• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Darbecilik Türk’e Osmanlı’dan miras

Suskun

V.I.P
V.I.P
Darbeci mantığa karşı sivil düşüncenin tarih boyunca en etkili direnişi sergilediği Türkiye Cumhuriyetini doğuran Osmanlı İmparatorluğu da askeri darbelerden çok çekmiş. İşte OsmanlInın başına dert olan darbeler:

Cumhuriyet döneminde demokrasinin işleyişi sık sık darbelerle kesildi. Son yıllara kadar darbeciler istediklerini alan taraf olarak dikkat çekti. Türkiyede sivil irade tarihi boyunca ilk kez bu kadar dirençli olmayı başarırken, darbe mantığının sadece Cumhuriyet devrinin değil, saltanat yıllarının da belası olduğu tarihcilerce dillendirilmeye ve belgelendirilmeye başlandı.

Tarihçi Erhan Afyoncu, Uğur Demir ve Ahmet Önalın yaptığı araştırmalar sonucu kaleme alınan Osmanlı İmparatorluğunda Askeri İsyanlar ve Darbeler adlı inceleme-araştırma Yeditepe Yayınlarınca sadeleştirilip, düzenlenerek, okurların hizmetine sunuldu.

Eserde, Osmanlı İmparatorluğu’nda askeri isyanlar ve darbelerin daha Fatih Sultan Mehmed’in ilk hükümdarlığı zamanında 1446 Buçuktepe İsyanı ile başladığı ve 1913’teki Bâbıâli baskınıyla sona erdiği belirtiliyor. Tabi sona ermesinin nedeni darbeçi mantığın bitmesi değil, miraıs yerine kurulacak olan Türkiye Cumhuriyetine devretmesi.

12 PADİŞAH İSYAN VE DARBE İLE TAHTINDAN OLDU​

Neredeyse Fatih Sultan Mehmed’den sonra isyanla yüzleşmeyen Osmanlı padişahı yok gibi&. 36 Osmanlı padişahından 12’sinin isyan ve darbeyle tahtını kaybettiği gözönüne alındığında durumun vahameti daha iyi anlaşılır. Kitapta 1446 ile 1913 yılları arasında kan, gözyaşı, yağma, taht değişiklikleri ve padişahların katledilmesiyle neticelene onlarca askeri isyan ve darbenin tarihi anlatılıyor.

Osmanlı tarihinde meydana gelen isyan ve darbelerin önemli bir kısmına yer verilen çalışmada, isyan ve darbeler genel hatlarıyla kronolojik bir sıra takip edilerek anlatılıyor.

Kitapta, günlerce hatta aylarca devam eden, İstanbul halkına korkulu günler yaşatan ve günlük hayatı tamamen felç eden isyanların, devlet adamlarının cesetlerinin köpeklere yem edilmesi, sadrazamların kellelerinin alınması ve bazen de padişahların acımasızca katledilmesi gibi vahim sonuçlar doğurduğuna işaret ediliyor.

Günlerce, hatta aylarca devam eden isyanlar İstanbul halkına korkulu günler yaşatıyor, günlük hayat tamamen felç oluyordu. İsyanlar zaman zaman o kadar ileri boyutlara ulaşıyordu ki, bazen devlet adamlarının cesetleri köpeklere yem ediliyor, bazen sadrazamların kelleleri alınıyor, bazen de padişahlar acımasızca katlediliyorlardı.

II. Bâyezid, II. Osman, I. Mustafa, Sultan İbrahim, IV. Mehmed,. II. Mustafa, III. Ahmed, III. Selim, IV. Mustafa, Sultan Abdülaziz, V. Murad ve II. Abdülhamid askeri bir isyan veya darbe sonucu tahtını kaybetti. Tahtını kaybeden padişahların da yarısı, II. Bâyezid, II. Osman, Sultan İbrahim, III. Selim, IV. Mustafa, Sultan Abdülaziz tahttan indirildikten sonra öldürüldü.

YAVUZ’UN ÇADIRINA KURŞUN ATTILAR​

Askerin isyan etmediği padişah yok gibiydi; İlk isyan Fatih zamanında meydana gelmiş, yeniçeriler Yavuz Sultan Selim’in çadırına kurşun atmış, Kanuni döneminde devlet adamlarını saraylarını yağmalamışlardı.
 

DEDEDEN TORUNA HEPSİ İSYANLA DEVRİLDİ​

Sultan İbrahim 1648’de isyanla tahtını kaybetmiş ve yerine oğlu Dördüncü Mehmed geçmişti. Sultan İbrahim’in acı sonu oğlu Dördüncü Mehmed’i de bırakmamış, o da 1687’de isyan ile saltanatını kaybetmişti. İsyan ile tahttan indirilmek torun İkinci Mustafa ve onun yerine geçen kardeşi Üçüncü Ahmed’in de yakasını bırakmadı. 1695’te tahtta çıkan İkinci Mustafa, 1703’te Edirne Vak’asıyla tahttan indirilirken. Bu isyanın sonucunda tahta çıkan Üçüncü Ahmed de Patrona isyanıyla tahttan indirildi.

ORDUDA BOZULAN DENGE​

Osmanlı ordusunun en önemli kısmını oluşturan Kapıkulu kuvvetleri asıl olarak yeniçeri ve sipahilerden oluşuyordu. Merkezde etkili olan bu iki askerî grubun birbirleriyle olan ilişkileri devletin tarihi seyrini, hem de tepedeki hizipler arasındaki güç mücadelesini yansıtır. Osmanlı devlet adamlarının yanlış politikaları sonucu ordu içerisindeki denge bozulmuş ve yeniçeriler devletin başına dert olmuşlardı.

ULEMANIN CESETLERİNİ LAĞIMA ATTILAR​

1623’te yeniçeriler ile ulema karşı karşıya gelmişlerdi. Fatih Camii’nde toplanan ulemanın yanına gelen yeniçeriler, bir anda kılıçlarını çekip, “işte fetva elimizde olan şu kılıçlardır” diye bağırarak saldırıya geçmişler ve ulemanın yanısıra caminin avlusunda olayları seyretmek üzere bulunanlardan ve namaza gelenlerden bazıları da öldürülmüştü. Yapılan kıyımın duyulmaması için yeniçeriler hemen o gece ölenlerin cesetlerini Fatih Camii’nin bir kuyuya doldurarak üzerlerini kapatmışlar, öldürülenlerin bazılarının cesetlerini ise lağımlara atmışlardı.

SULTANAHMET CAMİİ’NE ATILAN KURŞUN​

1648’de Sultan İbrahim’in öldürülmesinden sonraki kaos ortamında yeniçerilerle sipahiler arasında büyük bir çatışma meydana geldi ve Sultanahmet Meydanı’nı cesetler kapladı.
Sultanahmet Camii, yapıldığı günden beri ilk defa böylesine kanlı bir çatışmanın şahidi olmuştu. Şahidi olmakla kalmayıp, bu elim mücadelede bizzat yaralanmıştı. Yeniçeri ve sipahilerin karşılıklı tüfek atışları camiinin kapı ve pencerelerinde büyük hasar meydana getirdi. Kurşun izleri uzun bir süre olayın elim birer şahidi olarak camiinin muhtelif yerlerinde görüldü. Akrabası bulunmayan 200’den fazla sipahinin cesedi, “Asi” olduklarına hükmedilerek cenaze namazları kılınmadan denize atıldı.

SADRAZAMINI DÖRDÜNCÜ MURAD’IN ÖNÜNDE PARÇALADILAR​

IV. Murad isyan eden asiler, sadrazamın kellesini istemişlerdi. IV. Murad, isyan eden askerleri yine ikna etmeye çalıştı ama nafile. Sadrazam Hafız Paşa, padişahın nasihatlarının asiler tarafından dinlenmediğini görünce, “Padişahım! Hafız gibi bin kulun yoluna fedadır, ancak ricam budur ki, beni sen katletmeyip bırak. Bu zalimler beni şehid etsinler ve lütfedip cenazemi Üsküdar’da defn ettiresin” dedikten sonra yeri öptü.

Ardından “Bismillâhirrahmânirrahim. Güç ve kuvvet ancak yüce ve ulu Allah‘a aittir. Biz Allah’a aidiz ve vakti geldiğinde elbette ona döneceğiz” diyerek askerlerin arasına daldı. Birkaç dakika sonra veziriazamın paramparça edilmiş cansız bedeni yerde yatmaktaydı. Bu duruma dayanamayan Dördüncü Murad bile ağlamıştı.

ESNAF İSYANI​

Osmanlı tarihinde İstanbul’da birçok defa isyanlar çıktı. Bunların çoğunda da askerler başroldeydi. 1651 yılında ise İstanbul, isyanlar açısından bir ilke şahit oldu. Bu defa isyan edenler askerler değil, İstanbul esnafı idi.
Yeniçerilerin zulmüne tahammülleri kalmayan diğer İstanbul esnafı 1651’de şehirdeki bütün dükkânlar kapatıp, Sultanahmet Meydanı’nı doldurdular. 20 bin kişiye ulaşan kalabalığın “adalet padişahım, adalet” feryadı yeri göğü inletmişti.

HALK İSYAN EDİP, ZORBALARI TEPELEDİ​

II. Süleyman’ın 1687’de bir darbeyle tahta çıkarılışından sonra İstanbul’da terör estiren zorbaların bir türlü önü alınamamıştı. Aylardır zorba zulmü altında inleyen esnaf ve halk sonunda “Bu vilayet gavur memleketi değildir” diyerek isyan etti. Böylece aylardır İstanbul’a hâkim olan asayişsizlik halkın isyanı ile ortadan kaldırıldı.

OSMANLI HANEDANINI DEĞİŞTİRME TEŞEBBÜSÜ​

İkinci Mustafa, 1699 Karlofça Antlaşması’ndan sonra Edirne’ye çekilip devlet işlerinden uzaklaşmıştı. Hocası Seyyid Feyzullah Efendi’nin üst düzey kadroları kendi adamları ile doldurması, Karlofça Antlaşması’nın imzalanması, padişahın İstanbul’u terkederek Edirne’ye yerleşmesi, seferlerde halktan asker yazılan binlerce kişinin antlaşmadan sonra ordudan çıkarılmak istenmesi padişah ve çevresine karşı bir havanın doğmasına sebep oldu. 1703’de meydana gelen isyan sonucunda II. Mustafa tahttan indirilip, yerine III. Ahmed geçirildi. 1703’teki isyan sırasında Osmanlı hanedanının sona erdirilip, Kırım hanlarından veya İbrahim hanzâdelerden birinin tahta çıkarılması gündeme gelmişti.

ŞEYHÜLİSLAMIN ACI SONU​

1703’teki isyan sonucunda II. Mustafa tahttan indirilmiş, Şeyhülislam Feyzullah Efendi zindana atılmıştı. Asiler, şeyhülislamı bulunduğu Edirne Zindanı’ndan alıp, bindirildiği atın önünde buhurdanlıklarını yakmış dört papaz bulunduğu halde Bit Pazarı’na getirdiler. Bir süre sonra da kafasını uçurdular. Daha sonra da yaptıkları dolayısıyla Müslüman değil diye, Feyzullah Efendi’nin cesedini 300 Ermeni’ye sürüterek Tunca Nehri’ne attılar.

OKUMA YAZMA BİLMEDİĞİNDEN HAYATINDAN OLDU​

Patrona Halil liderliğindeki isyan sonucunda III. Ahmed tahttan indirilip, yerine I. Mahmud geçirilmişti, ancak otorite yeni padişahın değil asilerin elindeydi. Birinci Mahmud, 1730’da tahta çıktıktan sonra ilk fırsatta fesadın kaynağı olan ve iktidarını gölgeleyen asileri ortadan kaldırmak için kolları sıvadı. Devlet ricalini ve yeniçeri ileri gelenlerini kendi tarafına kazandı. Ardından zorbaların kökünü kazımak için güzel bir plan hazırlandı. Bu plana göre, Patrona Halil ve adamları İran harplerini görüşmek üzere çağrılacak ve defterleri dürülecekti.

Plan gizli tutulmasına rağmen İstanbul kadı vekili, bir yolla bunu öğrendi. Patrona’ya, saraya girmeden, durumu anlatan bir mektubu adamlarından biriyle ulaştırdı. Ancak Patrona, gelen mektubu okumadan cebine koydu. Çünkü okuma yazması yoktu.

Patrona Halil, sarayda Revan Köşkü’nde padişahı beklerken, birden içeriye yeniçeriler doldu ve kısa bir arbedenin ardından asi liderini öldürdüler. Ardından Saray’ın kapıları kapatılarak diğer asiler de teker teker kılıçtan geçirildiler.

II. MAHMUD YENİÇERİLERİ İSYAN ETTİRİP, TARİH SAHNESİNDEN SİLDİ​

II. Mahmud, yeniçeri ayaklanmaları yüzünden, önce amcasının oğlu III. Selim’in tahttan indirilmesine, sonra da sadrazamı Alemdar Mustafa Paşa’nın öldürülmesine şahit oldu. Sultan, bu yüzden, düzensizlik ortamında kendilerine kârlı bir düzen kuran yeniçerilere karşı ihtiyatlı ve sabırlı hareket etti. II. Mahmud, ya kendisini ya da artık bir güruhtan başka bir şey olmayan yeniçerileri tarih sahnesinden ebediyen silecek nihaî karşılaşma için bir süredir gizliden gizliye hazırlandı.

29 Mayıs 1826’da Ağa Hüseyin Paşa’nın sarayında, devlet adamları, şeyhülislam, ulemanın ve yeniçeri ocağının ileri gelenlerinin katıldığı toplantıda “Eşkinci” adı altında yeni ve düzenli bir ordu kurulmasına karar verildi. Yeniçeri ocağındaki 51 ortanın her birinden 150 kişi alınarak yeni askeri teşkilat kurulacaktı. Toplantıya katılan yeniçeri subayları bu duruma razı olduklarını belirten bir sened imzaladılar ama bu yeni ordunun hayırlarına olmayacağını biliyorlardı.

Aslında Eşkinci Ocağı’nın kurulması, II. Mahmud’un yeniçerileri ortadan kaldırmak için hazırladığı tuzağın bir parçasıydı. Sultan, 11 Haziran’da eşkincilerin Avrupa tarzında üniformalarla talime başlayacağını ilân ederek, yeniçerileri isyana teşvik etmişti.

Yeniçeriler 15 Haziran 1826 Perşembe gecesi isyan ettiler. Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte Etmeydanı’nda toplanıp, burada meşhur kazanları son defa kaldırdılar. Ancak kaldırdıkları kazanın altında kaldılar. Önceden bu isyanı bekleyen ve hazırlıklarını yapan II. Mahmud, halkın, diğer askeri grupların ve ulemanın desteğini alarak binlerce yeniçeriyi öldürüp, yeniçeri ocağını tarihten sildi.

DİN YOLUYLA MEŞRUİYET​

Kılıcını kuşanıp, halkın ve ulemanın desteğini alan İkinci Mahmud, 1826’da yeniçeri ocağını ortadan kaldırdı. Yeniçeri Ocağı’nın yerine halkın ve ulemanın sempatisini ve desteğini kazanmak amacıyla, Hz. Muhammed’in ismine izafeten Asâkir-i Mansure-i Muhammediye”, yani Hazreti Muhammed’in Muzaffer Askerleri adıyla yeni bir ordu kuruldu.
Yeni kurulan ordunun halk ve ulema gözünde meşruiyetini sağlamak için ordunun teşkilatında imamlara da yer verilmiş, her kışlada birer mektep yapılarak, mutlaka günde bir kez Kur’an-ı Kerim okunması ile ilmihal bilgilerinin öğretilmesi ve beş vakit namazın cemaatle kılınması da kanunname hükümlerine ilave edilmişti

REJİMİ KORUYUP, KOLLAMA​

1826’da Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılmasıyla Yeniçeri Ağalığı tarihe karıştığından yerine 1826’da “Seraskerlik Kurumu” kurulmuştu. Başlangıçta seraskerlik makamı Mansure Ordusu’nun komutanı olarak teşkil edilmekle birlikte, kısa sürede bütün kara ordularının komutanı hâline geldi.

Askeri sistemdeki değişim ve dönüşüm süreci seraskerliğin statüsünü ve önemini artırdı. 1836’daki teşrifat, yani protokol düzenlemesiyle serasker, protokol bakımından şeyhülislam ve sadrazamla denk hale geldi. Bu durum askeri sınıfı, idari ve siyasi yapının temel dayanakları birisi yaptığı gibi ordunun iktidar üzerindeki etkinliğini de arttırdı. Yeni rejimi koruma ve kollama görevi de artık yeni ordunundu.

İHBARLA ÖNLENEN DARBE​

1839’da başlayan Tanzimat dönemi uygulamalarının bazı kesimlerde ortaya çıkardığı hoşnutsuzluk, 1853’te başlayan Kırım Savaşı’ndan sonra devletin malî du¬rumunun sarsılması, buna karşılık toplumun yüksek tabakasında görülen alafran¬ga âdetlerin doğurduğu lüks yaşama özentisine duyulan tepkiler ve 1856’da ilân edilen Islahat Fermanı’nda gayrimüslimlere tanınan haklara karşı tepkiler Sultan Abdülmecid’e karşı bir darbe teşebbüsüne yol açtı. Ulema, bürokrasi ve asker el ele vererek, 1859 yılı başlarında gizli bir örgüt kurdular.

Topluluğun planı, kendilerine katılmaya davet ettikleri Mirliva, yani General Hasan Paşa’nın durumu üstlerine ihbarıyla suya düştü. Hasan Paşa, gizli topluluğu serasker, yani dönemin genelkurmay başkanı Rıza Paşa’ya bildirdi ve örgütü de tuzağa düşürerek darbeyi önledi.

YENİ ORDU, İLK DARBESİNİ 50. YILINDA YAPTI​

1826’da yeniçeri ocağının ortadan kaldırılmasıyla isyan ve darbe çağı bitmiş gibi gözüküyordu. ancak yeni kurulan ordu, kuruluşunun 50. yılında ilk darbesini yaptı. 1876’da Sultan Abdulaziz bir darbe ile tahttan indirilip, daha sonra öldürüldü.

İTTİHATÇILAR’IN KÖTÜ MİRASI SİYASİ HAYATIMIZA BÜYÜK DARBE VURDU​

Siyasi cinayetler ve darbe ile II. Abdülhamidi tahttan indirip,,muhaliflerini ortadan kaldıran iktidara gelen İttihad ve Terakki Cemiyeti 1908-1918 yılları arasında imparatorluğun kaderine hükmetmişti. İttihat ve Terakki, 20. yüzyılın başlarında darbe yaparak vatan kurtarmayı bir gelenek haline getirdi.
 
Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihindeki askeri isyanlar ve darbeler gerçekten de önemli bir yer tutuyor. Sivil iradenin güçlü olması ve direnç göstermesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşunda etkili olmuştur. Darbeci mantığın Osmanlı dönemi boyunca da sorun oluşturduğu ve birçok padişahın isyanlar sonucu tahtlarını kaybettiği belirtiliyor. Tarihçilerin yaptığı araştırmalar, bu konuyu detaylı bir şekilde ele almaktadır. Kitapta, yıllar boyunca yaşanan isyan ve darbelerin kan, gözyaşı ve taht değişiklikleri ile sonuçlandığı vurgulanmaktadır. İsyanların İstanbul halkına korku yaşattığı, günlük hayatı felç ettiği ve vahim sonuçlar doğurduğu açıklanmaktadır. Kitap, Osmanlı tarihinin bu önemli ve çalkantılı dönemlerini detaylı bir şekilde ele almaktadır.

Darbecilik Türk'e Osmanlı döneminden miras olarak ifade edilmiş. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de yaşanan isyanlar ve darbeler, 1446'dan 1913'e kadar devam etmiş ve birçok padişah isyanlar sonucunda tahtından indirilmiş. Ardından Türkiye Cumhuriyeti'ne devredilmiş. Yeniçeriler ve sipahiler arasındaki dengesizlik, devletin de tarihi seyrini etkilemiş ve yeniçeriler zamanla devlet için ciddi bir sorun haline gelmişlerdir. İsyanlar ve darbeler sırasında yaşanan vahim olaylar, devlet adamlarının cesetlerinin köpeklere yedirilmesinden, sadrazamların kellelerinin alınmasına kadar uzanmıştır.

Osmanlı tarihindeki isyanlar arasında İstanbul esnafının da yer aldığı örnekler vardır. Esnafların isyanı, yeniçerilerin zulmüne karşı geldikleri bir dönemde gerçekleşmiştir. II. Mahmud döneminde ise yeniçerilerin ortadan kaldırılmasıyla birlikte askeri sistemde değişiklikler yaşanmış ve Eşkinci Ocağı kurulmuştur.

Tanzimat dönemi ve sonrasında yaşanan darbe girişimleri de Osmanlı'da siyasi istikrarsızlığa yol açmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti, darbeler yaparak iktidara gelmiş ve imparatorluğun kaderini belirlemiştir. Ancak bu darbeler, siyasi hayata olumsuz etkiler bırakmış ve Türk siyasetinde uzun vadeli sorunlara yol açmıştır.
 
Geri
Top