Ormandaki Şarkıcı Ayı

Bir zamanlar, büyük bir ormanın derinliklerinde Boncuk adında bir ayı yaşarmış. Boncuk, diğer ayılardan farklıymış çünkü şarkı söylemeye bayılırmış. Sabahları güneş doğarken, akşamları yıldızlar parıldarken, Boncuk ağaçların arasında dolaşır ve kendi bestelediği şarkıları mırıldanırmış. Ancak bir sorunu varmış: Ormandaki hiçbir hayvan onun şarkılarını dinlemek istemiyormuş. Kurtlar uluyarak onu susturur, sincaplar ise “Çok gürültü yapıyorsun!” diye şikayet edermiş.
Bir gün Boncuk, “Belki de şarkılarım yeterince güzel değil,” diye düşünmüş. Ormanın en bilge hayvanı olan Baykuş’a gitmeye karar vermiş. Baykuş, yüksek bir çam ağacının tepesinde yaşar, gece boyunca yıldızları izlermiş. Boncuk, Baykuş’un yanına vardığında, “Sevgili Baykuş, şarkılarım neden kimseyi mutlu etmiyor?” diye sormuş.
Baykuş, bir süre düşünmüş ve demiş ki: “Boncuk, şarkıların güzel ama sen sadece kendi sesini duyuyorsun. Ormanın seslerini dinlersen, şarkıların herkesi büyüleyebilir.” Boncuk şaşırmış ama Baykuş’a güvenmiş. O günden sonra ormanda dolaşırken dikkatle dinlemeye başlamış: Rüzgarın dallarda çıkardığı hışırtıyı, derenin şırıltısını, kuşların cıvıltısını...
Bir sabah, Boncuk tüm bu sesleri birleştirerek yeni bir şarkı bestelemiş. Şarkısında rüzgarın melodisi, suyun ritmi ve kuşların neşesi varmış. Ormanın ortasında kocaman bir kayanın üstüne çıkıp şarkısını söylemeye başlamış. Bu kez kurtlar ulumamış, sincaplar şikayet etmemiş. Hatta tavşanlar, geyikler ve tilkiler bile toplanıp onu dinlemeye gelmiş. Şarkı bittiğinde bütün orman alkışlar gibi dallarını sallamış.
O günden sonra Boncuk, ormanın en sevilen şarkıcısı olmuş. Herkes onun konserlerine koşar, o da şarkılarını ormanın sesleriyle süslermiş. Ve Boncuk anlamış ki, gerçek güzellik paylaşmakta ve dinlemekteymiş.
Boncuk, ormanın şarkıcısı olduktan sonra ünü iyice yayılmış. Bir gün, “Neden büyük bir konser vermiyorum?” diye düşünmüş. Ormanın ortasına sahne kurmuş, dallardan mikrofon yapmış, yaprakları da bilet gibi dağıtmış. Ama Boncuk’un aklına bir şey takılmış: “Ya herkes uyursa?” Bu yüzden konseri daha eğlenceli yapmak için komik şeyler eklemeye karar vermiş.
İlk iş, Kurt’u sahneye davet etmiş. “Kurt kardeş, uluyarak dans et,” demiş. Kurt sahneye çıkmış, ulumaya başlamış ama o kadar kötü dans ediyormuş ki, bacakları birbirine dolanmış ve yuvarlanıp sahnenin altına düşmüş! Orman kahkahadan yıkılmış. Boncuk, “Tamam, bu iş tuttu!” diye sevinmiş.
Sonra Sincap’ı çağırmış. Sincap, “Ben jonglörlük yaparım,” demiş ve cevizlerle gösteri yapmaya başlamış. Ama bir cevizi fazla hızlı fırlatmış, ceviz gidip Baykuş’un kafasına çarpmış. Baykuş, “Bu ne cüret!” diye bağırıp kanatlarını çırpmış, ama uykusu geldiği için yanlışlıkla sahneye pike yapıp Boncuk’un üstüne düşmüş. Boncuk, “Baykuş, seninle düet yapmıyoruz ki!” diye gülerek bağırmış.
Konserin finali için Boncuk bir şarkı söylemeye başlamış ama tam o anda rüzgar çıkmış, yaprak mikrofonu uçmuş ve ağzına yapışmış. Boncuk, “Mmmphh, mmmphh!” diye garip sesler çıkararak şarkıya devam etmiş. Ormandaki herkes yerlere yatıp gülmekten ağlamış. Konser bittiğinde Boncuk, “Sanırım şarkıcı değil, komedyen olmalıyım!” demiş.
O günden sonra Boncuk’un komik konserleri ormanın en sevilen etkinliği olmuş. Hatta Kurt bile dans dersleri almaya başlamış ama hâlâ bacakları birbirine dolanıyormuş!
Minik Pati’nin Büyük Macerası

Bir köyün kenarında, eski bir değirmenin yanında Minik Pati adında bir kedi yaşarmış. Minik Pati, diğer kedilerden farklıymış çünkü çok meraklıymış. Her gün değirmenin etrafında dolaşır, kuşların uçuşunu izler, kelebekleri kovalarmış. Ama en çok merak ettiği şey, değirmenin tepesindeki gizemli pencereymiş. “Acaba orada ne var?” diye düşünür dururmuş.
Bir gün Minik Pati, cesaretini toplamış ve değirmenin taş merdivenlerinden tırmanmaya başlamış. Yukarı çıktığında pencereden içeri bakmış ve şaşkınlıktan miyavlamış: İçeride bir sürü parlak eşya varmış! Eski saatler, renkli camlar, altın gibi parlayan zincirler... Ama tam o anda bir fare çıkmış ortaya. Fare, “Burası benim hazinem, yaklaşma!” diye bağırmış.
Minik Pati korkmamış, aksine gülmüş. “Ben hazine istemem, sadece burayı merak ettim,” demiş. Fare şaşırmış, çünkü kedilerin genellikle fareleri kovaladığını düşünüyormuş. Minik Pati ile fare konuşmaya başlamış. Fare, adının Çıtçıt olduğunu söylemiş ve yıllardır değirmende yalnız yaşadığını anlatmış.
Minik Pati, “Yalnızlık sıkıcı olmalı. İstersen arkadaş olabiliriz,” demiş. Çıtçıt сначала tereddüt etmiş ama sonra kabul etmiş. O günden sonra Minik Pati her gün değirmene gidip Çıtçıt’la vakit geçirmiş. Birlikte oyunlar oynamışlar, eski eşyaları keşfetmişler. Hatta bir gün, değirmenin eski çarkını çevirip un yapmışlar ve köydeki çocuklara dağıtmışlar.
Minik Pati, merakı sayesinde bir hazine bulmamış ama çok daha değerli bir şey kazanmış: Bir dost. Ve köydeki herkes, o küçük kedinin cesaretini ve neşesini konuşur olmuş.
Minik Pati ve Çıtçıt, değirmende arkadaş olduktan sonra bir gün hazine bulmaya karar vermişler. Çıtçıt, “Değirmenin bodrumunda bir harita buldum!” demiş. Harita, eski püskü bir kağıtmış ve üstünde “X işareti” varmış. Minik Pati, “Hazine avcısıyız artık!” diye miyavlamış ve macera başlamış.
İlk ipucu, “Üç adım ileri, iki adım sola” diyormuş. Minik Pati üç adım atmış ama yanlışlıkla Çıtçıt’ın kuyruğuna basmış. Çıtçıt, “Ayyy, kuyruğum!” diye zıplamış ve tavana çarpıp düşmüş. Minik Pati gülmekten yere yatmış, “Sanırım iki adım sola değil, iki adım yukarı gittin!” demiş.
İkinci ipucu, “Kocaman taşın altına bak” diyormuş. Değirmenin önünde bir taş bulmuşlar ama taş o kadar büyükmüş ki, ikisi birden zorlamış, taş yuvarlanmış ve yanlışlıkla değirmenin kapısına çarpmış. Kapı açılınca içeriye bir sürü yarasa uçuşmuş! Minik Pati, “Hazine değil, yarasa avcısı olduk!” diye bağırıp Çıtçıt’la birlikte saklanmış.
Sonunda X işaretinin olduğu yere gelmişler: Değirmenin eski bir sandığı. Sandığı açmışlar ama içinde altın yerine bir sürü eski çorap çıkmış! Çıtçıt, “Bu ne biçim hazine?” diye somurtmuş. Minik Pati ise bir çorabı kafasına geçirip, “Bak, kral oldum!” diye komik pozlar vermiş. İkisi de gülmekten yere yuvarlanmış.
Hazine bulamamışlar ama o gün öyle çok eğlenmişler ki, “En büyük hazine arkadaşlık!” diye karar vermişler. Yarasalar bile onlara gülüyormuş!
Kurnaz Tilki ve Altın Elma

Ormanın en kurnaz tilkisi olan Kıvırcık, bir gün ağaçların arasında dolaşırken parlak bir şey görmüş: Bir altın elma! Elma, bir ağacın dalında asılıymış ve güneş ışığında parlıyormuş. Kıvırcık, “Bu elma benim olmalı!” diye düşünmüş ve hemen ağaca tırmanmaya başlamış. Ama elma çok yüksekteymiş, ne kadar zıplasa da ulaşamamış.
Kıvırcık pes etmemiş. Önce bir plan yapmış: “Karga’yı kandırırım, o elmayı benim için alır!” Karga’yı bulmuş ve demiş ki: “Sevgili Karga, şu dalda bir elma var ama ben ona layık değilim. Senin gibi güzel sesli bir kuş almalı onu.” Karga gururlanmış, uçup elmayı gagalamış ama elma düşmemiş. Meğer sihirliymiş ve sadece hak eden biri alabilirmiş.
Kıvırcık bu kez Tavşan’a gitmiş. “Tavşan kardeş, o elma senin hızlı ayaklarına yakışır,” demiş. Tavşan zıplamış, zıplamış ama yine olmamış. Sonunda Kıvırcık, ormanın bilge Kaplumbağa’sına danışmış. Kaplumbağa, “Kıvırcık, o elma kurnazlıkla alınmaz. Kalbinle hak etmelisin,” demiş.
Kıvırcık düşünmüş: “Ben hep kendim için bir şeyler yaptım, belki de başkalarına yardım etmeliyim.” O günden sonra ormandaki hayvanlara yardım etmeye başlamış. Karga’ya yuvasını tamir etmiş, Tavşan’a yiyecek taşımış, hatta Kaplumbağa’ya gölde yüzme öğretmiş. Bir sabah, ağaca baktığında altın elmanın yere düştüğünü görmüş. Koşup almış ve elma birden parlayıp dile gelmiş: “Sen artık kurnaz değil, iyisin. Bu elma senin!”
Kıvırcık, elmayı yememiş. Onu ormanın ortasına koymuş ve herkesin gelip görmesini sağlamış. O günden sonra Kıvırcık, ormanın en sevilen tilkisi olmuş.
Kıvırcık, altın elmayı aldıktan sonra ormanda herkes onu konuşuyormuş. Ama Kıvırcık, “Bu elmayı çoğaltırsam daha ünlü olurum!” diye kurnaz bir plan yapmış. İlk iş, elmaları boyayıp altın gibi yapmaya karar vermiş. Bir sepet elma almış, sarı boyayla boyamış ama boya o kadar kötü kokuyormuş ki, ormana yayılmış.
Karga uçarken kokuyu almış, “Bu ne iğrenç koku!” diye bağırmış ve yanlışlıkla Kıvırcık’ın üstüne düşmüş. Karga’nın tüyleri boyaya bulanmış, altın bir kuş gibi parlamaya başlamış. Kıvırcık, “Hihihi, altın karga yaptım!” diye gülmüş ama Karga çok sinirlenmiş ve gagasıyla Kıvırcık’ı kovalamış.
Sonra Kıvırcık, boyalı elmalardan birini Tavşan’a vermiş. “Al, bu altın elma!” demiş. Tavşan ısırmış ama boya ağzına bulaşmış, dişleri sarı olmuş. Tavşan, “Kıvırcık, bu elma değil, boya tuzağı!” diye bağırıp zıplayarak Kıvırcık’ı kovalamaya başlamış. Kıvırcık koşarken bir çukura düşmüş, sepet devrilmiş, bütün boyalı elmalar ormana saçılmış.
Ormandaki hayvanlar elmaları görünce önce şaşırmış, sonra boyanın tadını alınca kahkahalarla gülmeye başlamış. Kıvırcık çukurdan çıkıp, “Tamam, tamam, kötü fikirdi!” demiş. Ama o günden sonra ormanda “Altın Elma Festivali” yapılmaya başlanmış. Herkes boyalı elmalarla şaka yapıp gülüyormuş, Kıvırcık da festivalin komik maskotu olmuş!
Hop Hop’un Büyük Yarışı
Bir çayırda Hop Hop adında bir tavşan yaşarmış. Hop Hop, çok hızlı koşarmış ama bir türlü kendine güvenmezmiş. “Ya bir gün kaybedersem?” diye korkarmış. Çayırdaki diğer hayvanlar her yıl büyük bir yarış düzenlermiş ve Hop Hop hep katılmak istemiş ama cesaret edememiş.Bir gün, çayırda bir fırtına çıkmış ve nehir taşmış. Köprüler yıkılmış, herkes karşı tarafa geçemiyormuş. Hop Hop, “Belki de şimdi yardım edersem korkumu yenebilirim,” diye düşünmüş. Hızlıca koşup karşı kıyıya geçmiş ve ormandan dallar toplayıp bir sal yapmış. Hayvanları tek tek karşıya taşımış. Bu cesareti, çayırdaki herkesi şaşırtmış.
Yarış günü geldiğinde, Hop Hop bu kez katılmaya karar vermiş. Yarışta Tilki, Geyik ve hatta Çita bile varmış. Hop Hop, “Kazanamasam da deneyeceğim,” demiş. Yarış başlamış, Hop Hop zıplaya zıplaya ilerlemiş. Çita önde gidiyormuş ama bir çukura düşmüş. Hop Hop durmuş, Çita’yı çıkarmış ve birlikte devam etmişler.
Sonunda Çita birinci, Hop Hop ikinci olmuş ama çayır halkı Hop Hop’u alkışlamış. Çünkü o, sadece hızlı değil, aynı zamanda yardımsevermiş. O günden sonra Hop Hop, korkularını yenmiş ve her yarışa neşeyle katılmış. Çayırda herkes onun cesaretini ve dostluğunu konuşur olmuş.
Hop Hop, yarışta ikinci olduktan sonra çayırda herkes ona hayran kalmış. Ama Hop Hop, “Birincilik madalyası da istiyorum!” demiş ve yeni bir yarışa hazırlanmaya başlamış. Bu sefer rakipleri daha çetinmiş: Çita, Tilki ve hatta Kaplumbağa bile katılmış.
Yarış günü Hop Hop çok heyecanlıymış. Başlangıç çizgisinde zıplarken yanlışlıkla Tilki’nin kuyruğuna basmış. Tilki, “Ayyy, kuyruğum!” diye bağırıp zıplamış ve Çita’nın üstüne düşmüş. Çita, “Hop Hop, bu ne iş!” diye sinirlenmiş ama o sırada Kaplumbağa sakin sakin öne geçmiş. Hop Hop, “Kaplumbağa mı kazanacak?” diye şaşırmış ve hızlanmış.
Yarışın ortasında bir dere varmış. Hop Hop zıplamış ama yanlışlıkla suya düşmüş. Çita yardım etmek için koşmuş ama o da kaymış, Tilki de peşlerinden gelip üstlerine yuvarlanmış. Üçü birden suda çırpınırken Kaplumbağa yavaş yavaş karşıya geçmiş. Hop Hop, “Bu yarış değil, yüzme şampiyonası!” diye gülmüş.
Sonunda finish çizgisine vardıklarında Kaplumbağa birinci, Hop Hop, Çita ve Tilki ise ıslak ve çamurlu bir şekilde sonuncu olmuş. Çayır halkı kahkahalarla gülüyormuş. Hop Hop, “Madalyayı alamadım ama en komik yarış bende!” demiş. O günden sonra çayırda “Hop Hop’un Komik Yarışı” diye bir gün kutlanmaya başlamış, herkes zıplayıp suya düşerek eğleniyormuş!