Suriye’ye Gidişi
Balkanlarda, Osmanlının Avrupa yakasında bir liman şehri Selanik’te doğmuş olan Atatürk, hayatının ilerleyen dönemlerinde Suriye, Trablus gibi ülkelere giderek görevler yapmış, buralarda yaşadıkları ve görüp geçirdiklerinden dersler çıkarmış, geleceği kurarken bunlardan faydalanmıştı. O’nun çocukluk ve gençlik dönemi Osmanlının fırtınalı günler yaşadığı, içeride ve dışarıda askerî ve siyasî kargaşa ve çöküntülerin kol gezdiği bir dönemdi. Bu fırtınalı dönemde Mustafa Kemal Paşa ülkenin geleceği ile ilgileniyor, mutlakiyet rejimine karşı hürriyetçi fikir ve hareketlerden yana tavır koyuyordu. Harp akademisini bitirdikten sonra tayin beklerken, içinde bulunduğu bu tür faaliyetlerin fark edilmesi, O’nun Suriye macerasını yaşamasına sebep olacaktı.Okul yıllarında çıkardıkları bir gazete sebebiyle soruşturma geçirmiş olan Mustafa Kemal Paşa ile birlikte birkaç arkadaşı, 1905’te akademiyi bitirdikten sonra tayin beklerken faaliyetlerini devam ettirmek üzere bir apartman kiralarlar. Ara sıra toplanıp memleket meselelerini görüştükleri bu mekan, daha önce askerlikten (okuldan) atılan Fethi isminde bir arkadaşlarının kendisini de barındırmaları isteğini kabul ederler. Tabii ki, bu arkadaşın Abdulhamit’in hafiyelerinden olduğunun farkında değildirler. Bir süre sonra bu arkadaş marifetiyle yakalanıp tutuklanırlar ve birkaç ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılırlar. Okul Müdürü Rıza Paşa’nın tavassutu ve dişe dokunur bir suç ve delilin olmayışı serbest bırakılmalarını sağlamıştır. Olay, Rıza Paşa ile İsmail Paşa’nın rekabeti, suçların delillendirilememesi, memleketin böyle genç subaylara ihtiyacı olduğu gibi farklı gerekçelere dayandırılarak açıklanmaya çalışılır. Hatta Mustafa Kemal Paşa’nın uyanık ve akıllı olmasından dolayı merkezden uzaklaştırılması ihtiyacı doğduğunu söyleyenler bile vardır. Ama gerçek olan Mustafa Kemal Paşa’nın staj için Şam’a, 5. Ordu’ya tayini, kimilerine göre sürülmesiydi. Görev bölgesinden ayrılması da yasaktı. Mustafa Kemal Paşa bu kararı biraz da kinayeli bir şekilde, “Güzel, biz gideceğiz, bu çölde yeni bir devlet kuracağız.” ifadesiyle karşılamıştı.
Buraya kadar özetlemeye çalıştığımız gerekçe ve şartlar içinde, 5 Şubat 1905’te 5. Ordu- 30. Süvari Alayı’na tayin edilmesiyle Şam’a gitme kararıyla karşı karşıya kalan Mustafa Kemal Paşa, 10 Şubat 1905’te İstanbul’dan ayrılır. Bu yolculukta yanında sürgünlerden yine 5. Orduya tayin edilen Müfit (Kırşehirli) de yol arkadaşıdır. Ayrıca Ali Fuat da 4. Orduya tayin edilmiştir. Sekiz günlük bir yolculuktan sonra Beyrut limanına varılmış ve oradan da kara yoluyla, at sırtında Lübnan’ı geçerek Şam’a gidilmiştir. Beyrut’a daha önceden gelmiş olan bir subay arkadaşları kendilerinin de orada kalmalarını, burada İstanbul’u özlemeyeceklerini söylemişti. Ancak onlar Şam valisi Hakkı Paşa’ya tekmil vermek zorundaydılar. Beyrut’taki bu gibi arkadaşlarıyla yaptıkları toplantılarda, Mustafa Kemal Paşa asıl meselenin yıkılmak üzere bulunan imparatorluktan bir Türk devleti çıkarmak olduğunu söylüyordu. Suriye hayatı da bu düşüncesini perçinlemiş, daha sonraki hayatında yararlanacağı önemli tecrübeler kazanmasına yardımcı olmuş, askerlik ve inkılâpçılık hayatında önemli izler bırakmıştır.
Şam Günleri
Suriye’nin eskiden beri ünlü başkenti olan Şam, bu şanına yaraşır tabiî ve tarihî güzellikleriyle bölgenin halen de, olabildiğince mamur ve bayındır merkeziydi. Bu hareketli sayılabilecek merkez bazıları için rahat bir sürgün yeri sayılabilirdi. Ancak Mustafa Kemal Paşa için kapalı ve tutucu bir şehirdir. Burası bilinçli bir seçimdi. Merkezi otorite ile çatışma halinde olan genç subaylar enerjilerini, burada isyancıların devlete itaatini sağlamak için harcayacaklar, devletin yararına hizmette bulunacaklardı. Bu faaliyetler içinde tecrübe ve deneyim kazanarak olgunlaşacaklardı. Osmanlı levantenlerine göre, Türkler sadece savaşa elverişliydiler.Öyleyse bu genç subayın gitmesi gereken yer de savaş meydanı olmalıydı. Bu beklentilerin paralelinde olmasa da, Atatürk ve arkadaşlarının bu gibi görevlerden çıkardığı dersler, Cumhuriyetin temellerinin atılması ve yeni Türk devletinin yapılanmasında ortaya çıkacaktı.Mustafa Kemal Paşa şehrin fazla dikkat çekmeyen bir yerinde iki odalı bir ev kiraladı. İlk anda Ali Fuat ile beraberdiler. Sonra Ali Fuat Güney Arabistanlı bir kabile şeyhi olan İbni Suud’un yanına gönderildi.
Mustafa Kemal Paşa artık hayatın ve gerçeğin içindedir. İlk zamanlarda alaylı komutanlar, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşını küçümseyerek işlere pek karıştırmak istemediler. Hatta ilk anda düzenlenecek bir operasyonu haber vermediler. Bu oldu bittiye karşı gerekli tepkiyi gösteren Mustafa Kemal Paşa, ondan sonra kendisini daha da mesleğine vererek çalıştı. Kısa sürede özellikle alt rütbeli, mektepli subaylar gözünde itibarını arttırdı. Şam’da 5. Ordu hizmetinde kaldığı üç yıl içinde Suriye’nin hemen her yerini çeşitli görevlerle dolaşan Mustafa Kemal Paşa, memleket idaresindeki aksaklıkları, ordunun eğitimindeki ve görev ifasındaki yanlışlıkları yakından gördü. Bazı arkadaşlarıyla bir araya gelerek “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni” kurdu ve çevrede şubelerini açtı. Çeşitli askerî sınıflarda staj yapmak bahanesiyle Beyrut, Yafa ve Kudüs gibi merkezlere giderek cemiyetin şubelerini kurdu. Bu çalışmalara rağmen kayda değer bir ilerleme sağlanamadığı görülüyordu. Bu durumda Mustafa Kemal Paşa, bu işin Balkanlarda daha çabuk mayalanacağı düşüncesindeydi ve daha sonra Suriye’den Balkanlara gitmek isteyecekti.
Mustafa Kemal Paşa Şam’a geldiğinde alayını Suriye güneyinde yaşayan ve sürekli isyan halinde olan Dürzilere karşı bir sefer hazırlığında buldu. 5. Ordu’ya bağlı 29. ve 30. Alaylarda görev alan Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşı Müfit Özdeş kumandaya karıştırılmak ve görev verilmek istenmemişti. Alayın harekât için harekete geçtiğini bir arkadaşlarından haber almışlardı. 30. Alay kumandanına gittiklerinde dertlerini anlatamamışlar ve kendilerinin stajyer olduğu, asıl komutanın görevini aldığı, kendilerinin Şam’da kalmalarının uygun görüldüğü söylenmişti. Ordu Kumandanına gittiklerinde de kabul edilmemişler ve harekata davetsiz misafir olarak katıldılarsa da dışlanmışlardı.
Havran’daki Dürzi isyanını bastırma harekâtı 11 Mart 1905’te başlamış, 4 ay kadar sürmüştü. Mustafa Kemal Paşa özellikle komuta ettiği birlikle bulunduğu Kunaytıra halkı ile sıcak ve dostane ilişkiler kurmuştu. Halk ile doğrudan ilişkilere girerek, otoritenin soğuk yüzünü ısıtmaya ve müşfik tarafını göstermeye çalışmış, kısmi başarılar da sağlamıştı. Mustafa Kemal Paşa 1905 Temmuz’unda Şam’a döndü. Bu dönemde Mürettep Kumandanı Lütfi Bey’le de dost olmuştu. Harekât sırasında İsyancılara ulaşamayan birtakım askerlerin sade vatandaşlara davranışlarını yadırgamıştı. Ayrıca buradaki sorumluların İstanbul’u da yanılttıkları görüşündeydi. Bu tip olayları engelleme konusunda elinden gelen mücadeleyi yapmak da O’nun karakteri icabıydı ve öyle de yaptı. O’nun bu tavırları ve alayının eğitimindeki başarılarıyla askerler arasında, hatta samimî ve insanî yaklaşımlarıyla yerli halk arasında güven ve saygınlık kazandı.
Şam, Mustafa Kemal Paşa’nın memleketin kurtarılması konusunda düşündükleri açısından elverişli görünmediği gibi, halk ilgisiz, sosyal hayat cansız, ekonomik durum iç açıcı değildi. Mustafa Kemal Paşa’nın bakış açısından şehir, Orta Çağı yaşamaktaydı. Karanlık basınca sokakta hayat duruyordu. Şam’ın zenginleri ve orta hallileri Berdan nehriyle sulanan bahçelerde zevk ve sefa içindeyken, kenar mahalleler ve halkın alt tabaka sayılabilecek unsurları arasında sefalet, sıkışıklık, sıcak ve bıkkınlık hâkimdir. Bazı geceler şehri dolaşan Mustafa Kemal Paşa, kaldırımlarda, evlerin önlerinde, eski püskülere sarınıp uyuyan insanlar görüyor, onlara acıyordu. “Hayat bu mu?” diye düşünüyordu. İşin kötüsü onlar durumlarını anlayamıyor, taassup ve cehalet, gerçekleri görmelerini engelliyordu. İşini bilmeyen! askerler bile sefalet yaşamaktaydı.
Bu ortamı ve memleketin genel durumunu düşünen Mustafa Kemal Paşa, bazen gerçekleri kabullenmeye çalışır, “vatanımız, milletimiz bu. Bunlara layık görülen bu sefaletin sorumlusu bunlar değil.” diye düşünürdü. Devlet ve millet hem birbirleriyle, hem kendi içlerinde kıran kırana boğuşmaktadırlar. Yolsuz, mektepsiz, hastanesiz, fabrikasız, asayişsiz, emniyetsiz bir vatan. İşte bu düşünceler içinde Vatan ve Hürriyet Cemiyeti Mustafa Kemal Paşa’nın tek avuntusu oldu.
Mustafa Kemal Paşa Şam ve Havran’da süvari stajını tamamladıktan sonra piyade stajı için Yafa’ya, deniz kıyısına gönderildi. Burada da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin şubesini açtı.
Vatan ve Hürriyet Cemiyeti
Mustafa Kemal Paşa Şam’ın bu boğucu havası ve umutsuz toplumu için bir şeyler yapmak istiyor ve bu topluma hayat vermek istiyordu. Bunun için tek yol olarak da siyasal eyleme geçmekti. Bu tek başına olacak bir iş değildi ve etrafa yayılması gerekliydi. Toplumun bu hareketin içine çekilmesi gerekiyordu. Ancak bunun için de önce halka önderlik edecek ve onları yönlendirecek teşkilatlanmanın yapılması gerekiyordu. Esasında Mustafa Kemal Paşa’nın daha çocuk yaşlarındaki davranışları ve hareketleri bu konuda liderlik yapabileceğini açıkça göstermişti. Şam’a sürülmesinin sebebi de bu değil miydi? İstanbul’daki baskı ve kontrolden uzak bölgeler gizli dernek kurmak ve faaliyetleri sürdürmek yönünden daha rahattı, hatta daha cazipti.Mustafa Kemal Paşa bu avantajdan yararlandı. Davası için silah arkadaşlarından bir kısmını kazanmaya çalıştı. Bazı yakın arkadaşları da İstanbul’dan uzaklara sürülmüş oldukları için durum elverişliydi. Yafa, Kudüs, Beyrut ve Şam komutanlık karargahlarında kendisiyle aynı görüşte yeterince arkadaşı vardı. Bunları telkinleriyle iş birliğine ikna etti. Hedef; Filistin ve Suriye’nin her yerinde şubeler açmaktı.
En yakın arkadaşları Binbaşı Lütfi, Dr. Mustafa ve Müfit Beylerle bir evde toplanarak, 1906 Ekim ayında Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurdu.
Cemiyetin kuruluşu ile ilgili olarak kaynaklarda, sanki bir tesadüfi oluşumu andıran bir hikaye anlatılır. Bu tesadüf kuruluşun tamamıyla tesadüfi olduğunun işareti olmasa da, örgütlenme düşüncesinin eyleme geçirilmesi için hayırlı bir vesile olmuştur. Olayın gelişimi şöyle olmuştur: Mustafa Kemal Paşa, Müfit ve Lütfi, Şam’da, Hamidiye çarşısında dolaşırlarken, bir dükkanın önünde bir masa ve birkaç sandalye görüp oturdular. Dükkan sahibi onları Türkçe selamlamıştı. Mustafa Kemal Paşa meraklandı. İçeri girdi. Bir masa üzerinde felsefe, sosyoloji ve tıp konusunda Fransızca kitaplar gördü. Dükkan sahibine, “siz esnaf mısınız, yoksa filozof mu? diye sordu. Adam “esnafım ama okumayı severim. Hele özgürlük edebiyatını” dedi. Sonra İstanbul’da ihtilâlci hareketlerin beşiği sayılan Askeri Tıbbiye’de okuduğu sırada bozguncu girişimlerinden dolayı hapse atıldığını, sonra da sürgüne gönderildiğini açıkladı. Adı Hacı Mustafa’ydı. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını birkaç gece sonrası için evine davet etti.
Mustafa Kemal Paşa yanında Müfit ve kendi siyasî düşüncelerini paylaşan iki arkadaşıyla birlikte gitti. Ev dar, karanlık bir sokaktaydı. Hacı Mustafa çoktandır gizli bir siyasî dernek kurmak istemiş, ama güvenecek arkadaş bulamamıştı. Mustafa Kemal Paşa ile iki arkadaşı O’na yardım etmeye söz verdiler. Üçüncüsü ise, gönlünün onlarla beraber olduğunu, çoluk çocuk sahibi olarak faal yardım yapamayacağını söyleyerek ayrıldı. Kalanlar geç saatlere kadar konuştular ve Vatan adında gizli bir cemiyet kurdular.
Bu rastlantıya hemen bütün kaynaklarda değinilmekle beraber, Kinrross gibi Aydemir ve Atay da olayı teferruatı ile anlatırlar. Aydemir; “yine bir çarşı gezisinde, Mustafa Kemal Paşa, Müfit ve Lütfi, esnaftan Mustafa Efendi ile tanışıyorlar. Mustafa Efendi nalın giyen babacan bir insandır. Dükkan küçük olduğu için dükkanın önüne sandalye çekip oturuyorlar. Fakat Mustafa Efendi’nin hali Mustafa Kemal Paşa’nın dikkatini çekiyor. Dükkanın içini görmek istiyor. Boş denecek kadar hafif raflar,... masada ve raflarda tıp, felsefe, inkılâp, hatta sosyalizmle ilgili kitaplar vardır. Anlaşılıyor ki; Mustafa Efendi (Mustafa Cantekin) aslında bir tıbbiyelidir. Hürriyetçi hareketlerinden dolayı mektepten çıkarılmış, Şam’a sürülmüştür. Bir gece Mustafa’nın mütevazı evinde buluşmaya karar veriyorlar. O gece Mustafa’nın söyledikleri kesindir. İhtilâl yapmalı. İnkılâp yapmalı... Mustafa Kemal Paşa bu fikirlere çoktan hazırdır... Hepsi heyecan içindedir. Fakat Lütfi Bey bu harekete fiilen karışmak istemez... Mustafa Kemal Paşa’nın o halde siz buradan gidiniz. Bizim bundan sonra konuşacağımız şeyleri duymanız iyi olmaz demesi üzerine Lütfi dostça ayrılır. Daha sonra konuşulur. İhtilâlden, bu uğurda ölmekten bahsedilir. Ama Mustafa Kemal Paşa, ondan sonra da daima göstereceği hesaplı ve ölçülü ülkücülüğü oradada göstererek; Mesele ölmekte değil, ölmeden idealimizi yaratmak, yapmak ve yerleştirmektir der. İşte gizli, ihtilâlci “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti” orada ve o gece üç kişi arasında kuruldu.” şeklinde olaya yer vermiştir.
Cemiyete verilen isim rastgele seçilmiş bir isim değildi. Bu sözlerin anlamı Mustafa Kemal Paşa’nın görüş ve düşüncelerini yansıtıyordu. Yıllar sonra kendisi de bu konuda bir açıklık getirmişti. O’na göre yalnızca hür insanlar vatana yararlı olabilirdi. Yalnız o insanlar vatanı kurtarıp koruyabilirlerdi. Hür olmayan bir ülke ölüme mahkumdu. Bütün gelişmelerin temeli özgürlüktü. Şimdi bu değerler için mücadele edeceği bir cemiyetin, gizli bir ihtilâl teşkilâtının lideriydi. Gittiği her yerde bu gizli cemiyete yeni adam katmağa çalışıyor, hatta bazı bahanelerle bizatihi bu iş için gidiyordu.
Bu cemiyet Şam’ın kenar mahallerinden birinde, fakir bir siyasi sürgünün, kitaplardan başka kayda değer bir eşyası olmayan kasvetli, çıplak, demir parmaklıklı taş odasında kurulmuştur. Ama artık bir cemiyet vardır ve davası İmparatorluğu kurtarmaktır. Şam’daki kasvetli ortamda, Mustafa Kemal Paşa’nın efkarını bu heyecan dağıtıyordu. Kendine güvenini arttırıyor ve tıbbiyeli Mustafa ve Müfit ile birlikte üç kişilik bir örgüt bile olsa O’na moral veriyordu.
Mustafa Kemal Paşa görevi gereği dolaştığı Suriye’nin Beyrut, Yafa, Kudüs gibi birçok şehrinde “Vatan ve Hürriyet”in şubelerini kurdu. Bu şehirlerdeki komutanlık karargâhlarında kendisi gibi düşünen yeterince asker vardı. Bu örgütlenmenin yayılmasında önemli bir avantaj oluşturuyordu. Ancak bu avantaj örgütün yayılmasını sağlamada yardımcı olsa da; Suriye’de bir inkılâp yapılmasını sağlamayacaktı. Hareket bu açıdan yerinde sayıyordu. Gizli dernekler ön ayak olanlardan ibaret kaldı. Suriye’deki karargâhlardaki subayların ilgisi, halkı olayın içine çekmeye yetmiyordu. Hatta yerel halk onlara karşıydı. Hareket adeta subaylar arasında sıkışıp kalmıştı.
Mustafa Kemal Paşa kısa sürede düşüncelerini burada eyleme çevirmesinin imkansız olduğunu anlamıştı. Bütün rejim muhalifleri de Makedonya’da toplanmışlardı. “Vatan ve Hürriyet”i oralara götürmeliydi. Ne yapıp edip Selanik’e gitmeli düşüncesine kapıldı. Bu konuda çok kararlıydı. İstanbul’a yakın siyasi yandaşlarıyla birlikte olmalıydı. Yafa’da görevliyken, oradaki arkadaşlarının desteği ve Bölge Komutanı Ahmet’in müsamahasıyla gizlice Mısır’a ve oradan da Selanik’e gitti. Bölge Komutanı Ahmet’in yardımı özellikle büyük önem taşıyordu. Çünkü, hem gerekli izni vererek Suriye’de oluşturulan ortam ile özgürlükçülerin merkezi arasında bir irtibat sağlanması imkânı bulunmuş, hem de bu seyahat ile ilgili gizliliği muhafaza etmeyi garanti etmişti. Selanik’te de yazıştığı eski komutanları ve arkadaşlarının yardım edeceğini umuyordu.
1906 Nisanında geldiği Selanik’te de bazı arkadaşları ve eski komutanlarının himayesinde bir süre kalarak, burada da “Vatan ve Hürriyet”i kurdu. Annesi ile görüşüp hasret giderdi. Selanik’te bir bahane ile kalabilmeyi düşünürken, ilk anda umduğu destek ve ilgiyi görmese de bir şekilde Selanik’te dört ay kadar kalabildi. Mustafa Kemal Paşa’nın bu macerayı yaşayabilmesi hem Osmanlı ordusunun Saltanata bakışını, hem de hürriyetçi hareketlerin bütün baskıları boşa çıkardığını gösteriyordu.
Bir süre sonra Mustafa Kemal Paşa’nın Yafa’daki görevinden ayrıldığı ve Selanik’te bulunduğu haberi İstanbul’a kadar ulaştı. Tutuklanması için Selanik’e emir verildi. Bir arkadaşının uyarısı üzerine Yafa’ya döndü. Selanik’e gidişinde yardımcı olan Komutan Ahmet O’nu karşılayıp hemen Biruşşaba (Biirrüssebi) şehrine yolladı. Mustafa Kemal Paşa’nın hakkında İstanbul’dan açılan soruşturmaya cevap olarak; aylardır Akabe bölgesinde olduğu bildirildi. Durum Biruşşaba’daki komutan Lütfi Bey tarafından da doğrulandı. Daha sonra Mustafa Kemal Paşa yeniden Yafa’ya ve oradan da topçu stajı için Şam’a döndü.
Mustafa Kemal Paşa Şam’a döndükten sonra gayet akıllı ve kurnaz davrandı. Artık durumunu sarsacak açıklar vermeyecek ve adını nahoş biçimde hatırlatabilecek her şeyden kaçındı. Bir kere daha kendisini tümüyle mesleğine vererek çalıştı. Problem çıkarmadan buradaki görevini bitirmekten başka bir şeye kalkışmadı. Hatta bu arada kendisine 25 Aralık 1906’da, bölgedeki üstün hizmetleri dolayısıyla “Beşinci Rütbe’den Mecidî Nişanı” verildi. İstanbul’da hakkında daha önce oluşmuş kanaati ve kararı değiştirmek istiyordu. O’nun bu çabaları Komutanları nezdinde de takdir edilmişti ki; stajını tamamladıktan sonra 20 Haziran 1907’de Kolağası (kıdemli Yüzbaşı) rütbesine yükseltildi ve 5. Ordu karargahının kurmay başkanlığında görevlendirildi.
Selanik macerasından yaklaşık bir ve Şam’a tayininden iki buçuk yıl kadar sonra, tayin için müracaatı uygun görüldü ve Mustafa Kemal Paşa, 13 Ekim 1907’de Selanik’te 3. Ordu’ya tayin olundu. Bu arada 1907 Eylül’ünde, Selanik’te bir yıl kadar önce kurmuş olduğu “Vatan ve Hürriyet” şubesi İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne ilhak edilmişti. Mustafa Kemal Paşa da bu cemiyete katılarak çalışmalarda bulundu. Kısa süre sonra da muhalefet II. Meşrutiyetin ilanını sağladıysa da, daha sonra Mustafa Kemal Paşa İttihatçılardan ayrıldı.
Suriye günleri Mustafa Kemal Paşanın askerlik hayatı üzerinde önemli etkide bulunmuştu. Komutanı alaylı olan Mustafa Kemal Paşa, kıtasının eğitiminde kazandığı başarı ile Şam’da bulunan küçük ve büyük rütbeli askerler arasında tanındı ve saygınlık kazandı. Bu eski ve kutsal şehir, Mustafa Kemal Paşa’yı sadece askerî ve siyasal eyleme yöneltmekle kalmamış, O’nun toplumsal ve sosyal sorunlara çözüm arama isteğini de kamçılamıştı. İslam’ın Arap yorumuyla tanışmış, Türk bakış açısıyla karşılaştırma fırsatı bulmuştu. Şam’da Müslümanlık daha baskıcı görünüyordu. Mustafa Kemal Paşa’ya göre ise İslam, hoşgörü çerçevesi oldukça geniş bir dindi. Türk inkılâplarının gerçekleşmesinde bu birikim ve tespitler önemli derecede etkili olmuştur.
Mustafa Kemal Paşa Şam’da milletinin gerçek düşmanının sadece yabancılar olmadığını, gerçek düşmanın içimizde olduğunu, başka milletlerin yürüdüğü ışıklı yoldan alıkoyan gelişmeleri önleyen, softalık ve cehalet olduğunu görmüştü. O’na göre Osmanlı; Müslümanların cehennem azabı çekmeye zorlandığı, Müslüman olmayanların cennetin nimetlerinden faydalandıkları bir yerdi. Mustafa Kemal Paşa, Şam’da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti denemesinde, Arap halkın bir Türk hareketinden yana olmadığını da fark etmişti. Ümmetçiliğin yerine Milliyetçilik prensibini almasında milliyet konusunda da, yani ilerde kuracağı “Milli Türk Devleti” fikrinin oluşumu açısından dersler çıkarmıştı. Burada en bariz örnek olarak “kavm-i necip” yaklaşımını yadırgamıştır.