Ama hiçbir şey yoktu.
Saat her geçen dakika ilerliyordu. İşe geç kalmanın eşiğindeydim. Zihnimde, patronumun öfkeli bakışları, iş arkadaşlarımın kıkırdamaları, işten atılma ihtimaliyle birlikte, bir felaket senaryosu canlanmaya başladı. Terim iyice arttı, ellerim titriyordu. Hatta o kadar panikledim ki, neredeyse bir sinir krizi geçirecektim. Gözümden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Tam o anda, evcil köpeğim Winston, ağzından bir şey düşürdü. Parıldayan metal bir cisim… Anahtarlarım! İşte o an, yüzümde beliren şaşkınlık ve rahatlama ifadesini, hiçbir sanatçı resimleyemezdi.
Winston, suçüstü yakalanmıştı! Küçük, tüylü, sevimli hırsız! Anahtarlarımı, sanki bir hazineymış gibi, ağzında taşıyordu! İşte o anda, tüm öfkem bir anda kayboldu. Yerini, bu minik yaratığa olan sınırsız sevgim aldı. Onu, bir suçlu gibi azarlayacak halim yoktu. Aksine, ona kocaman bir sarılış verdim. Çünkü o, beni büyük bir felaketten kurtarmıştı. Tabii, bu küçük hırsızlığı bir daha yapmaması gerektiğini ona hatırlatmayı da ihmal etmedim. Ama bunu yaparken, gözlerimde şefkatten başka bir şey yoktu. Çünkü Winston, beni kahkaha tufanına boğacak kadar komik bir maceranın kahramanıydı. Ve ben, bu maceranın kahramanıydım! En azından, anahtarlarımı bulan kahraman.
Bu olaydan sonra, anahtarlarım için bir “gizli saklama” yeri belirledim. Ve tabii ki, Winston'a, yeni bir oyuncak aldım. Ona bir ödül olarak, en sevdiği kemiği verdim.
Öncelikle, olay yerine geldim: Mutfak. Bir savaş alanı gibiydi. Sabah kahvaltısı hazırlığının izleri her yerde görünüyordu: Dökülmüş şeker, kırılmış yumurta kabukları, yere yapışmış ekmek kırıntıları… adeta bir 'kahvaltı mafyasının' terk ettiği kanlı bir arena! Tabii anahtarlarım yoktu. İkinci olay yeri: Banyo. Diş fırçam, tıraş köpüğü, saç kremi… hepsi düzensiz bir halde, sanki bir kasırga geçmiş gibiydi. Anahtarlarım yoktu. Üçüncü olay yeri: Yatak odası. Bu bir savaş alanı değil, bir tsunami felaketi yaşanmış gibiydi! Yorganlar, yastıklar, kıyafetler... her şey birbirine girmişti. Anahtarlarımın izine bile rastlayamamıştım. İşin garibi, kayıp anahtarlarımdan başka, bir şey de kaybetmediğimi fark ettim. Bu da bana, anahtarlarımın kayboluşunun, bir çeşit “seçici yok oluş” olayı olduğunu düşündürdü.
Arama operasyonum giderek daha çılgın bir hal alıyordu. Çekmeceleri, dolapları, ayakkabılıkları, hatta çamaşır sepetini bile kurcaladım. En sonunda, umudumu neredeyse tamamen kaybetmişken, "acaba?" diye düşündüm ve çöp kutusunu karıştırmaya başladım. İnanın bana, burası gerçekten korkunç bir yer. Çöp poşetinin içindeki manzara, bana yıllar öncesindeki bir korku filmini hatırlattı. Bir an için, anahtarlarımın bile bana ihanet edip, çöpteki diğer çöplerle kaynaşmış olabileceğini düşündüm. Neyse ki, bu kabus gerçekleşmemişti! Çöp kutusu anahtarsızdı. Bu durum, "en azından anahtarlarım çöpten daha değerli" diye rahatlamama sebep oldu. Daha sonra arama operasyonunu genişlettim. Koltuğun altına, halının arasına, hatta perdelerin arkasına baktım. Bir dedektif titizliğinde, her santimetre kareyi inceledim. Ama hiçbir şey yoktu.
Saat her geçen dakika ilerliyordu. İşe geç kalmanın eşiğindeydim. Zihnimde, patronumun öfkeli bakışları, iş arkadaşlarımın kıkırdamaları, işten atılma ihtimaliyle birlikte, bir felaket senaryosu canlanmaya başladı. Terim iyice arttı, ellerim titriyordu. Hatta o kadar panikledim ki, neredeyse bir sinir krizi geçirecektim. Gözümden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Tam o anda, evcil köpeğim Winston, ağzından bir şey düşürdü. Parıldayan metal bir cisim… Anahtarlarım! İşte o an, yüzümde beliren şaşkınlık ve rahatlama ifadesini, hiçbir sanatçı resimleyemezdi.
Winston, suçüstü yakalanmıştı! Küçük, tüylü, sevimli hırsız! Anahtarlarımı, sanki bir hazineymış gibi, ağzında taşıyordu! İşte o anda, tüm öfkem bir anda kayboldu. Yerini, bu minik yaratığa olan sınırsız sevgim aldı. Onu, bir suçlu gibi azarlayacak halim yoktu. Aksine, ona kocaman bir sarılış verdim. Çünkü o, beni büyük bir felaketten kurtarmıştı. Tabii, bu küçük hırsızlığı bir daha yapmaması gerektiğini ona hatırlatmayı da ihmal etmedim. Ama bunu yaparken, gözlerimde şefkatten başka bir şey yoktu. Çünkü Winston, beni kahkaha tufanına boğacak kadar komik bir maceranın kahramanıydı. Ve ben, bu maceranın kahramanıydım! En azından, anahtarlarımı bulan kahraman.
Bu olaydan sonra, anahtarlarım için bir “gizli saklama” yeri belirledim. Ve tabii ki, Winston'a, yeni bir oyuncak aldım. Ona bir ödül olarak, en sevdiği kemiği verdim.