Atatürk: Film Çektiniz De Oynamadım Mı?

kelebek

-ütopik-
V.I.P
Atatürk, kendi görüntüsü yok diye Kurtuluş Savaşı filmini yetiştiremeyenlere şöyle çıkışmıştı:

“Film çektiniz de oynamadım mı?”

Geçen hafta “Türkiye’nin Kalbi Ankara” filmi Cumhurbaşkanlığı’nın internet sitesine girince birçokları bu filmin Atatürk’ün isteğiyle Sovyet sinemacılar tarafından çekildiğini öğrendi.

Oysa bu tek örnek değildi. Atatürk 1922’den itibaren sinemayla ilgilenmiş, devriminin filminin çekilmesini istemiş, filmde kendisi de oynamaya razı olmuş, ancak sonucu göremeden ölmüştü

İstanbul’un kurtuluşu sıralarıydı.

Kemal Film’in sahibi Şakir Bey, kameraman Cezmi Ar’ın evine gitti:

“Hemen hazırlan. Gazi İzmit’e gidiyormuş. Biz de filmini çekeceğiz” dedi.

Heyecan içinde yola koyuldular.

Sabah Mustafa Kemal Paşa’nın izlediği askeri geçit törenini kayda aldılar. Gazi’yi de çekmek istiyorlar, ama söylemeye cesaret edemiyorlardı.

Cezmi Ar, korkarak izin için haber yolladı.

Gazi az sonra kendisini yanına çağırdı:

“Çekinmeyin” dedi, “sinema sanatının icabatı ne ise söyleyin hemen tatbik edelim.”

Bunun üzerine cesaretlenen Cezmi Ar, hemen kamerasını kurdu ve Gazi’nin yakın plan filmini çekmeye başladı.

O anki duygularını sonradan şöyle anlatacaktı:

“Son derece fotojenikti. Kamera karşısında gayet rahat hareket ediyordu. Nihayet ‘Kafi mi’ diye sordu. ‘Kafi Paşam, sağolun’ dedim. Etrafımızda toplananlara hitaben,

‘-İlerde bugünleri göremeyenlere iyi bir ibret hatırası olur bu resmigeçit’ dedi.”

Öyle de oldu. Yıllar sonra bugün hala her milli bayramda ekranlara yansıyan İzmit gezisine dair görüntüler, Cezmi Ar’ın kamerasından çıkmadır.

Savaş ve sinema
vaş yeni bitmiş, şimdi kendini Türkiye’ye ve dünyaya anlatma savaşı başlamıştı. Ve Gazi, bu savaşta en güçlü silahın sinema olduğunu keşfetmişti.

Nitekim sonradan kurtuluş savaşında TBMM Ordu Film Çekme Merkezi’nin çektiği filmleri bütün halkın izlemesini isteyecekti.

Erman Şener, “Kurtuluş Savaşı ve Sinemamız” kitabında (Dizi Y.,1970) kurtuluş savaşıyla ilgili ilk filmin yapımına 1922’de başlandığını yazar. Yani zafer kazanıldığı anda, zaferin filmi için de çalışma başlamıştır.

“Zafer Yollarında” adlı bu yapım, savaş sırasında çekilen belge filmlerden kotarılmıştı. Bunlar yetmeyince kurtuluş savaşına dair kimi canlandırmalar yapılıp filme eklendi.

Film ancak 1934’te bitebildi. Ama Atatürk memnun kalmadı. Filmin genişletilmesini emretti.

Hemen bir komite kuruldu. Kemal Film’in savaş sırasında çektiği 47 haber filminden de yararlanılarak 3 kısımlık film, 12 kısma çıkarıldı.

“Çağırdınız da oynamadık mı?”

Atatürk 1937’de Nurettin Baransel’e filmi sordu.

“Henüz tamamlanamadı” dedi Baransel:

“Çünkü size ait sahnelerin çoğu hareketsiz resimlerden ibaret…”

Gazi kaşlarını çattı ve şöyle dedi:

“Ben hayattayım. Milli mücadeleye ait bütün evrakım, kılıcım, çizmem halihazırda mevcut olduğuna göre çağırdığınız anda bana düşen vazifeyi yapmadım mı? Böyle bir teklif karşısında kalsam memnuniyetle kabul eder, bir artist gibi filmde rol alır, hatıraları canlandırırdım. Bu, milli bir vazifedir. Çünkü Türk gençliğine bu mücadelenin nasıl kazanıldığını canlı olarak ispat etmek, hatıra bırakmak bu filmle mümkün olacaktır.”

Ama olmadı.

Kendi filminde oynamaya ömrü vefa etmedi.
 

MÜNİR HAYRİ EGELİ ANLATIYOR:​


“Film yapmak teyyare uçurmak gibi teknik iştir. Sanat ateşi lazımdır, ama yetmez”

“Bir gün Atatürk beni Çankaya’ya çağırttı:

-Bir Amerikan film şirketinden mektup aldım. Bizim inkılabımıza dair bir film yapmak istiyorlar. Çok güzel. Ama bu, bizim işimiz olmalıdır. Sen bir senaryo düşün’ diye emir verdi.

‘-Bu senaryo benim hayatımla, mesela bir öğretmenin hayatını eşit olarak yürütmelidir’ dedi.

Bana bir kart uzattı. Senaryoyu dikte etmeye başladı.

Senaryo bittiği zaman ellerim tutulmuştu.

‘-Bunu derle, toparla, yaz’ dedi.

Hemen gittim, yazdım.

İki gün sonra, emri veçhile yaverine verdim.

Bir gün sonra üzerinde Atatürk’ün el yazısıyla bir zarf geldi. Senaryoyu okuyan Atatürk sayfa sayfa tashih etmiş, birçok yerlerini de uzun uzun ilave etmişti.

En sonunda ‘Tekrar göreceğim’ yazıyordu.

Senaryoyu yeniden işledim. Kendisine takdim ettim. Mareşal ve Afet Hanımefendi’ye de okutmuş. Recep Peker’e vermiş. Recep Bey beni çağırttı:

‘-Bu senaryonun film olması için ne lazım’ diye sordu.

Bir bütçe yaptım, verdim.

2-3 gün sonra Necip Ali Bey beni çağırttı:

‘-Yahu senin istediklerin yüz bin lira tutar, sen deli mi oldun’ dedi.

Akşam Çankaya’da Atatürk benden film hakkında izahat istedi.

‘Bunları temin edersek bu filmi yapabilir misin’ diye sordu.

Tereddütsüz ‘Yaparım’ dedim.

Atatürk, ‘Ben bu çocuğun nefis itimadına (özgüvenine) bayılıyorum’ dedi.

Sonra bana döndü:

‘-Film yapmak tayyare uçurmak gibi teknik bir hadisedir. Sanat ateşi lazımdır ama yetmez’ dedi.

Necip Ali’ye döndü:

‘-Münir Hayri’yi Almanya ve İtalya’ya göndereceğiz. Rejisörlük öğrenecek. Paranız, tahsisatınız yoksa ben veririm’ dedi.

3 gün içinde ben Atatürk’ün şahsi mektupları ile bu memleketlere hareket ettim. (..)

Almanya’dan, İtalya’dan, Rusya’dan ayrı ayrı ‘Rejisörlük edebilir’ belgeleriyle döndüğüm zaman Atatürk,

‘-Şimdi senaryoyu bir daha gözden geçirelim’ demiş ve çalışmaların sonunda düzeltilen senaryoya şu cümleyi koymuştu:

‘-Düzeltmelerden sonra iyi bir film olur.’

Ancak biz kendisinden bazı parçaları filme almakta iken Atatürk rahatsızlanmıştı.”

(Bilinmeyen Yönleriyle Atatürk, Berikan, 2001)
 

MÜNİR HAYRİ EGELİ ANLATIYOR:​


“Film yapmak teyyare uçurmak gibi teknik iştir. Sanat ateşi lazımdır, ama yetmez”

“Bir gün Atatürk beni Çankaya’ya çağırttı:

-Bir Amerikan film şirketinden mektup aldım. Bizim inkılabımıza dair bir film yapmak istiyorlar. Çok güzel. Ama bu, bizim işimiz olmalıdır. Sen bir senaryo düşün’ diye emir verdi.

‘-Bu senaryo benim hayatımla, mesela bir öğretmenin hayatını eşit olarak yürütmelidir’ dedi.

Bana bir kart uzattı. Senaryoyu dikte etmeye başladı.

Senaryo bittiği zaman ellerim tutulmuştu.

‘-Bunu derle, toparla, yaz’ dedi.

Hemen gittim, yazdım.

İki gün sonra, emri veçhile yaverine verdim.

Bir gün sonra üzerinde Atatürk’ün el yazısıyla bir zarf geldi. Senaryoyu okuyan Atatürk sayfa sayfa tashih etmiş, birçok yerlerini de uzun uzun ilave etmişti.

En sonunda ‘Tekrar göreceğim’ yazıyordu.

Senaryoyu yeniden işledim. Kendisine takdim ettim. Mareşal ve Afet Hanımefendi’ye de okutmuş. Recep Peker’e vermiş. Recep Bey beni çağırttı:

‘-Bu senaryonun film olması için ne lazım’ diye sordu.

Bir bütçe yaptım, verdim.

2-3 gün sonra Necip Ali Bey beni çağırttı:

‘-Yahu senin istediklerin yüz bin lira tutar, sen deli mi oldun’ dedi.

Akşam Çankaya’da Atatürk benden film hakkında izahat istedi.

‘Bunları temin edersek bu filmi yapabilir misin’ diye sordu.

Tereddütsüz ‘Yaparım’ dedim.

Atatürk, ‘Ben bu çocuğun nefis itimadına (özgüvenine) bayılıyorum’ dedi.

Sonra bana döndü:

‘-Film yapmak tayyare uçurmak gibi teknik bir hadisedir. Sanat ateşi lazımdır ama yetmez’ dedi.

Necip Ali’ye döndü:

‘-Münir Hayri’yi Almanya ve İtalya’ya göndereceğiz. Rejisörlük öğrenecek. Paranız, tahsisatınız yoksa ben veririm’ dedi.

3 gün içinde ben Atatürk’ün şahsi mektupları ile bu memleketlere hareket ettim. (..)

Almanya’dan, İtalya’dan, Rusya’dan ayrı ayrı ‘Rejisörlük edebilir’ belgeleriyle döndüğüm zaman Atatürk,

‘-Şimdi senaryoyu bir daha gözden geçirelim’ demiş ve çalışmaların sonunda düzeltilen senaryoya şu cümleyi koymuştu:

‘-Düzeltmelerden sonra iyi bir film olur.’

Ancak biz kendisinden bazı parçaları filme almakta iken Atatürk rahatsızlanmıştı.”

(Bilinmeyen Yönleriyle Atatürk, Berikan, 2001)
 
Atatürk ileri görüşlülüğünü burada da göstermiş. O dönemlerde büyük kitlelerin hurafe ve gavur icadı diye yaklaşmadıkları bir çok yeniliği kendisi önderlik ederek kabullenmişti. Tıpkı şapka devrimi, tıpkı harf inkılabı, tıpkı takvim saat ve ölçülerdeki değişiklikler gibi, tıpkı soyadı kanunu, kılık kıyafet, demiryolu ağı hakkındaki düşünceleri vs vs.

Kısaca radikal, ileri görüşlü ve doğru bildiğini korkmadan uygulayan bir adamdı. Kim derdi Selanik'te doğmuş sıradan bir ailenin çocuğunun Atatürk olacağını. Ruhu şad olsun.
 
Geri
Top