• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Belgesel Fotoğrafçılığı

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
Belgesel fotoğrafı çağının sorunlarına tanıklık ederek geçmişi bugüne, bugünü geleceğe taşıyan fotoğrafik tarz olarak tanımlayabiliriz. Çağının sorunlarına tanıklık etmenin yanında bu sorunları yansıtma, belgeleme, toplumları bu sorunlardan haberdar ederek çözüm yollarını arama, savaş, açlık ve yoksulluk karşıtı, insanların ezilmişliği ve yaşam koşullarının dikkate alınmasına çalışma, kısaca insan sevgisi yani hümanizma, belgesel fotoğrafçıların temel ödevlerindendir. Belgesel fotoğrafçılar gerçekten de belli bazı siyasal koşullarda başka yerlerde olup biten gerçekler hakkında kamuoyunu uyandırmakta yardımcı olmuşlardır.

İnsancıl tavırları kendisine kılavuz edinen bir fotoğrafçı, gerçeğe sadık kalarak, onu tarihsel gerçekliği içinde sunmak durumundadır. Çektiği her bir fotoğraf karesi de fotoğrafçıya sorumluluklar yüklemektedir. Bu sorumlulukla fotoğrafçı, kişilerin kültürlerini, yaşam biçimlerini toplumların içinde bulunduğu tarihsel ve siyasal konumlarını, ortamlarını fotoğrafın teknolojisi ile kendi sanatsal ve ideolojik birikimiyle yorumlayarak görüntülemektedir. Belgesel fotoğraf, bir olayın fotoğrafa yansıtılması şeklinde algılanabilir veya mekan, zaman, olay ve kişilerin değişimini göstermektedir. Belgesel fotoğrafı etkili kılan, fotoğrafı çeken kişinin konuya bakış açısı, kompozisyonu ve yorumudur. H.Cartier Bresson "fotoğraf çekmek, kişinin beynin, yüreğini ve gözünü objektif eksenine dizebilmektir." derken fotoğrafçıların hümanist tavrını işaret eder.

Belgesel fotoğrafın tarihine baktığımızda ilk örneklerinin 1842 yılında David Octavius Hill ve Robert Adamson'ın çektiği 470 adet İskoç din adamının, İskoçyalı balıkçıların ve subayların fotoğrafları olduğu söylenebilir. 1855-1856 Kırım Savaşı'nda Roger Fenton, 1861-1865 yılları arasında ise Matthew Brady ve arkadaşları Amerikan İç Savaşı'nı belgelemişlerdir. 1870'li yıllarda John Thomson, Londra'nın yoksul insanlarını ve çeşitli mesleklere ait belgeleme çalışmalarını gerçekleştirmiştir. 1880-1890 yılları arasında Jacob Riis, 1900'lü yılların başında da Lewis Hine yoksulların, göçmenlerin ve çocuk işçilerin fotoğraflarını çekmişlerdir. 1900'lerin başından itibaren Eugene Atget, Paris ve çevresindeki günlük yaşamı ve zamanla değişen herşeyi fotoğraflamıştır. Bu fotoğrafçılar arasında Lewis Hine, kompozisyon ve teknik bilgisini belgeleme amaçlı kullanan ilk fotoğrafçı sayılabilir. Çünkü Lewis Hine'ın fotoğrafları, işgücünün kötüye kullanımına ait federal kanunları etkilemiştir.

1920'lerde Almanya'da August Sander, Alman toplumunun meslek ve sınıflarına örnek olacak grupların fotoğraflarını çekmiştir. 1930'larda Amerika'daki ekonomik kriz, özellikle çiftçiler, tarım sektöründe çalışanlar ve göçmenleri etkilemişti. Ülkedeki krizin atlatılmasına yönelik olarak Roy Stryker başkanlığında oluşturulan FSA (Farm Security Administration) "Çiftçi Güvenliği Yönetimi" çerçevesinde yoksul halkın belgelenmesi için bir grup fotoğrafçı görevlendirildi. Bu fotoğrafçılar arasında Dorothea Lange, Walker Ewans, Russel Lee ve Ben Shahn gibi fotoğrafçılar bulunuyordu. En iddialı fotoğraf projesi olan FSA projesi, tümüyle gelir düzeyi düşük gruplarla ilgilenmiş bir toplumsal belgeci çalışma örneğidir. Bu çalışma, bir yandan belgesel fotoğrafın yoksullara olan eğilimini yansıtırken diğer yandan da bu yoksulluktan kurtulmanın çözüm yollarının aranmasını sağlamıştır. Altı farklı ülkeden altı belgesel fotoğrafçının kendilerine ait hikayeleri dergilere satabilmek amacıyla 1947 yılında Magnum ajansı kuruldu. Magnum'u kuran fotoğrafçılar Macaristan'dan Robert Capa, Fransa'dan H. Cartier Bresson, İsviçre'den Werner Bischof, Amerika'dan David Seymour, Avusturya'dan Ernst Haas ve İngiltere'den George Rodger'dı.

Fotoğraf 1890 yılından itibaren basılı yayınlarda yer almaya başladı. 1920 ve 1930'larda toplumsal içerikli görüntüler doğruluk ve gerçeği aktarma açısından inandırıcı ve etkileyici bir konumdaydı. Aynı yıllarda özellikle Almanya, optik teknolojisi ve baskı teknolojisine öncülük etti. Böylelikle fotoğraf, yazılı yayınlar, dergi ve gazetelerde etkin olarak yeraldı. Fotoğraflı dergilerden "Life" 1936 yılında Amerika'da, "Picture Post" İngiltere'de ve "Paris Match" 1949 yılında Fransa'da yayınlanarak fotoğrafı etkin biçimde kullanmaya başlamışlardır.

Belgesel fotoğraf özünde hümanist bir misyon taşır. Bu misyon, acı çeken insanların, göçmenlerin, ezilenlerin ve sömürüye maruz kalan insanların hakkını korumak ve bunları kamuoyuna duyurarak (fotoğraflarla göstererek) toplum vicdanını harekete geçirmek amacını güder. Hümanizm, kısaca insan onuruna saygı gösterilmesi, insanın çok yanlı gelişmesine uygun sosyal yaşam koşullarının yaratılması temeline dayanır. Hümanist fikirler, sömürüye, sistemin bozukluğuna karşı yürütülen mücadele içinde meydana gelmiştir. Hümanizmin temel ilkesi bireyin özgürlüğünü savunmak, her insanın uyumlu gelişmesini ve sosyal baskıdan kurtulmasını sağlamaktır. Fotoğrafik tarzlar arasında "toplumsal belgeci" diye adlandırılan türün temelinde de hümanizma yatmaktadır. Çünkü fotoğrafın icadından bu yana insani bir sorunun olduğu her yerde belgesel fotoğrafçılar ortaya çıkmışlardır. Örneğin, 1860'lı yıllarda Amerika Birleşik Devletleri'nde Adam Clark Vroman ve Edward S. Curtis'in kızılderilileri fotoğraflamaları, kaybolmakta olan bir kültürün belgelenmesi ve dünya kamuoyuna sunulmasıdır.

Ülkemizde belgesel fotoğraf çalışmaları yapan fotoğrafçılar oldukça fazla görünmekle beraber toplumsal bir soruna dikkat çekmek ve varolan soruna çözüm yolları aranmasını sağlamak için uğraş verenler çok azdır. Toplumsal belgeci türde çalışmalar yapan fotoğrafçılar arasında Fikret Otyam ve İbrahim Demirel dikkat çekmektedir. Fikret Otyam'ın Güneydoğu Anadolu gerçeğini belgelemesi ve sorunlarının çözümü için verdiği mücadele, belgesel fotoğrafçının sanatsal ve ideolojik yönün yanında asıl hümanist düşüncenin ürünüdür. İbrahim Demirel'in çalışmaları arasında Fikret Otyam ile yaptığı Doğu Anadolu yolculuğundan oluşturduğu "Eğer Bizi Sual Eden Olursa", 1980 yılında yurtdışında çalışan vatandaşlarımızı görüntülediği "Almanya'daki Türkler" (Orada İnsanlarımız Var Uzakta), "Anadolu'yum Ben", "Göçerler", 1991 yılında Zonguldaklı maden işçilerinin Ankara yürüyüşünü anlatan "Grevde Bir Gün", Gelibolu orman yangınını anlatan "Gelibolu'dan Mektup Var" adlı belgesel fotoğraf çalışmaları önemli bir yer tutmaktadır. Seçtiği konular ve bu konularda yaptığı fotoğraf çalışmaları İbrahim Demirel'in demokratik kişiliği ve sanatıyla hümanist bakış açısı, yorumu, sanatçı ve toplumsal belgeci tavrıyla önemli bir misyonun sonuçlarıdır. Belgesel çalışmaları arasında "Almanya'daki Türkler" adlı çalışmasında Türk vatandaşlarının Almanya'da yaşadıkları acılar, kültürlerarası uyumsuzluk, yabancılığın getirdiği korkular, güvensizlikler bir sanatçı duyarlılığıyla ele alınmıştır. Münster, Berlin, Köln, Dortmund, Essen gibi irili ufaklı birçok kentte yaşayan Türklerin fotoğraflarını çekmiştir. Demirel'in bu ilk renkli çalışmasıdır. Aynı zamanda bu görüntüler farklı iki kültürün renkleridir. Fotoğraflarda sadece Almanya'ya işçi olarak giden insanlarımız değil, 12 Eylül siyasal kargaşasından kaçıp Almanya'ya iltica edenler de vardır. Bu çalışmasını Türkiye'de sergilediğinde kamuoyunda büyük yankı uyandırır. Alman hükümetince davet edilir, fotoğrafları Dortmund Üniversitesi tarafından satın alınır. Basın ve televizyonlar konuya büyük ilgi gösterir ve kamuoyu etkisi ve desteği ile yabancı işçiler ile ilgili yasalarda iyileştirmeler yapılır.

Demirel, bu çalışmasıyla ekonomik nedenlerle dili, dini ve kültürü kendi kültürlerinden çok farklı topraklarda çalışmak zorunda kalan insanların içinde bulundukları durumu hümanist bir yorumla fotoğraflamış ve belgelemiştir. İbrahim Demirel'in fotoğrafları kendi deyimiyle yalın, içten, katıksız, son derece doğal, hatta yaşamın ta kendisidir. Bu görüntüler, büyük bir yabancı köyde, köhne binalarda yaşam mücadelesi veren, sağlıksız koşullarda yaşayan insan fotoğraflarıdır. Gurbetteki Anadolu, farklı kültürlerin çelişkisini, yurt sevgisini ve sıla özlemini işlemiştir. Bakışlar genelde, ilgisizlikten, sevgisizlikten, terkedilmişlikten yakınmakta ve kendi kültürlerini korumaya çalışmaktadır. Demirel bu çalışması ile "gurbetçiler"in sorunlarını fotoğrafın evrensel ve hümanist diliyle ortaya koymuştur. Ünlü yazar Max Frisch, Demirel'in fotoğraflarını gördükten sonra "Biz işçi çağırmıştık, baktık ki gelenler İNSAN".

Sosyolojik araştırma süreçlerinden birisi de fotoğraf çekmek ve fotoğraflarla belgelemektir. Toplumsal bir soruna yaklaşımda "söz" unutulup giderken "görüntü" hem kalıcı olabilmekte hem de sorunun ortadan kaldırılması konusunda birer kanıt oluşturmaktadır. Çünkü fotoğraf, gerçekliği yalnızca yorumlamakla kalmayıp bir bakıma dünyanın da birer yorumudur. Aynı zamanda fotoğraf çekmek kendi içinde bir olay, üstelik olup bitene müdahale etmek, ideolojik bir mesaj vermek, saldırmak ya da küçümsemek gibi diktatörce haklara sahip bir olaydır.
 
Geri
Top