Yıllardır ortaya attıkları asılsız iddialarla Türklere kin kustular, kan döktüler.
Ruslara katılıp Osmanlıyı sırtından hançerleyen Ermeni mebuslar vardı...
Ermenilerin ve işbirlikçilerinin iddialarının gerçek yüzü
Ruslara katılıp Osmanlıyı sırtından hançerleyen Ermeni mebuslar vardı...
Ermenilerin ve işbirlikçilerinin iddialarının gerçek yüzü
YILLARDIR ORTAYA ATTIKLARI ASILSIZ İDDİALARLA TÜRKLERE KİN KUSTULAR KAN DÖKTÜLER. AMA...
Tarih onları yalanlıyor
Ermeniler ve onların iç ve dış işbirlikçileri 1915 yılından başlayarak bizim onlara soykırım uyguladığımızı öne sürmektedirler. ASALA terör örgütü de bu soykırım yalanının öcünü almak savı ile diplomatlarımızı şehit etmişti. Dahası, 1915 öncesinde de Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni azınlığın Türkler tarafından ezilip sömürüldüğü savı da ortaya atılmaktadır. Tarihsel gerçekler bu savların bütünüyle tersinedir.
Üç gerçek - üç soru
Bu savların tarihsel verilere ne denli aykırı olduğunu saptayabilmek için, her şeyden önce, şu üç gerçek ortaya konulmalı ve bunlar göz önünde tutularak sorulacak sorulara yanıt aranmalıdır:
1 Osmanlı Devleti, çok etnik guruplu/uluslu ve değişik dinlerden toplulukların oluşturduğu bir devletti.
Eğer Osmanlı yöneticileri öne sürüldüğü gibi gerçekten de Ermeniler’e karşı bir soykırım yapmışlarsa, neden başka etnik guruplardan ve dinlerden olanlara değil de yalnız Ermeniler’e soykırım yapmışlardır?
2 Ermeniler, göreceğimiz gibi, Osmanlı Devleti’nin üst düzey yönetim kadroları içinde yer alıyorlardı. Çok sayıda Ermeni; bakan, elçi, müsteşar, kaymakam, yargıç v.b. vardı. Kaldı ki, ekonomik açıdan da ülke en başta Ermeniler’in elindeydi.
Osmanlı Devleti’nde ilk Ermeni ayaklanması 1862 yılında olduğuna göre; Ermeniler kendi iktidarlarına ve kendilerinin de yönettiği devlete karşı mı ayaklanmışlardır? Öyleyse neden?
3 Soykırım savı, I.Dünya Savaşı yılları içindir.
Durumun böyle olmasına karşın, bu tarihe gelinceye değin yarım yüzyıldır Ermeniler’in terör eylemleri niçin hiç söz konusu edilmemektedir?
Temeldeki yalan
Bu üç soruya verilecek yanıtlar işin gerçeğini ortaya koyacaktır ama önce Ermeni savlarının en temelinde bulunan ve Türkler’in Ermenileri yerlerinden yurtlarından ettiği, Ermeni devletinin topraklarına el koyduğu savlarına değinmek gerekiyor.
* Bir kere, çok daha sonraları Osmanlı Devleti sınırları içinde kalacak olan ve Ermenistan denen coğrafî bölgede bulunan Ermeni beylikleri, Bizans tarafından 1045 yılında ortadan kaldırılmıştır. Bölge, 1071’de Bizans’tan Selçuklular’a geçecek, Osmanlı egemenliği altına ise 1524’ten sonra girecektir. Açıkçası, bu bölgede Ermeni siyasal varlığına son verenler, Türkler değil, Bizanslılar’dır.
* Kilikya’da bulunan Kilikya Ermeni Baronluğu’na gelince; 1342 yılına kadar Ermeni kırallarca yönetilmiş, ancak kıral IV.Leon, erkek varisi bulunmadığından ülkesini Kıbrıs Kıralı II.Henri’nin yeğeni Guy De Lusignan’a bırakmıştır. Böylece bu Ermeni siyasal varlığı da bir Fransız sülâlesine, Latin yönetimine geçmiş oluyordu. Kaldı ki, 1375’de buna da son verenler, Memlûklular olacaktır.
Bu nedenle, eğer bugün Ermeniler bağımsızlıklarını yitirmiş olmalarının sorumlularını arıyorlarsa, doğru adresleri:
1- Bizanslılar’ın devamı olduklarını öne süren Yunanlılar,
2- Fransızlar, olmalıdır.
ASALA’nın katliamları hafızalardan silinmedi
Fatih, Ermenilere büyük hoşgörü göstermişti
Ermenilere özel hukuk
Fatİh Sultan Mehmet, Bizans tarafından ezilip hırlanan, İstanbul’un kapılarından içeri sokulmayan Ermeniler’inden elinden tutmuş, hukuksal ve dinsel açılardan iç örgütlenmelerini sağlamış, kısacası onları “ihya” etmiştir. Ermeni kaynakları, dün de bugün de, bu gerçeği açıkça itiraf etmektedirler. Örneğin, Ermeni gezgin Simeon, “Seyahatnâme” sinde der ki:
İstanbul, Rumlar’ın elinde bulunduğu devirde, Ermeniler’in oraya yerleşmeleri şöyle dursun, bezirgân olarak bile hiçbir Ermeni şehre giremezdi. Fakat Türkler İstanbul’u fethettikten sonra birçok eyaletlerden Ermeniler’i davetle iskân ettikten maada, Rumlar’ın elinden alınan iki muhteşem kiliseyi de onlara verdiler. “ (Yayınlayan: Hrand D. Andreasyan, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yyn., İstanbul, 1965, s.84)
Bu kiliseler Samatya’daki Surp Georg ve Balat’taki Surp Hıreşdagabet kiliseleridir.
Tarihi hakikat
Çok daha sonraları Ermeni yazar Yetvart Çark da şöyle diyecektir:
”Sultan Fatih’in (1430-1481) İstanbul’u fethetmesiyle, Ermeniler’in istikbali [geleceği] için yeni bir yıldızın parlamaya başladığını söylersem, tarihî bir hakikati tebarüz ettirmiş [belirtmiş] olacağıma kaniim. Bu itibarla, eğer İstanbul’a Türkler gelmemiş veya gelmeleri gecikmiş olsaydı, o nispette de Ermeniler’in İstanbul’a yerleşmeleri ve bahasus inkişaf etmeleri [özellikle de gelişmeleri] pek şüpheli olur, hatta belki de izleri bulunmazdı.“ (Yetvart Çark: Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler; İstanbul, 1953, s.xıı)
Fatih, bununla da yetinmemiş, 1461’de Bursa’daki Ermeni piskoposu Hovakim’i İstanbul’a getirterek ona ”Ermeni Patriği “ unvanını vermiştir.
Hovakim’in ve onu izleyen patriklerin devlet içindeki ayrıcalıkları ve yetkileri şunlardı:
1-Dinsel konularda tek yetkiliydi.
2-Hukuk alanında kişilik hakları ve bunların korunması, haklara ehil olma, borçlanma ehliyeti gibi konuların düzenlenmesi ve bu alanlardaki uyuşmazlıkların çözülmesi Patrikhane’nin yetkileri arasında bulunuyordu.
3-Evlenme, boşanma, nesep, miras v.b. konularda da aynı yetkilere sahipti.
Böylece Ermeniler, Osmanlı Devleti içinde ayrı bir hukuk düzenine sahip olmuşlar ve bu da onlara kendi ulusal çerçevelerinde örgütlenme olanağı sağlamıştır. Bir başka açıdan bakıldığında, ulusal bilinç ve bütünlüklerini koruyup geliştirebilmişlerdir.
Bu durum bile,tek başına, Ermeniler’in hiç de öyle öne sürüldüğü gibi hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakılmadıklarının su götürmez kanıtıdır.
ERMENİLER:
Osmanlı’nın zenginleri...
Ermenİler’in Fatih II.Mehmet ile başlayan bu gelişme süreçleri, giderek onları hem ekonomik ve hem de siyasal alanda Osmanlı iktidarının en önemli ortağı durumuna getirmiştir. Söz gelimi, Ermeni yazar Eremya Çelebi Kömürciyan’ın verdiği bilgilere göre; XVII.yüzyılda İstanbul’da Samatya’da 1.000’i aşkın Ermeni ” hane “si bulunuyordu ve bunlar güzel ve bakımlı bahçelerle çevriliydi. Yenikapı’dan Kumkapı’ya kadar olan yerler, Ermeni mahalleleri bölgesiydi. (Eremya Çelebi Kömürciyan: İstanbul Tarihi - XVII.Asırda İstanbul; tercüme ve tahşiye eden Hrand Andreasyan, yayına hazırlayan Kevork Pamukciyan; 2.basım, Eren yyn., İstanbul, 1988, s.2-3) Üsküdar’da Ermeni mahalleleri vardı ve Çamlıca’ya kadar olan bağların çoğu Ermeniler’indi. (aynı yerde, s.21)
Mantran diyor ki...
Tarihçi Robert Mantran’ın belirttiğine göre de, Ermeniler kendilerini asıl ticaret alanında göstermişlerdi. Bu alanda en ileri gittikleri dal ise bankerlik, sarraflık ve tefecilikti. Bu yolla büyük servet sahibi olmuş birçok Ermeni uluslararası para piyasalarında ön sıralara geçmişlerdi. (Robert Mantran: İstanbul Dans La Second Moitie du XVII’e Siecle; Paris, 1962, s.52) Öte yandan, Osmanlı Devleti, para basım işlerini Ermeniler’e bırakmıştı. Nasıl oluyorsa Ermeniler bu yoldan da büyük paralar kazanıyorlardı. Yetvark Çark’ın deyişiyle, “Ermeniler hem darphaneye faydalı hizmetlerde bulunur, hem de hatırı sayılır zenginlerden oluverirlerdi.” (a.g.k.,s.48) Bu yazar, kitabının 51.sayfasından başlayarak tanınmış zengin Ermeniler’in adlarını bir bir saymakta ve ayrıca demektedir ki:
“Ermeniler servetleriyle birçok taraftar kazanmış, nüfuzlarını genişletmiş, hatta sadrazamların tayinini dahi temin edebilmek vaziyetine girmişlerdir .... Sadrazam dahi sarrafını esirgemekte menfaati vardı. Zira himayesine karşılık başkalarına olan borcu silinirdi. En zengininin serveti [Ermeni’nin] takriben bir milyon sterling’e baliğ olurdu. Vilayetleri teftişe çıkan valinin müşaviri ve maslahatgüzarı bu sarrafların akrabalarından olurdu. Bütün para muamelâtı bunlar tarafından olur, bu maslahatgüzar vilayetin gelirlerini toplar ve mecmuundan [toplamından] ondalık alır. Bu itibarla paşaya refakat eden yardımcısından ayrılmak, balığın derisinden ayrılamadığı gibi, imkânsızdı.” (s.50)
Ermeni yazar Oscanyan’ın New York’ta 1857’de yayınlanmış olan ” The Sultan and His People “ (Sultan Ve Halkı) adlı kitabında yer alan şu satırlar, durumu daha bir açıklığa kavuşturacaktır:
En nüfuzlu toplum
“Ermeniler Türkiye’de günlük yaşamın temelini oluşturuyordu. Çünkü uzun süredir hizmet etmekten ziyade idare etmeye alışmış olan Türkler, sanayinin bütün dallarını onlara bırakmıştı ..... Ayrıca, onlarla Müslümanlar arasında duygu benzerliği ve çıkar birliği vardı. Çünkü, köken yönünden aynı bölgeden oluşları dolayısı ile huyları ve âdetleri aynı idi. Bu nedenle de kendilerini Türkler’e rahatlıkla uydurmuş, emniyetlerini kazanarak reayanın en nüfuzlusu durumuna gelmişlerdi ve hâlâ da öyledir. Ermeniler’e bir şekilde borçlu olmayan bir tek paşa veya yüksek rütbeli memur bulunmazdı.
En yoksul köylü bile ektiği tohumun bedeli için onlara borçlanırdı. Öyle ki, Osmanlı onlarsız bir tek gün bile yaşayamazdı. Bu öylesine besbelli bir durumdu.” (s.353-354)
Dikkat edilsin: Oscanyan, kitabının yayınlandığı 1857 yılında bile durumun hâlâ öyle olduğunu belirtiyor. Ne var ki, birazdan belirtileceği üzere, Ermeniler’in devlete karşı ilk başkaldırışlarının tarihi, bundan yalnızca beş yıl sonrasında, 1862 yılındadır!...
[ALINTI]