Yorgunum. Hem de çok. Ruhumun en derin dehlizlerinde biriken bütün hayal kırıklıkları, umutsuzluklar, çaresizlikler tek bir noktada, kalbimin tam ortasında bir araya geldi. Sanki bir volkan, lavlarını kusmaya hazır bir şekilde içimde kaynıyor. Etrafıma bakıyorum, her yer kalabalık ama ben yapayalnızım. Gülüşler sahte, sözler boş, ilişkiler çıkar üzerine kurulmuş. Bir anlığına bile olsa sahici bir nefes almak, dürüst bir bakışa denk gelmek ne kadar da zor.
Burası benim yerim değil. Bu insanlar, bu hayat, bu kurallar... Hiçbirine ait değilim. Sanki bir yabancı gibiyim, bir sürgün. Görmek istemediğim şeyler görüyor, duymak istemediğim şeyler duyuyorum. Bu düzen, bana giydirilmeye çalışılan deli gömleği. Her hareketimi kısıtlıyor, her nefesimi zorlaştırıyor.
İçimdeki fırtına, bir zamanlar hevesle beklediğim yarınları silip süpürüyor. Hayallerim, birer birer dökülen yapraklar gibi, umutlarım ise toz olup uçuyor. Buraya kök salmaya çalıştım. Tırmalamaya, tutunmaya çalıştım. Ama nafile. Bu toprak, beni beslemiyor, aksine kurutuyor.
Ve şimdi, o an geldi. Artık kalbimin isyanını daha fazla bastıramıyorum. Bir yanım, tüm bağları koparıp, ardıma bile bakmadan gitmek istiyor. Gitmek… Bilinmeze, meçhule… Belki de hiçbir yere. Sadece bu sahte dünyanın, bu yalan gülüşlerin, bu ikiyüzlü ilişkilerin olmadığı bir yere.
Çünkü biliyorum. Kendi kendime fısıldıyorum bunu: Burada kalmak, kendime ihanet etmek demek. Burada kalmak, içimdeki ateşi söndürmek demek. Burada kalmak, kendimi yitirmek demek.
O yüzden çekip gitmeli insan. Yüzünü geride bırakmadan, geçmişin izlerini silmeden değil. Ama kalbindeki isyanı dindirmek, ruhundaki fırtınayı yatıştırmak için. Kendini bulmak, kendi sesini duymak için. Belki de bu kaçış, yeni bir başlangıcın habercisi olacak. Belki de bir gün, yeniden gülmeyi, yeniden umut etmeyi öğreneceğim.
Şimdi gitme zamanı. Belki bir gün dönerim, belki de dönmem. Ama şunu biliyorum: Bu gitmek, benim için bir kurtuluş. Bu gitmek, benim için bir varoluş.
Ve isyanım, rüzgarla birlikte tüm dünyaya yayılacak:
Çekip gitmeli insan, kendini bulmak için.
Evet, gitmeli insan. Bu bir kaçış değil, bir özgürleşme çığlığı. Bir kurtuluş manifestosu. Gitmek, sadece fiziksel bir yer değiştirme eylemi değil, ruhun da kabuklarını kırması, zincirlerinden kurtulması demek. Burası benim mezarlığım oldu artık. Her gün, biraz daha solan, biraz daha küflenen umutlarımın yığıldığı bir mezarlık. Ne bir çiçek açıyor, ne de bir kuş cıvıldıyor. Sadece sessiz çığlıklar, karanlık gölgeler.
Burada kalmak, kendime ihanet etmek demek. Her gün aynı yalanları tekrar etmek, aynı oyunu oynamak, aynı sahte maskeyi takmak demek. Artık yoruldum. Bu kalabalıklar içindeki yalnızlıktan, bu yapmacık gülüşlerden, bu anlamsız sohbetlerden. Sanki bir tiyatro sahnesindeyim ve repliklerimi ezberlemekten, rol yapmaktan bıktım. Sahneden inme vakti geldi. Işıklar sönsün, perde kapansın. Artık kendi hikayemi yazmak istiyorum. Kendi kelimelerimle, kendi duygularımla.
Gitmek zor biliyorum. Alışkanlıkların konforu, bilinmezliğin korkusu… Bütün bunlar birer zincir gibi beni buraya bağlıyor. Ama bu zincirleri kırmak, bu konfor alanından çıkmak, bu korkuyu yenmek zorundayım. Çünkü biliyorum, hayat sadece burada, bu dört duvar arasında, bu dar bakış açısının içinde akıp gitmiyor. Hayat, keşfedilmeyi bekleyen ummanlar gibi önümde duruyor. Gitmek, bu ummanlara açılmak, dalgalarla dans etmek demek.
Giderken yanıma ne alacağım biliyor musun? Hiçbir şey. Sadece ruhumdaki isyanı, kalbimdeki ateşi ve içimdeki o sonsuz özgürlük arzusunu. Fazlalık olan her şeyi geride bırakacağım. Sahte dostlukları, yalan vaatleri, boşa geçen zamanları... Hepsini birer birer silkeleyeceğim üzerimden. Çünkü biliyorum, bu yükler beni yavaşlatacak, beni zincirleyecek.
Belki gitmek, acı verecek. Bıraktıklarımın, geride kalanların hasreti içimi kemirecek. Ama bu acı, beni daha da güçlendirecek, daha da olgunlaştıracak. Her yara izi, bir ders olacak, bir tecrübe. Çünkü hayat, hep aynı yolda yürümek değil, bazen dikenli patikalardan da geçmek demek.
Peki, nereye gideceğim? Bilmiyorum. Belki bir dağ köyüne, belki deniz kenarında bir kasabaya, belki de ormanın derinliklerine. Belki de hiçbir yere, sadece rüzgarın beni sürüklediği yere. Önemli olan gitmek, yola çıkmak. Çünkü yolculuk, varılacak yerden daha önemlidir. Yol boyunca, kendimi tanıyacağım, kendimi bulacağım. Yolda, kalbimin sesini dinleyeceğim, ruhumun fısıltılarını duyacağım.
Ve bu yolculuk, belki de hayatımın en önemli yolculuğu olacak. Belki de sonunda, o hep aradığım "ben" ile karşılaşacağım. Belki de bu kaçış, beni tam da olmam gereken yere götürecek.
O yüzden, evet, gitmeli insan. Kendini kaybetmemek, hayata tutunmak, yeniden doğmak için. Gitmeli insan, isyanını dindirmek, özgürlüğünü haykırmak için. Gitmeli insan, çünkü kalmak, bir ölüm. Ve ben, ölmeyeceğim. Ben, gideceğim.
Bu isyan bitmeyecek, bu haykırış sonsuza dek sürecek. Gitmeli insan, yeniden başlamak için. Gitmeli insan, kendisi olmak için. Gitmeli insan...
Burası benim yerim değil. Bu insanlar, bu hayat, bu kurallar... Hiçbirine ait değilim. Sanki bir yabancı gibiyim, bir sürgün. Görmek istemediğim şeyler görüyor, duymak istemediğim şeyler duyuyorum. Bu düzen, bana giydirilmeye çalışılan deli gömleği. Her hareketimi kısıtlıyor, her nefesimi zorlaştırıyor.
İçimdeki fırtına, bir zamanlar hevesle beklediğim yarınları silip süpürüyor. Hayallerim, birer birer dökülen yapraklar gibi, umutlarım ise toz olup uçuyor. Buraya kök salmaya çalıştım. Tırmalamaya, tutunmaya çalıştım. Ama nafile. Bu toprak, beni beslemiyor, aksine kurutuyor.
Ve şimdi, o an geldi. Artık kalbimin isyanını daha fazla bastıramıyorum. Bir yanım, tüm bağları koparıp, ardıma bile bakmadan gitmek istiyor. Gitmek… Bilinmeze, meçhule… Belki de hiçbir yere. Sadece bu sahte dünyanın, bu yalan gülüşlerin, bu ikiyüzlü ilişkilerin olmadığı bir yere.
Çünkü biliyorum. Kendi kendime fısıldıyorum bunu: Burada kalmak, kendime ihanet etmek demek. Burada kalmak, içimdeki ateşi söndürmek demek. Burada kalmak, kendimi yitirmek demek.
O yüzden çekip gitmeli insan. Yüzünü geride bırakmadan, geçmişin izlerini silmeden değil. Ama kalbindeki isyanı dindirmek, ruhundaki fırtınayı yatıştırmak için. Kendini bulmak, kendi sesini duymak için. Belki de bu kaçış, yeni bir başlangıcın habercisi olacak. Belki de bir gün, yeniden gülmeyi, yeniden umut etmeyi öğreneceğim.
Şimdi gitme zamanı. Belki bir gün dönerim, belki de dönmem. Ama şunu biliyorum: Bu gitmek, benim için bir kurtuluş. Bu gitmek, benim için bir varoluş.
Ve isyanım, rüzgarla birlikte tüm dünyaya yayılacak:
Çekip gitmeli insan, kendini bulmak için.
Evet, gitmeli insan. Bu bir kaçış değil, bir özgürleşme çığlığı. Bir kurtuluş manifestosu. Gitmek, sadece fiziksel bir yer değiştirme eylemi değil, ruhun da kabuklarını kırması, zincirlerinden kurtulması demek. Burası benim mezarlığım oldu artık. Her gün, biraz daha solan, biraz daha küflenen umutlarımın yığıldığı bir mezarlık. Ne bir çiçek açıyor, ne de bir kuş cıvıldıyor. Sadece sessiz çığlıklar, karanlık gölgeler.
Burada kalmak, kendime ihanet etmek demek. Her gün aynı yalanları tekrar etmek, aynı oyunu oynamak, aynı sahte maskeyi takmak demek. Artık yoruldum. Bu kalabalıklar içindeki yalnızlıktan, bu yapmacık gülüşlerden, bu anlamsız sohbetlerden. Sanki bir tiyatro sahnesindeyim ve repliklerimi ezberlemekten, rol yapmaktan bıktım. Sahneden inme vakti geldi. Işıklar sönsün, perde kapansın. Artık kendi hikayemi yazmak istiyorum. Kendi kelimelerimle, kendi duygularımla.
Gitmek zor biliyorum. Alışkanlıkların konforu, bilinmezliğin korkusu… Bütün bunlar birer zincir gibi beni buraya bağlıyor. Ama bu zincirleri kırmak, bu konfor alanından çıkmak, bu korkuyu yenmek zorundayım. Çünkü biliyorum, hayat sadece burada, bu dört duvar arasında, bu dar bakış açısının içinde akıp gitmiyor. Hayat, keşfedilmeyi bekleyen ummanlar gibi önümde duruyor. Gitmek, bu ummanlara açılmak, dalgalarla dans etmek demek.
Giderken yanıma ne alacağım biliyor musun? Hiçbir şey. Sadece ruhumdaki isyanı, kalbimdeki ateşi ve içimdeki o sonsuz özgürlük arzusunu. Fazlalık olan her şeyi geride bırakacağım. Sahte dostlukları, yalan vaatleri, boşa geçen zamanları... Hepsini birer birer silkeleyeceğim üzerimden. Çünkü biliyorum, bu yükler beni yavaşlatacak, beni zincirleyecek.
Belki gitmek, acı verecek. Bıraktıklarımın, geride kalanların hasreti içimi kemirecek. Ama bu acı, beni daha da güçlendirecek, daha da olgunlaştıracak. Her yara izi, bir ders olacak, bir tecrübe. Çünkü hayat, hep aynı yolda yürümek değil, bazen dikenli patikalardan da geçmek demek.
Peki, nereye gideceğim? Bilmiyorum. Belki bir dağ köyüne, belki deniz kenarında bir kasabaya, belki de ormanın derinliklerine. Belki de hiçbir yere, sadece rüzgarın beni sürüklediği yere. Önemli olan gitmek, yola çıkmak. Çünkü yolculuk, varılacak yerden daha önemlidir. Yol boyunca, kendimi tanıyacağım, kendimi bulacağım. Yolda, kalbimin sesini dinleyeceğim, ruhumun fısıltılarını duyacağım.
Ve bu yolculuk, belki de hayatımın en önemli yolculuğu olacak. Belki de sonunda, o hep aradığım "ben" ile karşılaşacağım. Belki de bu kaçış, beni tam da olmam gereken yere götürecek.
O yüzden, evet, gitmeli insan. Kendini kaybetmemek, hayata tutunmak, yeniden doğmak için. Gitmeli insan, isyanını dindirmek, özgürlüğünü haykırmak için. Gitmeli insan, çünkü kalmak, bir ölüm. Ve ben, ölmeyeceğim. Ben, gideceğim.
Bu isyan bitmeyecek, bu haykırış sonsuza dek sürecek. Gitmeli insan, yeniden başlamak için. Gitmeli insan, kendisi olmak için. Gitmeli insan...