Son bir kaç cümle söylemeliydim belki. Konuşmayı denemek lazımdı. Kendimi ifade etmeliydim belkide. Belki ifadenin gücünde bir çok şey kazanacaktık. Birbirimizin kalbini örneğin, dikkatini, samimiyetini, ilgisini ve en çok da inancını. Demek ki bizim bunlarda gözümüz yokmuş. Oysa sustukça sıra bize gelmesin diye bile konuşmak lazımdı. Sustukça halı altına süpürülmesin diye susulanlar. Oysa biz ne çok şey konuşmuştuk susarak.
Ama artık çok geçti ve ben yine susmayı seçtim. Nasıl olsa dinleyen olmayacaktı. Dinlediğini sandığım kadın kendi sesinden başka hiç bir şeyi duymamaya başlayalı hayli zaman olmuştu. Sonuçta ben kararlıydım, gidecektim. Bu saatten sonra konuşmak bardaktan yere dökülen sütü toparlamaya çalışmak gibi bir şey olurdu. Çok şey ziyan olmuştu artık. Ne bir zamanlar sevdiğim kadın toparlaya bilirdi söylediklerini ne de benim ihtiyacım vardı buna. Bir an düşündüm. Yoksa ben mi sebeptim onun, kendini aşan bir şekilde tepeden boşalır gibi, sadece olumsuzlukları sıralamasına? Oysa konuşmamam savaşmamaktı artık. Ben beyaz bayrağı çoktan çekmiştim ve o hala bunu görememişti. Ne çok şey vardı oysa söyleyecek. Sevgiye, paylaşıma ve geleceğe dair. Ama artık kelimeler bile baltalanan ağaç kökü gibi darbelenmişti işte. Kendimde hata ararken geriye bakıyor ama bu susmanın ne zaman başladığını bile hatırlamıyordum.
Belki de artık bütün gizemli kelimeler çözülmüş ve bütün sır dolu satırlar anlaşılmıştı. Alışkanlıktan çıkan bütün huzurlu konuşmalar artık rahatsız edici uzun monologlara dönüşmüştü. Tek taraflı talepkar cümlelerdi yoran aslında. Lafın gerisini merakla dinletmeyen bencil ihtiyaçlar. Gereksiz ve anlamsız gelen bütün taleplerin ardında yatan egoyu çözdüğümde belkide bitti dinlemelerim. Paylaşımlarım. Karşımdaki bir egoydu nihayetinde, tatmin edemediğim. Karşımdaki bir egoydu konuşmaya başlayınca susturamadığım ama konuşursa çözerim sandığım. Oysa boş konuşarak aşkı da çiğ çiğ yediğimiz günlermiş meğer bunlar. “Karşındakini çözünce aşk biter” dediler. Aşk değildi biten. Konuşmasına izin verdikçe üzerimde egemenlik kuran bir güçtü yenik düştüğüm. Konuştukça kendini haklı sanan bir yenilgiydi karşımda duran. Ben de dinleyerek onu daha iyi tanımaya başlayan bir başka egoydum sonuçta. “İşte seni çözdüm!” diye düşmanı yerle bir ettiğimi sanan diğer mağluptum ben. Oysa ne fazla konuşmaktı birbirimizi çözmemizi sağlayan ne de fazla susmaktı marifet. Aslında beslemekmiş ihtiyaç duydukça birbirini. Aslında tanıdıkça çözdüğün, çözdükçe tanıdığın insanı sevmekmiş olayın özü. Benim için o konuştukça daha fazla dinlemeyi istemekmiş aşk. Onun için ise aşk ben dinlenilecek kadar konuştuğumda susmakmış. Bir tahterevallide düşmeden oynamakmış bütün marifet. En mühimi ise konuşabilmekle konuşmayı bilmek arasındaki ince çizgiyi fark etmekmiş asıl denge.
Ama artık çok geçti ve ben yine susmayı seçtim. Nasıl olsa dinleyen olmayacaktı. Dinlediğini sandığım kadın kendi sesinden başka hiç bir şeyi duymamaya başlayalı hayli zaman olmuştu. Sonuçta ben kararlıydım, gidecektim. Bu saatten sonra konuşmak bardaktan yere dökülen sütü toparlamaya çalışmak gibi bir şey olurdu. Çok şey ziyan olmuştu artık. Ne bir zamanlar sevdiğim kadın toparlaya bilirdi söylediklerini ne de benim ihtiyacım vardı buna. Bir an düşündüm. Yoksa ben mi sebeptim onun, kendini aşan bir şekilde tepeden boşalır gibi, sadece olumsuzlukları sıralamasına? Oysa konuşmamam savaşmamaktı artık. Ben beyaz bayrağı çoktan çekmiştim ve o hala bunu görememişti. Ne çok şey vardı oysa söyleyecek. Sevgiye, paylaşıma ve geleceğe dair. Ama artık kelimeler bile baltalanan ağaç kökü gibi darbelenmişti işte. Kendimde hata ararken geriye bakıyor ama bu susmanın ne zaman başladığını bile hatırlamıyordum.
Belki de artık bütün gizemli kelimeler çözülmüş ve bütün sır dolu satırlar anlaşılmıştı. Alışkanlıktan çıkan bütün huzurlu konuşmalar artık rahatsız edici uzun monologlara dönüşmüştü. Tek taraflı talepkar cümlelerdi yoran aslında. Lafın gerisini merakla dinletmeyen bencil ihtiyaçlar. Gereksiz ve anlamsız gelen bütün taleplerin ardında yatan egoyu çözdüğümde belkide bitti dinlemelerim. Paylaşımlarım. Karşımdaki bir egoydu nihayetinde, tatmin edemediğim. Karşımdaki bir egoydu konuşmaya başlayınca susturamadığım ama konuşursa çözerim sandığım. Oysa boş konuşarak aşkı da çiğ çiğ yediğimiz günlermiş meğer bunlar. “Karşındakini çözünce aşk biter” dediler. Aşk değildi biten. Konuşmasına izin verdikçe üzerimde egemenlik kuran bir güçtü yenik düştüğüm. Konuştukça kendini haklı sanan bir yenilgiydi karşımda duran. Ben de dinleyerek onu daha iyi tanımaya başlayan bir başka egoydum sonuçta. “İşte seni çözdüm!” diye düşmanı yerle bir ettiğimi sanan diğer mağluptum ben. Oysa ne fazla konuşmaktı birbirimizi çözmemizi sağlayan ne de fazla susmaktı marifet. Aslında beslemekmiş ihtiyaç duydukça birbirini. Aslında tanıdıkça çözdüğün, çözdükçe tanıdığın insanı sevmekmiş olayın özü. Benim için o konuştukça daha fazla dinlemeyi istemekmiş aşk. Onun için ise aşk ben dinlenilecek kadar konuştuğumda susmakmış. Bir tahterevallide düşmeden oynamakmış bütün marifet. En mühimi ise konuşabilmekle konuşmayı bilmek arasındaki ince çizgiyi fark etmekmiş asıl denge.