Çocuklar beni de oyununuza alın!

zemheri

Usta
Çocuklar beni de oyununuza alın!
Yan yana iki pencere. Yan yana iki gölge. Aynı bahçeye açılan bu iki pencereden birinin önündeyim. Diğerinin önünde bir çocuk var. Ne var ki aynı bahçeye baktığımızdan kuşkuluyum. Benim kaşlarım kızağa çekilmişken, onunkiler küreklerini şapırdata şapırdata geziyor gölde.

Benim gözlerim top gülleleriyken, mat ve ağır. Onunkiler parlak ve coşkulu bilyeler. Benim dudaklarım öyle kenetlenmişler ki, içinden bir kelime çıkartabilene aşk olsun. Onun dudaklarında bir kelime karnavalı, susturabilene aşk olsun. Benim burnum yemeğin kokusunu alıyor, onun burnu çiçeklerin. Benim kulaklarım zil seslerini duyuyor, onunkiler kuş seslerini. Benim yüzüme kübist bir ressam geometrik şekiller çiziyor iç içe, onun yüzünde çalınası tablolar. Kıskanıyorum çocuğu. "Ne olur pencerelerimizi değiştirelim!" diyorum. Çocuk gülerek kabul ediyor teklifimi. Ben onun penceresine giderken o benim pencereme geliyor. Çocuğun penceresinden dışarı bakıyorum. Fakat manzara aynı. Oysa ben farklı bir bahçeye bakacağımı ummuştum. Çocuğa bakıyorum kaçamak. Sevincinde, kelimelerinde, kuşlarında bir eksilme yok. Yanına gidiyorum hırsla. Aynı anda aynı pencereden bakmak istiyorum dışarıya. O da ne, dışarıda binlerce oyuncak. Ben yalnız ağaçları görmüştüm, şimdi o ağaçlarda salıncaklar gidip geliyor. Ben yalnız taşları görmüştüm. Şimdi o taşların kâh beşi bir araya geliyor kâh dokuzu. Kâh parmaktan köprülerin altından geçiyor kâh yükseliyor üst üste konarak parmaklarla. Tek başına kalan taşlar da seyirci kalmıyor oyuna. Seksek çizgilerinin üzerinde kızaklar gibi kayıyor tek tek. Hem az önce gördüğüm kırık şişe bir mücevhere dönüşmüş, alıyor gözümü. Hem toprak çamurdu az önce, şimdi bebekler, toplar, vazolar, köprüler, evler büyüyor avuçlarda. İnşaattan arta kalan kalaslar tahterevalli olmuş. Demirler kara altın korsanlardan kalan. Gökyüzüyle bile oynuyor çocuklar. Şu bulut ata benziyor, şu bulut arabaya. İpin bir ucundan ay tutmuş öbür ucundan güneş, zıplıyor çocuklar. Ağaçlar koşuyor. Hiç koşan ağaç görmemiştim. Dallarıyla dokunuyor omzuma, "Ebe!".

- Ben de oyuna katılmak istiyorum!

- O zaman sözlüğe bak!

- Neymiş oyun?

- Gerçekle hayal arasındaki köprü! Uyum!

- Sözlükte böyle mi yazıyor?

- Hayır. Şöyle yazıyor: "Oy-mak- Oynamak- oy-u-n" Aslı çukur açmaktan geliyor.

- O halde tehlikeli bir şey oyun!

- Büyükler oynadığında...

- Çocukların ayrıcalığı ne!

- Onlar oyunun sonunu düşünmez. Bu yüzden sözlükler "Bir çıkar olmaksızın" kelimelerini oyunun tanımına ilave ederler.

- Bir çıkar olmaksızın ne!

- Bir çıkar olmaksızın vakit geçirmeye yarayan, kuralları olan eğlence.

- Çocukların çıkarı yok mu oyundan?

- Olmaz mı! Oynayarak deneyim kazanır çocuk. Kas sistemini geliştirir. Enerjisini boşaltır. Gerilimden kurtulur. Saldırganlık dürtüsünü yok eder. Duygularını dile getirir. Renkleri, boyutları kavrar. Vermeyi ve almayı öğrenir. Kurallardan haberdar olur. Kişiliğini tanır. Gücünü sınar. Duyularını keskinleştirir. Becerisini artırır. Paylaşmayı ve işbirliğini öğrenir.

- Daha ne olsun!

- İyi ama bunları elde etmek için oynamaz çocuk.

- Ya ne için oynar!

- Oynamak için!

Çocuklar beni de oyununuza alın! Hayatımın sonuna geldiğinde "Çok geç!" demek istemiyorum. Nietzsche nasıl anlatıyordu bu hikâyeyi: "Üzücü şey! Hep o eski hikâye! İnsan evini yapıp bitirdi mi bir de bakar ki, başlamadan önce bilmesi gereken bir şeyi öğrenmiş. Ezelî ve acıklı "Çok geç!"tir bu: Her bitişteki hüzündür." Çocuklar beni de oyununuza alın! Ölmeden az önce Bernard Shaw'ın bir tiyatro oyuncusuna yönelttiği o müthiş soruyu zamanı geldiğinde size sormak istiyorum ben: "Ne dersiniz, iyi bir oyun çıkardım mı!" Madem "Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir."(En'âm, 32) İyi bir oyun çıkardım mı ben!

Yan yana iki pencere. Yan yana iki gölge. Kıskanıyorum penceredeki çocuğu. Ah ne olurdu gölgem küçülüverse. Benim pencerem de kanatlarını açıp karışsa bahara. Bıraktığım ne varsa çocukluğumda çalsa kapımı. Boyanmamış yüzüm, kirlenmemiş gülüşüm, zırhsız bedenim. O üç aylıkken keşfettiğim ellerim! Size ne çok ihtiyacım var! Bildiğim her şeyi unutup yeniden bakmak istiyorum her şeye! İşte ilk gördüklerim: Anne ve babamın yüzü. Parlak bir top beşiğimin başında salınan. İşte ilk sesleri işitiyorum. Sevinç hıçkırıkları ve kulağıma okunan ezan. İşte ellerimi denetlemeyi öğreniyorum. Yumruk yapabiliyorum mesela. İşte kafamı dik tutabiliyorum.

Oyunun dışında kalmış yabancı bir çocuk gibiyim. Her şey keder yağdırıyor bana. Çocuklar beni de oyununuza alın!​
 
Geri
Top