Eksi yirmi derece. Buz kristalleri havaya savrulan küçük elmaslar gibi parıldıyordu. Minik Kar Tanesi, buzlu camlı pencereden dışarı bakıyordu. Burnu, donmuş bir çilek kadar kırmızıydı. Üşüyordu, çok üşüyordu. Ama içini ısıtan bir şey vardı: yarın, Büyük Kar Adam Yarışması vardı.
Kar Tanesi, aslında adı Kar Tanesi olan küçük bir kızdı. Uzun, siyah saçları örgüler halindeydi ve donmuş parmaklarıyla sıkıca tuttuğu, özenle işlemeli kırmızı bir bere takıyordu. Annesi, ünlü bir kar heykeltraşıydı ve Kar Tanesi de annesinin yanında büyümüş, karın büyülü dünyasını her zerresine kadar öğrenmişti. Yarışmada, annesiyle birlikte muhteşem bir kar adamı yapacaklardı; ama bu yıl işler biraz farklıydı.
Bu yılın kışında, herkesin kalbini eritecek kadar sert bir soğuk vardı. Köyün en becerikli kar heykeltraşları bile, buzlu rüzgarın saldırısından şikayet ediyordu. Kar, sert ve katıydı, şekillenmesi imkansız gibi görünüyordu. Annesi, “Bu yıl işimiz zor olacak, küçük Kar Tanesi,” demişti üzgün bir sesle. “Buz gibi hava, karı işlemek için en uygun malzeme değil.”
Kar Tanesi ise yılmıyordu. Annesinin üzüntüsünü görünce, küçük yüreğinde bir karar aldı. O, buzdan bir kalbe sahip değildi. Onun kalbi, sıcak, şefkatli ve cesur bir kalpti. Yarışmadan önce, köyün dışındaki “Büyülü Orman”a gitmeye karar verdi. Bu orman, efsanelerde anlatılan, büyülü bir yerdi. Söylentilere göre, bu ormanın derinliklerinde, sıcaklığıyla her şeyi eritebilecek bir “Buz Çiçeği” yetişiyordu.
Ertesi sabah, henüz güneş doğmadan, Kar Tanesi kırmızı beresini sıkıca başına geçirdi, donmuş parmaklarıyla eldivenlerini taktı ve evden çıktı. Eksi yirmi derecedeki hava, cildi yakıyordu ama o, hedefinden asla vazgeçmedi. Büyülü Ormana doğru, karlı tepelerden ve donmuş nehirlerden geçti. Yolda, donmuş bir gölün üzerinde kayan bir tilkiyle karşılaştı, buz mağarasında uyuyan bir ayı gördü ve yıldızlarla kaplı gökyüzüne doğru yükselen buz kristalleri gibi parıldayan kar taneleriyle dans etti.
Büyülü Orman, gizemli ve ürkütücüydü. Ağaçlar, buz heykeller gibiydi ve karanlık gölgelere bürünmüştü. Kar Tanesi, korkusunu yenerek, derinlere doğru ilerledi. Yol boyunca, donmuş gözyaşlarını anımsatan buz kristallerinden bir yol izledi. Bir süre sonra, ormanın en derininde, parıldayan, masmavi bir çiçek gördü. Bu, efsanedeki Buz Çiçeği’ydi. Çiçeğin merkezinden, incecik bir buhar yükseliyordu. Kar Tanesi, çiçeği nazikçe alıp, yüreğinin sıcaklığını hissederek, eve doğru yola koyuldu.
Eve döndüğünde, annesi şaşkınlıkla onu karşıladı. Kar Tanesi, Buz Çiçeği’ni gösterdi. Çiçeğin sıcaklığı, karı yumuşatmaya ve şekillendirmeye yetti. Anne ve kız, o gece, dünyanın en muhteşem kar adamını yarattılar. Bu kar adamı, gözleri parıldayan buz kristalleri, burnu narin bir buz sarkıtı ve gülümseyen bir ağzı olan, sıcak bir yürek taşıyan bir varlıktı. Ve tabii ki, yüreğinde minik, ama güçlü bir Buz Çiçeği vardı. Kar Tanesi ve annesi, Büyük Kar Adam Yarışmasını kazandılar, ama asıl ödül, bu zorlu kış gününde, yüreklerini ısıtan dostluk ve cesaretin sıcaklığıydı.
Kar Tanesi, aslında adı Kar Tanesi olan küçük bir kızdı. Uzun, siyah saçları örgüler halindeydi ve donmuş parmaklarıyla sıkıca tuttuğu, özenle işlemeli kırmızı bir bere takıyordu. Annesi, ünlü bir kar heykeltraşıydı ve Kar Tanesi de annesinin yanında büyümüş, karın büyülü dünyasını her zerresine kadar öğrenmişti. Yarışmada, annesiyle birlikte muhteşem bir kar adamı yapacaklardı; ama bu yıl işler biraz farklıydı.
Bu yılın kışında, herkesin kalbini eritecek kadar sert bir soğuk vardı. Köyün en becerikli kar heykeltraşları bile, buzlu rüzgarın saldırısından şikayet ediyordu. Kar, sert ve katıydı, şekillenmesi imkansız gibi görünüyordu. Annesi, “Bu yıl işimiz zor olacak, küçük Kar Tanesi,” demişti üzgün bir sesle. “Buz gibi hava, karı işlemek için en uygun malzeme değil.”
Kar Tanesi ise yılmıyordu. Annesinin üzüntüsünü görünce, küçük yüreğinde bir karar aldı. O, buzdan bir kalbe sahip değildi. Onun kalbi, sıcak, şefkatli ve cesur bir kalpti. Yarışmadan önce, köyün dışındaki “Büyülü Orman”a gitmeye karar verdi. Bu orman, efsanelerde anlatılan, büyülü bir yerdi. Söylentilere göre, bu ormanın derinliklerinde, sıcaklığıyla her şeyi eritebilecek bir “Buz Çiçeği” yetişiyordu.
Ertesi sabah, henüz güneş doğmadan, Kar Tanesi kırmızı beresini sıkıca başına geçirdi, donmuş parmaklarıyla eldivenlerini taktı ve evden çıktı. Eksi yirmi derecedeki hava, cildi yakıyordu ama o, hedefinden asla vazgeçmedi. Büyülü Ormana doğru, karlı tepelerden ve donmuş nehirlerden geçti. Yolda, donmuş bir gölün üzerinde kayan bir tilkiyle karşılaştı, buz mağarasında uyuyan bir ayı gördü ve yıldızlarla kaplı gökyüzüne doğru yükselen buz kristalleri gibi parıldayan kar taneleriyle dans etti.
Büyülü Orman, gizemli ve ürkütücüydü. Ağaçlar, buz heykeller gibiydi ve karanlık gölgelere bürünmüştü. Kar Tanesi, korkusunu yenerek, derinlere doğru ilerledi. Yol boyunca, donmuş gözyaşlarını anımsatan buz kristallerinden bir yol izledi. Bir süre sonra, ormanın en derininde, parıldayan, masmavi bir çiçek gördü. Bu, efsanedeki Buz Çiçeği’ydi. Çiçeğin merkezinden, incecik bir buhar yükseliyordu. Kar Tanesi, çiçeği nazikçe alıp, yüreğinin sıcaklığını hissederek, eve doğru yola koyuldu.
Eve döndüğünde, annesi şaşkınlıkla onu karşıladı. Kar Tanesi, Buz Çiçeği’ni gösterdi. Çiçeğin sıcaklığı, karı yumuşatmaya ve şekillendirmeye yetti. Anne ve kız, o gece, dünyanın en muhteşem kar adamını yarattılar. Bu kar adamı, gözleri parıldayan buz kristalleri, burnu narin bir buz sarkıtı ve gülümseyen bir ağzı olan, sıcak bir yürek taşıyan bir varlıktı. Ve tabii ki, yüreğinde minik, ama güçlü bir Buz Çiçeği vardı. Kar Tanesi ve annesi, Büyük Kar Adam Yarışmasını kazandılar, ama asıl ödül, bu zorlu kış gününde, yüreklerini ısıtan dostluk ve cesaretin sıcaklığıydı.