e-PaCk
Forum Gururu
Adam Olmak - (Laiklik)
İlk Mecliste bir gün laiklik konusu oluyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa o gün Meclis'e başkanlık ediyordu. Meclis'in tanınmış din alimlerinden bir vatandaş kürsüye geldi. Alaycı bir tavırla: "Arkadaşlar bir laikliktir gidiyor. Afedersiniz ben bu laikliğin manasını anlamıyorum" diye söze başlarken riyaset makamında bulunan Mustafa Kemal Paşa dayanamamış, oturduğu yerden elini kürsüye vurarak: "Adam olmaktır Hocam, adam olmak!" diyerek Hoca efendinin sualini cevaplandırmıştır. ( Kılıç Ali )
Ankara'yı Neden Başkent Yaptım
Sıcak bir günün akşamında yanında bazı ileri gelenler ile Köşkü’nün bahçesinde dolaşıyordu. Ben de o sıralar eski Köşk’ün tavan dekorlarıyla meşguldüm. Tozlu ve sisli bir akşam Ankara’nın üzerine çökmüştü. Yer yer toz hortumları semaya doğru yükseliyor ve manzaraya daha boğucu bir hava ekliyordu. Bize:
- Ankara’yı hükümet merkezi yapmakla iyi mi ettim? diye sordu.
Tabii herkes müspet cevap verdi. Arkasından:
- Neden? suali gelince, kimi staratejiden, kimi siyasetten bahsetti. Hatta birimiz "kayalık güzeldir" gibi bir estetik nazariye de ortaya attı. Atatürk :
- "Şimdi dalkavukluğu bırakın diye münakaşayı kapattı. Ankara’nın hükümet merkezi olmak için saydığınız meziyetleri beni ikna etmeye yetmez. Ben Ankara’yı hükümet merkezi yapmakla büsbütün başka bir hedef güttüm. Türk’ün imkansızı imkan haline getiren kudretini dünyaya bir kere daha tekrar etmek istedim. Bir gün gelecek şu çorak tarlalar, yeşil ağaçların çevirdiği villaların arasından uzanan yeşil sahalar asfaltlarla bezenecek. Hem bunu hepimiz göreceğiz. O kadar yakında olacak." (Em.Tümg. Muzaffer Erendil, Anekdotlarla Atatürk)
Mustafa Kemalce Bir Yanıt
İstanbul'un işgal günleri; başta General Harrington olmak üzere bir kısım işgal kumandanları Pera Palas Salonu’nun bir köşesinde otururlar. Mustafa Kemal nedense dikkatlerini çeker. Kim olduğunu soruşturdular. Mustafa Kemal denir. Onlar için Mustafa Kemal Birinci Dünya Savaşı’nın en ünlü şahsiyetlerinden biridir. Yabancı dillerde Çanakkale Harpleri’nden bahseden ve daima Mustafa Kemal'in isminde düğümlenen kitaplar, yazılar, o zaman bile bir kitaplığı doldururdu.
Kendisine haber göndererek masalarına davet ederler. Ama Mustafa Kemal'in cevabı hem nazik, hem kesindir:
- Burada ev sahibi olan biziz. Kendileri misafirdirler. Onların bu masaya gelmeleri gerekir. (Olaylar ve Atatürk)
Atatürk ve Adalet
Birçok kimsenin düşündüklerinin aksine Atatürk’e ve istediklerine muhalif fikir söylemek kabildi. Hatta samimi olmak şartıyla makbuldü. O’nun her dediğine kavuk sallayan ekseriye kendi samimiyetlerinden şüphe edenlerdir. Şu hikaye buna ne güzel bir misaldir.
Atatürk bir Balıkesir seyahatinde kendisine Milli Mücadele’de yakın hizmetler etmiş bir kimsenin müracaatı ile karşılaştı. Bir mevzuda haksız olarak mahkum olduğunu söyleyerek şikayet etti. Atatürk:
- "Haklısın, meseleyi ben de biliyorum" dedikten sonra refakatinde bulunan genç bir adliye müfettişini çağırdı. Mevzuu anlattı ve kararın düzeltilmesini istedi. Müfettiş hikayeyi dinledikten sonra:
- "Efendimiz, karar bütün adli sıralardan geçtikten sonra tekemmül etmiş (yetkinleşmiş). Hükmün infazından başka yapılacak kanuni çare yoktur.
Atatürk:
- "Ama ben söylüyorum bu iş haksızdır. Çünkü ben işin usulünü biliyorum, dedi.
Genç adliye müfettişi ısrar etti:
- Efendimizin bu beyanı kanun nazarında bir değişiklik yapamaz. Adliye vekaletinin de bir şey yapmasına imkan yoktur.
Ortada soğuk bir hava esti. Şimdi bir fırtına kopacağına hüküm veriliyordu. Fakat, Atatürk şayanı hayret bir sükunla sordu :
- Peki, bir adli hata olursa kanun bunun tashihini öngörmez mi?
Müfettiş:
- Yeni delille mahkemenin tekrarı istenebilir.
O vakit, Atatürk, müracaat eden zata döndü:
- Beni şahit olarak göster. Onda yeni deliller olduğunu haber aldım diye iddia et. Ben mahkemeye gider ve şahitlik ederim.
Sonra adliye müfettişine döndü:
- Size teşekkür ederim, dedi ve müracaatçıya da.
- Neden bana vaktiyle müracaat etmedin? Zamanında gelir şahitlik ederdim. Beyhude mahkemeleri de kanunu da işgal etmezdin. Her vatandaş, hatta reisicumhur dahi olsa adalete hürmetle mükelleftir. (Münir Hayri Egeli)
Övülmeyi Sevmezdi
Atatürk bizden biridir.
Ulusuyla bütünleşme yöneliminin en tipik göstergelerinden biri de şu kısa öyküde belirlenir:
"Cumhuriyetin onikinci yıl dönümü için bir sıra dövizler hazırlanmıştı. Bunlar içinde şöyleleri vardı:
"Atatürk bizim en büyüğümüzdür", "Atatürk bu milletin en yücesidir", "Türk Milleti asırlardır bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı."
Listeyi dikkatle gözden geçirdi. Bunlar ve bunlara benzeyenleri çizdi. Hepsinin yerine şunu yazdı: "Atatürk bizden birisidir."
Mustafa Kemal Paşa Ve Yunan Kuvvetleri Komutanı Trikopis
Bütün bu taarruz esnasında Gazi'nin yanında bulunan arkadaşlar, Yunan Kuvvetleri Komutanı General Trikopis'in başkumandan çadırına nasıl getirildiğini şöyle anlattılar.
Trikopis, diğer esir kolordu ve fırka (tümen) kumandanları ile birlikte Gazi'nin huzuruna çıkarıldıkları vakit, hepsi çok heyecanlı ve bitkin halde imişler. Gazi, bunları oturtmuş, kendilerini teselli için bu gibi malubiyetlerin tarihte misalleri olduğunu, sevk ve idarede vazifesini bi hakkın yapmış iseler vicdanen müsterih olabileceklerini söylediği zaman Trikopis:
- "Askeri vazifemi tamamen yaptığıma eminim. Fakat asıl vazifemi maalesef yapamadım." diye intahar edemediğini anlatmak isterken Gazi:
- "O size ait bir düşüncedir." diye sözünü kesmiş ve harita üzerinde:
- "Şurada bir fırkanız vardı. Niçin onu şuraya almadınız. Filan yerdeki kuvvetlerinizi falan yere süreydiniz daha iyi olmaz mıydı?" gibi bazı tenkitler yapmış, Trikopis:
- "Ben öyle hareket etmek için emir verdim. Fakat (yanındaki kolordu komutanını gösterirken) bu yapamadı!" demiş.
Bu görüşmeler olurken esir fırka kumandanı yavaşça yanında bulunan zabitlerimizden birine:
- "Bizim ile konuşan bu general kimdir?" diye sormuş zabit:
- "Başkumandan Mustafa Kemal" deyince adam hayrete düşmüş:
- "Şimdi anladım biz niçin mağlup olduk! Bizim başkumandan İzmir'de vapurda oturuyordu!" diyerek derdini dökmüş. (İlginç Olaylar ve Anektodlarla Atatürk)
Sakarya Savaşı'ndan Dönüş
Sakarya Meydan Savaşı Türk Orduları'nın zaferi ile sona ermiş, Gazi Ankara'ya dönüyormuş. Yirmi gün geceli gündüzlü büyük bir endişe ve karamsarlık içinde yaşayan Ankaralılar, düşmanı yenen ordunun başkomutanına törenli bir karşılama düzenlemişler. Ankara garından başlayarak şehre doğru yolun iki yakasında sıra ile dizilen hükümet ve meclis üyeleri, memurlar, öğrenciler, esnaf ve halk, gazi geçtikçe alkış tutuyorlar ve arkasına katılarak büyük bir alay halinde ilerliyorlarmış.
Meclis binasının önüne gelinmiş, Gazi bakmış ki alayın başında bulunanlar yukarıya doğru yol almakta. Meğer bu tören şöyle düzenlenmiş: "Cemaat" halinde Hacı Bayram Veli'nin türbesine gidilecek, onun "yüksek maneviyatının yardımıyla" kazanılan bu büyük zafer için orada dua edilecek, sonra Meclis'e dönülerek nutuklar okunacak.
Gazi.
- Öyle şey olmaz, yurt toprağını karış karış kanını akıtarak ve canını vererek savunan Mehmetçiğin hakkını ben evliyalara kaptırmam! Deyip doğruca meclis binasına sapmış.
Ata bu olayı anlatırken sözüne şunu da kattı idi:
- Kimileri benim bu davranışıma kamunun inancını inciten yersiz ve davranış gözüyle bakmış olabilirler; ama ben, hele yurdun savunmasında, güvenilecek gücün evliyaların, yatırların "maneviyatı" olmayacağını hatırlatmayı artık zorunlu bulmuştum.
Ben, Cumhuriyeti Böyle Kazandım!..
Ankara, 10. Cumhuriyet yılının büyük ve ölçüsüz sevinci içindedir.şehir, baştanbaşa ışıklarla donatılmıştır. Eğlence yerlerinde her Türk, tam bir şuurla devrimin nimetlerini idrak ederek neşe içinde eğlenmektedir.
Atatürk, resmi baloların verildiği yerlere uğradıktan sonra Halkevi’ne de teşrif ediyor. Orada, milli ve mahalli giysileriyle coşan ve coşturan Türk köylüleriyle karşılaşıyor.
Bir gün bu milleti ve bu memleketi kurtarmak için atıldığı mücadelede kendisine yegane kudret ve kuvvet membaı olan bu temiz yürekli vatan evlatlarının neşelerinden son derece duygulanıyor.onları bir süre seyrettikten sonra, doğru Çankaya’ya teşrif ediyorlar ve:
-Efeleri buraya getiriniz!.. Emrini buyuruyorlar.
Efelerin Çankaya’da, Atatürk’ün sofrasında nasıl coştuklarını ve nasıl coşturduklarını anlatmaya imkan yoktur. Büyük Ata, sahnenin en heyecanlı bir anında, Ankara efelerinden birine soruyor:
- Efe, sen benim için ne yapabilirsin?
Efe tereddüt etmeden cevap verir:
- Her şey...
- Mesela?..
- Ölürüm...
Şimdi bütün dikkat Atatürk’e çevrilmişti.kimse konuşmuyor, onları dinliyordu. Atatürk, gözlerini etrafındakiler üzerinde bir kez gezdiriyor.sonra:
- Efe, diyor, sözünde samimi misin?
- Emir sizindir, Ata'm.
Atatürk, elini dizinin üstüne vuruyor:
- Koy başını buraya!...
Efe derhal başını Ata'nın dizlerine koydu ve başını koyar koymaz şakağında bir soğuk temas hissetti.bu, Atatürk’ün şakağına dayadığı tabanca namlusunun soğukluğuydu. Efe, bu soğuklukla beraber şakağına dayanmış bir tabanca olduğunu görmüş, fakat en küçük bir harekette bulunmamıştı.
Efe, Ata'sı için ölümü seve seve kabul edebilirdi. Fakat Atatürk, ona kıyacak mıydı?
Bütün yüzlerin rengi bir anda solmuş, heyecan son haddini bulmuştu. Nefes almaktan korkuyorlardı ve gözler Atatürk’ün elindeydi. Tabanca, efenin şakağına dayanmıştı. Fişek sürülmüş ve emniyet açılmıştı. Atatürk, bir saniye bile sürmeyen bu an içinde ve gözle fark edilemeyecek bir hızla tabancanın namlusunu şakağın yanından, belki bir santim kadar kaydırarak tetiği çekiyor.
Derin sükutu yırtan korkunç tabanca sesi...
Kalpler, sanki yerinden kopacak.
Hazır bulunanların hepsinin beti benzi kül rengini almıştır.
Fakat, efenin başı hala Ata’nın dizindedir ve efede en küçük bir kımıldanma yoktur.
Atatürk, efenin başını dizlerinden kaldırıyor, temiz alnını dudaklarına doğru çekiyor ve öpüyor.
Hala biraz önceki havanın tesirinden kurtulamamış olanlara:
- İşte, ben Anadolu Savaşını bunlarla ve böyle canlarını esirgemeyenlerle kazandım, diyor. (Nükte ve Fıkralarla Atatürk)
İlk Mecliste bir gün laiklik konusu oluyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa o gün Meclis'e başkanlık ediyordu. Meclis'in tanınmış din alimlerinden bir vatandaş kürsüye geldi. Alaycı bir tavırla: "Arkadaşlar bir laikliktir gidiyor. Afedersiniz ben bu laikliğin manasını anlamıyorum" diye söze başlarken riyaset makamında bulunan Mustafa Kemal Paşa dayanamamış, oturduğu yerden elini kürsüye vurarak: "Adam olmaktır Hocam, adam olmak!" diyerek Hoca efendinin sualini cevaplandırmıştır. ( Kılıç Ali )
Ankara'yı Neden Başkent Yaptım
Sıcak bir günün akşamında yanında bazı ileri gelenler ile Köşkü’nün bahçesinde dolaşıyordu. Ben de o sıralar eski Köşk’ün tavan dekorlarıyla meşguldüm. Tozlu ve sisli bir akşam Ankara’nın üzerine çökmüştü. Yer yer toz hortumları semaya doğru yükseliyor ve manzaraya daha boğucu bir hava ekliyordu. Bize:
- Ankara’yı hükümet merkezi yapmakla iyi mi ettim? diye sordu.
Tabii herkes müspet cevap verdi. Arkasından:
- Neden? suali gelince, kimi staratejiden, kimi siyasetten bahsetti. Hatta birimiz "kayalık güzeldir" gibi bir estetik nazariye de ortaya attı. Atatürk :
- "Şimdi dalkavukluğu bırakın diye münakaşayı kapattı. Ankara’nın hükümet merkezi olmak için saydığınız meziyetleri beni ikna etmeye yetmez. Ben Ankara’yı hükümet merkezi yapmakla büsbütün başka bir hedef güttüm. Türk’ün imkansızı imkan haline getiren kudretini dünyaya bir kere daha tekrar etmek istedim. Bir gün gelecek şu çorak tarlalar, yeşil ağaçların çevirdiği villaların arasından uzanan yeşil sahalar asfaltlarla bezenecek. Hem bunu hepimiz göreceğiz. O kadar yakında olacak." (Em.Tümg. Muzaffer Erendil, Anekdotlarla Atatürk)
Mustafa Kemalce Bir Yanıt
İstanbul'un işgal günleri; başta General Harrington olmak üzere bir kısım işgal kumandanları Pera Palas Salonu’nun bir köşesinde otururlar. Mustafa Kemal nedense dikkatlerini çeker. Kim olduğunu soruşturdular. Mustafa Kemal denir. Onlar için Mustafa Kemal Birinci Dünya Savaşı’nın en ünlü şahsiyetlerinden biridir. Yabancı dillerde Çanakkale Harpleri’nden bahseden ve daima Mustafa Kemal'in isminde düğümlenen kitaplar, yazılar, o zaman bile bir kitaplığı doldururdu.
Kendisine haber göndererek masalarına davet ederler. Ama Mustafa Kemal'in cevabı hem nazik, hem kesindir:
- Burada ev sahibi olan biziz. Kendileri misafirdirler. Onların bu masaya gelmeleri gerekir. (Olaylar ve Atatürk)
Atatürk ve Adalet
Birçok kimsenin düşündüklerinin aksine Atatürk’e ve istediklerine muhalif fikir söylemek kabildi. Hatta samimi olmak şartıyla makbuldü. O’nun her dediğine kavuk sallayan ekseriye kendi samimiyetlerinden şüphe edenlerdir. Şu hikaye buna ne güzel bir misaldir.
Atatürk bir Balıkesir seyahatinde kendisine Milli Mücadele’de yakın hizmetler etmiş bir kimsenin müracaatı ile karşılaştı. Bir mevzuda haksız olarak mahkum olduğunu söyleyerek şikayet etti. Atatürk:
- "Haklısın, meseleyi ben de biliyorum" dedikten sonra refakatinde bulunan genç bir adliye müfettişini çağırdı. Mevzuu anlattı ve kararın düzeltilmesini istedi. Müfettiş hikayeyi dinledikten sonra:
- "Efendimiz, karar bütün adli sıralardan geçtikten sonra tekemmül etmiş (yetkinleşmiş). Hükmün infazından başka yapılacak kanuni çare yoktur.
Atatürk:
- "Ama ben söylüyorum bu iş haksızdır. Çünkü ben işin usulünü biliyorum, dedi.
Genç adliye müfettişi ısrar etti:
- Efendimizin bu beyanı kanun nazarında bir değişiklik yapamaz. Adliye vekaletinin de bir şey yapmasına imkan yoktur.
Ortada soğuk bir hava esti. Şimdi bir fırtına kopacağına hüküm veriliyordu. Fakat, Atatürk şayanı hayret bir sükunla sordu :
- Peki, bir adli hata olursa kanun bunun tashihini öngörmez mi?
Müfettiş:
- Yeni delille mahkemenin tekrarı istenebilir.
O vakit, Atatürk, müracaat eden zata döndü:
- Beni şahit olarak göster. Onda yeni deliller olduğunu haber aldım diye iddia et. Ben mahkemeye gider ve şahitlik ederim.
Sonra adliye müfettişine döndü:
- Size teşekkür ederim, dedi ve müracaatçıya da.
- Neden bana vaktiyle müracaat etmedin? Zamanında gelir şahitlik ederdim. Beyhude mahkemeleri de kanunu da işgal etmezdin. Her vatandaş, hatta reisicumhur dahi olsa adalete hürmetle mükelleftir. (Münir Hayri Egeli)
Övülmeyi Sevmezdi
Atatürk bizden biridir.
Ulusuyla bütünleşme yöneliminin en tipik göstergelerinden biri de şu kısa öyküde belirlenir:
"Cumhuriyetin onikinci yıl dönümü için bir sıra dövizler hazırlanmıştı. Bunlar içinde şöyleleri vardı:
"Atatürk bizim en büyüğümüzdür", "Atatürk bu milletin en yücesidir", "Türk Milleti asırlardır bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı."
Listeyi dikkatle gözden geçirdi. Bunlar ve bunlara benzeyenleri çizdi. Hepsinin yerine şunu yazdı: "Atatürk bizden birisidir."
Mustafa Kemal Paşa Ve Yunan Kuvvetleri Komutanı Trikopis
Bütün bu taarruz esnasında Gazi'nin yanında bulunan arkadaşlar, Yunan Kuvvetleri Komutanı General Trikopis'in başkumandan çadırına nasıl getirildiğini şöyle anlattılar.
Trikopis, diğer esir kolordu ve fırka (tümen) kumandanları ile birlikte Gazi'nin huzuruna çıkarıldıkları vakit, hepsi çok heyecanlı ve bitkin halde imişler. Gazi, bunları oturtmuş, kendilerini teselli için bu gibi malubiyetlerin tarihte misalleri olduğunu, sevk ve idarede vazifesini bi hakkın yapmış iseler vicdanen müsterih olabileceklerini söylediği zaman Trikopis:
- "Askeri vazifemi tamamen yaptığıma eminim. Fakat asıl vazifemi maalesef yapamadım." diye intahar edemediğini anlatmak isterken Gazi:
- "O size ait bir düşüncedir." diye sözünü kesmiş ve harita üzerinde:
- "Şurada bir fırkanız vardı. Niçin onu şuraya almadınız. Filan yerdeki kuvvetlerinizi falan yere süreydiniz daha iyi olmaz mıydı?" gibi bazı tenkitler yapmış, Trikopis:
- "Ben öyle hareket etmek için emir verdim. Fakat (yanındaki kolordu komutanını gösterirken) bu yapamadı!" demiş.
Bu görüşmeler olurken esir fırka kumandanı yavaşça yanında bulunan zabitlerimizden birine:
- "Bizim ile konuşan bu general kimdir?" diye sormuş zabit:
- "Başkumandan Mustafa Kemal" deyince adam hayrete düşmüş:
- "Şimdi anladım biz niçin mağlup olduk! Bizim başkumandan İzmir'de vapurda oturuyordu!" diyerek derdini dökmüş. (İlginç Olaylar ve Anektodlarla Atatürk)
Sakarya Savaşı'ndan Dönüş
Sakarya Meydan Savaşı Türk Orduları'nın zaferi ile sona ermiş, Gazi Ankara'ya dönüyormuş. Yirmi gün geceli gündüzlü büyük bir endişe ve karamsarlık içinde yaşayan Ankaralılar, düşmanı yenen ordunun başkomutanına törenli bir karşılama düzenlemişler. Ankara garından başlayarak şehre doğru yolun iki yakasında sıra ile dizilen hükümet ve meclis üyeleri, memurlar, öğrenciler, esnaf ve halk, gazi geçtikçe alkış tutuyorlar ve arkasına katılarak büyük bir alay halinde ilerliyorlarmış.
Meclis binasının önüne gelinmiş, Gazi bakmış ki alayın başında bulunanlar yukarıya doğru yol almakta. Meğer bu tören şöyle düzenlenmiş: "Cemaat" halinde Hacı Bayram Veli'nin türbesine gidilecek, onun "yüksek maneviyatının yardımıyla" kazanılan bu büyük zafer için orada dua edilecek, sonra Meclis'e dönülerek nutuklar okunacak.
Gazi.
- Öyle şey olmaz, yurt toprağını karış karış kanını akıtarak ve canını vererek savunan Mehmetçiğin hakkını ben evliyalara kaptırmam! Deyip doğruca meclis binasına sapmış.
Ata bu olayı anlatırken sözüne şunu da kattı idi:
- Kimileri benim bu davranışıma kamunun inancını inciten yersiz ve davranış gözüyle bakmış olabilirler; ama ben, hele yurdun savunmasında, güvenilecek gücün evliyaların, yatırların "maneviyatı" olmayacağını hatırlatmayı artık zorunlu bulmuştum.
Ben, Cumhuriyeti Böyle Kazandım!..
Ankara, 10. Cumhuriyet yılının büyük ve ölçüsüz sevinci içindedir.şehir, baştanbaşa ışıklarla donatılmıştır. Eğlence yerlerinde her Türk, tam bir şuurla devrimin nimetlerini idrak ederek neşe içinde eğlenmektedir.
Atatürk, resmi baloların verildiği yerlere uğradıktan sonra Halkevi’ne de teşrif ediyor. Orada, milli ve mahalli giysileriyle coşan ve coşturan Türk köylüleriyle karşılaşıyor.
Bir gün bu milleti ve bu memleketi kurtarmak için atıldığı mücadelede kendisine yegane kudret ve kuvvet membaı olan bu temiz yürekli vatan evlatlarının neşelerinden son derece duygulanıyor.onları bir süre seyrettikten sonra, doğru Çankaya’ya teşrif ediyorlar ve:
-Efeleri buraya getiriniz!.. Emrini buyuruyorlar.
Efelerin Çankaya’da, Atatürk’ün sofrasında nasıl coştuklarını ve nasıl coşturduklarını anlatmaya imkan yoktur. Büyük Ata, sahnenin en heyecanlı bir anında, Ankara efelerinden birine soruyor:
- Efe, sen benim için ne yapabilirsin?
Efe tereddüt etmeden cevap verir:
- Her şey...
- Mesela?..
- Ölürüm...
Şimdi bütün dikkat Atatürk’e çevrilmişti.kimse konuşmuyor, onları dinliyordu. Atatürk, gözlerini etrafındakiler üzerinde bir kez gezdiriyor.sonra:
- Efe, diyor, sözünde samimi misin?
- Emir sizindir, Ata'm.
Atatürk, elini dizinin üstüne vuruyor:
- Koy başını buraya!...
Efe derhal başını Ata'nın dizlerine koydu ve başını koyar koymaz şakağında bir soğuk temas hissetti.bu, Atatürk’ün şakağına dayadığı tabanca namlusunun soğukluğuydu. Efe, bu soğuklukla beraber şakağına dayanmış bir tabanca olduğunu görmüş, fakat en küçük bir harekette bulunmamıştı.
Efe, Ata'sı için ölümü seve seve kabul edebilirdi. Fakat Atatürk, ona kıyacak mıydı?
Bütün yüzlerin rengi bir anda solmuş, heyecan son haddini bulmuştu. Nefes almaktan korkuyorlardı ve gözler Atatürk’ün elindeydi. Tabanca, efenin şakağına dayanmıştı. Fişek sürülmüş ve emniyet açılmıştı. Atatürk, bir saniye bile sürmeyen bu an içinde ve gözle fark edilemeyecek bir hızla tabancanın namlusunu şakağın yanından, belki bir santim kadar kaydırarak tetiği çekiyor.
Derin sükutu yırtan korkunç tabanca sesi...
Kalpler, sanki yerinden kopacak.
Hazır bulunanların hepsinin beti benzi kül rengini almıştır.
Fakat, efenin başı hala Ata’nın dizindedir ve efede en küçük bir kımıldanma yoktur.
Atatürk, efenin başını dizlerinden kaldırıyor, temiz alnını dudaklarına doğru çekiyor ve öpüyor.
Hala biraz önceki havanın tesirinden kurtulamamış olanlara:
- İşte, ben Anadolu Savaşını bunlarla ve böyle canlarını esirgemeyenlerle kazandım, diyor. (Nükte ve Fıkralarla Atatürk)