Çarıksız Mehmet, köyün en fakir evinin en sevimli çocuğuydu. Ayaklarında çarık yoktu, sadece incecik, topraktan, taştan yara bere içindeki ayakları vardı. Ama kalbinde koca bir dünya saklıydı; bir dünya masal, hayal ve umutlarla dolu. Diğer çocuklar, parlak yeni çarıklara kavuşmanın sevinciyle koşuşturup oynarken Mehmet, köyün kenarındaki eski, yıkık değirmenin yanındaki çalılıkların arasında kayboluyordu. Orada, kendi dünyasını kuruyordu; çalı çırpıdan evler yapıyor, taşlardan hayvanlar şekillendiriyordu. Ve en çok da, masallar anlatıyordu.
Kendine anlattığı masallar, tıpkı hayalleri gibi sınırsızdı. Sözcükleri büyülüydü, hayata ve umuda açılan gizli kapıları aralıyorlardı. Toprağa karışmış eski tahta parçalarından yapılmış bir oyuncak kılıcı vardı. O kılıçla, devleri yendiği, ejderhalarla savaştığı, prenslikleri kurtardığı hikâyeler anlatıyordu. Masalları o kadar gerçekçiydi ki, kuşlar bile dinlemek için dallara konar, rüzgâr onun sesini taşıyarak köyün dört bir yanına yayardı.
Köylüler onu bilirlerdi, Çarıksız Mehmet'i. Bazıları acıyıp ekmek verir, bazıları ise sadece garipsiyordu. Ama hiç kimse, onun dünyasının derinliklerine inemez, masallarının büyüsünü anlamazdı. Sadece ihtiyar Elmas Dede anlıyordu. Elmas Dede, köylünün en bilgesi, yaşlı gözleri ile tüm dünyayı görmüş, sayısız masal dinlemiş bir insandı. O, Mehmet'in masallarına hayran kalmıştı. Onun masallarının, yalınlığına rağmen, kalbin derinliklerindeki sızıyı, umudu ve direnci mükemmel şekilde yansıttığını biliyordu.
Bir gün, köyün zengin beyi, büyük bir şölen düzenledi. Köyün tüm çocuklarını davet etti. Çocuklar, yeni çarıklara, parlak elbiselere bürünmüş, şölende neşe içinde dans ediyorlardı. Mehmet, yıkık değirmenin yanında oturup, çalı çırpılardan yapılmış küçük bir evine sığınıp, bir masal anlatıyordu. Şöleni görmezden geliyordu. Zira, yeni çarıklara ya da süslü giysilere değil, hayal gücüne sahipti.
Ancak şölenin ortasında, zengin beyle beraber, saraydan bir elçi geldi. Elçi, kralın ağır hasta olduğunu ve sadece dünyanın en güzel masalıyla iyileşebileceğini açıkladı. Kralın tüm doktorları, bilginleri, ozanları denemiş, ancak hiçbir çare bulamamışlardı. Elçi, köyün en yetenekli masal anlatıcısını arıyordu. Tüm çocuklar gözlerini Mehmet'e dikti.
Mehmet, başlangıçta tereddüt etti. Ayakları toprağa basmaya alışmıştı, saraya çıkma fikri onu ürkütüyordu. Ama Elmas Dede'nin gözlerindeki inancı gördü, ve karar verdi. Sadece kendi hikâyeleriyle değil, köylülerin hikayelerinden, çocukların hayal dünyasından derlediği yeni bir masalla saraya gitti. Ayaklarının yalınlığı, sözcüklerinin güzelliğiyle örttü. Masalı, sesinin derinliklerinden fışkıran bir ırmak gibi aktı. Masalı boyunca; savaşçılar, büyücüler, canavarlar ve güçlü kahramanlarla bir yolculuk oldu. Hayal ve gerçeği iç içe geçirdi.
Mehmet’in masalı öyle dokunaklıydı ki, saraydakilerin gözlerinde yaşlar belirdi. Kral, masalın etkisiyle sağlığına kavuştu. Mehmet, çarıksız ayaklarıyla kralın karşısında dururken, ona bir yavru kartal hediye edilmesini istedi. Ödülü almak için değil; yeni arkadaşını kendi evinde, çalılıkların yanında bırakmak istiyordu.
Mehmet köyüne döndüğünde, bir daha fakir ve kimsesiz değildi. Köylüler, onu sevgiyle ve hayranlıkla kucakladılar. Çarıksız ayakları, artık sadece toprakla değil, umutla, dostlukla, başarıyla yol alıyordu. Mehmet, her çocuğa gösterilen ilginin ve kendine gösterilen güvene çok büyük değer veriyor ve çalı çırpısından kurduğu kendi evini unutmuyor; hep yeni masallar yaratıyor; kalbinin ve ruhunun enginliğiyle, dünyaya, yalnızca kelimelerle değil, yaşadıklarıyla, ve çalı çırpısından yapılan küçük eviyle tüm masallarına zengin bir özellik katıyordu. Ve böylece, Çarıksız Mehmet, sadece köyünün değil, bütün krallığın en değerli varlığı oldu.
Kendine anlattığı masallar, tıpkı hayalleri gibi sınırsızdı. Sözcükleri büyülüydü, hayata ve umuda açılan gizli kapıları aralıyorlardı. Toprağa karışmış eski tahta parçalarından yapılmış bir oyuncak kılıcı vardı. O kılıçla, devleri yendiği, ejderhalarla savaştığı, prenslikleri kurtardığı hikâyeler anlatıyordu. Masalları o kadar gerçekçiydi ki, kuşlar bile dinlemek için dallara konar, rüzgâr onun sesini taşıyarak köyün dört bir yanına yayardı.
Köylüler onu bilirlerdi, Çarıksız Mehmet'i. Bazıları acıyıp ekmek verir, bazıları ise sadece garipsiyordu. Ama hiç kimse, onun dünyasının derinliklerine inemez, masallarının büyüsünü anlamazdı. Sadece ihtiyar Elmas Dede anlıyordu. Elmas Dede, köylünün en bilgesi, yaşlı gözleri ile tüm dünyayı görmüş, sayısız masal dinlemiş bir insandı. O, Mehmet'in masallarına hayran kalmıştı. Onun masallarının, yalınlığına rağmen, kalbin derinliklerindeki sızıyı, umudu ve direnci mükemmel şekilde yansıttığını biliyordu.
Bir gün, köyün zengin beyi, büyük bir şölen düzenledi. Köyün tüm çocuklarını davet etti. Çocuklar, yeni çarıklara, parlak elbiselere bürünmüş, şölende neşe içinde dans ediyorlardı. Mehmet, yıkık değirmenin yanında oturup, çalı çırpılardan yapılmış küçük bir evine sığınıp, bir masal anlatıyordu. Şöleni görmezden geliyordu. Zira, yeni çarıklara ya da süslü giysilere değil, hayal gücüne sahipti.
Ancak şölenin ortasında, zengin beyle beraber, saraydan bir elçi geldi. Elçi, kralın ağır hasta olduğunu ve sadece dünyanın en güzel masalıyla iyileşebileceğini açıkladı. Kralın tüm doktorları, bilginleri, ozanları denemiş, ancak hiçbir çare bulamamışlardı. Elçi, köyün en yetenekli masal anlatıcısını arıyordu. Tüm çocuklar gözlerini Mehmet'e dikti.
Mehmet, başlangıçta tereddüt etti. Ayakları toprağa basmaya alışmıştı, saraya çıkma fikri onu ürkütüyordu. Ama Elmas Dede'nin gözlerindeki inancı gördü, ve karar verdi. Sadece kendi hikâyeleriyle değil, köylülerin hikayelerinden, çocukların hayal dünyasından derlediği yeni bir masalla saraya gitti. Ayaklarının yalınlığı, sözcüklerinin güzelliğiyle örttü. Masalı, sesinin derinliklerinden fışkıran bir ırmak gibi aktı. Masalı boyunca; savaşçılar, büyücüler, canavarlar ve güçlü kahramanlarla bir yolculuk oldu. Hayal ve gerçeği iç içe geçirdi.
Mehmet’in masalı öyle dokunaklıydı ki, saraydakilerin gözlerinde yaşlar belirdi. Kral, masalın etkisiyle sağlığına kavuştu. Mehmet, çarıksız ayaklarıyla kralın karşısında dururken, ona bir yavru kartal hediye edilmesini istedi. Ödülü almak için değil; yeni arkadaşını kendi evinde, çalılıkların yanında bırakmak istiyordu.
Mehmet köyüne döndüğünde, bir daha fakir ve kimsesiz değildi. Köylüler, onu sevgiyle ve hayranlıkla kucakladılar. Çarıksız ayakları, artık sadece toprakla değil, umutla, dostlukla, başarıyla yol alıyordu. Mehmet, her çocuğa gösterilen ilginin ve kendine gösterilen güvene çok büyük değer veriyor ve çalı çırpısından kurduğu kendi evini unutmuyor; hep yeni masallar yaratıyor; kalbinin ve ruhunun enginliğiyle, dünyaya, yalnızca kelimelerle değil, yaşadıklarıyla, ve çalı çırpısından yapılan küçük eviyle tüm masallarına zengin bir özellik katıyordu. Ve böylece, Çarıksız Mehmet, sadece köyünün değil, bütün krallığın en değerli varlığı oldu.