Bir Dilin Gücü ve Sözvarlığı

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Bir Dilin Gücü ve Sözvarlığı

Önce, bir dilin zenginliğinden ve sözvarlığı teriminden ne anlaşıldığına değinmemiz yerinde olacaktır.

Hemen belirtmemiz gerekiyor ki, dilbilimcilerin görüşüne göre, yeryüzünde ilkel dil yoktur; her toplumun dili, bireylerinin düşüncelerini, duygularını, tasarladıklarını anlatmaya, başkalarına iletmeye olanak verir. Bu anlatım, dilden dile değişen farklı biçimlerde ve birbirinden ayrılan kurallarla gerçekleşebilir. Ancak, günümüzdeki uygarlık gelişmelerine uzak kalmış, yazısı bulunmayan, yazılı ürünleri olmayan insan topluluklarının, dünyadaki ilerlemelerine, yeni yeni beliren kavramlara, bilim ve sanat kavramlarına yabancı kalan ilkel kavimlerin dilleri yoksul, kısıtlı sayılabilir. Bugün Afrika’da, Okyanusya’da; telefonu, radyoyu bilmeyen böyle topluluklarla karşılaşılmaktadır.

Eğer bir toplum, yüzyıllar boyu yazılı ürünler vermiş, bilim, sanat yapıtlarına, hukuk kitaplarına, öğretimle ilgili kitaplara sahip olmuşsa, o toplumun dilinde sürekli olarak yeni kavramlar belirecek, var olan sözcükler yeni anlamlar kazanacak, eşanlamlı öğelerin sayısı artacak ve dil, her konunun anlatımına elverişli duruma gelecektir. Dildeki sözcük sayısı da durmadan artacaktır. Ancak, aşağıda değineceğimiz gibi, yalnızca, sözcük sayısının yüksekliği, hele bu sözcüklerin büyük bir bölümünün yabancı dillerden alınma olduğu durumlarda, dilin zenginliği konusunda kesin bir ölçüt sayılamaz. Bir dilin zenginliğinin en önemli kanıtları arasında, o dilin anlatım gücünün yüksekliği, değişik kavramları ayrı ayrı karşılayabilmesi, tarihi boyunca geniş bir sözvarlığı ortaya koyması gibi nitelikler de vardır. Eğer bir dil, kendi kök ve ekleriyle her türlü kavramın anlatımı bakımından gücünü gösterebilmiş, geçmişinden bugüne, geniş bir sözvarlığına sahip olmuşsa; bir konuyu, bir durumu, bir davranışı değişik yollardan, farklı biçimlerde söze dönüştürebiliyorsa, o dile “zengin bir dil” diyebiliriz. Bu açıdan Türkçeyi ele almadan önce, sözvarlığı konusunu inceleyelim:

Sözvarlığı denince, ilk akla gelen, insanın vücudundan, organlarından başlayarak onun en önemli gereksinimlerini oluşturan yiyecek ve içeceklerin adlarına, akrabalık ilişkilerini gösteren kavramlara, ona yakın olan tarım hayvanlarına, bitkilere, renklere, doğa olaylarına ait sözcükler ve almak, vermek, yemek… gibi eylemler (fiiller)dir. Bunlar, sözvarlığının temel sözvarlığı adı verilen bölümünü oluşturur. Bugün, dünyadaki gelişmeler ve insan yaşamında yeni yeni önem taşıyan kavramların meydana gelmesi, buzdolabı, televizyon gibi cihazların günlük yaşamda vazgeçilmez parçalara dönüşmesi nedeniyle temel sözvarlığının çerçevesi, özellikle, yabancı dil öğretiminde 2000 sözcüğe çıkarılmıştır.

Dilin kendi öğelerinin dışında, her dilin sözvarlığında, başka dillerden alınma yabancı sözcükler de bulunmaktadır. Bunlardan bir bölümü, Türkçedeki hasta (< Farsça / haste /), kalıp ( Arapça/ka:lib/ ), oruç ( < Farsça /ru:ze/ ) örneklerinde olduğu gibi, dilin ses yapısına uymakta, bir bölümü ise uymayarak lokomotif, spekülasyon, trigonometri gibi, yabancılığını belli etmektedir.

Sözvarlığı içinde, bilim, teknik, sanat, zanaat, spor gibi değişik alanların özel kavramları olan terimler de vardır. Geometrideki dik açıdan kimyadaki çökeltiye, dişçilikteki köprüden hekimlikteki anjiyoya, futboldaki ofsayta kadar, içinde yabancılar da bulunan bu öğeler terim olarak nitelenir. Terimlerin, ancak çeşitli alanların uzmanlarına bilinenleri özel terim sözlüklerinde yer alırken telefon, röntgen, enflasyon gibi yaygınlaşan, halkça bilinenleri, günlük kullanımda geçenleri genel sözlüklere girer.

Sözvarlığını oluşturan öğeler arasında, deyimler, atasözleri ve özellikle Türkçede önemli bir yer turan ikilemeler de bulunmaktadır. Bunların yanı sıra, günlük yaşamda kullanılması adet olmuş, dilcilikte ilişki sözleri ya da kalıp sözler adı verilen geçmiş olsun, kolay gelsin gibi sözler de vardır. Herhangi bir dilin sözvarlığı, içerdiği somut ve soyut kavramlarla ilgili sözcükler ve yukarıda saydığımız öteki öğeleriyle, o dili konuşan toplumun maddi ve manevi kültürünü, bütünüyle yansıtır.

Türkçenin sözvarlığı, en eski metinlerden bu yana incelenecek olursa, Türklerin maddi ve manevi kültürü konusunda, yabancı bir araştırmacının bile ilgisini çekecek ipuçları bulunabilir. Örneğin, Türklerin yaşamında, tarih boyunca önemli bir yeri bulunan, günlük yaşamda ve savaşta kullandıkları at, eldeki en eski metinlerimiz olan, Orhun yazıtları’nda adgır “aygır”, at, yılkı “at sürüsü” sözcükleriyle hatta at donlarını (renklerini) gösteren boz, ak, torug “doru” sıfatlarıyla geçmekte; günümüze kadar geçen dönemlerde ve bugün atla ilgili atasözleri önemli bir sayıya ulaşmaktadır. Dilden yola çıkarak yabancı uluslarla ilişkileri ortaya koyma olanağı da vardır. Örneğin, VIII. yüzyıla ait Orhun Yazıtları’nda ve aynı yüzyıla ve zamana ait Uygur belgelerinde Çinceden alınma öğelerin bulunması, o çağda Türklerin Çinlilerle olan ilişkilerinin belirtilerindendir. X. yüzyıldan sonraki dil ürünlerinde ise, aynı yüzyılda İslamiyetin benimsenmesinden başlayarak bu dinle ilgili öğelerin, dinsel terimlerin bulunduğu görülmektedir.
 
Geri
Top