LoSt_LoVe
Forum Onuru
Cumhuriyet, Metamorfoz, Yorgun Savaşçı, Sarı Zeybek ve Son Osmanlı Yandım Ali ve son olarak Mustafa çekilen fimler... Ya çekilemeyen Atatürk filmleri?
"Mustafa'yı çektik, ya Atatürk" Bu söz, ayda bir sanal olarak yayınlanan www.cinedergi.com sitesinin hazırladığı 'çekilemeyen Atatürk filmleri' dosyasının başlığı. ... Dergi Serdar Akbıyık, Banu Bozdemir ve Fırat Sayıcı tarafından hazırlanıyor. Serkan Akbıyık imzasıyla hazırlanan dosyada tarihimizde birçok nedenle çekilemeyen Atatürk filmlerine ve bu başarısızlıkların nedenlerine yer verilmiş. İşte Akbıyık'ın kaleminden Mustafa Kemal Atatürk'ün sinemadaki durumu:
Senaryosunu Atatürk yazmış ..."Biray Dalkıran, Atatürk'ün kendi yazdığı bir senaryoyu filme çekme çalışmaları içinde şu günlerde. Bu senaryonun ikinci sinemaya çekilme çabası. İlk olarak 1938 Kasım ayında hayatını kaybeden Atatürk'ün 1937 yılında bir film senaryosu yazdığı ortaya çıkmış. 1930 yılında "Atatürk'ün Gezi Belgeseli" adlı ilk projesiyle Türkiye'nin önemli sinemacılarından olan Münir Hayri Egeli, Atatürk'e, "Ben Bir İnkılâp Çocuğuyum" adlı senaryosunu çekeceğine dair söz vermiş, ancak Atatürk'ün hastalığı nedeniyle rafa kalkmış. 1938 yılında Atatürk'ün vefatı üzerine tamamen rafa kalkmış görünen 137 sayfalık senaryo, 81 ili temsil eden Türkiye Sivil Toplum Kuruluşları Konfederasyonu'nun kararıyla 2008 yılında hayata geçiyor. Şu ana kadar en ciddi çalışma diyebiliriz Dalkıran'ın Atatürk filmi için... Peki tarih içinde daha neler yaşandı Atatürk filmini çekmek için? Hangi ünlüler camilere kadar gidip Türk kamuoyunu etkilemek için ezanlar dinledi, devlet kapılarını tırmaladı..
Metin Erksan'a göre Atatürk filmi hikayesinin başlangıcı, 1951'de ünlü aktör Douglas Fairbanks Jr.'ın Türkiye'de devlet töreniyle karşılanıp Atatürk rolü için hazır olduğunu söylemesiyle başlar. Ama Fairbanks Jr. ABD'ye döndüğünde senaryoda pürüzler çıkar. Fairbanks yılar ve projeden vazgeçer. Aynı senaryoyu takip eden ve Atatürk'ü canlandırmak isteyen ünlü bir aktör daha vardır o tarihlerde. Bu isim Laurence Olivier'dır. Senaryoda pürüz çıksa da filmin gerçekleşeceğine inanan İngiliz aktör Laurence Olivier, Atatürk'e hayranlığını dile getirip rolü istediğini söyler ve tabii karşısında bir muhatap bulamaz. Laurence Olivier'in oğlu Tarquin bunu bir aile meselesi haline getirip Türk eşinin de yardımıyla 10 yıl sürecek bir çaba içine girer. Onun ideal Atatürk'ü, Antonio Banderas'tır. Film bu kez 28 Şubat sürecine takılır ve de ABD'deki Ermeni lobisinin Banderas'a, "Oynarsan senin için iyi olmaz" tehdidiyle rafa kalkar. Birkaç yıl sonra kendisiyle röportaj yapan bir gazetecinin, Banderas'a "Niye Atatürk'ü oynamadınız?" sorusuyla tekrar gündeme gelir. Banderas'ın açıklamaları çarpıcıdır: "Atatürk rolü için teklif almadım ama dünyada onu canlandırmak istemeyecek bir oyuncu bulunduğunu sanmıyorum. Ancak Atatürk gibi büyük insanları canlandırmak risklidir. Ufacık bir hatada çok fazla tepki çekebilirim."
Görüldüğü üzere Atatürk'ü yanlış yorumlama korkusu sadece Türk sinemacıların değil bütün dünyanın tarihini yeniden yazan Hollywood'ı bile yıldırmış durumda. Geriye dönersek Laurence Olivier'dan sonra kolları sıvama sırası 10 Emir, Samson ve Dalila gibi büyük filmlerin yapımcısı ve yönetmeni Cecil B. DeMille'dedir. DeMille, İngiltere ve Türkiye'den filmin yapılabilmesi için yardım ister. Dönemin İngiltere Başbakanı Churchill 'hay hay' derken, Türkiye üzerine bile alınmaz. Ancak DeMille öldükten sonra bu projede kendisiyle ortaklık yapan yapımcı Adil Özkaptan, dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ile görüşür. Hatta başrol oynayacak oyuncu da bellidir: 1950'lerde ortalığı kasıp kavuran Kral ve Ben'in karizmatik oyuncusu Yul Brynner.
Sinema tarihçisi Burçak Evren, Yul Brynner'ın Atatürk rolü ile ilgili macerasını, bir makalede şöyle anlatır: "Atatürk filminde oynamaya kararlıydı. İşi en kestirme yoldan almak istiyordu. İstanbul'da Sultanahmet Camii'ne giderek huşu içinde dakikalarca Kur'an-ı Kerim dinledi. Kendisini izleyen gazetecilere, 'Üzerimde büyük bir tesir bıraktı' dedi. Etkilenmişti ama onun asıl istediği etkilemekti. Daha sonra Dolmabahçe Sarayı'nda yemeğe davet edildi. Ata'nın gözlerini yumduğu odaya girdiğinde şapkasını çıkardı, dizlerinin üzerine çöktü ve "Atatürk'ün hatırası önünde saygıyla eğiliyorum." dedi. Ertesi gün Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ile 35 dakika görüştü. O sırada böyle bir projeyi engellemek isteyenler de ortaya çıkar. Bahaneleri hazırdır: "Tarihlere sığmayacak bir varlık, filmlere sığdırılamaz." Sonunda engellemek isteyenler başarır ve proje rafa kalkar.
Yıl 1980'dir Türkiye 12 Eylül darbesi ile sallanmakta, yıkılmakta sonra tekrar ayağa kalkma çabalarının içine girmektedir. Eskiye kalın bir yorgan çeken o dönemin darbeci lideri Kenan Evren yapılmayanları yapma iddiası ile Atatürk filminin kendi döneminde çekileceğini söyler. Bunun üzerine o dönemin ünlü sinemacılarının ürettiği 10 senaryo Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne ulaştırılır. İçlerinden Halit Refiğ'in "Gazi ve Latife"si ile Refik Erduran'ın "Metamorfoz"u beğenilir. Fakat Refiğ'in senaryosu Atatürk'ün evliliği etrafında geçtiği ve askerliğini arka plana attığı için rafa kaldırılır; Metamorfoz'u Feyzi Tuna çeker. Fazlasıyla didaktik olan yapım askerî yönetimin desteğini aldığı için hiçbir tartışma veya eleştiri yaşanmadan tarihin sararmış yaprakları arasında kaybolur.
Aynı yıllarda, Boğaziçi Üniversitesi'nin eski Rektörü Prof. Dr. Semih Tezcan daha ciddi bir film çekmek ister. 24 yıl süren bir çabadan sonra o da pes eder, bütün yaşadıklarını ve pes etmesinin sebebini bir kitap olarak yayınlar. "Atatürk Filmi Teşebbüsü Nasıl Baltalandı?" isimli kitabında iki kişiyi hedef alır. Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Mesut Yılmaz ve Devlet Bakanı Hasan Celal Güzel...
Ve geldik günümüze...
Türk sineması atılım yapıyor ve büyüyor diye en az dört yıldır gazeteye yazılar, mikrofonlara söylevler veriyoruz. Bunu ben de yapıyorum. Fakat nicelik-nitelik tartışmasına kendi adıma asla girmiyorum. Çünkü yıllar sonra yeşeren umutları soldurmak istemiyorum. Eğer bu Türk sineması gelişiyorsa, güçleniyorsa, dış baskılardan kendini koruyup ulus sinemasının yapması gerekenleri yapıyorsa öncelikle bir Atatürk filmini ortaya koyabilmeli. Ömer Kavur'un İngiltere'de yaşayan kuzeni Fuad Kavur bu yolda yeni çabalara girmiş durumda. Atatürk filmi için senaryosunu yazmış, yapımcılarla görüşmeler sürüyor. Onun Atatürk rolü için biçilmiş kaftan dediği kişi de, son James Bond olarak tanıdığımız Daniel Craig. O da olmazsa Jude Law. İkisi de İngiliz, ikisi de sarışın ve mavi gözlü.
Belgesel olarak Can Dündar'ın vizyona sokacağı "Mustafa" bütün bu nedenlerden dolayı çok önemli bir yapım. Ama kurgu öykü değil. Sonuçta bir belgesel. Tamam çölde bir vaha bizim için. Ama okyanuslar sırada bekliyor. Bu biraz ayıp olmuyor mu Türk sineması için?"
(Zaman)
"Mustafa'yı çektik, ya Atatürk" Bu söz, ayda bir sanal olarak yayınlanan www.cinedergi.com sitesinin hazırladığı 'çekilemeyen Atatürk filmleri' dosyasının başlığı. ... Dergi Serdar Akbıyık, Banu Bozdemir ve Fırat Sayıcı tarafından hazırlanıyor. Serkan Akbıyık imzasıyla hazırlanan dosyada tarihimizde birçok nedenle çekilemeyen Atatürk filmlerine ve bu başarısızlıkların nedenlerine yer verilmiş. İşte Akbıyık'ın kaleminden Mustafa Kemal Atatürk'ün sinemadaki durumu:
Senaryosunu Atatürk yazmış ..."Biray Dalkıran, Atatürk'ün kendi yazdığı bir senaryoyu filme çekme çalışmaları içinde şu günlerde. Bu senaryonun ikinci sinemaya çekilme çabası. İlk olarak 1938 Kasım ayında hayatını kaybeden Atatürk'ün 1937 yılında bir film senaryosu yazdığı ortaya çıkmış. 1930 yılında "Atatürk'ün Gezi Belgeseli" adlı ilk projesiyle Türkiye'nin önemli sinemacılarından olan Münir Hayri Egeli, Atatürk'e, "Ben Bir İnkılâp Çocuğuyum" adlı senaryosunu çekeceğine dair söz vermiş, ancak Atatürk'ün hastalığı nedeniyle rafa kalkmış. 1938 yılında Atatürk'ün vefatı üzerine tamamen rafa kalkmış görünen 137 sayfalık senaryo, 81 ili temsil eden Türkiye Sivil Toplum Kuruluşları Konfederasyonu'nun kararıyla 2008 yılında hayata geçiyor. Şu ana kadar en ciddi çalışma diyebiliriz Dalkıran'ın Atatürk filmi için... Peki tarih içinde daha neler yaşandı Atatürk filmini çekmek için? Hangi ünlüler camilere kadar gidip Türk kamuoyunu etkilemek için ezanlar dinledi, devlet kapılarını tırmaladı..
Metin Erksan'a göre Atatürk filmi hikayesinin başlangıcı, 1951'de ünlü aktör Douglas Fairbanks Jr.'ın Türkiye'de devlet töreniyle karşılanıp Atatürk rolü için hazır olduğunu söylemesiyle başlar. Ama Fairbanks Jr. ABD'ye döndüğünde senaryoda pürüzler çıkar. Fairbanks yılar ve projeden vazgeçer. Aynı senaryoyu takip eden ve Atatürk'ü canlandırmak isteyen ünlü bir aktör daha vardır o tarihlerde. Bu isim Laurence Olivier'dır. Senaryoda pürüz çıksa da filmin gerçekleşeceğine inanan İngiliz aktör Laurence Olivier, Atatürk'e hayranlığını dile getirip rolü istediğini söyler ve tabii karşısında bir muhatap bulamaz. Laurence Olivier'in oğlu Tarquin bunu bir aile meselesi haline getirip Türk eşinin de yardımıyla 10 yıl sürecek bir çaba içine girer. Onun ideal Atatürk'ü, Antonio Banderas'tır. Film bu kez 28 Şubat sürecine takılır ve de ABD'deki Ermeni lobisinin Banderas'a, "Oynarsan senin için iyi olmaz" tehdidiyle rafa kalkar. Birkaç yıl sonra kendisiyle röportaj yapan bir gazetecinin, Banderas'a "Niye Atatürk'ü oynamadınız?" sorusuyla tekrar gündeme gelir. Banderas'ın açıklamaları çarpıcıdır: "Atatürk rolü için teklif almadım ama dünyada onu canlandırmak istemeyecek bir oyuncu bulunduğunu sanmıyorum. Ancak Atatürk gibi büyük insanları canlandırmak risklidir. Ufacık bir hatada çok fazla tepki çekebilirim."
Görüldüğü üzere Atatürk'ü yanlış yorumlama korkusu sadece Türk sinemacıların değil bütün dünyanın tarihini yeniden yazan Hollywood'ı bile yıldırmış durumda. Geriye dönersek Laurence Olivier'dan sonra kolları sıvama sırası 10 Emir, Samson ve Dalila gibi büyük filmlerin yapımcısı ve yönetmeni Cecil B. DeMille'dedir. DeMille, İngiltere ve Türkiye'den filmin yapılabilmesi için yardım ister. Dönemin İngiltere Başbakanı Churchill 'hay hay' derken, Türkiye üzerine bile alınmaz. Ancak DeMille öldükten sonra bu projede kendisiyle ortaklık yapan yapımcı Adil Özkaptan, dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ile görüşür. Hatta başrol oynayacak oyuncu da bellidir: 1950'lerde ortalığı kasıp kavuran Kral ve Ben'in karizmatik oyuncusu Yul Brynner.
Sinema tarihçisi Burçak Evren, Yul Brynner'ın Atatürk rolü ile ilgili macerasını, bir makalede şöyle anlatır: "Atatürk filminde oynamaya kararlıydı. İşi en kestirme yoldan almak istiyordu. İstanbul'da Sultanahmet Camii'ne giderek huşu içinde dakikalarca Kur'an-ı Kerim dinledi. Kendisini izleyen gazetecilere, 'Üzerimde büyük bir tesir bıraktı' dedi. Etkilenmişti ama onun asıl istediği etkilemekti. Daha sonra Dolmabahçe Sarayı'nda yemeğe davet edildi. Ata'nın gözlerini yumduğu odaya girdiğinde şapkasını çıkardı, dizlerinin üzerine çöktü ve "Atatürk'ün hatırası önünde saygıyla eğiliyorum." dedi. Ertesi gün Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ile 35 dakika görüştü. O sırada böyle bir projeyi engellemek isteyenler de ortaya çıkar. Bahaneleri hazırdır: "Tarihlere sığmayacak bir varlık, filmlere sığdırılamaz." Sonunda engellemek isteyenler başarır ve proje rafa kalkar.
Yıl 1980'dir Türkiye 12 Eylül darbesi ile sallanmakta, yıkılmakta sonra tekrar ayağa kalkma çabalarının içine girmektedir. Eskiye kalın bir yorgan çeken o dönemin darbeci lideri Kenan Evren yapılmayanları yapma iddiası ile Atatürk filminin kendi döneminde çekileceğini söyler. Bunun üzerine o dönemin ünlü sinemacılarının ürettiği 10 senaryo Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne ulaştırılır. İçlerinden Halit Refiğ'in "Gazi ve Latife"si ile Refik Erduran'ın "Metamorfoz"u beğenilir. Fakat Refiğ'in senaryosu Atatürk'ün evliliği etrafında geçtiği ve askerliğini arka plana attığı için rafa kaldırılır; Metamorfoz'u Feyzi Tuna çeker. Fazlasıyla didaktik olan yapım askerî yönetimin desteğini aldığı için hiçbir tartışma veya eleştiri yaşanmadan tarihin sararmış yaprakları arasında kaybolur.
Aynı yıllarda, Boğaziçi Üniversitesi'nin eski Rektörü Prof. Dr. Semih Tezcan daha ciddi bir film çekmek ister. 24 yıl süren bir çabadan sonra o da pes eder, bütün yaşadıklarını ve pes etmesinin sebebini bir kitap olarak yayınlar. "Atatürk Filmi Teşebbüsü Nasıl Baltalandı?" isimli kitabında iki kişiyi hedef alır. Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Mesut Yılmaz ve Devlet Bakanı Hasan Celal Güzel...
Ve geldik günümüze...
Türk sineması atılım yapıyor ve büyüyor diye en az dört yıldır gazeteye yazılar, mikrofonlara söylevler veriyoruz. Bunu ben de yapıyorum. Fakat nicelik-nitelik tartışmasına kendi adıma asla girmiyorum. Çünkü yıllar sonra yeşeren umutları soldurmak istemiyorum. Eğer bu Türk sineması gelişiyorsa, güçleniyorsa, dış baskılardan kendini koruyup ulus sinemasının yapması gerekenleri yapıyorsa öncelikle bir Atatürk filmini ortaya koyabilmeli. Ömer Kavur'un İngiltere'de yaşayan kuzeni Fuad Kavur bu yolda yeni çabalara girmiş durumda. Atatürk filmi için senaryosunu yazmış, yapımcılarla görüşmeler sürüyor. Onun Atatürk rolü için biçilmiş kaftan dediği kişi de, son James Bond olarak tanıdığımız Daniel Craig. O da olmazsa Jude Law. İkisi de İngiliz, ikisi de sarışın ve mavi gözlü.
Belgesel olarak Can Dündar'ın vizyona sokacağı "Mustafa" bütün bu nedenlerden dolayı çok önemli bir yapım. Ama kurgu öykü değil. Sonuçta bir belgesel. Tamam çölde bir vaha bizim için. Ama okyanuslar sırada bekliyor. Bu biraz ayıp olmuyor mu Türk sineması için?"
(Zaman)