e-PaCk
Forum Gururu
“Bir hafta kalıp içtim, kiranın bitmesini bekleyerek, sonra da Village’in dışında bir oda tuttum. Derli toplu büyükçe bir odaydı ve çok ucuzdu, nedenini anlayamamıştım. Köşede bir bar buldum, bütün gün oturup bira içtim. Param hızla tükeniyordu, ama her zamanki gibi nefret ediyordum iş aramaktan. Sarhoş ve aç geçirdiğim her dakikanın benim için özel bir anlamı vardı. O gece iki şişe porto şarabı alıp odama çıktım. Soyundum, bir bardak bulup ilk şarabı koydum ve karanlıkta yatağa uzandım. İşte o zaman anladım odanın neden bu kadar ucuz olduğunu. “L” treni pencerenin önünden geçiyordu. Durak pencerenin önündeydi. Tam önümde. Odanın tamamı trenin ışığı ile aydınlanıyordu. Ve bir tren dolusu yüz geçiyordu önümden. Korkunç yüzler: fahişeler, orangutanlar, deyyuslar, kaçıklar, katiller, efendilerim. Sonra tren yavaşça hareket ediyordu ve oda bir kez daha karanlığa gömülüyordu bir sonraki tren dolusu yüzlere kadar ki her seferinde beklediğimden çabuk geliyordu. İki şişe şarap almakla ne iyi etmiştim.”
Dünyanın en samimi adamı “CHARLES BUKOWSKI”
Charles Bukowski, 1920 yılında Almanya’nın Andernach kentinde doğdu. İki yaşındayken Los Angeles’a taşındılar ve hayatının büyük bir kısmı Los Angeles’ta geçti. Pek parlak bir çocukluk geçirmeyen Bukowski babasından çok çekti. O’nun belki de edebiyata bu kadar sağlam tutunmasının en önemli nedeni babasıydı. Birçok eserinde özellikle de “Ekmek Arası” nda babasının O’na yaptıklarından sıkça bahsetmiştir.
Babam
yanında bir parça karbon kâğıdı, bir çakı ve bir kırbaç taşırdı ve geceleri kafasını korumak için battaniyeyle örterdi. Ta ki bir sabah Los Angeles’ta kar yağana kadar; yağdığını gördüm, ve babamın hiçbir şeyi kontrol edemediğini anladım, ve sonra biraz daha büyüyüp ilk yük vagonuyla kaçtığımda, orada kirecin içinde oturdum, hiçbir şeye sahip olmamanın sönmüş kirecinde, çöle gidiyordum ilk defa şarkı söyledim.
Los Angeles Lisesi’ni bitirdikten sonra Los Angeles Şehir Üniversitesi’nde gazetecilik, sanat ve edebiyatla ilgili dersler okudu. Asıl adı Heinrich Karl Bukowski’dir. Eserlerinde genellikle “Henry Chinaski” ismini kullanmıştır. Kimi zaman da “Hank” i tercih etmiştir.
“Aftermath of a Lenghty Rejection Slip” isimli ilk öyküsü yirmi dört yaşındayken yayınlanmış olan Bukowski otuzlu yaşlarının ortalarından sonra şiir yazmaya başlamıştır. İlk öyküsünün yayımlanmasından iki sene sonra yine başka bir kısa öyküsü “20 Tanks From Kasseldown” yayımlandı. Yazdıkları kabul görmeyince uzun süre yazmadı ve değişik işlerde çalışarak, çoğunlukla da bolca içerek, at yarışı oynayarak ve aylaklık yaparak zamanını geçirdi. Ucuz otel odalarında geçirdiği zamanları kitaplarında sıkça dile getirmiştir.
“Amerika’nın her bir yanındaki sabahın üçü sarhoşları nihayet pes etmiş olarak duvarları seyrediyorlardı. Acı çekmek için ayyaş olmak, bir kadın tarafından sıfırlanmak gerekmiyordu, ama acı çekip ayyaş olunabilirdi. Bir süre, gençlikte özellikle, talihin senden yana olduğunu sanabilirdin, bazen senden yanadır da gerçekten. Ama senin farkında bile olmadığın ve senin aleyhine işleyen birtakım ortalama hesaplar ve kanunlar vardır, her şeyin yolunda gittiğini sandığın zamanlarda bile.
Bir gece, sıcak bir salı gecesi o ayyaş sen oluverirsin, sensin o ucuz pansiyon odasında olan ve daha önce o odalarda olmuş olmanın da bir yararı olmaz, daha da kötüdür hatta. Çünkü bir daha bu duruma düşmemeye karar vermişliğin vardır. Bir sigara daha yakmaktan, bir içki daha içmekten, o sıvası dökük duvarlarda bir çift göz, bir çift dudak aramaktan başka bir şey de gelmez elden.”
diye bahseder “Sıcak Su Müziği” isimli kitabında.
1950′lerde A.B.D. Posta İdaresi’nde çalıştı. Burada yaşadıklarını daha sonra “Postane” isimli kitabında anlattı.
“Çocukların kimileri Afrika güneş kaskları ve gözlükleri giyiyorlardı; ama ben, hep aynıydım, yağmur ya da güneş, yırtık pırtık giysiler, çivileri ayaklarıma batan eski ayakkabılar. Mukavva parçaları koyuyordum ayakkabılarımın tabanlarına. Bir süre için iş görüyorlardı, ama çok geçmeden çiviler topuklarıma batmaya başlıyorlardı yine. Viski ve bira, terliyordum koltuk altlarımdan ve sırtımda bir torbayla dolanıyordum çarmıh misali; torbadan dergiler çıkarıyor, binlerce mektup dağıtıyordum güneşin altında kavrulup sendeleyerek.”
1955′te ölümden döndü, alkol yüzünden hastanelik oldu. Bu durum O’nda adeta bir şok etkisi yarattı ve hastaneden çıktıktan sonra kendine bir daktilo satın alarak kaldığı yerden yazmaya devam etti.
Gençlik yıllarında “Jane” isimli bir kadına aşık oldu. Jane kendisinden yaşça büyüktü; alkolikti ve bir hayat kadınıydı. Jane’le olan beraberliği maalesef Jane’in ölümüyle sona erdi. Bukowski uzunca bir süre kendine gelemedi. Daha sonra hayatına giren kadınların hiçbirini Jane kadar çok sevmediğini dile getirdi eserlerinde. “Günler, Tepelerden Aşağı Koşan Vahşi Atlar Misali” -Bukowski’yi keşfetmeme vesile olan kitaptır aynı zamanda- “Jane İçin” isimli şiirinde Jane’i şöyle anlatmıştır:
Jane için...
çimen altında geçen 225 günden sonra benden daha çok şey biliyor olmalısın.
kanını emip bitireli epey oldu, artık bir sepette kuru bir çubuksun. bu işler böyle mi oluyor? bu odada aşk saatlerinin hala gölgeleri var. bırakıp gittiğinde aşağı yukarı her şeyi alıp gittin. geceleri beni ben olmaya koymayan kaplanların önünde diz çöküyorum. senin sen olman asla bir daha olmayacak. kaplanlar beni buldular ama artık umurumda bile değil.
1957 senesinde Barbara Fry isimli bir kadınla evlendi ve evlendikten sonra O’nun yanına taşındı fakat 2 sene sonra boşandılar. 1965 senesinde başka bir kadından “Marina” isimli bir kızı oldu.
1969’da hayatı boyunca beklediği fırsatı yakaladı. Ölene dek yanında olan, Bukowski’yi çok seven Black Sparrow’un sahibi John Martin’le tanıştı. John Martin, hayatı boyunca Bukowski’ye 100 dolarlık maaş teklifi yaptı. Charles Bukowski teklifi kabul etti ve yazmaya devam etti. John Martin’e olan minnetini birçok kez dile getirmiştir.
John Martin’le çalışmaya başladıktan sonra ünü daha da arttı. Şiirleri ünlü edebiyat dergilerinde basılmaya, kitapları yok satmaya başladı. İnsanlar O’nu 45 yaşından sonra keşfettiler sanki. O ise bunu hep reddetti ve mütevazi hayatına devam etti. Bu konuyla ilgili olarak “Güneş İşte Buradayım” isimli kitabında şöyle der:
“Ben bir Charles Bukowski modası olduğunun farkında değilim. Yalnız yaşayan biriyim, kalabalıktan hoşlanmam; bu tür tuzaklara düşmeyecek kadar yaşlı, kuşkucu ve çakalım. Bu iki haftada yaptığım üçüncü söyleşi, ama ben buna modadan ziyade matematiksel bir tuhaflık olarak bakıyorum. Umarım hiçbir zaman moda olmam. Moda olmak lanetlenmek demektir. Bende ya da yaptığım işte bir tuhaflık var demektir. Sanıyorum 46 yaşında, 11 yıl boyunca sessizce çalıştıktan sonra böyle bir şeyden endişe etmeme gerek yok. Tanrılar benimledir umarım. Benimle olduklarını düşünüyorum.”
Birçok insan Bukowski’nin eserleri hakkında atıp tutar, kitaplarının birbirine benzediğini, kahramanlarının toplumdan çok uzak olduğunu; kadınlar, alkol, melankoli ve at yarışlarından başka bir şey yazamadığını söyler. Durum elbette bu kadar yüzeysel değildir.
Bukowski, dünya üzerindeki en samimi adamlardan biridir. Bukowski neyse O’dur. Bukowski derindir. Bir şeyleri anlatabilmek için süslü cümlelere ihtiyaç duymaz. Çünkü O hiç kimsenin olamayacağı kadar sade bir adamdır. Bukowski “Loser” dır, Bukowski “Winner” dır. Yazılarında neşeyle hüznü aynı anda barındırır. Size hayatın karanlık yüzünü gösterirken yüzünüze sağlam bir gülümseme yapıştırmayı da ihmal etmez.
Bukowski sizi kandırmaz, oyun oynamaz, birilerine yaranmak için kimsenin kıçını öpmez. Gerçeğin ta kendisidir. Cümleleri keskindir aynen ölüm gibi. Her okuduğum kitaptan sonra suratımda aptal iğreti bir gülümseme ile “bir tek ben değilmişim” derim.
“Ölüler Böyle Sever” de kendini şöyle anlatmıştır:
“Beni tanıyan herkesin size söyleyeceği gibi, makbul biri değilim. Kötü adamı sevdim hep, kanunsuzu, hergeleyi. İyi işleri olan sinekkaydı traşlı, kravatlı tiplerden hoşlanmam. Ümitsiz adamları severim, dişleri kırık, usları kırık, yolları kırık adamları. İlgimi çekerler. Küçük sürpriz ve patlamalarla doludurlar. Adi kadınlardan da hoşlanırım; çorapları sarkmış, makyajları akmış, sarhoş ve küfürbaz kadınlardan. Azizlerden çok sapkınlar ilgilendiriyor beni. Serserilerin yanında rahatımdır, çünkü ben de serseriyim. Kanun sevmem, ahlak sevmem, din sevmem, kural sevmem. Toplumun beni şekillendirmesinden hoşlanmam.”
Uzun süre birçok kadınla beraber olduktan sonra 1976 senesinde Linda Lee ile tanıştı ve 1985′te de evlendiler.
Son romanı “Pulp” ı bitirdikten sonra 9 Mart 1994′te öldü.
Eserlerinin çoğu yabancı dillere çevrilmiş olan Bukowski’nin kitapları hâlâ dünyanın her köşesinde yayımlanmaktadır.
Türkçe’ye Çevrilen Eserleri:
Kendimizde Açtığımız Yaralar
Kimse Bilmez Ne Çektiğimi
Kadınlar
Dünyevi Şiirlerin Son Gecesi
Gece Çılgın Ayak Sesleriyle Yırtıldı
Güneşe Uzan
Ekmek Arası
Pis Moruğun Notları
Postane
Bana Aşkını Getir
Sevimli Bir Aşk Hikâyesi
Hollywood
Sıcak Su Müziği
Sıradan Delilik Öyküleri
Kasabanın En Güzel Kızı
Pansiyon Manzumeleri
Ölüler Böyle Sever
Kaptan Yemeğe Çıktı Ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi
Factotum
Büyük Zen Düğünü
Shakespeare Bunu Asla Yapmazdı
Suda Yan Ateşte Boğul
Pulp
Güneş, İşte Buradayım
En Kısa Andır Mucize
Günler Vahşi Tepelerden Aşağı Koşan Vahşi Atlar Misali
Sarhoş Çal Piyanoyu Vurmalı Çalgı Gibi Parmakları…
Bir Tek Ben Miyim Böyle Yaşayan?
Ateşin İçinden Ne Denli İyi Yürüdüğündür Mesele
Dünyanın en samimi adamı “CHARLES BUKOWSKI”
Charles Bukowski, 1920 yılında Almanya’nın Andernach kentinde doğdu. İki yaşındayken Los Angeles’a taşındılar ve hayatının büyük bir kısmı Los Angeles’ta geçti. Pek parlak bir çocukluk geçirmeyen Bukowski babasından çok çekti. O’nun belki de edebiyata bu kadar sağlam tutunmasının en önemli nedeni babasıydı. Birçok eserinde özellikle de “Ekmek Arası” nda babasının O’na yaptıklarından sıkça bahsetmiştir.
Babam
yanında bir parça karbon kâğıdı, bir çakı ve bir kırbaç taşırdı ve geceleri kafasını korumak için battaniyeyle örterdi. Ta ki bir sabah Los Angeles’ta kar yağana kadar; yağdığını gördüm, ve babamın hiçbir şeyi kontrol edemediğini anladım, ve sonra biraz daha büyüyüp ilk yük vagonuyla kaçtığımda, orada kirecin içinde oturdum, hiçbir şeye sahip olmamanın sönmüş kirecinde, çöle gidiyordum ilk defa şarkı söyledim.
Los Angeles Lisesi’ni bitirdikten sonra Los Angeles Şehir Üniversitesi’nde gazetecilik, sanat ve edebiyatla ilgili dersler okudu. Asıl adı Heinrich Karl Bukowski’dir. Eserlerinde genellikle “Henry Chinaski” ismini kullanmıştır. Kimi zaman da “Hank” i tercih etmiştir.
“Aftermath of a Lenghty Rejection Slip” isimli ilk öyküsü yirmi dört yaşındayken yayınlanmış olan Bukowski otuzlu yaşlarının ortalarından sonra şiir yazmaya başlamıştır. İlk öyküsünün yayımlanmasından iki sene sonra yine başka bir kısa öyküsü “20 Tanks From Kasseldown” yayımlandı. Yazdıkları kabul görmeyince uzun süre yazmadı ve değişik işlerde çalışarak, çoğunlukla da bolca içerek, at yarışı oynayarak ve aylaklık yaparak zamanını geçirdi. Ucuz otel odalarında geçirdiği zamanları kitaplarında sıkça dile getirmiştir.
“Amerika’nın her bir yanındaki sabahın üçü sarhoşları nihayet pes etmiş olarak duvarları seyrediyorlardı. Acı çekmek için ayyaş olmak, bir kadın tarafından sıfırlanmak gerekmiyordu, ama acı çekip ayyaş olunabilirdi. Bir süre, gençlikte özellikle, talihin senden yana olduğunu sanabilirdin, bazen senden yanadır da gerçekten. Ama senin farkında bile olmadığın ve senin aleyhine işleyen birtakım ortalama hesaplar ve kanunlar vardır, her şeyin yolunda gittiğini sandığın zamanlarda bile.
Bir gece, sıcak bir salı gecesi o ayyaş sen oluverirsin, sensin o ucuz pansiyon odasında olan ve daha önce o odalarda olmuş olmanın da bir yararı olmaz, daha da kötüdür hatta. Çünkü bir daha bu duruma düşmemeye karar vermişliğin vardır. Bir sigara daha yakmaktan, bir içki daha içmekten, o sıvası dökük duvarlarda bir çift göz, bir çift dudak aramaktan başka bir şey de gelmez elden.”
diye bahseder “Sıcak Su Müziği” isimli kitabında.
1950′lerde A.B.D. Posta İdaresi’nde çalıştı. Burada yaşadıklarını daha sonra “Postane” isimli kitabında anlattı.
“Çocukların kimileri Afrika güneş kaskları ve gözlükleri giyiyorlardı; ama ben, hep aynıydım, yağmur ya da güneş, yırtık pırtık giysiler, çivileri ayaklarıma batan eski ayakkabılar. Mukavva parçaları koyuyordum ayakkabılarımın tabanlarına. Bir süre için iş görüyorlardı, ama çok geçmeden çiviler topuklarıma batmaya başlıyorlardı yine. Viski ve bira, terliyordum koltuk altlarımdan ve sırtımda bir torbayla dolanıyordum çarmıh misali; torbadan dergiler çıkarıyor, binlerce mektup dağıtıyordum güneşin altında kavrulup sendeleyerek.”
1955′te ölümden döndü, alkol yüzünden hastanelik oldu. Bu durum O’nda adeta bir şok etkisi yarattı ve hastaneden çıktıktan sonra kendine bir daktilo satın alarak kaldığı yerden yazmaya devam etti.
Gençlik yıllarında “Jane” isimli bir kadına aşık oldu. Jane kendisinden yaşça büyüktü; alkolikti ve bir hayat kadınıydı. Jane’le olan beraberliği maalesef Jane’in ölümüyle sona erdi. Bukowski uzunca bir süre kendine gelemedi. Daha sonra hayatına giren kadınların hiçbirini Jane kadar çok sevmediğini dile getirdi eserlerinde. “Günler, Tepelerden Aşağı Koşan Vahşi Atlar Misali” -Bukowski’yi keşfetmeme vesile olan kitaptır aynı zamanda- “Jane İçin” isimli şiirinde Jane’i şöyle anlatmıştır:
Jane için...
çimen altında geçen 225 günden sonra benden daha çok şey biliyor olmalısın.
kanını emip bitireli epey oldu, artık bir sepette kuru bir çubuksun. bu işler böyle mi oluyor? bu odada aşk saatlerinin hala gölgeleri var. bırakıp gittiğinde aşağı yukarı her şeyi alıp gittin. geceleri beni ben olmaya koymayan kaplanların önünde diz çöküyorum. senin sen olman asla bir daha olmayacak. kaplanlar beni buldular ama artık umurumda bile değil.
1957 senesinde Barbara Fry isimli bir kadınla evlendi ve evlendikten sonra O’nun yanına taşındı fakat 2 sene sonra boşandılar. 1965 senesinde başka bir kadından “Marina” isimli bir kızı oldu.
1969’da hayatı boyunca beklediği fırsatı yakaladı. Ölene dek yanında olan, Bukowski’yi çok seven Black Sparrow’un sahibi John Martin’le tanıştı. John Martin, hayatı boyunca Bukowski’ye 100 dolarlık maaş teklifi yaptı. Charles Bukowski teklifi kabul etti ve yazmaya devam etti. John Martin’e olan minnetini birçok kez dile getirmiştir.
John Martin’le çalışmaya başladıktan sonra ünü daha da arttı. Şiirleri ünlü edebiyat dergilerinde basılmaya, kitapları yok satmaya başladı. İnsanlar O’nu 45 yaşından sonra keşfettiler sanki. O ise bunu hep reddetti ve mütevazi hayatına devam etti. Bu konuyla ilgili olarak “Güneş İşte Buradayım” isimli kitabında şöyle der:
“Ben bir Charles Bukowski modası olduğunun farkında değilim. Yalnız yaşayan biriyim, kalabalıktan hoşlanmam; bu tür tuzaklara düşmeyecek kadar yaşlı, kuşkucu ve çakalım. Bu iki haftada yaptığım üçüncü söyleşi, ama ben buna modadan ziyade matematiksel bir tuhaflık olarak bakıyorum. Umarım hiçbir zaman moda olmam. Moda olmak lanetlenmek demektir. Bende ya da yaptığım işte bir tuhaflık var demektir. Sanıyorum 46 yaşında, 11 yıl boyunca sessizce çalıştıktan sonra böyle bir şeyden endişe etmeme gerek yok. Tanrılar benimledir umarım. Benimle olduklarını düşünüyorum.”
Birçok insan Bukowski’nin eserleri hakkında atıp tutar, kitaplarının birbirine benzediğini, kahramanlarının toplumdan çok uzak olduğunu; kadınlar, alkol, melankoli ve at yarışlarından başka bir şey yazamadığını söyler. Durum elbette bu kadar yüzeysel değildir.
Bukowski, dünya üzerindeki en samimi adamlardan biridir. Bukowski neyse O’dur. Bukowski derindir. Bir şeyleri anlatabilmek için süslü cümlelere ihtiyaç duymaz. Çünkü O hiç kimsenin olamayacağı kadar sade bir adamdır. Bukowski “Loser” dır, Bukowski “Winner” dır. Yazılarında neşeyle hüznü aynı anda barındırır. Size hayatın karanlık yüzünü gösterirken yüzünüze sağlam bir gülümseme yapıştırmayı da ihmal etmez.
Bukowski sizi kandırmaz, oyun oynamaz, birilerine yaranmak için kimsenin kıçını öpmez. Gerçeğin ta kendisidir. Cümleleri keskindir aynen ölüm gibi. Her okuduğum kitaptan sonra suratımda aptal iğreti bir gülümseme ile “bir tek ben değilmişim” derim.
“Ölüler Böyle Sever” de kendini şöyle anlatmıştır:
“Beni tanıyan herkesin size söyleyeceği gibi, makbul biri değilim. Kötü adamı sevdim hep, kanunsuzu, hergeleyi. İyi işleri olan sinekkaydı traşlı, kravatlı tiplerden hoşlanmam. Ümitsiz adamları severim, dişleri kırık, usları kırık, yolları kırık adamları. İlgimi çekerler. Küçük sürpriz ve patlamalarla doludurlar. Adi kadınlardan da hoşlanırım; çorapları sarkmış, makyajları akmış, sarhoş ve küfürbaz kadınlardan. Azizlerden çok sapkınlar ilgilendiriyor beni. Serserilerin yanında rahatımdır, çünkü ben de serseriyim. Kanun sevmem, ahlak sevmem, din sevmem, kural sevmem. Toplumun beni şekillendirmesinden hoşlanmam.”
Uzun süre birçok kadınla beraber olduktan sonra 1976 senesinde Linda Lee ile tanıştı ve 1985′te de evlendiler.
Son romanı “Pulp” ı bitirdikten sonra 9 Mart 1994′te öldü.
Eserlerinin çoğu yabancı dillere çevrilmiş olan Bukowski’nin kitapları hâlâ dünyanın her köşesinde yayımlanmaktadır.
Türkçe’ye Çevrilen Eserleri:
Kendimizde Açtığımız Yaralar
Kimse Bilmez Ne Çektiğimi
Kadınlar
Dünyevi Şiirlerin Son Gecesi
Gece Çılgın Ayak Sesleriyle Yırtıldı
Güneşe Uzan
Ekmek Arası
Pis Moruğun Notları
Postane
Bana Aşkını Getir
Sevimli Bir Aşk Hikâyesi
Hollywood
Sıcak Su Müziği
Sıradan Delilik Öyküleri
Kasabanın En Güzel Kızı
Pansiyon Manzumeleri
Ölüler Böyle Sever
Kaptan Yemeğe Çıktı Ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi
Factotum
Büyük Zen Düğünü
Shakespeare Bunu Asla Yapmazdı
Suda Yan Ateşte Boğul
Pulp
Güneş, İşte Buradayım
En Kısa Andır Mucize
Günler Vahşi Tepelerden Aşağı Koşan Vahşi Atlar Misali
Sarhoş Çal Piyanoyu Vurmalı Çalgı Gibi Parmakları…
Bir Tek Ben Miyim Böyle Yaşayan?
Ateşin İçinden Ne Denli İyi Yürüdüğündür Mesele