BİR DENİZİN İKİ KIYISI
Ege, mavi. Kimi zaman gökyüzüyle aynı renkte. Külrengi zeytin ağaçlarıyla Ege'nin mavisinin uyuşmuşluğu. Ege kıyısının dinginliğinde kendimi dinlenmiş bulmuşumdur hep. Böylesi bir erince başka yerlerde ulaştığımı anımsamıyorum.
Çanakkale'den başlayarak uzanan kıyı çizgisinde mekik dokudum yıllardır. Ayvacık'tan Edremit Körfezi'ne inerken zeytinliklere, denize baktık düşlere dalarak. Midilli'ye baktım uzun uzun. Kimi zaman kıyı ile adanın uzantılarını şaşırarak... Ayvalık, Çan-darlı, Foça derken; Çeşme, Kuşadası, Didim, Bodrum... Arşipelde nice düşlere daldım. Oturup bir balıkçı meyhanesinden Sisam'a, Sakız'a, İstanköy'e baktım uzun zaman. Enez'den Dedeağaç'ın ışıklarını seyrettim sonbaharın kışa uzandığı günlerde. Zeytinin, üzümün, şarabın türküsünü dinledim kıyı insanlarından. Kimi zaman türkünün denize karıştığını gördüm.
Bilirdim ki karşı kıyıda da kimi insanlar benim gibidir. Onlar da Dedeağaç dolaylarından ta At-tik kıyılarına dek giderler gelirler kıyı boyunca. Denizin doğusuna, Anadolu kıyılarına bakarlar uzaktan. Özellikle adalardan. Şarap kokar kıyı, incir, üzüm zeytinyağı kokar.
Ege kıyısında nice gidip gelmelerim oldu yıllardanberi. Her girinti çıkıntıda, körfezde, koyda oyalandım. O yerin Antik dönemden bu yana yaşantısını düşleyerek.'.. Bir zeytin ağacının altında soluk alarak. Mitolojiden bir öyküyü anımsayarak... Tarihi yaşayarak... Troya'yı, Akhalılar'ı, Bergama'yı...
Temmuzun sıcak bir günü. Behrale'nin deniz kıyısında oturmuşum Mustafa Bey'in balıkçı lokantasına. Önümde rakı. Tabağımda çipura. Babakale yönünden bir yel esip geldi sonunda. Azıcık serinledim.
Balıkçı Mehmet çıkıp geliyor denizden.
— Balık bol bugün. İster misin?
—Mustafa Bey'e söyle. Ben yiyorum balığımı.
Oturdu yanıma. Bir bardağa rakı koyup verdim. Vurduk bardaklarımızı.
— Ne yanda avlandın bugün reis?
— Babakale'den çıktık, Midilli'ye doğru...
Gözü uzaklardaydı reisin. Dalgındı. Elini güneşe siper yapıyor, sürekli bakıyordu karşı kıyılara,
— Ne o Mehmet Reis? Neye bakıyorsun öyle?
— Hiiçç, Bakıyorum işte.
— Yoksa benim görmediğim bir şey mi var?
— Hayır, öyle işte...
— Söyle, söyle... Bir şey var sende?
— Bak, beyim. Şu karşı kıyıda, Midilli'de yani, bir kale görünüyor.
— Evet...
— Adını bilir misin?
— Nerden bileyim?
— Molva kalesidir o. Babamın, dedemin köyü o kalenin yakının-daymış. Özlemle anlatırlardı. Be¤ni de etkilemiş ki bakıyorum işte. Hele ' balığa çıktığımda yaklaşıp bakıyorum uzun uzun. Adadan bir Yunanlı balıkçıyla arkadaş olduk. Birlikte balık avlardık bazan. Bir keresinde çağırdı beni, gitmedim. İçimden gelmedi nedense.
— Oralara efkârlı baktığını anlamıştım.
— N'aparsın, beyim. Dedem, oraya Serez'den gelmiş. Nedense Serez çarşısını anlatırdı hep. İn¤sanın doğup büyüdüğü yerlerden ayrılması zor olmalı. Göçmenlik güç bi iş.
— Ne zaman balığa çıkıyoruz reis?
— Ne zaman istersen. Sabah seslendim duymadın.
Mustafa Bey göründü öteden.
— Bakıyorum sohbeti koyulaştırmışsınız.
— Öyle. Buyur sen de, Babakale'den esen yel çoğalı¤yor. Biz denizi konuşmaya başlıyoruz yeniden.
Temmuzun son günleri. Sıcak gene var ama hava daha serin. Özellikle akşamüstleri daha iyi. Mehmet reisle balığa çıkmıştık o gün. Dönerken Molva Kalesi'nin oralara bakıyordu hüzünle. Niye baktığını sormadım bu kez. Kıyıya yanaştığımızda Mustafa Bey sesleniyordu motelin önünden:
— Nerde kaldınız, merak ettik. Pek gecikmemiştik oysa.
— Bi şey mi oldu?
— Yoo, n'olsun ki? Bi konuğu¤muz var bugün.
— Kimdir, tanıyor muyuz?
— Tanıyacağınızı sanmam. Bi Yunanlı.
— Turist mi?
— Öyle söylüyor. İşte orda oturuyor. Biraz konuştuk.
Motelin ikinci katında sakallı biri oturuyordu.
— Türkçe biliyor mu?
— Aşağı yukarı bizim kadar. Yürüyoruz motele doğru. Mustafa Bey tanıştırdı. El sıkıştık. Niko imiş adı.
— Hoşgeldiniz. Nasılsınız?
— İyiyim. Sizler nasılsınız?
— Eh işte, bizler de öyle. İyi diyelim, iyi olalım.
Avladığımız balıklara sevgiyle bakıyor Niko.
— Bizde balık azaldı. Tek tek inceliyor hepsini. Bizim tarafta çıkmayan bir balık seçeyim bari.
Kahvelerimizi içerken söyleşiyi sürdürüyoruz.
— Anlatın bakalım diyor Mustafa Bey, öğrenci olduğunuzu söylemiştiniz değil mi?
— Öyle, Selanik Üniversitesi'ndeyim. Siyasal bilimler öğrencisi.
— Buraya gelmekten maksat?
— Karşı adada oturuyoruz biz. Uzun zamandır hep bakarım buralara. Gelmek, görmek istemişimdir hep. Babam anlatırdı buraların güzelliğini. Edremitliymiş babam. Fakat o yaşlı artık, gelemedi. Çok sevinçliyim buralara gelmekten,
— Biz de sizi tanımaktan sevinç duyduk, diyoruz.
— Vardır bizde de iyi düşünmeyenler. Ama azdır. Halklar birbirine düşman değildir ki. Tahmin ediyordum Türkler'in iyi davranacaklarını. Konukseverliğinizi çok duymuşumdur. Geldim gördüm işte. Doğruymuş. Nereye git-timse hep sıcak bir ilgi... Yok aslında aramızda düşmanlık. Hep sömürgecilerin hünerleri. Açmışlar aramızı. Yüzyıllar boyu iyi komşular olarak yaşamışız da aynı topraklarda... Sonra birden
değişivermiş birşeyler. Bu nasıl olur?
— Olmasa iyiydi ama artık gelip geçmiş bunlar. Bundan sonra sı önemli. Sağlam bir dostluk kurup bunu sürdürmeye bakmalıyız Niko kardeş.
— Ben de öyle düşünüyorum. Bakmayın siz bizim politikacılara. Nedense ortalığı karıştırmak, gerilimli havayı gündemde tutmayı yeğliyorlar.
— Politikacılara meydanı boş bırakmamak galiba en iyisi.
— Öyle ama bu da kolay ol¤muyor ki. Halkın bilinçli olması gerek.
Denizde, Midilli'ye bakıyoruz. Koyu mavi sularda dinleniyor gözlerimiz.
— Bugün rakılar benden diyor Niko. Çantasından bir şişe mastika çıkarıyor.
— Balıklar da bizden diye ya¤nıtlıyor Mustafa Bey, Garsonu çağırıyor.
Rakı masamız kurulmuş. Masti¤ka bardaklarımızı vuruyoruz.
— Şerefe! Dostluğa!
Dakikalar ilerledikçe dili çözülü¤yor Niko'nun. Türküler söylüyor. Sirtakiye kalkıyor ikidebir. Nesnel bir insan izlenimi uyandırmıştı bende. Bu kanım pekişiyor giderek.
— Bakın, bi şey diyeyim size. Sisam'da amcam var benim. Yaşlı. Geçen yıl oraya gittim. Sizin kıyılara daha yakın yerler var orada. Buradan daha yakın. —Eliyle Midilli'yi gösteriyor— Oradan da seyrettim kıyılarınızı. Hacı,
onu diyecektim: Amcamın elinde dürbün, hergün sizin kıyılara bakar durur. 'Ne oluyor amca? Neye bakar durursun sen hergün öyle?' Yanıtı şaşırttı beni. İnanıyorum ki sizler de şaşıracaksınız. 'Türkler ne zaman gelecek diye bakıyorum' demez mi? Kahkahayı bastım. Türkler'in geleceği falan yok amca, nereden çıkarıyorsun bunu' dedim. Epeyce konuştuk. Ertesi gün yapmaz artık bu işi sanıyordum Neerddeee! Sabah kalktım baktım ki, elinde dürbün. Sizin kıyılara bakıp durur. İşte böyle!.. Bazılarının beyinleri yıkanmış. Türk korkusu da var tabii.
— Bizim bi şey yaptığımız yok, görüyorsunuz?
— Biliyorum ama bazıları böyle işte. Şartlandırılmışlar diyorum ben.
Biz orada temmuzun son günlerinde Behrale'nin kıyısında oturmuşuz, rakılarımızı yudumluyoruz. Ben, Niko, Mustafa Bey, bir de balıkçı Mehmet reis.
— Dostluğa içelim yeniden diyor Mustafa Bey. Bardaklarımızı vuruyoruz.
— Bir denizin iki kıyısında hep barış ve dostluk için! diyoruz.
Bir gemi süzülüyor Ayvalık'a doğru. Martılar uçuşuyor denizin üstünde. Martı sesleri yankılanıyor Midilli ile Behrale arasındaki gökyüzü boşluğunda. Martı seslerine denizin türküsü karışıyor.
Ege, mavi. Kimi zaman gökyüzüyle aynı renkte. Külrengi zeytin ağaçlarıyla Ege'nin mavisinin uyuşmuşluğu. Ege kıyısının dinginliğinde kendimi dinlenmiş bulmuşumdur hep. Böylesi bir erince başka yerlerde ulaştığımı anımsamıyorum.
Çanakkale'den başlayarak uzanan kıyı çizgisinde mekik dokudum yıllardır. Ayvacık'tan Edremit Körfezi'ne inerken zeytinliklere, denize baktık düşlere dalarak. Midilli'ye baktım uzun uzun. Kimi zaman kıyı ile adanın uzantılarını şaşırarak... Ayvalık, Çan-darlı, Foça derken; Çeşme, Kuşadası, Didim, Bodrum... Arşipelde nice düşlere daldım. Oturup bir balıkçı meyhanesinden Sisam'a, Sakız'a, İstanköy'e baktım uzun zaman. Enez'den Dedeağaç'ın ışıklarını seyrettim sonbaharın kışa uzandığı günlerde. Zeytinin, üzümün, şarabın türküsünü dinledim kıyı insanlarından. Kimi zaman türkünün denize karıştığını gördüm.
Bilirdim ki karşı kıyıda da kimi insanlar benim gibidir. Onlar da Dedeağaç dolaylarından ta At-tik kıyılarına dek giderler gelirler kıyı boyunca. Denizin doğusuna, Anadolu kıyılarına bakarlar uzaktan. Özellikle adalardan. Şarap kokar kıyı, incir, üzüm zeytinyağı kokar.
Ege kıyısında nice gidip gelmelerim oldu yıllardanberi. Her girinti çıkıntıda, körfezde, koyda oyalandım. O yerin Antik dönemden bu yana yaşantısını düşleyerek.'.. Bir zeytin ağacının altında soluk alarak. Mitolojiden bir öyküyü anımsayarak... Tarihi yaşayarak... Troya'yı, Akhalılar'ı, Bergama'yı...
Temmuzun sıcak bir günü. Behrale'nin deniz kıyısında oturmuşum Mustafa Bey'in balıkçı lokantasına. Önümde rakı. Tabağımda çipura. Babakale yönünden bir yel esip geldi sonunda. Azıcık serinledim.
Balıkçı Mehmet çıkıp geliyor denizden.
— Balık bol bugün. İster misin?
—Mustafa Bey'e söyle. Ben yiyorum balığımı.
Oturdu yanıma. Bir bardağa rakı koyup verdim. Vurduk bardaklarımızı.
— Ne yanda avlandın bugün reis?
— Babakale'den çıktık, Midilli'ye doğru...
Gözü uzaklardaydı reisin. Dalgındı. Elini güneşe siper yapıyor, sürekli bakıyordu karşı kıyılara,
— Ne o Mehmet Reis? Neye bakıyorsun öyle?
— Hiiçç, Bakıyorum işte.
— Yoksa benim görmediğim bir şey mi var?
— Hayır, öyle işte...
— Söyle, söyle... Bir şey var sende?
— Bak, beyim. Şu karşı kıyıda, Midilli'de yani, bir kale görünüyor.
— Evet...
— Adını bilir misin?
— Nerden bileyim?
— Molva kalesidir o. Babamın, dedemin köyü o kalenin yakının-daymış. Özlemle anlatırlardı. Be¤ni de etkilemiş ki bakıyorum işte. Hele ' balığa çıktığımda yaklaşıp bakıyorum uzun uzun. Adadan bir Yunanlı balıkçıyla arkadaş olduk. Birlikte balık avlardık bazan. Bir keresinde çağırdı beni, gitmedim. İçimden gelmedi nedense.
— Oralara efkârlı baktığını anlamıştım.
— N'aparsın, beyim. Dedem, oraya Serez'den gelmiş. Nedense Serez çarşısını anlatırdı hep. İn¤sanın doğup büyüdüğü yerlerden ayrılması zor olmalı. Göçmenlik güç bi iş.
— Ne zaman balığa çıkıyoruz reis?
— Ne zaman istersen. Sabah seslendim duymadın.
Mustafa Bey göründü öteden.
— Bakıyorum sohbeti koyulaştırmışsınız.
— Öyle. Buyur sen de, Babakale'den esen yel çoğalı¤yor. Biz denizi konuşmaya başlıyoruz yeniden.
Temmuzun son günleri. Sıcak gene var ama hava daha serin. Özellikle akşamüstleri daha iyi. Mehmet reisle balığa çıkmıştık o gün. Dönerken Molva Kalesi'nin oralara bakıyordu hüzünle. Niye baktığını sormadım bu kez. Kıyıya yanaştığımızda Mustafa Bey sesleniyordu motelin önünden:
— Nerde kaldınız, merak ettik. Pek gecikmemiştik oysa.
— Bi şey mi oldu?
— Yoo, n'olsun ki? Bi konuğu¤muz var bugün.
— Kimdir, tanıyor muyuz?
— Tanıyacağınızı sanmam. Bi Yunanlı.
— Turist mi?
— Öyle söylüyor. İşte orda oturuyor. Biraz konuştuk.
Motelin ikinci katında sakallı biri oturuyordu.
— Türkçe biliyor mu?
— Aşağı yukarı bizim kadar. Yürüyoruz motele doğru. Mustafa Bey tanıştırdı. El sıkıştık. Niko imiş adı.
— Hoşgeldiniz. Nasılsınız?
— İyiyim. Sizler nasılsınız?
— Eh işte, bizler de öyle. İyi diyelim, iyi olalım.
Avladığımız balıklara sevgiyle bakıyor Niko.
— Bizde balık azaldı. Tek tek inceliyor hepsini. Bizim tarafta çıkmayan bir balık seçeyim bari.
Kahvelerimizi içerken söyleşiyi sürdürüyoruz.
— Anlatın bakalım diyor Mustafa Bey, öğrenci olduğunuzu söylemiştiniz değil mi?
— Öyle, Selanik Üniversitesi'ndeyim. Siyasal bilimler öğrencisi.
— Buraya gelmekten maksat?
— Karşı adada oturuyoruz biz. Uzun zamandır hep bakarım buralara. Gelmek, görmek istemişimdir hep. Babam anlatırdı buraların güzelliğini. Edremitliymiş babam. Fakat o yaşlı artık, gelemedi. Çok sevinçliyim buralara gelmekten,
— Biz de sizi tanımaktan sevinç duyduk, diyoruz.
— Vardır bizde de iyi düşünmeyenler. Ama azdır. Halklar birbirine düşman değildir ki. Tahmin ediyordum Türkler'in iyi davranacaklarını. Konukseverliğinizi çok duymuşumdur. Geldim gördüm işte. Doğruymuş. Nereye git-timse hep sıcak bir ilgi... Yok aslında aramızda düşmanlık. Hep sömürgecilerin hünerleri. Açmışlar aramızı. Yüzyıllar boyu iyi komşular olarak yaşamışız da aynı topraklarda... Sonra birden
değişivermiş birşeyler. Bu nasıl olur?
— Olmasa iyiydi ama artık gelip geçmiş bunlar. Bundan sonra sı önemli. Sağlam bir dostluk kurup bunu sürdürmeye bakmalıyız Niko kardeş.
— Ben de öyle düşünüyorum. Bakmayın siz bizim politikacılara. Nedense ortalığı karıştırmak, gerilimli havayı gündemde tutmayı yeğliyorlar.
— Politikacılara meydanı boş bırakmamak galiba en iyisi.
— Öyle ama bu da kolay ol¤muyor ki. Halkın bilinçli olması gerek.
Denizde, Midilli'ye bakıyoruz. Koyu mavi sularda dinleniyor gözlerimiz.
— Bugün rakılar benden diyor Niko. Çantasından bir şişe mastika çıkarıyor.
— Balıklar da bizden diye ya¤nıtlıyor Mustafa Bey, Garsonu çağırıyor.
Rakı masamız kurulmuş. Masti¤ka bardaklarımızı vuruyoruz.
— Şerefe! Dostluğa!
Dakikalar ilerledikçe dili çözülü¤yor Niko'nun. Türküler söylüyor. Sirtakiye kalkıyor ikidebir. Nesnel bir insan izlenimi uyandırmıştı bende. Bu kanım pekişiyor giderek.
— Bakın, bi şey diyeyim size. Sisam'da amcam var benim. Yaşlı. Geçen yıl oraya gittim. Sizin kıyılara daha yakın yerler var orada. Buradan daha yakın. —Eliyle Midilli'yi gösteriyor— Oradan da seyrettim kıyılarınızı. Hacı,
onu diyecektim: Amcamın elinde dürbün, hergün sizin kıyılara bakar durur. 'Ne oluyor amca? Neye bakar durursun sen hergün öyle?' Yanıtı şaşırttı beni. İnanıyorum ki sizler de şaşıracaksınız. 'Türkler ne zaman gelecek diye bakıyorum' demez mi? Kahkahayı bastım. Türkler'in geleceği falan yok amca, nereden çıkarıyorsun bunu' dedim. Epeyce konuştuk. Ertesi gün yapmaz artık bu işi sanıyordum Neerddeee! Sabah kalktım baktım ki, elinde dürbün. Sizin kıyılara bakıp durur. İşte böyle!.. Bazılarının beyinleri yıkanmış. Türk korkusu da var tabii.
— Bizim bi şey yaptığımız yok, görüyorsunuz?
— Biliyorum ama bazıları böyle işte. Şartlandırılmışlar diyorum ben.
Biz orada temmuzun son günlerinde Behrale'nin kıyısında oturmuşuz, rakılarımızı yudumluyoruz. Ben, Niko, Mustafa Bey, bir de balıkçı Mehmet reis.
— Dostluğa içelim yeniden diyor Mustafa Bey. Bardaklarımızı vuruyoruz.
— Bir denizin iki kıyısında hep barış ve dostluk için! diyoruz.
Bir gemi süzülüyor Ayvalık'a doğru. Martılar uçuşuyor denizin üstünde. Martı sesleri yankılanıyor Midilli ile Behrale arasındaki gökyüzü boşluğunda. Martı seslerine denizin türküsü karışıyor.