Gökyüzü, İstanbul'un karmaşık silüetinin üzerinde, hüzünlü bir griye boyanmıştı. Yağmur çiseliyordu ve sokaklar, yansıyan ışıklarla parlıyordu. Ben, Elif, bu kasvetli atmosferin içinde, kendime dönük bir yolculuktaydım. 28 yaşında, hayatın birçok sınavından geçmiş, ancak aşk konusunda bir türlü dikiş tutturamamış bir kadındım. Arkadaşlarım evleniyor, yuva kuruyorken, ben her seferinde kalbimin kırık parçalarını topluyordum. Sanki bir lanet vardı üzerimde; kalbimi çarptıran her adam, ya ulaşılamaz bir yerdeydi ya da ulaşmam imkansız bir ilişki içindeydi.
İlk aşkım, lise yıllarımda tanıştığım, okuldaki müzik grubunun yakışıklı solistiydi. Onun şarkılarına, bakışlarına, gülüşüne aşıktım. Saatlerce onunla aynı sınıfta oturur, hayaller kurardım. Ama o, okulun popüler kızlarıyla çıkardı ve ben hep uzaktan izlemekle yetinirdim. O zamanlar, imkansızlığın ne demek olduğunu tam olarak anlamamıştım. Sadece kalbimdeki o tatlı acıyı hissediyordum.
Üniversite yıllarımda, edebiyat fakültesinin karizmatik profesörü, kalbimi yeniden harekete geçirdi. Onun entelektüel sohbetlerine, derin bakışlarına hayrandım. Onun dersleri, benim için birer aşk dersi gibiydi. Ancak o, evliydi ve benim için ulaşılması mümkün olmayan bir hayaldi. Her seferinde, onunla karşılaşınca kalbim heyecanla çarparken, bir yandan da umutsuzluğun ağırlığı içime çöküyordu. Bu, ikinci imkansız aşkımdı.
Bu deneyimler beni gitgide daha da içe kapanık bir hale getirmişti. Aşkın beni hep hüsrana uğratacağına dair bir inanç, kalbime yerleşmişti. Sanki kaderim, ulaşılamazlara aşık olmak üzerine yazılmıştı. Ben, imkansız aşklar için yaratılmıştım.
Bir gün, şehrin tarihi bir kütüphanesine yolum düştü. Yağmur dinmiş, güneş yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştı. Kütüphanenin eski ahşap kokusu, beni geçmişe doğru bir yolculuğa çıkardı. Raflar arasındaki sessizlik, ruhuma iyi gelmişti. Derinlere dalmış, kitapları incelerken, gözüm bir rafa takıldı. Orada, yıpranmış bir defter duruyordu. Merakla defteri elime aldım ve sayfalarını çevirmeye başladım.
Defter, eski bir şairin günlüğüydü. Şair, imkansız bir aşkın pençesinde kıvranıyordu. Yazdığı her satırda, kendi acılarını ve umutsuzluğunu dile getiriyordu. Satırları okurken, şairin hissettiği duyguları adeta içimde hissettim. Onunla bir bağ kurmuştum sanki. Defterin son sayfasına geldiğimde, şairin bir notu dikkatimi çekti: "Aşk, imkansız olduğu için güzeldir." Bu sözler, kalbime bir tohum gibi ekildi. Belki de ben, imkansızlığı sevdiğim için, hep imkansız aşkları seçiyordum.
O gün, kütüphaneden çıkarken, içimde bir kıpırtı hissettim. Sanki hayatımın yeni bir dönemi başlıyordu. İmkansız aşklar, belki de benim sınavımdı. Belki de bu sınavı geçmek için, farklı bir bakış açısıyla olaylara yaklaşmam gerekiyordu.
Kütüphanede okuduğum o defter, beni değiştirmeye başlamıştı. Artık, imkansızlıkları bir lanet olarak görmüyordum. Onlar, belki de birer meydan okumaydı. Bir gün, tesadüfen tanıştığım, seramik sanatçısı bir adam, Deniz, hayatıma girdi. Deniz, sıradan bir adam değildi. Kendine özgü bir dünyası, derin bir ruhu vardı. Onunla konuştuğum her an, kalbim heyecanla çarpıyordu.
Deniz, seramik atölyesinde saatlerce çalışır, elleri çamurla kaplıyken bile gözleri parıldardı. Ona baktıkça, içimde bir şeyler kıpırdıyordu. Ama Deniz'in hayatında, uzun süredir devam eden bir ilişkisi vardı. Yine imkansız bir aşkın kucağına düşmüştüm.
İlk başta, içimdeki o umutsuz ses, beni ele geçirmeye çalıştı. Ama ben, kütüphanede okuduğum şairin sözlerini hatırladım: "Aşk, imkansız olduğu için güzeldir." Bu sefer, geri çekilmek yerine, Deniz'e karşı hislerimi açıkça dile getirmeye karar verdim. Ona, onunla geçirdiğim her andan ne kadar keyif aldığımı anlattım. Belki de bu sefer, imkansızlığın üzerine gidecektim.
Deniz, hislerime karşılık verdi. Ama hayatında olan ilişki, onu ikiye bölüyordu. Bir yandan bana duyduğu hisler, diğer yandan geçmişinden getirdiği bağlar. Bu durum, bizi imkansızlığın daha da derinlerine sürüklüyordu.
Gece yarısı saatlerinde, yağmur yine başlamıştı. Deniz ve ben, şehrin ışıkları altında, uzun bir yürüyüşe çıkmıştık. O, bir yandan geçmişiyle hesaplaşırken, diğer yandan geleceğe dair umutlar kuruyordu. Ben ise, kalbimin sesini dinliyordum. Aşk, bazen imkansızlığı göze almak demekti. Belki de, imkansızlıkları aşmak için, önce onlarla yüzleşmek gerekiyordu.
O gece, Deniz'le vedalaşırken, içimde hem bir umut hem de bir hüzün vardı. Belki de bu aşk, hiçbir zaman tam olarak gerçekleşmeyecekti. Ama ben, bu imkansız aşkın bana öğrettikleri için minnettardım. Aşkın, sadece kavuşmak olmadığını, bazen de uzaktan sevmek, kalpte taşımak anlamına geldiğini anlamıştım.
Aradan aylar geçti. Deniz, hayatında bazı kararlar aldı. İlişkisini sonlandırdı. Ancak bu, onunla bir ilişki yaşayacağım anlamına gelmiyordu. Hayat, bazen umduğumuz gibi gitmezdi. Ama ben, bu deneyimden çok şey öğrenmiştim. Artık, imkansız aşkları bir kader olarak görmüyordum. Onlar, benim kendi iç yolculuğumun birer parçasıydı.
Bir gün, kütüphaneye tekrar gittim. O yıpranmış defteri buldum. Şairin sözlerini bir kez daha okudum: "Aşk, imkansız olduğu için güzeldir." Bu sözler, artık bana farklı bir anlam ifade ediyordu. Aşkın, her zaman bir hedefi olması gerekmiyordu. Bazen, sadece varlığı, kalpteki o tatlı acıyı hissetmek yeterliydi.
Kütüphaneden çıkarken, gökyüzü artık o hüzünlü gri renkte değildi. Güneş, parlak bir şekilde parlıyordu. İçimde bir huzur vardı. Ben, imkansız aşklar için yaratılmış olsam da, artık bu gerçeği kabullenmiştim. Ve belki de, bu kabulleniş, beni yeni bir başlangıca götürecekti. Belki de, imkansız aşkların beni öğrettiği dersler, beni daha güçlü, daha olgun birine dönüştürecekti. Hayat, önüme ne çıkarırsa çıkarsın, artık hazırdım. Çünkü ben, aşkı kalbimde taşımayı ve imkansızlıklarla mücadele etmeyi öğrenmiştim. Ve biliyordum ki, bu yolculuk henüz bitmemişti.
Erol Evgın Ben Imkansız Asklar Icın Yaratılmısım
sarkisindan yola cikarak yazilmis bir ask hikayesi
26.12,2024 cerezforum
İlk aşkım, lise yıllarımda tanıştığım, okuldaki müzik grubunun yakışıklı solistiydi. Onun şarkılarına, bakışlarına, gülüşüne aşıktım. Saatlerce onunla aynı sınıfta oturur, hayaller kurardım. Ama o, okulun popüler kızlarıyla çıkardı ve ben hep uzaktan izlemekle yetinirdim. O zamanlar, imkansızlığın ne demek olduğunu tam olarak anlamamıştım. Sadece kalbimdeki o tatlı acıyı hissediyordum.
Üniversite yıllarımda, edebiyat fakültesinin karizmatik profesörü, kalbimi yeniden harekete geçirdi. Onun entelektüel sohbetlerine, derin bakışlarına hayrandım. Onun dersleri, benim için birer aşk dersi gibiydi. Ancak o, evliydi ve benim için ulaşılması mümkün olmayan bir hayaldi. Her seferinde, onunla karşılaşınca kalbim heyecanla çarparken, bir yandan da umutsuzluğun ağırlığı içime çöküyordu. Bu, ikinci imkansız aşkımdı.
Bu deneyimler beni gitgide daha da içe kapanık bir hale getirmişti. Aşkın beni hep hüsrana uğratacağına dair bir inanç, kalbime yerleşmişti. Sanki kaderim, ulaşılamazlara aşık olmak üzerine yazılmıştı. Ben, imkansız aşklar için yaratılmıştım.
Bir gün, şehrin tarihi bir kütüphanesine yolum düştü. Yağmur dinmiş, güneş yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştı. Kütüphanenin eski ahşap kokusu, beni geçmişe doğru bir yolculuğa çıkardı. Raflar arasındaki sessizlik, ruhuma iyi gelmişti. Derinlere dalmış, kitapları incelerken, gözüm bir rafa takıldı. Orada, yıpranmış bir defter duruyordu. Merakla defteri elime aldım ve sayfalarını çevirmeye başladım.
Defter, eski bir şairin günlüğüydü. Şair, imkansız bir aşkın pençesinde kıvranıyordu. Yazdığı her satırda, kendi acılarını ve umutsuzluğunu dile getiriyordu. Satırları okurken, şairin hissettiği duyguları adeta içimde hissettim. Onunla bir bağ kurmuştum sanki. Defterin son sayfasına geldiğimde, şairin bir notu dikkatimi çekti: "Aşk, imkansız olduğu için güzeldir." Bu sözler, kalbime bir tohum gibi ekildi. Belki de ben, imkansızlığı sevdiğim için, hep imkansız aşkları seçiyordum.
O gün, kütüphaneden çıkarken, içimde bir kıpırtı hissettim. Sanki hayatımın yeni bir dönemi başlıyordu. İmkansız aşklar, belki de benim sınavımdı. Belki de bu sınavı geçmek için, farklı bir bakış açısıyla olaylara yaklaşmam gerekiyordu.
Kütüphanede okuduğum o defter, beni değiştirmeye başlamıştı. Artık, imkansızlıkları bir lanet olarak görmüyordum. Onlar, belki de birer meydan okumaydı. Bir gün, tesadüfen tanıştığım, seramik sanatçısı bir adam, Deniz, hayatıma girdi. Deniz, sıradan bir adam değildi. Kendine özgü bir dünyası, derin bir ruhu vardı. Onunla konuştuğum her an, kalbim heyecanla çarpıyordu.
Deniz, seramik atölyesinde saatlerce çalışır, elleri çamurla kaplıyken bile gözleri parıldardı. Ona baktıkça, içimde bir şeyler kıpırdıyordu. Ama Deniz'in hayatında, uzun süredir devam eden bir ilişkisi vardı. Yine imkansız bir aşkın kucağına düşmüştüm.
İlk başta, içimdeki o umutsuz ses, beni ele geçirmeye çalıştı. Ama ben, kütüphanede okuduğum şairin sözlerini hatırladım: "Aşk, imkansız olduğu için güzeldir." Bu sefer, geri çekilmek yerine, Deniz'e karşı hislerimi açıkça dile getirmeye karar verdim. Ona, onunla geçirdiğim her andan ne kadar keyif aldığımı anlattım. Belki de bu sefer, imkansızlığın üzerine gidecektim.
Deniz, hislerime karşılık verdi. Ama hayatında olan ilişki, onu ikiye bölüyordu. Bir yandan bana duyduğu hisler, diğer yandan geçmişinden getirdiği bağlar. Bu durum, bizi imkansızlığın daha da derinlerine sürüklüyordu.
Gece yarısı saatlerinde, yağmur yine başlamıştı. Deniz ve ben, şehrin ışıkları altında, uzun bir yürüyüşe çıkmıştık. O, bir yandan geçmişiyle hesaplaşırken, diğer yandan geleceğe dair umutlar kuruyordu. Ben ise, kalbimin sesini dinliyordum. Aşk, bazen imkansızlığı göze almak demekti. Belki de, imkansızlıkları aşmak için, önce onlarla yüzleşmek gerekiyordu.
O gece, Deniz'le vedalaşırken, içimde hem bir umut hem de bir hüzün vardı. Belki de bu aşk, hiçbir zaman tam olarak gerçekleşmeyecekti. Ama ben, bu imkansız aşkın bana öğrettikleri için minnettardım. Aşkın, sadece kavuşmak olmadığını, bazen de uzaktan sevmek, kalpte taşımak anlamına geldiğini anlamıştım.
Aradan aylar geçti. Deniz, hayatında bazı kararlar aldı. İlişkisini sonlandırdı. Ancak bu, onunla bir ilişki yaşayacağım anlamına gelmiyordu. Hayat, bazen umduğumuz gibi gitmezdi. Ama ben, bu deneyimden çok şey öğrenmiştim. Artık, imkansız aşkları bir kader olarak görmüyordum. Onlar, benim kendi iç yolculuğumun birer parçasıydı.
Bir gün, kütüphaneye tekrar gittim. O yıpranmış defteri buldum. Şairin sözlerini bir kez daha okudum: "Aşk, imkansız olduğu için güzeldir." Bu sözler, artık bana farklı bir anlam ifade ediyordu. Aşkın, her zaman bir hedefi olması gerekmiyordu. Bazen, sadece varlığı, kalpteki o tatlı acıyı hissetmek yeterliydi.
Kütüphaneden çıkarken, gökyüzü artık o hüzünlü gri renkte değildi. Güneş, parlak bir şekilde parlıyordu. İçimde bir huzur vardı. Ben, imkansız aşklar için yaratılmış olsam da, artık bu gerçeği kabullenmiştim. Ve belki de, bu kabulleniş, beni yeni bir başlangıca götürecekti. Belki de, imkansız aşkların beni öğrettiği dersler, beni daha güçlü, daha olgun birine dönüştürecekti. Hayat, önüme ne çıkarırsa çıkarsın, artık hazırdım. Çünkü ben, aşkı kalbimde taşımayı ve imkansızlıklarla mücadele etmeyi öğrenmiştim. Ve biliyordum ki, bu yolculuk henüz bitmemişti.
Erol Evgın Ben Imkansız Asklar Icın Yaratılmısım
sarkisindan yola cikarak yazilmis bir ask hikayesi
26.12,2024 cerezforum