Bazen kütüphane raflarını dolanırken, daha önce hiç duymadığım yazarların kitaplarını denemek, kapağı hiç çekici gelmeyen kitapları da okumak geliyor içimden. Dilek Kuyusu da bunlardan biriydi. Gördüğünüz üzere, hiç çekici ve gizemli bir kapak tasarımına sahip değil fakat beni çeken şey ismi ve konusu, bir de eskimiş sayfalarıydı. Zaten bu ilk basımı olsa gerek, Altın Kitaplar’dan çıkmış.
Çevirmen Zeliha İyidoğan Babayiğit.
Başlarken, bu kadar heyecanlandırabileceğini tahmin etmemiştim.
4 kişilik bir ailenin araba yolculuğuyla başlıyor ilk sahneler. Klasik bir hikayeden ibaret olacak gibi görünse de, daha ilk sayfalarda sizi şok eden şeyler gerçekleşiyor. Başlangıçtaki o klasik tablo tamamen değişiyor. O başlangıçtaki büyük şoku kitabın sonlarına doğru da üst üste yaşıyorsunuz; hatta ben bi ara bir sahnede gözlerim fal taşı gibi açılmdı dakikalarca şaşkınlığımı atamadım. ‘’sahne’ diyorum, filmden bahseder gibi. Çünkü bu kitabı okumak heyecanlı, şaşırtmacalı ve biraz da duygusal, hoş bir film izlemek gibiydi.belki filmi de çekilmiştir bilemiyorum artık.
Dertlerden uzaklaşıp biraz kafa dinleyeyim, bambaşka dünyalarda yaşayayım diyorsanız okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.. David Baldacci’nin diğer romanlarını da edinmeye çalışacağım.
Altını çizdiklerime gelirsek, paragraflar genellikle olaylardan ve diyaloglardan oluştuğu için, dikkatimi çeken birkaç kısa cümleyi paylaşacağım.
‘’Gece karanlıktı. Ve yağmur öyle şiddetli yağıyordu ki Tanrı bir şey için ağlıyor olmalıydı.’’
_________________________________________________________
‘’Görüyorsunuz ya, bu nedenle kiliseye gitmiyorum.
Düşündüm ki, nereye gidersem gideyim kilisem orada. Tanrı’yla konuşmak mı istiyorum, ‘Merhaba Tanrım,’ diyorum biraz konuşuyoruz.’’
_________________________________________________________
İnsanlar asla yok olmazlar, biz onları unutmadıkça.’’
Çevirmen Zeliha İyidoğan Babayiğit.
Başlarken, bu kadar heyecanlandırabileceğini tahmin etmemiştim.
4 kişilik bir ailenin araba yolculuğuyla başlıyor ilk sahneler. Klasik bir hikayeden ibaret olacak gibi görünse de, daha ilk sayfalarda sizi şok eden şeyler gerçekleşiyor. Başlangıçtaki o klasik tablo tamamen değişiyor. O başlangıçtaki büyük şoku kitabın sonlarına doğru da üst üste yaşıyorsunuz; hatta ben bi ara bir sahnede gözlerim fal taşı gibi açılmdı dakikalarca şaşkınlığımı atamadım. ‘’sahne’ diyorum, filmden bahseder gibi. Çünkü bu kitabı okumak heyecanlı, şaşırtmacalı ve biraz da duygusal, hoş bir film izlemek gibiydi.belki filmi de çekilmiştir bilemiyorum artık.
Dertlerden uzaklaşıp biraz kafa dinleyeyim, bambaşka dünyalarda yaşayayım diyorsanız okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.. David Baldacci’nin diğer romanlarını da edinmeye çalışacağım.
Altını çizdiklerime gelirsek, paragraflar genellikle olaylardan ve diyaloglardan oluştuğu için, dikkatimi çeken birkaç kısa cümleyi paylaşacağım.
‘’Gece karanlıktı. Ve yağmur öyle şiddetli yağıyordu ki Tanrı bir şey için ağlıyor olmalıydı.’’
_________________________________________________________
‘’Görüyorsunuz ya, bu nedenle kiliseye gitmiyorum.
Düşündüm ki, nereye gidersem gideyim kilisem orada. Tanrı’yla konuşmak mı istiyorum, ‘Merhaba Tanrım,’ diyorum biraz konuşuyoruz.’’
_________________________________________________________
İnsanlar asla yok olmazlar, biz onları unutmadıkça.’’