Gökyüzüne Yazılan Destan: Ayşe'nin İstiklal Marşı Hikayesi
Ayşe, yedi yaşında, meraklı gözleri ve kalbi sevgi dolu bir kız çocuğuydu. Dedesi Mehmet Bey, eski bir askerdi ve torununa her zaman kahramanlık hikayeleri anlatırdı. Ayşe, dedesinin anlattığı o eski günlerdeki cesur insanlara hayran kalırdı. Bir gün, dedesi ona farklı bir hikaye anlatmaya karar verdi. Bu, bir destanın hikayesiydi; İstiklal Marşı'nın hikayesi.
"Ayşecim," dedi dedesi, "Biliyor musun, İstiklal Marşı sadece bir şarkı değil, bir milletin kalbinin sesidir. O şarkı, atalarımızın vatan sevgisiyle yazdığı bir destandır."
Ayşe gözlerini kocaman açtı. "Destan mı dede? Nasıl yani?"
Mehmet Bey gülümsedi. "Evet, bir destan. Hikayesi çok eski, karanlık günlerde başlar. Ülkemiz işgal altındayken, insanlarımız çok zor zamanlar geçiriyordu. Ama kalpleri umut doluydu, bağımsızlık ateşleriyle yanıyordu."
Dede Mehmet, o günleri anlatmaya başladı. Ayşe, dedesinin ağzından çıkan her kelimeyi dikkatle dinliyordu. O günleri gözünde canlandırmaya çalışıyordu.
"İşte o karanlık günlerde," dedi dede, "Ankara'da bir araya gelen büyük insanlarımız, milletimizin sesini duyuracak bir marş yazmaya karar verdiler. Bu marşı yazacak kişiye de ödül vereceklerdi. O zamanlar, Mehmet Akif Ersoy adında çok değerli bir şair vardı. O, milletimizin acısını, umudunu ve kararlılığını en güzel şekilde anlatabilecek biriydi."
Ayşe, Mehmet Akif Ersoy'un adını ilk kez duyuyordu. "O nasıl bir insandı dede?" diye sordu merakla.
"Ah Ayşecim, o tam bir kahramandı. Ama elinde silahı yoktu. Onun silahı kalemiydi, sözleriydi. O, kalbi vatan aşkıyla çarpan bir insandı. Milletinin derdini kendi derdi gibi gören, her zaman onların yanında olan biriydi."
Mehmet Bey, İstiklal Marşı'nın yazılış sürecini anlatmaya devam etti. Ayşe, şaşkınlıkla dinliyordu. Mehmet Akif'in milletin acısını yüreğinde nasıl hissettiğini, kalemin kağıda nasıl döküldüğünü hayal ediyordu.
"Mehmet Akif, o marşı yazarken para ödülünü kabul etmek istemedi. 'Bu marş milletimin malıdır, ben ona bir armağan olarak verdim' dedi. Ne kadar büyük bir insan olduğunu gördün mü Ayşecim?"
Ayşe, dedesinin anlattıklarından çok etkilenmişti. Mehmet Akif Ersoy'un o büyük ruhunu kalbinde hissetmişti. İstiklal Marşı'nın sadece bir marş olmadığını, atalarının vatan aşkının bir nişanesi olduğunu anlamıştı.
"Peki dede, İstiklal Marşı'nda ne anlatılıyor? O kadar çok şey anlattın ama o kelimelerin anlamını merak ettim," diye sordu Ayşe.
Mehmet Bey, İstiklal Marşı'nın her bir dizesini Ayşe'ye açıklamaya başladı.
O günden sonra Ayşe, İstiklal Marşı'nı her söylediğinde kalbi daha farklı çarpıyordu. Artık o, sadece bir marş değil, atalarının vatan aşkı, cesareti, umudu ve kararlılığıydı. Ayşe, dedesinin anlattığı bu hikayeyi arkadaşlarına da anlatmaya karar verdi. Onlar da İstiklal Marşı'nın gerçek anlamını öğrenmeliydi.
Ayşe ve İstiklal Marşı: Kahkahalarla Dolu Bir Destan
Ayşe, yine o meraklı gözleri ve zıpır enerjisiyle etrafta koşturuyordu. Dedesi Mehmet Bey, bu sefer de karşısında oturmuş, yüzünde muzip bir gülümsemeyle Ayşe'yi izliyordu. Ayşe'nin bugün canı sıkkındı çünkü okulda İstiklal Marşı'nı okurken birazcık mırıldanmıştı, kelimeleri karıştırmıştı.
"Dede," diye söze başladı Ayşe, "İstiklal Marşı çok uzun ya! Ben onun bazı kelimelerini çok zor anlıyorum. Bir de sanki birazcık ciddi gibi, hiç komik değil."
Mehmet Dede kahkahayı patlattı. "Komik mi? Ayşecim, İstiklal Marşı'nın komik bir tarafı var mı sence?"
Ayşe düşündü, düşündü... "Bilmem ki, ama bence birazcık eğlenceli olabilirdi. Mesela, 'Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak' yerine 'Korkma, düşmez bu tepeden aşagı salıncak' olsaydı, daha komik olmaz mıydı?"
Dede Mehmet kendini tutamayıp bir kez daha güldü. "Ayşecim, sen harikasın! Ama İstiklal Marşı'nın kelimelerinin anlamı çok derin. Onları değiştiremeyiz, ama hikayesini birazcık eğlenceli hale getirebiliriz."
Ve işte hikaye böyle başladı. Mehmet Dede, İstiklal Marşı'nın hikayesini Ayşe'ye anlatırken, bazı kısımlara komik detaylar eklemeye başladı.
"Bak Ayşecim, o zamanlar memleketimiz işgal altındayken, herkes çok üzgündü. Ama bir yandan da çok sinirliydiler. Hani sen oyuncaklarını kardeşin aldığında çok sinirleniyorsun ya, işte öyle bir sinir vardı milletimizde."
Ayşe, dedesinin benzetmesine gülmeye başladı. "Evet, o sinir çok kötü dede! Oyuncaklarımı kimseye vermem!"
Dede devam etti: "İşte o sinirle, büyükler dediler ki, 'Bizim sesimizi duyuracak bir marş yazalım!' Sonra Mehmet Akif Ersoy adında çok özel bir şair ortaya çıktı. Bu adam öyle böyle biri değildi. Hani senin kedin Mırmır var ya, o bile onun yazdığı şiirleri okurken kıkırdardı."
Ayşe kahkahalarla gülüyordu. Kedisi Mırmır'ın şiir okuduğunu düşünmek bile onu çok eğlendiriyordu.
"Mehmet Akif," diye devam etti dede, "Marşı yazarken o kadar heyecanlıydı ki, bazen kalemi kâğıda değdirmeyi unutuyordu. O kadar çok heyecanlanıyordu ki, bazen de yanlışlıkla mürekkep dolu hokkayı kafasına döküyordu. Bir keresinde öyle bir dökülmüş ki, tüm saçları mavi olmuş. O gün, mahalledeki çocuklar ona 'Mavi Saçlı Şair' diye seslenmişler."
Ayşe, dedesinin anlattıklarına inanamıyordu. "Gerçekten mi dede? Mavi saçlı mıymış?"
Dede göz kırptı. "Belki birazcık abartmış olabilirim, ama o kadar heyecanlı ve coşkulu olduğu kesin. Marşı yazarken öyle bir şeyler yazmış ki, herkes çok etkilenmiş. Özellikle 'Korkma!' diye bağırdığı kısımda, sanki gök gürlüyor gibi ses çıkıyormuş. O kadar kuvvetliymiş."
Ayşe, bu sefer dedesinin taklit yaparak 'Korkma!' diye bağırmasına daha çok güldü. O kadar komik bir ifadeyle bağırmıştı ki, Ayşe gülmekten yerlere yattı.
"Ayşecim," dedi dede, "Sonra o marş bizim en kıymetli hazinemiz oldu. Her 23 Nisan'da, her bayramda okuyoruz. İstiklal Marşı'nı okurken hepimiz aynı anda 'Yaşasın!' diye bağırmayı unutmayalım. Sanki 'Yaşasın Türk Lokumu!' diye bağırır gibi, değil mi?"
Ayşe, dedesinin bu komik benzetmesine de çok güldü. "Evet dede! Yaşasın Türk Lokumu gibi! Ama neden 'Yaşasın Türk Lokumu?' Dede, o da komik!"
Dede, gözlerini kocaman açıp, kaşlarını yukarı kaldırdı. "Aa, bak, ne kadar komik değil mi? Ama o kadar ciddi bir şeyde de böyle komiklikler yapmamak lazım."
Sonra dede, Ayşe'ye İstiklal Marşı'nın her bir dizesini yine anlattı. Ama bu sefer, araya yine küçük komiklikler katmayı da ihmal etmedi.
Ve böylece, Ayşe'nin İstiklal Marşı macerası, hem çok eğlenceli hem de çok öğretici bir şekilde devam etti. O, artık İstiklal Marşı'nı sadece bir marş olarak değil, kalbinde yaşattığı kahkahalarla dolu bir destan olarak görüyordu.
Ayşe, yedi yaşında, meraklı gözleri ve kalbi sevgi dolu bir kız çocuğuydu. Dedesi Mehmet Bey, eski bir askerdi ve torununa her zaman kahramanlık hikayeleri anlatırdı. Ayşe, dedesinin anlattığı o eski günlerdeki cesur insanlara hayran kalırdı. Bir gün, dedesi ona farklı bir hikaye anlatmaya karar verdi. Bu, bir destanın hikayesiydi; İstiklal Marşı'nın hikayesi.
"Ayşecim," dedi dedesi, "Biliyor musun, İstiklal Marşı sadece bir şarkı değil, bir milletin kalbinin sesidir. O şarkı, atalarımızın vatan sevgisiyle yazdığı bir destandır."
Ayşe gözlerini kocaman açtı. "Destan mı dede? Nasıl yani?"
Mehmet Bey gülümsedi. "Evet, bir destan. Hikayesi çok eski, karanlık günlerde başlar. Ülkemiz işgal altındayken, insanlarımız çok zor zamanlar geçiriyordu. Ama kalpleri umut doluydu, bağımsızlık ateşleriyle yanıyordu."
Dede Mehmet, o günleri anlatmaya başladı. Ayşe, dedesinin ağzından çıkan her kelimeyi dikkatle dinliyordu. O günleri gözünde canlandırmaya çalışıyordu.
"İşte o karanlık günlerde," dedi dede, "Ankara'da bir araya gelen büyük insanlarımız, milletimizin sesini duyuracak bir marş yazmaya karar verdiler. Bu marşı yazacak kişiye de ödül vereceklerdi. O zamanlar, Mehmet Akif Ersoy adında çok değerli bir şair vardı. O, milletimizin acısını, umudunu ve kararlılığını en güzel şekilde anlatabilecek biriydi."
Ayşe, Mehmet Akif Ersoy'un adını ilk kez duyuyordu. "O nasıl bir insandı dede?" diye sordu merakla.
"Ah Ayşecim, o tam bir kahramandı. Ama elinde silahı yoktu. Onun silahı kalemiydi, sözleriydi. O, kalbi vatan aşkıyla çarpan bir insandı. Milletinin derdini kendi derdi gibi gören, her zaman onların yanında olan biriydi."
Mehmet Bey, İstiklal Marşı'nın yazılış sürecini anlatmaya devam etti. Ayşe, şaşkınlıkla dinliyordu. Mehmet Akif'in milletin acısını yüreğinde nasıl hissettiğini, kalemin kağıda nasıl döküldüğünü hayal ediyordu.
"Mehmet Akif, o marşı yazarken para ödülünü kabul etmek istemedi. 'Bu marş milletimin malıdır, ben ona bir armağan olarak verdim' dedi. Ne kadar büyük bir insan olduğunu gördün mü Ayşecim?"
Ayşe, dedesinin anlattıklarından çok etkilenmişti. Mehmet Akif Ersoy'un o büyük ruhunu kalbinde hissetmişti. İstiklal Marşı'nın sadece bir marş olmadığını, atalarının vatan aşkının bir nişanesi olduğunu anlamıştı.
"Peki dede, İstiklal Marşı'nda ne anlatılıyor? O kadar çok şey anlattın ama o kelimelerin anlamını merak ettim," diye sordu Ayşe.
Mehmet Bey, İstiklal Marşı'nın her bir dizesini Ayşe'ye açıklamaya başladı.
- "Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak..." dizesinde, dede, Ayşe'ye korkmamak gerektiğini, çünkü bayrağın hiçbir zaman inmeyeceğini, daima dalgalanacağını anlattı.
- "O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak..." dizesiyle bayrağın Türk milletinin umudu olduğunu, daima parlayacağını açıkladı.
- "Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal..." dizesini anlatırken, dede, Ayşe'ye bayrağa sevgi ve saygı duymak gerektiğini, onun bizim canımız olduğunu söyledi.
- "Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım..." dizesinde ise, Türk milletinin tarih boyunca bağımsız yaşadığını ve her zaman da bağımsız yaşayacağını anlattı.
- "Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!" dizesiyle ise dede, Türk milletinin asla esaret altına alınamayacağını, kimsenin onlara boyun eğdiremeyeceğini vurguladı.
- "Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var..." dizesinde ise, Türk milletinin kalbinin iman dolu olduğunu ve bu imanla her zorluğun üstesinden gelinebileceğini anlattı.
- "Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı..." dizesinde dede, Ayşe'ye şehit kanlarıyla sulanmış bu toprakların değerini bilmek, onları korumak gerektiğini söyledi.
O günden sonra Ayşe, İstiklal Marşı'nı her söylediğinde kalbi daha farklı çarpıyordu. Artık o, sadece bir marş değil, atalarının vatan aşkı, cesareti, umudu ve kararlılığıydı. Ayşe, dedesinin anlattığı bu hikayeyi arkadaşlarına da anlatmaya karar verdi. Onlar da İstiklal Marşı'nın gerçek anlamını öğrenmeliydi.
Ayşe ve İstiklal Marşı: Kahkahalarla Dolu Bir Destan
Ayşe, yine o meraklı gözleri ve zıpır enerjisiyle etrafta koşturuyordu. Dedesi Mehmet Bey, bu sefer de karşısında oturmuş, yüzünde muzip bir gülümsemeyle Ayşe'yi izliyordu. Ayşe'nin bugün canı sıkkındı çünkü okulda İstiklal Marşı'nı okurken birazcık mırıldanmıştı, kelimeleri karıştırmıştı.
"Dede," diye söze başladı Ayşe, "İstiklal Marşı çok uzun ya! Ben onun bazı kelimelerini çok zor anlıyorum. Bir de sanki birazcık ciddi gibi, hiç komik değil."
Mehmet Dede kahkahayı patlattı. "Komik mi? Ayşecim, İstiklal Marşı'nın komik bir tarafı var mı sence?"
Ayşe düşündü, düşündü... "Bilmem ki, ama bence birazcık eğlenceli olabilirdi. Mesela, 'Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak' yerine 'Korkma, düşmez bu tepeden aşagı salıncak' olsaydı, daha komik olmaz mıydı?"
Dede Mehmet kendini tutamayıp bir kez daha güldü. "Ayşecim, sen harikasın! Ama İstiklal Marşı'nın kelimelerinin anlamı çok derin. Onları değiştiremeyiz, ama hikayesini birazcık eğlenceli hale getirebiliriz."
Ve işte hikaye böyle başladı. Mehmet Dede, İstiklal Marşı'nın hikayesini Ayşe'ye anlatırken, bazı kısımlara komik detaylar eklemeye başladı.
"Bak Ayşecim, o zamanlar memleketimiz işgal altındayken, herkes çok üzgündü. Ama bir yandan da çok sinirliydiler. Hani sen oyuncaklarını kardeşin aldığında çok sinirleniyorsun ya, işte öyle bir sinir vardı milletimizde."
Ayşe, dedesinin benzetmesine gülmeye başladı. "Evet, o sinir çok kötü dede! Oyuncaklarımı kimseye vermem!"
Dede devam etti: "İşte o sinirle, büyükler dediler ki, 'Bizim sesimizi duyuracak bir marş yazalım!' Sonra Mehmet Akif Ersoy adında çok özel bir şair ortaya çıktı. Bu adam öyle böyle biri değildi. Hani senin kedin Mırmır var ya, o bile onun yazdığı şiirleri okurken kıkırdardı."
Ayşe kahkahalarla gülüyordu. Kedisi Mırmır'ın şiir okuduğunu düşünmek bile onu çok eğlendiriyordu.
"Mehmet Akif," diye devam etti dede, "Marşı yazarken o kadar heyecanlıydı ki, bazen kalemi kâğıda değdirmeyi unutuyordu. O kadar çok heyecanlanıyordu ki, bazen de yanlışlıkla mürekkep dolu hokkayı kafasına döküyordu. Bir keresinde öyle bir dökülmüş ki, tüm saçları mavi olmuş. O gün, mahalledeki çocuklar ona 'Mavi Saçlı Şair' diye seslenmişler."
Ayşe, dedesinin anlattıklarına inanamıyordu. "Gerçekten mi dede? Mavi saçlı mıymış?"
Dede göz kırptı. "Belki birazcık abartmış olabilirim, ama o kadar heyecanlı ve coşkulu olduğu kesin. Marşı yazarken öyle bir şeyler yazmış ki, herkes çok etkilenmiş. Özellikle 'Korkma!' diye bağırdığı kısımda, sanki gök gürlüyor gibi ses çıkıyormuş. O kadar kuvvetliymiş."
Ayşe, bu sefer dedesinin taklit yaparak 'Korkma!' diye bağırmasına daha çok güldü. O kadar komik bir ifadeyle bağırmıştı ki, Ayşe gülmekten yerlere yattı.
"Ayşecim," dedi dede, "Sonra o marş bizim en kıymetli hazinemiz oldu. Her 23 Nisan'da, her bayramda okuyoruz. İstiklal Marşı'nı okurken hepimiz aynı anda 'Yaşasın!' diye bağırmayı unutmayalım. Sanki 'Yaşasın Türk Lokumu!' diye bağırır gibi, değil mi?"
Ayşe, dedesinin bu komik benzetmesine de çok güldü. "Evet dede! Yaşasın Türk Lokumu gibi! Ama neden 'Yaşasın Türk Lokumu?' Dede, o da komik!"
Dede, gözlerini kocaman açıp, kaşlarını yukarı kaldırdı. "Aa, bak, ne kadar komik değil mi? Ama o kadar ciddi bir şeyde de böyle komiklikler yapmamak lazım."
Sonra dede, Ayşe'ye İstiklal Marşı'nın her bir dizesini yine anlattı. Ama bu sefer, araya yine küçük komiklikler katmayı da ihmal etmedi.
- "Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal..." kısmını anlatırken, "Hani sen de bazen kaşlarını çatıp bana küsüyorsun ya, işte bayrak da biraz küskün gibi, ama sonra hemen gülümsüyor." dedi.
- "Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım..." kısmında ise, "Biz Türkler hep özgürüz. Hani kuşlar gibi, istediğimiz gibi uçuyoruz." diye anlattı.
- "Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!" dizesine gelince, "Bizi kimse yakalayamaz, çünkü biz süper kahraman gibiyiz! Hızlıyız, güçlüyüz ve çok da akıllıyız." dedi.
Ve böylece, Ayşe'nin İstiklal Marşı macerası, hem çok eğlenceli hem de çok öğretici bir şekilde devam etti. O, artık İstiklal Marşı'nı sadece bir marş olarak değil, kalbinde yaşattığı kahkahalarla dolu bir destan olarak görüyordu.