Bir kadın düşünün:
Kocası tarafından öldürülesiye dövülüyor.
Annesi de defalarca aynı adamın saldırısına uğruyor.
Karakola gidip şikayet ediyor, koruma istiyorlar, ama tehdit karşısında şikayetlerini geri çekmek zorunda kalıyorlar.
Yasa, tehdide karşı çaresiz, kadını korumakta yetersiz:
“Neden şikayetten vazgeçtin” diye sormuyor.
“Aile içi sorun” diyerek müdahale etmiyor.
“Evin mahremiyeti”, dayağa mazeret oluyor.
Sonunda kadının annesi, dayak seanslarından birinde ölüyor. Kadın dava açıyor. Dava 7 yıl sürüyor. Adam tahliye ediliyor. Kadın ölüm tehdidi altında… Devlet yine yok.
Kadın, konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürüyor. AİHM, Türkiye’yi, tehdidi bildiği halde “aile içi sorun” diyerek kadını koruyacak önlem almadığı, polisin, yargının pasif kaldığı gerekçesiyle tazminata mahkum ediyor.
Türkiye “kadına yönelik şiddet”ten mahkum olan ilk ülke olarak Avrupa yargı tarihine geçiyor.
* * *
Bu durum karşısında, üstelik her gün birkaç kadının şiddetten ölüm haberi gelirken Kadından ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı’ndan ne yapmasını beklersiniz?
“Türkiye’de kadınlarımızın kılına dokunulmaması için ne gerekiyorsa yapacağız. Şiddet mahremiyet, mazeret tanımaz. Polis, yargı, kadına yönelik şiddete anında müdahale edecek” demesini; değil mi?
Hayır!
O bakanlığa yeni atanan Selma Aliye Kavaf, NTV’de Nermin Yurteri’ye verdiği ilk demecinde kadını değil, yasaları savundu. Tehditkar bir kocayla yaşamanın çaresizliğini hiç anlamadan konuştu:
“Sözkonusu kadın defalarca şikayetini geri çekmiş. Sığınma evi için talepte bulunmamış, koruma isteğinden vazgeçmiş” dedi.
“Bütün dünya dövüyor” deyip örnekler verdi.
Aynı yaklaşımı önceki gün de Başbakan sürdürdü.
“Bu olaylar onlarda da (Batı’da) var” dedi.
Dayağı değil, kararı “utanç verici” olarak niteledi.
* * *
Kadına yönelik şiddetin tüm dünyanın sorunu olduğu kuşkusuz. Ama burada önemli olan, o şiddeti önleyecek yasal tedbirler ve uygulamada kararlılık…
Türkiye’de sadece yasalar değil, polis de, savcı da, yargı da, politikacı da kadının canını değil, ailenin dirliğini koruyor. O yüzden de şiddet bile olsa mahremiyete müdahale etmiyor.
Hatırlarsanız, 3 yıl önce AKP’nin Konya Milletvekili karısını dövmüştü. Darp raporu alıp savcılığa başvuran karısına da “İstediğin yere git, benim dokunulmazlığım var” diye posta koymuştu.
O zaman duymak istediğimiz ses, Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’dan gelmişti:
“Bu konuda ben tarafım. Kadın olduğum için tarafım. Şiddetle mücadele eden bir sorumlu olarak tarafım. Şiddet uygulayanların utanması gerekir” demişti.
AKP Kadın Kolları Başkanı ise Milliyet’e (Bkz: 14 Mayıs 2006) şunları söylemişti:
“Bu, kendi ailesiyle, özel hayatıyla ilgili bir konu… Aile içi bir ilişki… Bu konuda benim bir değerlendirmem olamaz. Söz hakkım olmadığını düşünüyorum.”
Bunu söyleyen Kadın Kolları Başkanı’nın adı neydi, hatırlıyor musunuz:
Selma Aliye Kavaf…
* * *
“Kolları kırık kadınlar!”
Hala çözüm bekliyor musunuz?
Can DÜNDAR
Kocası tarafından öldürülesiye dövülüyor.
Annesi de defalarca aynı adamın saldırısına uğruyor.
Karakola gidip şikayet ediyor, koruma istiyorlar, ama tehdit karşısında şikayetlerini geri çekmek zorunda kalıyorlar.
Yasa, tehdide karşı çaresiz, kadını korumakta yetersiz:
“Neden şikayetten vazgeçtin” diye sormuyor.
“Aile içi sorun” diyerek müdahale etmiyor.
“Evin mahremiyeti”, dayağa mazeret oluyor.
Sonunda kadının annesi, dayak seanslarından birinde ölüyor. Kadın dava açıyor. Dava 7 yıl sürüyor. Adam tahliye ediliyor. Kadın ölüm tehdidi altında… Devlet yine yok.
Kadın, konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürüyor. AİHM, Türkiye’yi, tehdidi bildiği halde “aile içi sorun” diyerek kadını koruyacak önlem almadığı, polisin, yargının pasif kaldığı gerekçesiyle tazminata mahkum ediyor.
Türkiye “kadına yönelik şiddet”ten mahkum olan ilk ülke olarak Avrupa yargı tarihine geçiyor.
* * *
Bu durum karşısında, üstelik her gün birkaç kadının şiddetten ölüm haberi gelirken Kadından ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı’ndan ne yapmasını beklersiniz?
“Türkiye’de kadınlarımızın kılına dokunulmaması için ne gerekiyorsa yapacağız. Şiddet mahremiyet, mazeret tanımaz. Polis, yargı, kadına yönelik şiddete anında müdahale edecek” demesini; değil mi?
Hayır!
O bakanlığa yeni atanan Selma Aliye Kavaf, NTV’de Nermin Yurteri’ye verdiği ilk demecinde kadını değil, yasaları savundu. Tehditkar bir kocayla yaşamanın çaresizliğini hiç anlamadan konuştu:
“Sözkonusu kadın defalarca şikayetini geri çekmiş. Sığınma evi için talepte bulunmamış, koruma isteğinden vazgeçmiş” dedi.
“Bütün dünya dövüyor” deyip örnekler verdi.
Aynı yaklaşımı önceki gün de Başbakan sürdürdü.
“Bu olaylar onlarda da (Batı’da) var” dedi.
Dayağı değil, kararı “utanç verici” olarak niteledi.
* * *
Kadına yönelik şiddetin tüm dünyanın sorunu olduğu kuşkusuz. Ama burada önemli olan, o şiddeti önleyecek yasal tedbirler ve uygulamada kararlılık…
Türkiye’de sadece yasalar değil, polis de, savcı da, yargı da, politikacı da kadının canını değil, ailenin dirliğini koruyor. O yüzden de şiddet bile olsa mahremiyete müdahale etmiyor.
Hatırlarsanız, 3 yıl önce AKP’nin Konya Milletvekili karısını dövmüştü. Darp raporu alıp savcılığa başvuran karısına da “İstediğin yere git, benim dokunulmazlığım var” diye posta koymuştu.
O zaman duymak istediğimiz ses, Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’dan gelmişti:
“Bu konuda ben tarafım. Kadın olduğum için tarafım. Şiddetle mücadele eden bir sorumlu olarak tarafım. Şiddet uygulayanların utanması gerekir” demişti.
AKP Kadın Kolları Başkanı ise Milliyet’e (Bkz: 14 Mayıs 2006) şunları söylemişti:
“Bu, kendi ailesiyle, özel hayatıyla ilgili bir konu… Aile içi bir ilişki… Bu konuda benim bir değerlendirmem olamaz. Söz hakkım olmadığını düşünüyorum.”
Bunu söyleyen Kadın Kolları Başkanı’nın adı neydi, hatırlıyor musunuz:
Selma Aliye Kavaf…
* * *
“Kolları kırık kadınlar!”
Hala çözüm bekliyor musunuz?
Can DÜNDAR