Can dostum
,
Şimdiye dek ne hayatlar kurtardık, kaç can'ı uçurumun kenarından çekip aldık biliyorsun. Çoğu tesadüfen karşımıza çıkan, belki de aslında bizi bulması önceden planlanmış, ellerimizde hayata sarılacak olan o minik ve çaresiz, savunmasız canlıların nasıl da mucizeler yaratarak yeniden hayat bulduğunu, ölümden döndüğünü, sakat ya da ömür boyu bir yerinin eksik kalmaktan kurtulduğuna tanık olduk. Bunda bizim çabamız, bizim emeğimiz ve en önemlisi sevgimiz önemli ölçüde rol oynamasına karşın, öte yandan o miniklerin o minicik bedenlerinin nasıl da mücadele ettiğini, yaşamak ve güçlü olabilmek için nasıl da çırpındığını ve sonunda başardığını gördük.
Sana acı veren, seni üzen birtakım şeyleri hatırlatmak için yazmıyorum bunları.. Ama aklına gelmeden de olmuyor biliyorum. Aynı şeyi ben de yaşamıştım geçen yıl, biliyorsun.. Yaşatmak ve gözlerini kör olmaktan kurtarmak için gece gündüz uğraştığım, bir sürü zaman ve emek harcayarak hayatını ve en azından tek gözünü kurtarabildiğim sarı Tosun'umun acısını hala unutabilmiş değilim. Tam da artık kurtardı, bundan sonra hayatını tek gözle de olsa mutlu geçirebilecek duruma geldi derken, onun pisi pisine ölümü beni ne kadar yıktı, ne kadar isyan ettirdi, ne kadar acı verdi tahmin edersin. Hala nerede ona benzer sarı-beyaz bir kedi görsem bütün yüzüm yanmaya başlıyor, ne zaman Fıstık kızı düşünsem o iki kardeşin bütün hayat hikayesi gözümün önünde canlanıyor, taa en başından..
Herşey bizim istediğimiz gibi, bizim olmasını doğru bulduğumuz gibi olmuyor maalesef.. Önceden planlanan, kaderi en baştan belirlenen şekilde, bir yerden sonra tamamen bizim kontrolümüz dışında gelişiyor. Biz sadece belki biraz daha yaşam süresini uzatıyoruz, belki biraz daha acılarını dindirebiliyoruz, en önemlisi de yaşadıkları süre içinde, bizimle oldukları süre içinde SEVGİ'yi tattırıyoruz, sevgiyi öğretiyoruz demiyorum, çünkü onlar doğuştan biliyorlar sevgiyi, hem de en saf, en güçlü, karşılıksız ve beklentisiz olanını.. Bizimle paylaşabilmekten zevk aldıkları o eşsiz duyguyu yaşayabildikleri kadar fazla yaşatmak, hakettikleri rahatı ve mutluluğu olabildiğince doyasıya tattırabilmek... Bizim yapabildiğimiz işte sadece bu Gülay..Yoksa ne onlara can verebilmek, ne gözlerini geri verebilmek, ne annesinin sütünün ve sıcaklığının aynısını tattırabilmek, ne de yaşayacağından daha fazlasını yaşatabilmek.. Bunların hiçbiri değil..
İşte şimdi yine benzer bir hikaye daha yaşıyorum. Önceki acı tecrübelerin, kayıpların, yine aynısı olursa, bunu da kaybedersem korkusu ve endişesini umursamadan (aslında o endişe hep var ama bu yeni can'a verebileceklerimin mutluluğu o korkudan daha ağır basıyor her zaman), bu minik bedene yardım edebilmek, açlıktan ölmemesi için, gözlerinin kör olmaması için, yaşaması ve mutlu bir bebek olabilmesi için elimden geleni yapmak için aynı ölçüde istekli ve azimliyim (bunu başarabilmenin ne ölçüde mümkün olduğunu ve ne kadar süreceğini şimdiden düşünmenin hiçbir anlamı olmadığını artık biliyorum).
Bu miniğin de hikayesi diğerlerinden çok da farklı değil.. Annesiz, hasta, körlükle karşı karşıya olan ya da yeni doğmuş ve yaşam mücadelesi veren o diğerlerinden biri işte..
Kardeşiyle birlikte annesinin karnındayken tekme yemiş muhtemelen.. Annesinin ızdırabını farkedince durumu tahmin ederek veterinere götürdüm. Acilen ameliyata alındılar, sezaryenle dünyaya getirildiler. Ölü doğacakları tahmin ediliyordu, çünkü hem darbe almışlardı, plesenta yırtılmıştı, hem de 7-10 gün daha vardı normal doğumlarına.. Ama ikisi de canlı doğdu. İkisi de ellerimde ısıtılarak, masajla hayata döndü. Cimcime’nin kardeşinin kolunda yırtık vardı, dışardan aldığı darbe, onun kolunun derisini yırtacak kadar şiddetliydi demek ki.. Koluna dikiş atıldı doğar doğmaz.. Annelerinin de durumu pek iyi olmadığı için, o iyileşene kadar Cimcime ve kardeşine bakabilecek bir sütanne buldum. Sütanne onları kabul etti, emzirmeye başladı. Birkaç gün sonra kendi anneleri iyileşince yavrularını yanına verdim ama onları kabul etmedi, emzirmedi, ayağıyla itti. Belki onları doğurduğunu hatırlamadığından, onlara diğer anne kedinin kokusu karıştığından, belki de onların eksik ve güçsüz olduğunu anladığından dolayı onlara bakmayı kabul etmedi. Yavruları yine sütannenin yanına geri götürdüm. Cimcime’nin kolu yırtık doğan kardeşi daha fazla dayanamayarak sütannesinin koynunda 12 günlükken öldü. Zaten çok minik ve güçsüz doğmuştu Cimcime’ye göre.. Ama Cimcime hayatta kalmayı başardı. Sütannesinin memesine sıkı sıkı yapışarak aynı anda hayata da sıkı sıkıya yapışıyordu. Sütannenin 1 hafta kadar önce yanına verdiğim 2 annesiz yavru daha vardı. Çöp konteynerinin yanında, yerdeki bir yoğurt kabının içine bırakılmış, henüz gözleri açılmamış, tahminen bir haftalık iki minik bebeği de bu sütanne kabul edip sahiplenmişti. (Çöp tenekesinde bulmuştum, adlı yazımdaki yavrular). Şimdi bu bebeklerle arasında 2 hafta olmasına rağmen onların yarısından bile daha küçüktü.
Hergün yanlarına gidip kontrol ettim nasıllar diye.. Cimcime’nin 15 günlük olmasına rağmen hala gözlerinin açılmadığını farkedince, gözkapaklarındaki kabuklaşmayı gördüm. Hafifçe aralamaya çalışınca, iltihap fışkırdı gözlerinden.. Öyle ki, iltihabın akıp bitmesini bekliyordum gözlerine ulaşabilmek için.. Gözlerinden biri donuklaşmıştı, küçülmüş, içe doğru çökmüş gibiydi. Damla ve merhem sürmeye başladım düzenli olarak. Birkaç gün sonra tek göz iyice parlak bir halde beliriverdi ama diğeri hala donuktu. Üstüne üstlük, sütannenin onu artık emzirmediğini farkettim. Diğer evlat edindiği yavrular iyice büyümüş, koşup oynamaya, yemek yemeye başlamışlardı. Anne de sanki kendi yavrusuymuş gibi gururla onları seyrediyor, onlara oynamaktan zevk alıyordu. Ama Cimcime henüz kutusundan çıkamadığı için, annenin yanına gidip karnını doyuramıyordu, anne de kutuya girip onunla ilgilenmiyordu. Ona da hak vermiyor değilim doğrusu, 2,5 ay içinde arka arkaya 7 yavruyu emzirdi kendi yavruları da dahil.. Artık hem sütü azalmış olabilirdi, hem de yavru emzirmekten ve sürekli kutunun içinde onlarla yatmaktan sıkılmıştı belki de.. Şimdi büyüttüğü o iki yavruyla oynamanın zevkini çıkarıyordu. Ne de olsa 7 yavrudan en çok emek verip en çok büyütüğü yavrular bunlardı.
Ve artık Cimcime’nin kutunun içindeki o neredeyse açlıktan baygın halini görünce, daha fazla sütanne yanında kalmasının ona faydadan çok zarar getireceğini anladım ve onu kaptığım gibi eve getirdim. Öyle açtı ki, enjektördeki sütü içerken boğulacak gibiydi. Gözlerini temizleyip ilacını da sürünce rahatladı ve mırıldanarak sepetinde kıvrılıp uyudu hemen..
Ve o günden beri de hala bende..
19 Temmuz'da doğmuştu, daha doğrusu o gün mecburen dünyaya erkenden gelmek zorunda kalmıştı, kardeşi öldü, kendi annesi ona bakmadı, sütanne ise sadece 20 gün emzirdi. Şimdi ise kocaman oldu, iki gözü de pırıl pırıl görüyor. Ama yaşıtlarından daha küçük gösteriyor. Minik ve cılız görüntüsüne rağmen oldukça sağlıklı, güçlü, çok yaramaz, ısırmayı ve kemirmeyi çok seviyor
Kendi annesi ise uzun süren bir tedavi ve bakım döneminden sonra iyileşebildi. Şimdi hala o bakıldığı dükkanda, yine eskisi gibi hırçın, huysuz, sinirlenince tokadı patlatan, kavgacı bir kedi oldu. Cimcime de hem görünüşü, aksi aksi bakışları, hem de tırnaklarını ve dişlerini kullanma konusunda tamamen annesine çekmiş J
Annesinden tek farkı var, annesi gördüğü bütün köpeklere saldırırken, Cimcime’nin en iyi arkadaşı köpeğim Kırpık :=)
Cimcime’nin de kötü ve şanssız başlayan kaderi, nereye kadar ve ne şekilde iyiye doğru devam edebilecek bilmiyorum ama yaşadığı her dakika, acı duymadan sevgiyi tadarak mutlu geçireceği her an hem onun için, hem de benim için kardır kesinlikle..
İşte Gülay'cım, bu minik de yeni bir hayata tekrar merhaba diyor.. Onlar pes etmediği sürece, yaşamak için çırpındığı sürece, ben de mücadeleden vazgeçmeyeceğim. Onların çarpan bu minicik kalplerinin sesini duymazdan gelmek olur mu hiç?
Alinti
,
Şimdiye dek ne hayatlar kurtardık, kaç can'ı uçurumun kenarından çekip aldık biliyorsun. Çoğu tesadüfen karşımıza çıkan, belki de aslında bizi bulması önceden planlanmış, ellerimizde hayata sarılacak olan o minik ve çaresiz, savunmasız canlıların nasıl da mucizeler yaratarak yeniden hayat bulduğunu, ölümden döndüğünü, sakat ya da ömür boyu bir yerinin eksik kalmaktan kurtulduğuna tanık olduk. Bunda bizim çabamız, bizim emeğimiz ve en önemlisi sevgimiz önemli ölçüde rol oynamasına karşın, öte yandan o miniklerin o minicik bedenlerinin nasıl da mücadele ettiğini, yaşamak ve güçlü olabilmek için nasıl da çırpındığını ve sonunda başardığını gördük.
Sana acı veren, seni üzen birtakım şeyleri hatırlatmak için yazmıyorum bunları.. Ama aklına gelmeden de olmuyor biliyorum. Aynı şeyi ben de yaşamıştım geçen yıl, biliyorsun.. Yaşatmak ve gözlerini kör olmaktan kurtarmak için gece gündüz uğraştığım, bir sürü zaman ve emek harcayarak hayatını ve en azından tek gözünü kurtarabildiğim sarı Tosun'umun acısını hala unutabilmiş değilim. Tam da artık kurtardı, bundan sonra hayatını tek gözle de olsa mutlu geçirebilecek duruma geldi derken, onun pisi pisine ölümü beni ne kadar yıktı, ne kadar isyan ettirdi, ne kadar acı verdi tahmin edersin. Hala nerede ona benzer sarı-beyaz bir kedi görsem bütün yüzüm yanmaya başlıyor, ne zaman Fıstık kızı düşünsem o iki kardeşin bütün hayat hikayesi gözümün önünde canlanıyor, taa en başından..
Herşey bizim istediğimiz gibi, bizim olmasını doğru bulduğumuz gibi olmuyor maalesef.. Önceden planlanan, kaderi en baştan belirlenen şekilde, bir yerden sonra tamamen bizim kontrolümüz dışında gelişiyor. Biz sadece belki biraz daha yaşam süresini uzatıyoruz, belki biraz daha acılarını dindirebiliyoruz, en önemlisi de yaşadıkları süre içinde, bizimle oldukları süre içinde SEVGİ'yi tattırıyoruz, sevgiyi öğretiyoruz demiyorum, çünkü onlar doğuştan biliyorlar sevgiyi, hem de en saf, en güçlü, karşılıksız ve beklentisiz olanını.. Bizimle paylaşabilmekten zevk aldıkları o eşsiz duyguyu yaşayabildikleri kadar fazla yaşatmak, hakettikleri rahatı ve mutluluğu olabildiğince doyasıya tattırabilmek... Bizim yapabildiğimiz işte sadece bu Gülay..Yoksa ne onlara can verebilmek, ne gözlerini geri verebilmek, ne annesinin sütünün ve sıcaklığının aynısını tattırabilmek, ne de yaşayacağından daha fazlasını yaşatabilmek.. Bunların hiçbiri değil..
İşte şimdi yine benzer bir hikaye daha yaşıyorum. Önceki acı tecrübelerin, kayıpların, yine aynısı olursa, bunu da kaybedersem korkusu ve endişesini umursamadan (aslında o endişe hep var ama bu yeni can'a verebileceklerimin mutluluğu o korkudan daha ağır basıyor her zaman), bu minik bedene yardım edebilmek, açlıktan ölmemesi için, gözlerinin kör olmaması için, yaşaması ve mutlu bir bebek olabilmesi için elimden geleni yapmak için aynı ölçüde istekli ve azimliyim (bunu başarabilmenin ne ölçüde mümkün olduğunu ve ne kadar süreceğini şimdiden düşünmenin hiçbir anlamı olmadığını artık biliyorum).
Bu miniğin de hikayesi diğerlerinden çok da farklı değil.. Annesiz, hasta, körlükle karşı karşıya olan ya da yeni doğmuş ve yaşam mücadelesi veren o diğerlerinden biri işte..
Kardeşiyle birlikte annesinin karnındayken tekme yemiş muhtemelen.. Annesinin ızdırabını farkedince durumu tahmin ederek veterinere götürdüm. Acilen ameliyata alındılar, sezaryenle dünyaya getirildiler. Ölü doğacakları tahmin ediliyordu, çünkü hem darbe almışlardı, plesenta yırtılmıştı, hem de 7-10 gün daha vardı normal doğumlarına.. Ama ikisi de canlı doğdu. İkisi de ellerimde ısıtılarak, masajla hayata döndü. Cimcime’nin kardeşinin kolunda yırtık vardı, dışardan aldığı darbe, onun kolunun derisini yırtacak kadar şiddetliydi demek ki.. Koluna dikiş atıldı doğar doğmaz.. Annelerinin de durumu pek iyi olmadığı için, o iyileşene kadar Cimcime ve kardeşine bakabilecek bir sütanne buldum. Sütanne onları kabul etti, emzirmeye başladı. Birkaç gün sonra kendi anneleri iyileşince yavrularını yanına verdim ama onları kabul etmedi, emzirmedi, ayağıyla itti. Belki onları doğurduğunu hatırlamadığından, onlara diğer anne kedinin kokusu karıştığından, belki de onların eksik ve güçsüz olduğunu anladığından dolayı onlara bakmayı kabul etmedi. Yavruları yine sütannenin yanına geri götürdüm. Cimcime’nin kolu yırtık doğan kardeşi daha fazla dayanamayarak sütannesinin koynunda 12 günlükken öldü. Zaten çok minik ve güçsüz doğmuştu Cimcime’ye göre.. Ama Cimcime hayatta kalmayı başardı. Sütannesinin memesine sıkı sıkı yapışarak aynı anda hayata da sıkı sıkıya yapışıyordu. Sütannenin 1 hafta kadar önce yanına verdiğim 2 annesiz yavru daha vardı. Çöp konteynerinin yanında, yerdeki bir yoğurt kabının içine bırakılmış, henüz gözleri açılmamış, tahminen bir haftalık iki minik bebeği de bu sütanne kabul edip sahiplenmişti. (Çöp tenekesinde bulmuştum, adlı yazımdaki yavrular). Şimdi bu bebeklerle arasında 2 hafta olmasına rağmen onların yarısından bile daha küçüktü.
Hergün yanlarına gidip kontrol ettim nasıllar diye.. Cimcime’nin 15 günlük olmasına rağmen hala gözlerinin açılmadığını farkedince, gözkapaklarındaki kabuklaşmayı gördüm. Hafifçe aralamaya çalışınca, iltihap fışkırdı gözlerinden.. Öyle ki, iltihabın akıp bitmesini bekliyordum gözlerine ulaşabilmek için.. Gözlerinden biri donuklaşmıştı, küçülmüş, içe doğru çökmüş gibiydi. Damla ve merhem sürmeye başladım düzenli olarak. Birkaç gün sonra tek göz iyice parlak bir halde beliriverdi ama diğeri hala donuktu. Üstüne üstlük, sütannenin onu artık emzirmediğini farkettim. Diğer evlat edindiği yavrular iyice büyümüş, koşup oynamaya, yemek yemeye başlamışlardı. Anne de sanki kendi yavrusuymuş gibi gururla onları seyrediyor, onlara oynamaktan zevk alıyordu. Ama Cimcime henüz kutusundan çıkamadığı için, annenin yanına gidip karnını doyuramıyordu, anne de kutuya girip onunla ilgilenmiyordu. Ona da hak vermiyor değilim doğrusu, 2,5 ay içinde arka arkaya 7 yavruyu emzirdi kendi yavruları da dahil.. Artık hem sütü azalmış olabilirdi, hem de yavru emzirmekten ve sürekli kutunun içinde onlarla yatmaktan sıkılmıştı belki de.. Şimdi büyüttüğü o iki yavruyla oynamanın zevkini çıkarıyordu. Ne de olsa 7 yavrudan en çok emek verip en çok büyütüğü yavrular bunlardı.
Ve artık Cimcime’nin kutunun içindeki o neredeyse açlıktan baygın halini görünce, daha fazla sütanne yanında kalmasının ona faydadan çok zarar getireceğini anladım ve onu kaptığım gibi eve getirdim. Öyle açtı ki, enjektördeki sütü içerken boğulacak gibiydi. Gözlerini temizleyip ilacını da sürünce rahatladı ve mırıldanarak sepetinde kıvrılıp uyudu hemen..
Ve o günden beri de hala bende..
19 Temmuz'da doğmuştu, daha doğrusu o gün mecburen dünyaya erkenden gelmek zorunda kalmıştı, kardeşi öldü, kendi annesi ona bakmadı, sütanne ise sadece 20 gün emzirdi. Şimdi ise kocaman oldu, iki gözü de pırıl pırıl görüyor. Ama yaşıtlarından daha küçük gösteriyor. Minik ve cılız görüntüsüne rağmen oldukça sağlıklı, güçlü, çok yaramaz, ısırmayı ve kemirmeyi çok seviyor
Kendi annesi ise uzun süren bir tedavi ve bakım döneminden sonra iyileşebildi. Şimdi hala o bakıldığı dükkanda, yine eskisi gibi hırçın, huysuz, sinirlenince tokadı patlatan, kavgacı bir kedi oldu. Cimcime de hem görünüşü, aksi aksi bakışları, hem de tırnaklarını ve dişlerini kullanma konusunda tamamen annesine çekmiş J
Annesinden tek farkı var, annesi gördüğü bütün köpeklere saldırırken, Cimcime’nin en iyi arkadaşı köpeğim Kırpık :=)
Cimcime’nin de kötü ve şanssız başlayan kaderi, nereye kadar ve ne şekilde iyiye doğru devam edebilecek bilmiyorum ama yaşadığı her dakika, acı duymadan sevgiyi tadarak mutlu geçireceği her an hem onun için, hem de benim için kardır kesinlikle..
İşte Gülay'cım, bu minik de yeni bir hayata tekrar merhaba diyor.. Onlar pes etmediği sürece, yaşamak için çırpındığı sürece, ben de mücadeleden vazgeçmeyeceğim. Onların çarpan bu minicik kalplerinin sesini duymazdan gelmek olur mu hiç?
Alinti