Cinsiyet Savaşlarını Kim Kazanacak?
Uzaktan seyrediyorum insanları, yaşamlarını, yaptıklarını, sevdiklerini… Bazen hayatın içinde seyirci olmak gerekiyor. Her zaman size uygun bir rol bulunmuyor.
Öyle zamanlarda, yani dışarıdan bakıp gözlemlediğim vakitlerde, garip bir hüzün çöküyor üstüme. Anlıyorum ki, hepimizin bir yanı yaralı. Birbirimizden ne kadar üstün olduğumuzu ispat etme çabasıyla geçiyor ömür.
Kadınlar, ne kadar güzel olduklarının yarışındalar. Estetikten bozulan ama sözüm ona çok güzel görünen gergin yüzlerle, silikon göğüsler, sahte dudaklarla, evrensel bir yarışın ortasında duruyorlar. Dışımız silikonlandıkça, ruhumuz da sahteleşiyor mu acaba?
Erkekler, paranın peşindeler. Cepteki parayı göstermenin yolu ise, arabadan, evden, cebindeki telefondan, pahalı kıyafetlerden geçiyor. İş hayatında yaptıkları büyük savaş yetmiyor, özel hayatlarındaki skorların çetelesini tutuyorlar.
Hemcins savaşları bir yanda devam ederken, kadın ve erkeğin arasındaki çatışma da tüm hızıyla sürüyor. Çıkar kavgası, ego büyüklüğü, kim kimi daha çabuk terk edecek derdi, bir ilişkinin sorumluluklarını almadan ilişki yaşama hokkabazlığı, bu iki cinsi birbirine düşman ediyor.
Kalbimizi birilerine emanet etmeye korkar olduk. Saklıyoruz, sakınıyoruz! Kimse içimizdekini görmesin diye, üstümüze demirden zırhlar giyiyoruz. Karşımızdakilerden üstümüzdekini çıkarması için çabalamasını bekliyoruz. Sonra beklediğimizle kalıyoruz!
Aslında ne kadar incinmişiz hepimiz. Mutlaka hayatın bir yerinden alınmış darbelerimiz var. Kimimiz daha çocuk yaşta, ailemizde gördüğümüz sıkıntılar yüzünden arızalıyız. Kimimiz ilk aşık olduğumuzda yediğimiz vurgunun acısındayız. Kimimizin sevmeye vakti olmamış.
Yüzümüzde tebessümle sokaklara dağılıyoruz. Çalıyor, üretiyor, şu dünyada var olmak için çabalıyoruz. Oysa nasıl ihtiyacımız var sevilmeye! Birisi başımızı okşasa ama gerçekten, yürekten okşasa, kedi gibi sokulacağız yanına ama güvenemiyoruz.
Ne zaman olduğunu düşünsek, kalbimizi yanına koyacak bir kalp bulduğumuza inansak, yıkılıyoruz. Ellerimiz kanıyor, kırılmış kalplerimizi toplamaktan. Her yediğimiz darbe ile daha çok içimize, kendimize saklanıyoruz. Daha çok öfke, daha çok nefret, daha çok inançsızlık! İçimizde giderek büyüyor bir balon gibi gizli düşmanlık.
Sonra zaman geçiyor, belki birisi geliyor, sevilmeyi hak eden birisi; yediğimiz tüm tokatların acısını ondan alırcasına, kuvvetli bir yumruk atıyoruz. O da düşüyor! Onun da içine tohumu atılıyor nefretin.
İntikam derdine, hepimiz birbirimizi kirletiyoruz. Bir gün dönüp bakacağız ki, ortada sevecek kimse kalmamış!
Candan Ünal
Uzaktan seyrediyorum insanları, yaşamlarını, yaptıklarını, sevdiklerini… Bazen hayatın içinde seyirci olmak gerekiyor. Her zaman size uygun bir rol bulunmuyor.
Öyle zamanlarda, yani dışarıdan bakıp gözlemlediğim vakitlerde, garip bir hüzün çöküyor üstüme. Anlıyorum ki, hepimizin bir yanı yaralı. Birbirimizden ne kadar üstün olduğumuzu ispat etme çabasıyla geçiyor ömür.
Kadınlar, ne kadar güzel olduklarının yarışındalar. Estetikten bozulan ama sözüm ona çok güzel görünen gergin yüzlerle, silikon göğüsler, sahte dudaklarla, evrensel bir yarışın ortasında duruyorlar. Dışımız silikonlandıkça, ruhumuz da sahteleşiyor mu acaba?
Erkekler, paranın peşindeler. Cepteki parayı göstermenin yolu ise, arabadan, evden, cebindeki telefondan, pahalı kıyafetlerden geçiyor. İş hayatında yaptıkları büyük savaş yetmiyor, özel hayatlarındaki skorların çetelesini tutuyorlar.
Hemcins savaşları bir yanda devam ederken, kadın ve erkeğin arasındaki çatışma da tüm hızıyla sürüyor. Çıkar kavgası, ego büyüklüğü, kim kimi daha çabuk terk edecek derdi, bir ilişkinin sorumluluklarını almadan ilişki yaşama hokkabazlığı, bu iki cinsi birbirine düşman ediyor.
Kalbimizi birilerine emanet etmeye korkar olduk. Saklıyoruz, sakınıyoruz! Kimse içimizdekini görmesin diye, üstümüze demirden zırhlar giyiyoruz. Karşımızdakilerden üstümüzdekini çıkarması için çabalamasını bekliyoruz. Sonra beklediğimizle kalıyoruz!
Aslında ne kadar incinmişiz hepimiz. Mutlaka hayatın bir yerinden alınmış darbelerimiz var. Kimimiz daha çocuk yaşta, ailemizde gördüğümüz sıkıntılar yüzünden arızalıyız. Kimimiz ilk aşık olduğumuzda yediğimiz vurgunun acısındayız. Kimimizin sevmeye vakti olmamış.
Yüzümüzde tebessümle sokaklara dağılıyoruz. Çalıyor, üretiyor, şu dünyada var olmak için çabalıyoruz. Oysa nasıl ihtiyacımız var sevilmeye! Birisi başımızı okşasa ama gerçekten, yürekten okşasa, kedi gibi sokulacağız yanına ama güvenemiyoruz.
Ne zaman olduğunu düşünsek, kalbimizi yanına koyacak bir kalp bulduğumuza inansak, yıkılıyoruz. Ellerimiz kanıyor, kırılmış kalplerimizi toplamaktan. Her yediğimiz darbe ile daha çok içimize, kendimize saklanıyoruz. Daha çok öfke, daha çok nefret, daha çok inançsızlık! İçimizde giderek büyüyor bir balon gibi gizli düşmanlık.
Sonra zaman geçiyor, belki birisi geliyor, sevilmeyi hak eden birisi; yediğimiz tüm tokatların acısını ondan alırcasına, kuvvetli bir yumruk atıyoruz. O da düşüyor! Onun da içine tohumu atılıyor nefretin.
İntikam derdine, hepimiz birbirimizi kirletiyoruz. Bir gün dönüp bakacağız ki, ortada sevecek kimse kalmamış!
Candan Ünal