• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Aşk ve Sevgi hakkında Arşivlik Mevzuular

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
20. yüzyıldan devraldığımız Aşk Endüstrisini 21. yüzyılda da büyütmeye kararlıyız. Diziler, filmler, kitaplar, hediyeler, reklamlar, giysiler, takılar, parfümler, sabunlar,... kısacası her ürün aşka bulanarak raflara konuyor. "Kocası yerine deterjanına aşık olan kadınlar", "aşkı uğruna çikolatasından vazgeçmeyen erkekler" 21. yüzyılın aşka koşan insan manzaralarından. Biz aşkı çok sevdik. Anneler Günü buluşundan sonra Sevgililer Günü ikinci büyük buluş oldu. Ama Babalar Günü hala satış grafiklerinde bu iki günü yakalayamadı. Bir Sevgililer Günü maniası peydah oldu ki sorma gitsin. Kredi kartı ekstrelerinden, sms mesajlarına dek her yerde aşk eşantiyon olarak verildi. Aşkın doğuşunu laboratuvar ortamına alıp kameralar altında aşık adaylarını izlemeye koyulduk. Ünlülerin aşklarına pek bir merak saldık. "Tek gecelik ilişkileri"ni aşk olarak satmak ünlülerin de işine geldi. Bizler de yalan olduğunu bilsek de bu yalandan rahatsız olmadık. Lady Diana'nın yaşadığı acı dolu aşk hikayesinin benzerleri her gün yaşanıyor olsa da onlara daha çok üçüncü sayfada kanlı haberler olarak yer verip Lady Diana'yı ayrı tuttuk. Jeniffer Lopez ile Ben Affleck mi yoksa Jeniffer Aliston ile Brad Pitt mi diye iddialara girdik. Tom Cruise'un Nicole Kidman'dan ayrılmasına içerledik. İbrahim Tatlıses'in Derya Tuna'dan ayrılmaması için ana haber bültenlerini devreye soktuk. Sinan Çetin'in Film Gibi dramasında aşıkların ayrılıklarının bitmesi için kendimizi dua ederken bulduk. Kısacası, sözün özü, netice olarak, son tahlilde efendim "aşk" 21. yüzyılda da satış grafiklerine paralel olarak maraton koşmaya devam edecek.
 
Aşk ve Sevgi hakkında her şey...

Gizli bir el kalkış hazırlanan otobüse binmek için seni sürükler gibiydi. Sanki kalmak istiyordun. “baharda dönerim” demiştin hatırlıyor musun ?” Sakin beni unutma bekle.”
Ben seni unutmadım sevgili, ben seni unutmadım. Bütün kış baharda döneceğin günün hayaliyle ısındım. Minik öpücüklerle uyandırıp güneşin doğuşunu gösterecektim sana. Çiçeklerin, denizin, kumasalın, güneşin tadına birlikte varacak , gün batımlarında denizle birleşen ufuk çizgisini birlikte seyredecek, ay ışığında mutluluk şarkımızı söyleyecektik.
Yalan değil kaçamak sevdalara takıldım yokluğunda bir süre. Sana benzeyen her şeyi sevdim ben. Sevdiği her şeyde senden izler vardı. Aradığımı buldum sandım ama yanıldım , bulduğum sen değildin. Olmadık zamanlarda aklıma düştün, zamansız yaralandım. Her sabah seni bulmak için yolara düşmek geldi içimden ama gidemedim .
Yalnızlığın acısıyla gurur satın alır oldum her gece. “Gelir” dedim kendi kendime, “Söz verdi gelmesi gerek.” Bekledim.Kendimi param parça hissetim ama yine de sana kızamadım.Unuttum kötü sözlerini Unuttum kapında bekletildiğimi.Unuttum telefonlarıma cevap vermediğini, kavgalarımızı unuttum.
Bir tek seni unutmadım sevgili, bir tek seni unutamadım. Hep dönmeni bekledim. Zamanla alıştım acılara , ölüm ilanlarında kendiliğinden siline adreslere. Alıştım sevdiklerimin yokluğuna. Ama yalnızlığa alışamadım, hasrete alışamadım, sensizliğe alışamadım. Hep dönmeni bekledim.
Olamadı gülüm bir araya gelemedik. Oysa daha yolun başındaydık, tomurcuktuk daha çatlamaya hazır. Bahar gelmeden ayrıldık. Şimdi artan yalnızlığım , büyüyen yokluğu var . duvarlarda gözlerinin izi , kapı kollarında parmak izlerin saklı. Sen neredesin sevgili, varlığın nerede ?. bir mevsim döndü , sen dönmedin .
Düşlerim böyle dağınık değildi eskiden. Kara bulutlar gibi kümelenip bir yere, acılarım yüreğimde çöreklenmişti gece yarılarında. Özlemlerim hiç bu kadar olmamıştı gün ışığına. Hasret bu kadar büyümemişti. Şimdi göçebe olmuş yüreğimle her sabah yeni yolculuklara çıkıyorum. Umudun türküsünü söylüyorum öksüz bakışlarımla....
 
İşte aşk bu
Ölemiyorum bile…

Şişirip yelkenleri, açılma vaktin gelmiştir denize. Bilirsin ki ne fırtınalar, ne deli dalgalar beklemektedir seni.

Korkarsın, terk edemezsin limanı, bir köşesine sığınırsın. Kabullenmesen de artık aşk bitmiştir, İşte son bu...

İçin hep hüzün doludur, bir türlü kabullenemezsin bittiğini. Gözlerinin içine bakıp seni seviyorum demesini beklersin. O sözler hiç çıkmayacak o dudaklardan bilirsin. Yinede umudun yeşildir, İşte hayal bu...

Gururlusundur, istenmediğin yerde durmazsın. An olur ki ne olur bitmesin dersin. Bu sözlerin dudaklarından nasıl çıktığına kendin bile inanamazsın. Oysa o yüzüne bakıp sadece gülümser, İşte acı bu...

Ondaki sıcaklığı kimsede bulamayacağını düşünürsün. Kimse onun gibi gülemez, onun gibi dokunamaz dersin. Ve kimseyi onun kadar sevemeyeceğini bilirsin. Kahredip başını eğersin önüne. İşte hüzün bu...

Nefes alamaz hale gelirsin, daralır için. Bir kaç saatlik derin bir uykuya hasretsindir. Bilirsin ki gözlerini kapasan da terk etmeyecektir hayali. Atarsın gecenin kollarına kendini, İşte huzur bu...

Ondan gelecek tek bir haberi umutsuzca beklersin Bir de beklemek ölüm gibi gelir insana böyle zamanlarda. Aslında ölüm fikride garip değildir artık sana. Geri dönerse diye ölemezsin bile, İşte sabır bu...

Hayat devam ediyordur ama her şey yarımdır, hep bir yanın eksik. Yüreğin eskisi gibi atmayacaktır, başka aşklarsa seni kandırmayacaktır. O başkalarıyla, mutlu bir hayatı yaşıyor olsa da, yine de sevginden vazgeçemezsin. İste aşk bu...
 
EĞER' değil, 'ÇÜNKÜ' değil, 'RAĞMEN' sevin...

Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış bu yazıyı. “Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir diye başlıyor. Ama sevgi nedir?, nerede bulunur?, biliyor muyuz?” diye soruyor. Sonra anlatmaya başlıyor... Sevgi üç türlüdür.
Birincinin adı 'Eğer' türü sevgi. Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar. Örnekler veriyor: eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim.
Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim.
Toyotome en çok rastlanan sevgi türü budur diyor. Karşılık bekleyen sevgi.
Yazara göre evliliklerin pek çoğu 'Eğer' türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar.
İkinci tür: 'Çünkü' türü sevgi...
Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: Bu tür sevgide kişi bir şey olduğu,
bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır. Örnek mi? Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin (Yakışıklısın). Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki. Seni seviyorum.
Çünkü bana o kadar güven veriyorsun. Seni seviyorum.
Biri dışa gösterdikleri öteki yalnızca kendilerinin bildiği. İnsanlar sandıkları kişi
olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse korkusu buradan doğar.
İkincisi de ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa endişesidir.
Japonya'da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla
parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişana bozup onu terk etmiş.
Daha acısı ayni kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler,
artık çirkin olan kızlarını. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne kurulmuş olduğundan bir günde ölmüş. Güzellik kalmayınca sevgi de
kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş...
Japon yazar toplumlardaki sevgilerin çoğu 'Çünkü' türündendir ve bu tür sevgi,
kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür diyor.
Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne? Ve işte sevgilerin en gerçeği:
Üçüncü tür sevgi: 'Rağmen' ...
Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için?
Eğer türü sevgiden farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için Çünkü türü sevgi de değil.
Bu üçüncü tür sevgide, insan Bir şey olduğu için değil, Bir şey olmasına rağmen sevilir. Esmeralda, Quasimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına Rağmen sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda'ya çingene olmasına rağmen tapar. Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Bunlara rağmen sevilebilir.

Her şeye rağmen sevmek... sevilmek ya da...
Gerçekten de güzel ve özel... “Çünkü”ye ve “Eğer”e gerek kalmadan..
 
Eflatuna sorulan iki soru
İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışı nedir?’ Eflatun;

Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler.

Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler.

Yarınlarından endişe ederken bugünü unuturlar. Sonuçta, ne bugünü ne de yarını yaşarlar.

Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.

Peki sen ne öneriyorsun?’ demişler. Bilge yine sıralamış;

Kimseye kendinizi ‘sevdirmeye’ kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi sevilmeye’ bırakmaktır.

Önemli olan; hayatta, en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır.

Sevmek, sevilmek, sevdirmek..
Insan sevgiye kendinden baslamali.
Kendini sevmeyen baska bir varligi
sevemez....Yani sevgiyi sevmeyi bilemez.
Dolayisiyla sevilemez de.
 
Sevmek
Kişi sevdiğiyle olmak ister!.

Sevdiğinin hâliyle hâllenir… Sevgisi kadarıyla, onunla yaşar!.

Sevginin ne olduğunu tam olarak bilemediğimiz için,
çoğunlukla, “beğeni” ile “sevgi”yi birbirine karıştırırız..

“Beğeni” yanında “sahip olma” arzusuyla açığa çıkar!.


Bir nesneden hoşlandığında, beğendiğin şeye sahip olmak ve
üzerinde tasarruf edebilmek arzusuyla yaşarsın…

Bu tüm mahlukatta çok yaygın bir duygudur!.

Kimi, beğendiğini cebine sokar;
kimi beğendiğine tasma takıp yanında taşıyarak onunla hava atmak ister;
kimi yakalayıp inine sürükler… Her mahlûk yaradılış fıtratına göre,
beğendiği üzerinde tasarruf etmek ister.

“Sevmek” ise bundan çok farklıdır…

Sevince, yanlızca sevdiğin için yaşamak istersin!.

Yalnızca yanında olmak, yalnızca onun olmak,
yalnızca onun zevk aldığıyla zevk alıp, sevmediğinden kaçmak istersin!
Sevdiğin öylesine sarmıştır aklını, fikrini, ruhunu ki, her şey sana,
onu hatırlatır; yanında iken bile onun içinde olmak istersin!…
Yakınlık bile uzak gelir sana!…

Sen kaybolursun, sende; sevdiğin kalır yalnızca, beyninde!..

Onun bakışıyla bakar, onun değerlendirmesiyle değerlendirir,
onun diliyle konuşmaya başlarsın!. Gözün ondan başkasını görmez,
kulağın ondan başkasını duymaz,
elin ondan başkasına uzanmaz olur!.

Her an sana sahip olmasını; varlığının, tasarrufunun her an
üzerinde olmasını, her an seni kucaklamasını istersin!…
Bedensel yakınlık bile, korkunç uzaklık gibi gelir sana;
ve onunla tek bir beden, tek bir ruh, tek bir şuur olmayı dilersin!.

Sevgi, fıtratın müsait ise, sevdiğinde yok edesiye yakar seni;
ve gün gelir kaşında-gözünde, yüzünde-dilinde
sevdiğini görürler de, “sen o olmuşun” derler!

Beğenen sahip olmak ister…

Seven ise sevdiğinde yok olur; feda eder her şeyi sevdiği uğruna!.

Bazılarının da sevgi kokusu sürülür üstüne; “aşığım” sanır!.
Ama sevdiği uğruna, fedakarlık etmeye gelince sıra,
o koku siliniverir üzerinden “kopamama” sabunuyla!.

Parasından kopamaz… Mevkiinden kopamaz…
Yakınlarından kopamaz… İçinde yaşadığı ortamın
güzelliklerinden kopamaz… “Etraf”tan kopamaz!.

Derken kusurlar belirmeye başlar sevdiğini sandığının üzerinde…
Eksiklikler görmeye başlar başlar, yetersizlikler görmeye başlar…
Bunlar önce acıma duygusuna dönüştürür sevgisini;
uzaktan acıyarak seyretmeye başlar…
Sonra tatlı bir anıya dönüşür, sevgi sandığı duyguları!.
Bu tecrübe gösterir ki, onun fıtratında sevgi programı yoktur!..
Beğeniyi, sevgi sanmıştır!..

Uzaklaşma ondan gelmemiş de, karşısındakinden gelmişse,
bu defa “nefret”e döner “beğeni”; ondan intikam alma duygusu
gelişir içinde; ve vicdanla intikam dalgaları arasında
bir o yana bir bu yana sürüklenir durur; terkedilmişliğin, uzaklaşmanın,
layık olmadığını yaşamanın sanısı içinde!..

Oysa yanlızca, fıtratında olmayan gerçek sevginin sonuçlarını yaşamaktadır!.
Cüzdanı için, güzelliği-yakışıklılığı için, kendisine hoş gelen huyları için,
mevkii-koltuğu için, ilmi için beğenmiştir; sevdiğini sanmış;
sahip olamayınca da arzusuna erişememenin düş kırıklığı içinde kopmuş;
yalnızca çıkarları doğrultusunda yaşamayı tercih etmiştir…

Seven ise göze almıştır kopmayı… Dışlanmayı…
Paradan-puldan, namdan nişandan, dosttan akrabadan uzak kalmayı…

Fıtratından gelir sevgi!. Kulluğu sevmek üzeredir!.
Onunla, sevmeyi yaşamak istediği için yaratmıştır onu Yaratan…
O yüzden kopar anadan-babadan; dünyadan paradan!

Seven, karşılıksız sever!…

Beğenen karşılığını ister!.

Benim istediğim gibi yaşarsan seni boğarım sahip olduklarıma, der beğenen!..
Onun zaten fıtratında yoktur sevgi, bilmez aşkın ne olduğunu!..
Ne üzere yaratılmışsa, odur tüm meşgalesi… Karınca gibi çalışır;
maymun gibi çiftleşir; aslan gibi yavrularına sahip çıkar…
Ama pervane gibi sevemez!. Atamaz kendini ateşe!.

Sevgi sonunda yanmayı getirir!.. Beğeni ise sonunda kaçmayı!.

Beğenen mahlûkat çoğunluğuna göre, “sevgi” delilikten bir türdür!..
Anlamazlar onlar, sevdiği uğruna, etraf ne derse desin deyip,her şarta katlanmayı!
Ve “delillik bu” derler…

Beğenme bir tür “hobi”dir!…
Bazen ömür boyu sürer, bazen bir kaçyıl, bazen bir kaç ay!..

Sevgi bir ömür boyudur!…
Bitmez, tükenmez, bazen durulur, bazen coşar ama hiç gerilemez!.
 
Kayıp bir adrese mektuplar
Bilirim kirlenen kentinde kirli karlar yağıyor kalbine. Üşüme nolur, bir dilek tut yine de, sana emanet verdiğim yıldızıma. Bana karanlığını bırak sadece, kederle üşüyen yalnız kuşları bırak bana. Nasıl olsa bir cinayet zanlısıyım, çünkü öldürdüm kendimi, uçurumlara binbir kırık gülüş savurdum. Çağladığın tüm mevsimleri ateşe verdim sürülmüşlüğümle.

Çekip gittiğim tüm şehirler senden yana, ellerim çirkinleşiyor ve kötürüm geceye naat yazıyorum. Umut adına bindiğim tüm trenler gecikiyor, umursamıyorum, nasılsa yok beni benden başka bekleyen. Kurşuni bir sessizliğe fısıldıyorum kahkahalarımı, meczup gözlerimi kendim oyuyorum. Kendim asıyorum kendimi, sensizliğin sokağında kurulu darağacına. Beklenen baharlarda beklenen yağmurlar da yağmadı ve kupkuru kalan bir çölde susan benim. Seni bekliyorum akrebi kayıp bir saatin altında, cebimdeki cinayet suretlerinden tanı beni ve ateşe vermeden hasta bedenimi sakın bakma gözlerime, delirebilirim.

İmlasız bir güze konuğum şimdilerde. Yıldızlar küskün biraz, mevsimler düşlerim kadar yorgun. Kırmızıdan daha uzun türküler de yok artık dilimde. Adını uzak dostların unutulmuşluğuna sakladım. Uzun yolculuklardan bıktım usandım. Yurdum dediğim her yer yangınlar içinde. Değiştirebilirim sanırken beni evreni, dünyayı ve her şeyi; sen değişmeyen bir dipnot olarak kaldın böğrümde. Şiirlerime bulaşan gözlerimi yakıyorum kızıl bir akşamın gurubunda; ellerim, yüzüm kapkara. Ve de yüreğim...

Sağlıcakla kal ey Yar! Akşam olduğunda donuyorsa ellerin acımasız ayazlarda, çocuklar korkuyla bakıyorsa yüzüne, sevgi adına tutunduğun her dal kırılıyorsa, devriyeler basıyorsa sokağınızı, gideceğin tüm yollar kapalıysa, vakitsiz karlar vuruyorsa yamacına, dokunduğun çiçekler soluyorsa, bil ki ben yaşıyorum. Ve bembeyaz saçlı çocuklar taşıyorken ahımı, ben onulmaz vaktinde çıkıp geleceğim mahşerin tam orta yerine sadece senin için.
Sağlıcakla kal ey Yar!
 
Belki sıra sizde

Dünyanın sesini duyabiliyor musunuz? Hiç aşık oldunuz mu? Siz misiniz, orda mısınız, yaşıyor musunuz? Hani sihirli saatleri vardır ya yaşamın; bir ihtimal her sabah pencerenizin kenarına gelen ve sizi uyandıran güvercinin kanat seslerinde saklıdır saniyeleri, bir ihtimal sonbaharın her gelişinde yapraklarını yerçekimine teslim eden kestane ağacının yalnız fakat bir o kadar mağrur duruşunun kişisel direnişinde! Kim bilir muhtemelen, saniyelerini çıkartıp dakikalarına ekleseniz ucundan da olsa yakalayabilirsiniz yaşamın sihirli saatlerini. Bülbülde olabilirsiniz gül de. Aşk yanı başınızdadır çoğu vakit, dikkatli bakılacak bir çift gözde; belki dünyanın sesinde, belki de sıra sizde!

Bülbül güle sevdalı ama gül çok nazlı. Bülbül bekler gülün yollarını, gül hiç mi hiç olmaz oralı. Bülbül bir adım atar gül iki adım kaçar. Bülbül aşıktır güle, gül ise malum. Bilindik hikayelerin yazılmayan kelimelerinde ve yazılan aşkların bilinmeyen hikayelerinde o da meyillidir bülbülün gönlüne. Zamanın ötesinde ve ararken sonsuzluğun sorularına en ümitli cevapları, yaşam tüm heybetiyle sunar hiç bitmeyecek yarınlarını biz insanlara. Ah çekeriz işte o anda, ah bir de gülün şu dikenleri olmasa...

Bülbül güle dedi ki: ”O kadar çok merak ediyorum ki seni. Kim bilir şu an ne düşünmekte, ne yapmaktasın? Aşkım sonsuz. Hadi aç kapılarını gönlünün bana. Anlat sırrını usulca, aydınlat sana giden karanlık yolları, bana bir yol göster; yani dedim ya, belki de demedim ama demek üzereyim, seçenek koy önüme. Beni sen yap güneşli aşk mevsimlerinde. Umutsuzluğuma biraz yarın biraz, biraz belki, elin değmişken biraz da ümit ver, şöyle tek bir silkinişte dağıt puslu tahminlerimi sonra da aç kapılarını gönlünün, yavaşça anlat sırrını bana!’’
Gül bülbüle cevap verdi: ’’Benim sırrım sende saklı. Eğer beni seveceksen olduğum gibi sev. Benden bir şey bekleme, ihtiyaç duyma sevgime. Karşılıksız sev. Sen bülbülsün ben gül. Gönlüme güven olmaz ki. Bir bakarsın yanı başındayım, bir nefes kadar yakında; bir de bakarsın çoktan gitmişim uzaklara, bir acı kadar gerçek; kendi yalnızlığımdayım...’’

Bülbül güle yalvardı adeta: ”Dur gitme! Eğer gidersen, sen gidersen o kadar anlamsızlaşır ki her şey. Bak oldu ki gittin diyelim, ama gitmezsin, olmaz ya gelmeyeceksin bir daha, ama gitmedin ki, bir düşün bakalım nasıl çekilir sabahları bu şehrin, nasıl söner neon ışıklı sokak lambaları bir anda, bir anda nasıl ıssızlaşıverir en kalabalık caddesi ve nasıl esmez yeni yaşamlar getiren rüzgarı. Bir düşün bakalım ben ne yaparım sensiz. Her anımda bir sen, her sende bir ben gizli; hayır gidemezsin! Eğer gidersen, sen gidersen sonu gelir kelimelerimin. Gitme...’’

Gül sevdalı ama kararsızca: ’’Sen misin bunları söyleyen bana. Gerçek misin acaba? Beni ne kadar tanıyorsun. Aşksa eğer bu sonuna kadar gider misin?Düşünmeden, korkusuzca seveceksin. Anlamıyor musun hala, benden yar olmaz sana. Ne istersin, neden karıştırırsın aklımı? Vazgeçmiyorsun hala, o kadar mı güçlü aşkın. Sen nereden çıktın?’’

Bülbül son bir umutla: ’’Herhangi bir saati paylaş benimle. Anlatayım sana o zaman her şeyi. Sadece dinle beni, cevap vermesen de olur boşuna yorma kendini. Issız gecelerde yıldızlara nasıl hükmettiğimi dinle mesela, nasıl adını yazdığımı gökyüzüne ve sabah olunca görmeyesin diye nasıl sildiğimi gece bulutlarının yardımıyla. Sesini duyunca nasıl geride bıraktığımı sabahsız günleri ve nereye ne için gittiğimi öğren. Cevap vermesen de olur sadece dinle beni.’’

Gül cevapladı son kere: ’’Boşuna yorma kendini. Ben aşkımı sözcüklerin ulaşamadığı yerde yaşarım. Bana anlatma bana bak: Bazen tek bir bakış, binlerce kelimeden daha etkilidir ve asla emin olamazsın hiçbir şeyden, çünkü gerçeğin rengi gridir. Gerçeksen eğer devam et beni sevmeye. Hem bak hala gitmedim, gidemedim...’’

Aşk yanı başınızdadır çoğu vakit. Bülbülün sonsuzca yalvarışında ve gülün bilinmez sevdasında çıkar karşınıza. Dünyanın sesidir aşk! Eğer istiyorsanız, duyarsınız. Zamanın ötesinde ararken sonsuzluğun sorularına en ümitli cevapları, yaşam tüm heybetiyle sunar size hiç bitmeyecek yarınlarını ve bülbül misali ah çekersiniz o anda: ’’Ah birde gülün şu dikenleri olmasa...’’
 
Ben ençok eski yaralarımı sevdim

En kolay onlarla başedebildiğim için mi bilmiyorum ama ben en çok eski yaralarımı sevdim. Bir daha kanamıyorlardı eski yaralar artık. Bir daha o eski acıyı aynı kıvamda yaşatmıyorlardı bana. Onlarla barışmayı öğrenmiştim zamanla. Ve artık bir yaradan ziyade iz olarak yer alıyorlardı hayatımda.

Geçmişimi hatırlatıyordu bana eski yaralarım. Kim olduğumu onlar mırıldanıyordu bana geçmişimden. Deneyimlerimin adıydı aslında eski yaralarım. Ve deneyimlerime duyduğum saygıyı esirgemiyorum eski yaralarımdan da.

Acıyı onlar öğretmişti bana bir zamanlar.
Acıyı yaşamayı, acıyla birlikte yol almayı, vicdanın sesini dinlemeyi, hoşgörüyü, acıyı bal eylemeyi, olgunlaşmayı onlardan öğrenmiştim.
Yeni sevdalara doludizgin dalabilmeyi onlar sayesinde öğrendim. Onlar güç verdi bana hayat kavgasında. Çelikten sinirlere sahip olmayı onlara borçluyum en çok...

En iyi danışmanlarım onlar oldu yaşayıp giderken. Çıkmazlara girdiğimde, yolumu şaşırdığımda en çok onlarla konuştum. Onlara bakarak arttırdım dayanma gücümü.

Kendimi sevmeyi, kendime değer vermeyi, kendimle arkadaş olmayı eski yaralarım hatırlattı bana sık sık... Ben en çok eski yaralarımı sevdim. Ya siz...
 
Hani bir an gelir....
Hani bir an gelir...
Ve söylenmez söylenir olur!
...
Hani bir an gelir...
Mutluluk pembe bir mendil gibi savrulur loş odada!
....
Hani bir an gelir...
Bir an gelir...
Hani bir göz bir göze gelir.
Hani,öyle bir an gelir ki;
an " gelinmez " yoolarla en "varılmaz" yolların , senle ben arasındaki yarda boyun büktüğünü görürsün...
Bu yar, iki yar arasıdır!....
Her yar iki yar arasıdır!...
Ve üstelik;
Yaralar yar 'a benzer,
Her yar yaraya benzer!
Yar başımda duruşum ;
Yar' e naraya benzer!...

Halbuki gök yerin...
Halbuki gök yar'ın...
Halbuki gök yarin içindedir bu mesafelerde
......Veya ,gök mavi bir hançer gibi dalıvermiştir de toprağın içine; şimdi toprak kendi içindeki koca bir yarayı yar bilmiş...Kendini parçalayan koskoca yaraya türbedar olmuştur!!!

Halbuki hep...
Hep iki yardır.
Bir yar başında duran...

Her yar , yari gördüğüm rüyadır!...
Yolun biri gözlerinden başlar senden içeri gider ; diğeri gözlerimden benden içeri....
Bir yar oluşur her yarin arasında bir boşlukta!...
Ben , yarın bir duvarı olup sana bakarım bu yandan ....Sen yarın bir duvar olup o yandan bana bakarsın !...Ve en derinimden gelip en derinine gidebilecek yok ile , en derinimden çıkıp en derinime inebilecekolan gökkuşağı " bakışlarımızda " kopar!..
Biz sarılmadıkça.....
Yarlar kaldıkça yar'lar arasında!...

Hani bir an gelir....
Ve söylenmez sözler söylenr olur!
Hani biran gelir....
Mutluluk pembe bir ipek mendil gibi savrulur loş oda da !

Hani bir an gelir....
Bir an gelir....
Hani bir göz bir göze gelir ....
Hani bir an gelir...
Bir an ....
Bakışlar düğümlenir.
Bütün yaralar silinir .
Sıra sevdalar söylene gelir.
__________________
 
Geri
Top