• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Asılsız Ermeni İddiaları

  • Konuyu açan Konuyu açan wien06
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

wien06

V.I.P
V.I.P
1915 Olayları ve Asılsız Ermeni İddiaları: 1915’te Türkler ve Ermeniler arasında gerçekten ne yaşandığını tam olarak anlamak için, 1915’ten önceki gelişmeleri incelemek gereklidir. Türkler ve Ermeniler 8 yüzyıldan daha uzun süre Anadolu’da barış içinde birlikte yaşamışlardır. Ermeni top-lumu, Osmanlı İmparatorluğu’nun “ayrıcalıklı” tebaası olarak İmparatorluk topraklarının hemen her yerine dağılmış, bakan, büyükelçi, vali, yüksek devlet bürokratı, ticari temsil-ci ve bu gibi diğer bazı görevlerde hizmet etmişlerdir. Kendi-lerine karşı hiçbir şekil ve biçimde ayrımcılık yapılmamıştır.

19. yüzyılın sonuna doğru zamanın “Büyük Güçleri”, Ermeni-leri Osmanlı’ya karşı kendi çıkarları için kullanabilecekleri önemli bir araç olarak görmeye başlamışlar ve Osmanlı İm-paratorluğu’nun doğu vilayetlerinde bağımsız bir devlet kurma vaadiyle Ermenileri Osmanlı yönetimine karşı kışkırt-mışlardır.

Fransız Devrimi’nin beraberinde getirdiği kavramlar ile Balkanlar’da bağımsızlık yolunda yaşanan gelişmeler, Er-menilerin bu yöndeki çabalarını artırmış ve 1880’den itibaren dernek adı altında çeşitli Ermeni çeteleri kurulmaya başlan-mıştır. Bunlardan 1887’de Cenevre’de kurulan Hınçak, 1890’da Tiflis’te kurulan Taşnak komiteleri başta gelmek-tedir. Her iki komite de Osmanlı İmparatorluğu toprakları içerisinde bir Ermeni devleti kurmayı hedeflemiştir. Daha sonra Osmanlı sınırları içinde de örgütlenen bu komitelerin kışkırtmaları sonucu çeşitli illerde Ermeni isyanları çıkmaya başlamıştır.

Ayrılıkçı Ermeniler, 1. Dünya Savaşı’nın başlamasını ve Osmanlı Devleti’nin İhtilaf Devletleri’ne karşı savaşa gir-mesini büyük bir fırsat olarak görmüşlerdir. Bunlar, 1. Dünya Savaşı sırasında isyan ederek işgalci Rus ordusu ve diğer yabancı kuvvetlerle iş birliği yapmış, Türkler ve diğer Müs-lüman sivillere yönelik acımasız ve toplu katliamlar yaparak Rus işgalini kolaylaştırmak için Osmanlı askerlerine saldırıp

Bu belge tehcir edilen Ermenilere yapılan mezalim hakkındaki şikayet üzerine,Amerikan
hükûmetince görevlendirilen Gragoy Vis başkanlığındaki heyetin Bursa’da yaptığı incelemeler sonucu, durumun hiç de böyle olmadığının, Rumlar ve Ermenilerin hayatlarından
memnun bir şekilde yaşadıklarının bir belgesidir.


ikmal yollarını kesmiş, telgraf hatlarına ve tren yollarına sabotajlar düzenlemişlerdir. 1914 sonu ve 1915 başında Osmanlı topraklarında 21 isyan çıkmış, bu dönemde 100 binden fazla sivil Müslüman, Ermeni çetelerince öldürül-müştür. Nitekim Ermeni Millî Delegasyonu Başkanı Boghos Nubar Paşa’nın Fransa dışişleri bakanına gönderdiği mektup-ta Ermenilerin İtilaf Devletleri’nin yanında savaşan taraf olduğu; İngiliz, Fransız ve Rus ordusunda Ermeni gönüllüler bulunduğu yazmaktadır.

Osmanlı hükûmeti, Mayıs 1915’te, karşı karşıya kaldığı bu muazzam iç ve dış tehdit karşısında, aynı durumla karşıla-şan herhangi bir ülkenin tereddüt etmeden alacağı bir sa-vunma tedbirine başvurarak, sadece savaş bölgelerinde yaşayan ve ancak ülkenin askerî gücüne karşı gelen, casus-luk yapan ve haince davranışlar içerisinde bulunan grupların savaş alanı dışına sevk edilmelerini öngören bir yasayı kabul etmiştir.

4 maddeden oluşan söz konusu yasa Türkiye’de ve dünya-da bu konu ile ilgili tüm kurum ve kuruluşların incelemesine sunulmuştur. Osmanlıca yazılmış olan bu metin incelen-diğinde görülecektir ki, yasanın yer değiştirme ile ilgili bölümü 2. maddesidir ve aynen şöyle denilmektedir: “Ordu, müstakil ordu ve fırka kumandanları, askerî güçlere karşı gelen, casusluk ve haince davranışlar içerisinde olan köy ve kasaba halkını tek veya toplu olarak diğer mahallere sevk ve iskân ettirebilirler.”

Bu yasada dikkat edilmesi gereken önemli hususlar şunlardır:

1- Kanunda sadece Ermenilerden söz edilmemiş, savaş içe-risinde bulunan bir ülkenin askerî gücüne karşı gelen, casusluk yapan ve haince davranışlar içerisinde bulunan herkes kastedilmiştir.

2- Ülke sınırları dışına çıkarılmaları değil, sınırlar içinde bu-lunan fakat savaş alanı dışındaki bölgelere doğru yer de-ğiştirmeye tabi tutulmaları istenmiştir.

3- Savaş hâlinde olan her ülke; kendi askerine karşı gelen, casusluk yapan ve haince davranışlar içerisine giren grupları, özel mahkemelerde tek veya toplu olarak yargılar, “vatana ihanet” suçundan idam cezasına çarptırır ve cezasını infaz ederdi. Ancak Osmanlı İmparatorluğu, böyle bir yolla etkisiz hâle getirme yerine, savaş alanı dışına çıkarmak gibi insani bir yöntemi tercih etmiştir.

4- Savaş dışı ve sorunsuz bölgelerde yaşayan Ermeniler bu uygulamanın dışında kalmışlardır. Böylece; İstanbul, Edirne, Kastamonu, Aydın, Antalya ve İzmir gibi birçok ilde yaşayan Ermeniler bu yasa ve karardan hiç etkilenmemişlerdir. Ayrıca savaş bölgelerindeki illerde yaşayan Katolik ve Protestan Ermeniler de bu karar dışında kalmıştır.

Bu yasa ve karar, şu veya bu ideolojinin bir uzantısı olarak belli bir ırk veya zümreye yönelik olmuş olsaydı sadece savaş bölgelerinde değil, ülke topraklarının tamamında yer değiştirmeler yapılırdı. Kaldı ki yaşlılar, hastalar ve yetim çocuklar da sevk dışı tutulmuştur.

Yukarıda belirtilen hususlar dikkate alındığında görülmekte-dir ki, yer değiştirme yasası, sadece savaş koşullarının ve bu koşullarda bazı Ermeni grupların silahlı saldırılarının so-nucunda alınmış bir tedbir kararıdır.

Ayrıca, 30 Mayıs 1915 tarihinde söz konusu yasanın nasıl uygulanacağına dair Osmanlı idarecileri tarafından bir de yönetmelik hazırlanmış ve bu yönetmelik ilgili bütün birim-lere gönderilmiştir. Yönetmelik maddeleri de aynen şöyledir:

1- Nakledilenler, taşınabilir bütün mallarını ve hayvanlarını yanlarında götürebileceklerdir.

2- Yerleşecekleri yerlere sevk edilenlerin yolculuk sırasında canlarının, mallarının korunması, yiyecek temini ve istirahat-leri geçtikleri yerlerdeki yönetim makamlarına aittir. Bu hususta gerçekleşecek ilgisizlikten sıralı olarak bütün me-murlar sorumlu tutulacaktır.

3- Yerleşme yerine gelenler, gerektiğinde ayrı olarak inşa edilecek köy ve kasabalara, gerektiğinde ise mevcut köy ve kasabalara yeni evler inşa edilerek yerleştirileceklerdir. Köyler sağlığı korumaya uygun, tarım ve bayındırlığa müsait bölgeler seçilerek kurulacaktır.

4- Köy oluşumunda devlet arazileri yanında, devlet bünye-sinde olan çiftlikler ve köyler de kullanılabilecektir.

5- Yeni yerleşim bölgesinde kurulacak köy ve kasabalarda halkın nüfus kaydına esas olacak sağlamlıkta, hane itibarı ile her ailenin; ismi, şöhreti, yaşı, sanatı, geldiği ve yer-leştiği yerin adları düzenli olarak bir kütüğe kaydedilecektir.

6- Gelen ailelerin beslenmeleri, evlerinin yapımı gibi her tür-lü zaruri ihtiyaçları “Göçmenler Ödeneği”nden karşılanacak-tır.

7- Yer değiştirmeye tabi tutulanların yiyecek ve iskân ihti-yaçlarının karşılanması ve çabuklaştırılması, sağlıklarının ko-runması ve refahlarının temini işleri o mahallin en büyük mülki amirine ait olacaktır.

8- İaşe ve iskân işlerinin temini için yeterli sayıda memur alma ve atama işlerinde valiler yetkili olacaktır.

9- Yer değiştirmeye tabi tutulanlara, ayrıldıkları yerdeki eko-nomik durumları dikkate alınarak uygun miktarda arazi verilecektir.

10- Sanatla uğraşanlara uygun miktarda sermaye ve işlet-mesi için gerekli araç ve gereçler verilecektir.

Tüm bu önlemlere karşın, savaş şartları, yerel düşmanlık ve intikam duyguları nakil sürecinde kafilelere yönelik saldırılar düzenlenmesine neden olmuştur. Hükûmet bunları önle-meye çalışmıştır. Nitekim, devlet otoritesinin güçlü olduğu bölgelerde Ermeni kafilelerine yapılan saldırılar oldukça sınırlı olmuştur. Savaş zamanında yiyecek ve diğer ihtiyaç malzemelerinin yetersiz olması, ağır iklim koşulları ve tifüs gibi salgın hastalıkların başlaması da can kaybının artma-sına yol açmıştır. Esasen, bu zaman dilimi bütün Anadolu in-sanının aynı kaderi paylaştığı bir dönemdir.

Yakın tarihe bakıldığında, 1973’te başlayıp 1986’ya kadar süren 13 yıllık bir dönem süresince muhtelif Ermeni terör örgütleri Türk diplomatlarına yönelik olarak yapılan yaklaşık 200 saldırının sorumluluğunu üstlenmiş, 34’ü diplomat olmak üzere 58 Türk ile 16 başka uyruklu kişiyi öldürmüş, yüzlerce kişiyi de yaralamıştır. Ermeni örgütleri ayrıca Ermeni terörüne mali katkıda bulunmayı reddeden kendi halkından kişileri de hedef seçmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni düşmanlığına hiç rast-lanmamıştır. Ermeniler Osmanlı toplumu ve bürokrasisi ile tamamen bütünleşmiş bir toplumdur. İttihat ve Terakki Par-tisi başta olmak üzere Osmanlı siyasal partilerinin hemen hepsinde Ermeniler etkin görevler üstlenmişlerdir.

Soykırım suçunun tanımı, 1948 tarihli BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde yapılmıştır. Söz konusu sözleşmenin 2. maddesine göre, “soykırım” su-çunun temel ögesini, belli bir grubun tamamını veya bir bö-lümünü yok etmeye yönelik “niyet” oluşturmaktadır. Ermeni iddiaları, BM Soykırım Anlaşması’nın suçun ispatına yönelik asgari standartlarını bile karşılamaktan uzaktır. Soykırım id-diasında bulunan çevreler, uzun yıllardır süren ısrarlı çaba-larına rağmen, Ermenileri yok etme niyetini gösteren tek bir belge bile bulmayı başaramamışlardır. Bunun aksine, Os-manlı hükûmetinin yerel makamlara, yer değiştiren Ermeni-lerin korunması talimatını içeren birçok Osmanlı belgesi mevcuttur. Ermeni militanlar, kendi hükûmetlerine karşı silahlanmışlardır. Irkları, etnik kökenleri veya dinlerinden dolayı değil, silahlı faaliyetleri nedeniyle yer değiştirmeye tabi tutulmuşlardır.

Ermeniler tarafından öldürülen Türk diplomatlar
 
Uluslararası hukuka göre, sadece yetkili mahkeme soykırım suçunun işlenip işlenmediğine karar verebilir. Bu mahkeme, topraklarında soykırım yapıldığı iddia edilen devletin mah-kemesi veya yetkili bir uluslararası ceza mahkemesi olabilir. Bu tür yetkili bir mahkemenin kararının olmaması durumun-da, soykırım suçunun “hukuki” olarak varlığı kabul edilemez ve soykırım iddiası yasal zeminde savunulamaz veya ileri sürülemez.

Kaldı ki, 1. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında, İtilaf Dev-letleri ordularının İstanbul ve diğer bölgeleri işgal etmelerini müteakip, birkaç yüz Osmanlı siyasi ve askerî lideri ile aydını savaş suçlusu oldukları iddiası ile İngilizler tarafından Malta Adası’na gönderilerek hapsedilmişlerdir. Bu arada İstanbul’da da aynı suçlama ile çok sayıda kişi tutuklan-mıştır. İstanbul ve Malta’da tutuklu bulunan kişiler hakkında suç kanıtlarının bulunabilmesi için, İstanbul’u işgal eden İtilaf Devletleri’nin güçleri tarafından Osmanlı arşivlerinde geniş çaplı araştırmalar yapılmıştır. Ancak, o dönemde İs-tanbul’da ve Malta’da tutuklu bulunanlar hakkındaki iddiaları ispat edebilecek nitelikte bir delil bulup mahkemeye suna-mamışlardır.

Osmanlı arşivlerinde, değil soykırım böyle bir niyeti taşıyan bir belgeye dahi rastlamayan İtilaf güçleri, bu defa İngiliz arşivleri ile ABD hükûmetinin Washington’daki arşivlerinde geniş çapta araştırmalar yapmışlardır.

Bu araştırmalar sonucunda Washington’daki dönemin İngiliz Büyükelçisi R. C. Craigie’nın, Lord Curzon’a gönderdiği me-sajda şu cümleler yer almaktadır: “Malta’da tutuklu bulunan Türkler aleyhine delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey olmadığını bildirmekten üzüntü duyuyorum... Yeterli delil oluşturabilecek hiçbir somut vakıa mevcut değildir.” Sonuç olarak, Malta’da tutuklu bulunanlar kendilerine hiçbir suçla-ma dahi yöneltilmeden 1922 yılında serbest bırakılmışlardır.

Ermeni soykırımı asılsız bir iddiadır: Bu bağlamda, hakkında herhangi bir yetkili uluslararası mahkeme kararı bulunmadığı gibi, başlatılmak istenen bir mahkeme süreci de, delil bulunamadığından dolayı tutukluların serbest bıra-kılması ile sonuçlanmıştır. Bu itibarla Ermeni soykırımı asılsız bir iddiadan daha ileriye gidememiştir.

Çoğu zaman hafıza ve tarihî gerçekler birbirleriyle örtüşme-mektedir. Dolayısıyla bir toplumun belirli bir olayla ilgili hafı-zasını diğer bir toplumun aynen benimsemesini istemek doğru değildir ve haksızlıktır. Türk ve Ermenilerin ortak ta-rihlerinin bir dönemini ilgilendiren 1915’te yaşanan acı olaylar konusunda da durum tam olarak budur. Bu nedenle, Türkiye, öteden beri tarihin tartışmalı dönemlerinin tarihçiler tarafından değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Söz konusu döneme dair birincil kaynakları oluşturan Osmanlı arşivleri, askerî arşivler de dâhil olmak üzere bütün araştır-macıların hizmetine sunulmuştur. Türkiye, 1. Dünya Savaşı şartları altında yaşanmış, Türk ve Ermeni halklarının ortak tarihlerini ilgilendiren dönemin tarihçiler ve uzmanlar tarafın-dan araştırılmasını teşvik etmekte, bu döneme dair kaleme alınan bütün eserler, Türkiye’nin tezini desteklesin veya desteklemesin, ülkede özgürce okuyucuyla buluşabilmek-tedir.

İki ülkenin ortak tarihini ilgilendiren dönemin tarihçilerce incelenebilmesi için 2005 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ermenistan Cumhurbaşkanı Koçaryan’a bir mektup göndererek, iki ülke tarihçilerinin bir araya gelmesi ve bu tarihçilerden kurulacak bir Ortak Tarih Komisyonunun söz konusu dönemi öncesi ve sonrasıyla Türk, Ermeni ve ilgili üçüncü ülkelerin arşivlerinde incelemeleri ve bulgularını bütün dünyaya açıklamaları teklifinde bulunmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclis de 13 Nisan 2005 tarihinde yayınladığı bir bildiriyle yapılan bu tarihi teklifi bütünüyle desteklediğini ilan etmiştir.

Türklerin ve Ermenilerin ortak tarihini ilgilendiren söz konusu döneme ilişkin görüş ayrılıklarını samimi ve açık bir diyalog yoluyla ortadan kaldırmayı amaçlayan Ortak Tarih Komis-yonu önerisi hâlen masadadır. Bu teklifin Ermenistan tara-fından kabulü, iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin normalleş-tirilmesine de katkıda bulunacaktır.
 
Geri
Top