Efendim, bugün Pazar. Yani haftanın en mucizevi, en tartışmalı, en "ne yapsam da hiçbir şey yapmasam" günü. Hafta içi o koşturmacalar, o toplantılar, o "acaba bu maili okudular mı?" gerginliği... Hepsi tarih oldu. Şimdi ise huzurun, yani daha doğrusu huzursuz bir tembelliğin kucağındayız.
Sabah alarm çalmadı. Zaten çalmasına da gerek yoktu. Çünkü vücudum, içgüdüsel olarak Pazar günü olduğunu biliyor ve "Uyuma moduna geç!" emrini çoktan vermişti. Bu emir o kadar güçlüydü ki, sabah güneşin ilk ışıklarını görmemle beraber yatakla sarmaş dolaş bir haldeydim. Sanki yatak, "Ben seni bırakmam, sen benimsin!" diyordu. Ben de ona, "Sensin ya, sen!" diye karşılık veriyordum. Tam bir aşk hikayesi...
Güne başlamak için ilk girişimim, gözlerimi zorla aralamak oldu. Sanki iki tane kürek sapını birbirine yapıştırmaya çalışıyorum gibiydi. Sonra, "Acaba telefonuma mı baksam?" diye düşündüm. Aman Allah'ım, bu nasıl bir soru? Tabii ki telefona bakacağım! Hayatımın anlamı, bildirimlerimin sesi...
Baktım. Bir şey yok. Yani, var. Ama hiçbir şey yok. İnsanlar yine kahve fotoğrafı atmışlar, yine "pazar keyfi" hashtag'leri havada uçuşuyor. Sanki herkes bu günü mükemmel geçiriyormuş gibi. Oysa ben, yatağın içinde, saçlarım dağınık, pijamalarım buruş buruş, hayatın anlamsızlığını sorguluyorum.
Sonra karar verdim: Bugün hiçbir şey yapmayacağım. Yani, yapacağım. Ama hiçbir şey yapıyormuş gibi yapacağım. Bu, bir sanat eseri gibi bir şey. Miskinlik sanatının zirvesi.
Önce mutfağa gitmek zorunda kaldım. Yani, "gitmek zorunda kaldım" diyorum ama aslında sürünerek gittim. Buzdolabını açtım. İçerideki boşluk beni hayata karşı olan umutsuzluğuma bir adım daha yaklaştırdı. Neyse ki köşede kalmış yarım ekmek ve zeytin vardı. İşte, gurme pazar kahvaltım. Belki de yarın bir restoranda yer ayırtmalıyım. Tabii, yarın da Pazar olmazsa...
Kahvaltıyı bitirdikten sonra televizyonun karşısına geçtim. Ne izleyecektim? Bütün dizileri bitirmiştim. Belgeseller ise beni daha da derin düşüncelere sürükleyecekti. En iyisi, "ev işleri" diye adlandırdığım, aslında yapmaktan en çok nefret ettiğim şeylere odaklanmak... Ah, tabii ki şaka yapıyorum. Ev işleri ne zamandan beri eğlenceli oldu ki?
Yattım. Tekrar. Bu sefer salonda. Uzandığım koltuk, vücuduma tam oturdu. Sanki yıllardır beni bekliyormuş gibiydi. Üstüme bir battaniye aldım. Hava soğuk değil, ama Pazar günü her şey soğukmuş gibi gelir bana. Sanki evren bana üşüyormuş hissi veriyor. Belki de bu, haftaya karşı bir hazırlık aşamasıdır...
Sonra o muazzam soru geldi aklıma: Acaba kalkıp bir şeyler mi yapsam? Bir yere mi gitsem? Dışarıda dünya dönüyor, hayat akıyor... Ama benim içimde sadece "Pazar" diye bir kavram var. Ve bu kavram, beni her türlü aktiviteden alıkoyuyor.
Bu saatten sonra ne mi yapacağım? Bilmiyorum. Belki biraz daha uzanırım, belki tavana bakarım, belki de yatağa geri dönerim. Yani, Pazar günü yapılacak en mantıklı şeyleri yapacağım.
Bu yazıdaki tek amacım, sevgili okur, seni güldürmek ve biraz da "ben de böyleyim" dedirtmekti. Unutma, bu Pazar günü sadece sen değilsin böyle. Hepimiz aynı gemideyiz. Yani, aynı koltuktayız, aynı pijamalarla, aynı dağınık saçlarla...
Şimdi, sen de en sevdiğin yere uzan ve bu günün tadını çıkar. Belki de yarın hayatın anlamını bulursun. Ya da belki de bulamazsın. Ama önemli değil, sonuçta hayat Pazar günü kadar da ciddiye alınacak bir şey değil.