• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Denizli Antik Kentleri (Ege Bölgesi)

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Denizli Antik Kentleri (Ege Bölgesi)

Hierapolis (Pamukkale) Antik Kenti

v3Wox.webpDenizli'ye 22 km. uzaklıktaki Hierapolis (Pamukkale), yeraltından fışkıran sıcak su kaynaklarının oluşturduğu etkileyici travertenlerinin ve şelalelerinin yanı sıra, Roma ve Bizans dönemi arkeolojik kalıntılarıyla önemli bir yerleşimdir.
Çökelez Dağı'nın güney eteğinde yer alan ve kalsiyum oksitli kaynak sularının birikimiyle oluşan pamuk beyazlığındaki plato, etkileyici bir görünüme sahiptir.

Kalsiyum tuzları ve karbondioksit gazı içeren 35° sıcaklıktaki termal suyunun, yüzyıllardan beri çeşitli hastalıkları iyileştirici etkisine inanılmış ve şifa arayan insanların en önemli uğrak yerlerinden biri olmuştur. Bu ilgi, kaynakların etrafında Hierapolis adıyla bir yerleşimin oluşmasına neden olmuştur.

Hierapolis, kalsiyum oksitli suların binlerce yıldır şekillendirdiği olağanüstü ve benzersiz bir coğrafyaya yaslanarak biçimlenen bir antik kent; ünü tüm Akdeniz havzasına yayılmış Helen ve Roma uygarlığının ihtişamlı merkezlerinden biridir.

Mineralli sıcak sularla beslenen doğal teraslar, havuzlar ve öte yanda bu masalsı örtüde yükselen görkemli yapılar. Sütunlar ve galerilerle süslenmiş caddesi, Babadağı ve Honaz Dağları'nın eteklerinde, Çürüksu (Lykos) Nehri'nin oluşturduğu vadiye hâkim konumdaki on bin kişilik tiyatrosu, sıcak ve soğuk bölümlerden oluşan hamamları, gösterişli idari ve sivil yapıları ile Anadolu'nun en büyük ve en zengin antik nekropolüne sahip olmasıyla öne çıkan bir kentimizdir.

Türünün yeryüzündeki tek örneği olan ve UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Pamukkale, antik adıyla Hierapolis'tir. Ancak onun tüm bu özelliklerinin dışında, diğer antik kentlerden ayırt edici bir özelliği de Kutsadığı tanrılar.

İnsanoğlunun temel gereksinimlerini ve yeryüzü kavrayışını yansıtan bu tanrılar, aynı zamanda Hierapolis'in oluşum nedenlerini de açıklar. Ona bu şifalı kaynakları ve güzelliği veren, ama aynı zamanda yok ediciliğiyle korkutan, Hierapolis'in merkezindeki yeraltı ülkesinin tanrısı Pluto, bereketi sürekli kılmaya çalışan ana tanrıça Kybele (Demeter) ve onların izdüşümlerinde çoğalan Persephone, Attis, Leto, Apollon, Artemis ve Dionysos. Yeraltından yeniden doğuşa, kıştan bahara, doğanın canlanmasından ekinlerin biçilmesine ve bağ bozumuna verilen yaşamsal döngüleri bir arada simgeleyen bu tanrı ve tanrıçalarla Hierapolis, antik dönemde de algılandığı şekilde kutsal kent olarak kendini dışa vurur.

Strabon (MÖ 63-MS 21) şöyle anlatmaktadır:
"...Laodikeia'nın karşısında Hierapolis vardır. Burada sıcak su kaynakları ve Plutonion bulunur... Yüksekçe bir tepenin eteğinde, bir kişinin ancak geçebileceği orta büyüklükte bir çukur vardır, derinliği epeyce fazladır ve bu çukurun çevresi dikdörtgen bir parmaklıkla kapatılmıştır.

Burası o kadar yoğun ve puslu bir buharla doludur ki, insan zemini zorlukla görebilir. Parmaklığın çevresine yaklaşan herhangi bir kimse için hava zararsızdır, çünkü sakin havada buhar dışarı çıkmaz fakat parmaklıklardan içeri geçen herhangi bir hayvan derhal ölür..."

Strabon'un sözünü ettiği Plutonion, kentin merkezinde bugün de var olan zehirli gazların çıktığı mağaradır. Bu kutsal mekândan aşağıya doğru inen merdivenler, yeraltının hareketli ve kaynayan dünyasına açılan kapıyı simgeler. Orası ölümden sonra gidilen ve geri dönüşü olmayan ülkedir. Ama Hierapolis sakinleri için Pluto, diğer adıyla Hades, yeraltının olağanüstü nimetlerini sunarak kentlerini zengin kılan bir tanrıdır aynı zamanda. Antik dünyada tapınım mekânı ender olan Pluto, Hierapolis'te yeryüzüyle buluşarak kentin ününe ün katan bir kutsal mekân yani Plutonium olarak ilgiyi üzerine çeker ve antik Yunan mitolojisinin en gözde öyküleri arasında yer alan bir 'üçleme' içinde canlanır:

Demeter, Persephone ve Pluto. Öykü toprağın bereketini, ekinler, özellikle buğdayı simgeleyen Demeter'in biricik kızı Persephone'nin Pluto (Hades) tarafından yeraltına kaçırılışında odaklanır.

Bu tema Hierapolis Tiyatrosu'nun frizlerinde ve kent sikkelerinde betimlenir.

Yine burada ele geçen ve müzede sergilenen bir Attis heykeli, ölümün yaşama, toprağın verimine dönüşünü simgeleyen bir başka mitolojik öykünün bağını kurar. Attis, kendini Kybele'ye kurban eden karakterdir. Ancak öldüğü yerde toprağa akan kanından menekşeler biter.

Toprak-bereket olgusu, tiyatronun frizlerinde yer alan Adonis'e ait bir başka sahneyle devam eder.

Aprodite ve Persephone'nin tutulduğu Adonis'in öyküsü, onun da aynı şekilde bir bahar çiçeğine dönüşmesiyle son bulur. Elbette coşku ve itkinin simgesi, bağların bereketi, şarapçı tanrı Dionysos da unutulmamıştır frizlerde. Onun adına yapılan bağbozumu şenlikleri betimlemesinde o, kentaurların çektiği araba üzerinde merkezde gösterilir. Av ve yabanıl yaşamı denetleyen Artemis ise Hierapolis'in baş tanrısı Apollon'un ikiz kardeşi ve antik dünyanın vazgeçilmez karakteri olarak mitolojik sahnelerin baş köşesinde yerini alır.

Apollon, Plutonium'un hemen üst teraslarında yer alan tapınağıyla yeraltından yeryüzüne evrilen döngünün merkezindeymiş gibi görünür.

Apollon kutsal alanında İtalyanlar tarafından yürütülen arkeolojik kazılarda bu yıl ortaya çıkarılan 'Kehanet Merkezi' ise, kentin kutsallığını vurgulayan önemli keşifler arasında sayılıyor bugün. Apollon'un bilicilik yanını temsil eden bu yapı kalıntısında ele geçenler arasındaki en ilgi çekici buluntu grubu ise bir kitabeye ait olan parçalar. Alfabetik olarak kehanetlerin yazıldığı bu kitabe, insanların rahiplerin denetiminde torbadan çektiği harfler doğrultusunda geleceklerini okumaya çalıştıkları metni simgeliyor.

MÖ 2. yüzyılda, Bergama kralı II. Eumenes tarafından kurulan Hierapolis, antik dönemde de turist akınına uğramasına neden olan şifalı sularının yanı sıra, dokumacılıkta da öne çıkan hareketli ve zengin bir merkezdir. Bizans sürecinde piskoposluk merkezi olan kentte, erken Hıristiyanlık dönemine ait yapılar, özellikle de İsa'nın havarilerinden Aziz Philip için yapılan martyrium, Pamukkale'ye günümüzde de süren yoğun ilginin bir başka yönünü temsil etmektedir.

Hierapolis'in ilk tanıtımları, J. Spon, G. Wheler, R. Pococke, R. Chandler, L. de Laborde ve Ch. Texier gibi İngiliz ve Fransız seyyahları tarafından yapılmıştır.
XIX. yüzyıl sonlarında ilk kazılar Alman arkeoloji heyetinden C. Humann, C. Cichorius, W. Judeich ve F. Winter tarafından yapılmış ve 1898 yılında yayımlanmıştır. 1957 yılında, Paolo Verzone başkanlığındaki İtalyan heyetince bilimsel kazılara ve restorasyon çalışmalarına başlanmıştır; benzeri çalışmalar günümüzde de Daria de Bernardi Ferrero başkanlığındaki İtalyan heyeti tarafından sürdürülmektedir.
 
Hierapolis'teki başlıca Kalıntılar:

Ana Cadde ve Kapılar


wmMYs.webpYaklaşık 1 km. uzunluğundaki kentin önemli ve geniş ana caddesi, kenti bir ucundan diğer ucuna ikiye böler. İki tarafında sütunlu galeriler ve önemli kamu yapıları vardır. Her iki ucunda birer anıtsal kapı bulunmaktadır. Bu kapılar ve caddenin büyük bölümü Roma döneminde inşa edildiğinden, Bizans surunun dışında kalmaktadır.

Güneyinde MS.V. yüzyıla tarihlenen “Güney Bizans Kapısı” vardır. Kuzeyde, iyi korunmuş, üç gözlü ve iki yanında yuvarlak kuleleri olan kapıda, İmparator Domitiana ithaf edilmiş Latince ve Grekçe yazılmış bir yazıt vardır. Bu yazıttan dolayı buna Domitian Kapısı veya Roma Kapısı denir. Kapının Asya Prokonsülü Julius Sextus Frontinus tarafından MS. 82-83 yıllarında yaptırıldığı bilinmektedir. Bu nedenle kapıya, Frontinus Kapısı da denilmektedir. Bu kapıdan güneye inen yolun surla kesiştiği yerde, MS. V. yüzyılda tarihlenen “Kuzey Bizans Kapısı” bulunmaktadır.




Surlar

MS. V. yüzyılda, Roma İmparatorluğunun diğer kentlerinde de olduğu gibi, Hierapolis de MS. 396da çıkarılan bir kanuna göre kuzey, güney ve doğu yönlerinde surlarla çevrilmiştir.

Büyük kısmı bugün yıkılmış halde olan surlara, 24 adet kare planlı kule yerleştirilmiştir. İki anıtsal kapı ve iki küçük kapı olmak üzere 4 girişi vardır. Kuzey ve güney anıtsal kapıları ana caddeye açılır.



Hamam

Bugün, masif duvarları ve bazı tonozları ayakta kalabilmiş olan yapının iç mekanlarının mermerle kaplı olduğuna dair izler bulunmaktadır.

Hamamın planı diğer tipik Roma hamamları gibidir. Önce girişte büyük avlu, iki yanında büyük holler bulunan kapalı dikdörtgen bir alan ve daha sonraları bulunan esas hamam yapısı yer alır.

Palaestranin yan kanatlarında, biri güneyde, diğeri kuzeyde olan iki büyük hol imparatora ve törenlere ayrılmıştır. Hamam kompleksinin kalıntıları MS. II. yüzyıla tarihlenir. Büyük hole bitişik tonozlu kapalı mekanlar günümüzde müze olarak kullanılmaktadır.


Apollon Tapınağı

Mevcut tapınak, eski ve dini mağara olarak bilinen Plutonion üzerine kurulmuştur. Yerli halkın en eski dini merkezi olan bu yerde Apollon, bölgenin Ana Tanrıçası Kybele ile buluşmuştur. Eski kaynaklar, Ana Tanrıça Kybele rahibinin bu mağaraya indiğini ve zehirli gazdan etkilenmediğini bildirirler. Apollon Tapınağında üst yapıya ait kalıntılar MS. III. yüzyıldan geriye gitmemekle birlikte, temeller Geç Hellenistik döneme kadar uzanmaktadır. Tapınak alanına geniş basamaklarla çıkılır. Pronaos ve cellasi mevcut olan tapınağın, önünde duvarla çevrili bir peribolosu (koruma alanı) bulunmaktadır.

Tiyatro


Yamaca yaslanmış, Grek tiyatrosu tipinde, 300 ayak (91 m.) tüm cephesiyle birlikte korunabilen büyük bir yapıdır.

İnşasına MS. 60 yılında olan büyük depremin ardından Flaviuslar döneminde MS. 62 yılında başlanmıştır. Hadrian döneminde (MS.117-138) inşa halindedir. Yapı Severuslar döneminde MS. 206 yılında tamamlanmıştır. Caveada 50 oturma sırası bulunur ve 8 merdivenle 7 bölüme ayrılmıştır.

Caveanin tam ortasından geçen Diozomaya her iki yandan tonozlu birer geçit ile (vomitorium) girilir. Caveanin ortasında yer alan krallık locası ve orkestrayı çevreleyen 6 ayak (3.66 m.) yüksekliğindeki sahne ön duvarında 5 kapı ve 6 nis bulunmakta, bunların önünde 10 adet sütun yer almaktadır. Spiral yivli mermer sütunların üzerlerinde istiridye kabuğu şeklinde motiflerle dekore edilmiş nisler yer alır. Sütunların arası heykellerle süslenmiş olup, burada yapılan kazılar sırasında bol miktarda heykel bulunmuştur. Sahne arkasındaki duvarlarda ise mermer kabartmalar yer almaktadır.


Martyrium


MS. IV. yüzyıl sonuna veya V. yüzyıl başına ait oktogonol (sekizgen) bir yapı olan Martyrium, 20mX20m ölçüsünde kare planlı yapılmıştır.

St. Philipin Hierapoliste şehit edildiği kabul edilerek onun anısına anıt dinsel merkez ve mezar olarak inşa ettirilmiştir. Hristiyanlığın resmi din oluşundan sonra, halkın büyük ilgisini çeken yerlerden biri olmuştur.


Nekropol


Batıdaki traverten alanları dışında kalan üç yönde nekropol alanları bulunmaktadır.

Bunlar yoğunlukla Tripolis-Sardese giden kuzey yolunun ve Laodikeia-Colossaeye giden güney yolunun iki tarafinda yer alır.

Mezarlarda kireçtaşı ve mermer kullanılmıştır. Mermer kullanımı daha çok lahit tiplerinde görülür. Kuzey nekropolü, Geç Hellenistik dönemden erken Hristiyanlik dönemine kadar karakteristik lahitleri, mezar tiplerini ve mezar anıtlarını bir arada içerir. Kentte görülen mezarlar lahit, tümülüs ve ev tipi mezarlardır. Konut mimarisini anımsatan mezar yapıları, nekropolün en önemli kalıntılarıdır.


Agora


Frontinus Kapısı ve ana caddenin bitişiğinde (Kuzeydoğu) 170 m. genişliğinde, 280 m. uzunluğundaki bir alanı kaplayan Agora yapısı yer alır. Agora dört yanı sütunlarla çevrili galeri kompleksinden oluşur.

Özellikle doğu tarafta merdivenli basamaklarla yükseltilen podyum-krepis üzerinde anıtsal sütunların bulunduğu, her iki sütun arasında kemerlerin yapıldığı görülür. İon düzenindeki sütun başlıklarının üst kısmında aslanların boğaları parçalaması,sfenksler gibi konuların işlendiği yüksek kabartmalı bölüm yer alır. Bu alan iki katlı olarak düzenlenmiştir. Sütunlu galerilerin üst örtüsü kiremit kırma çatı olarak yapılmıştır. Agora yapısında Korinth ve İon düzeninde sütun başlıkları kullanılmıştır. Bu anıtsal kompleks M.S II.yüzyılda yapılmıştır.


Nypheum


Anıtsal Çeşmeler, bulundukları şehri güzelleştirmek için halkın isteği doğrultusunda yapılmıştır. Bunlar kamu yararına olan yapılardır. Hierapolis Kentinin en önemli iki anıtsal çeşmesi, kuzey-güney doğrultusunda uzanan ana caddenin üzerinde yer almaktadır. Apollon Tapınağı kutsal alanı içinde yer alan anıtsal çeşme U planlı olup inşasında tapınak malzemeleri kullanılmıştır. İki katlı korinth düzeninde sütunlu, arşidravli ve üçgen alınlıklıdır. Sütunlar arasındaki nislerde heykeller yer almış, ön kısmında ise uzun dikdörtgen bir havuzu vardır.

Anıtsal Çeşme M.S III.yüzyıl sonu IV.yüzyıl başlarında yapılmıştır. Anadolunun en büyük anıtsal çeşmesi, üç kemer gözlü Frontinus Kapısı üzerinde yer alan ana caddenin doğu kenarında yer almaktadır. Üçgen alınlıklardaki karşılıklı borazan çalan Triton kabartmalarından dolayı bu yapı Triton Çeşmesi olarak adlandırılmıştır. Kazılarda bulunan bir yazıta anıtsal çeşme, İmparator Caracalla ya ithaf edilmiştir.(M.S 211-217) Yapı iki katlı korinth düzeninde sütunlu galeri şeklinde inşa edilmiştir. Birinci katın üzerinde zengin kabartma bitkisel motiflerin yer aldığı bitkisel motiflerin bulunduğu arsidrav bulunmaktadır.

Arsidravın üzerinde ise yüksek kabartma olarak yapılmış, hareketli ve canlı mitolojik figürlerin bulunduğu friz gösterilmiştir. Bu kabartmalarda kadın savaşçı Amazonlarla Yunanlıların mücadeleleri, Griphonlar ( yaratıklar), testileriyle Nympheler (Su perileri) ve genç nehir tanrısı gibi figürler işlenmiştir. İkinci katta arsidrav üzerindeki üçgen alınlıklarda ise karşılıklı borazan çalan Tritonlar işlenmiştir. Çatı üzerinde de akroter yerine kullanılmış heykeller bulunur. Ön kısımda zeminde boydan boya uzanmış büyük dikdörtgen havuz yapılmıştır. Cadde yanındaki havuz, yarım yuvarlak nisler ve dikdörtgen kesitli plasterlerle dekore edilmiştir. Orijinalde sütunlar arasına yerleştirilen musluklardan havuza su akıtılmaktadır.


Su Kanalları

Çevredeki tepelere inşa edilmiş kanallardan oluşan iki aquadükt kente içme suyunu sağlamaktadır. Bunlardan biri kuzeyde Pamukkale ve Karahayıt arasında, diğeri doğuda Güzelpınar yönündedir.

Bugün hala üstlerini kapatan taş plakalar görülebilmektedir. Bu kanallar kentin doğusundaki tepenin üstünde inşa edilmiş bir filtre odasında birleşmektedir. Buradan çıkan su pişmiş toprak künkler ile kent sokaklarına oradan da daha küçük çaplı künklerle evlere ulaşmaktadır.
 
Apollania, Salbakos Antik Kenti

Vp5Xc.webpDenizli, Tavas-Kale karayolu üzerindeki Medet köyünün bulunduğu yerde Salbakos dağı (Babadağı) eteklerinde idi. Apollonia, Hellen dilinde Apollon'un Yurdu anlamında bir sözcüktür. Bu isimde Psidia'da,Lydia'da ve Mysia'da iki kent daha bulunuyordu. Konumuz olan Apollonia'yı diğerlerinden ayırabilmek için sonuna Salbakos eklenmiştir.

Apollonia Salbakos tarihi ile ilgili bilgilerimiz hemen hiç yoktur. M.Ö.III.yüzyılda varlığı bilinen kent Seleukos'lar tarafından kurulduğu ileri sürülmüştür. Romalıların egemenliğine girdikten sonra da adına sikke bastırmış olması özgürlüğünün işaretidir.

Medet höyük buluntuları incelendiğinde ilk yerleşimin Tunç çağlarına kadar uzandığı ve kesintisiz olarak devam ettiği görülmektedir. Kentin Apollonia adını, Hellenistik dönemde aldığı ve en görkemli dönemini de Roma çağında yaşadığı anlaşılmaktadır. Hadrianus dönemine ait Apollon tapınağının temelleri ve yazıtlar günümüze kadar ulaşmıştır. Kentin MÖ. I.yüzyıl ve MS. I.yüzyıllar arasında kendi adına sikke bastırdığı ve sikkeler üzerinde tanrısal motiflerin olduğu görülmektedir.

Yörede yeterli bilimsel araştırmalar yapılmamıştır. Yalnızca köyün içerisinde mimari parçalara rastlanmaktadır, örneğin köy camiinin duvarlarında antik taşlar görülür. Onun dışında da Hellence sözcüklerin yer aldığı taşlar vardır, Büyük olasılıkla burada bir Apollon mabedi bulunuyordu ama buna ait herhangi bir mimari parçaya arkeolojik kazı ve yüzey araştırması yapılmadığından bulunamamıştır. Ayrıca köy dışında lahit tipi kayalara oyulmuş mezarlar dikkati çekmektedir.
 
Attoudda (Attuda) Antik Kenti

1Yr31.webpAttoudda, Karia ile Phrygia arasında bir sınır kentidir ve bugün hangi bölgeye ait olduğu da tartışmalıdır. William R.Ramsay Attoudda'nın Hasköy'ün batısındaki Eski Pazar yeri denilen höyüğün de olduğunu ileri sürer. Batı Anadolu arkeoloji haritasına göre Sarayköy'ün 15 km. batısındadır.
H.Kiepert haritasında Eski Pazar höyüğünü Karoure Harabeleri diye işaretledikten sonra Attoudda'nın yerini de 12 km. daha güney-batıda, Babadağ ilçesine 10 km. uzaklıktaki Hisar Köyünde olarak belirtiyor. Pauly Wıssowa, Sarayköyün güney-batısındaki Hasköy'de Attoudda bulunuyor demektedir. Kuşkusuz bunu yazarken de Hasköy'deki yazıtları dayanak olarak gösteriyor. Ne var ki, Hisarköy de antik bir kentin varlığına işaret edebilecek zengin kalıntılarla karşılaşılmamıştır. Bunlara dayanarak da köylüler 1970'li yıllarda küçük ölçüde bir köy müzesini de kurmuşlardır.

Hisarköy; Sarayköy-Babadağ karayolunun 16.km.sindedir. Bu köyde mimari kalıntıların yanı sıra M.Ö.II.yüzyılda basılmış sikkeler, steller, Aphrodite'nin heykel gövdesi ve lahit kapakları bulunmaktadır.
 
Sebastopolis Antik Kenti

5eJH9.webp
Sebastopolis, Denizli'nin Tavas İlçesi Kızılcaköy yakınlarındadır. Sebastopolis, Hellen dilinde çok saygın gösterişli anlamında bir sözcük olup İmparator Augustus'un Kenti olarak da kullanılmıştır. Karia'daki Hierokles ile Tokat Artova'daki kentlerde aynı ismi taşımaktadır.
Sebastopolis'in tarihi konusunda hemen hiç bilgi bulunmamaktadır. Bununla beraber Roma çağında önemli bir kent olduğu da günümüze gelen kalıntılardan anlaşılmaktadır. Strabon ve Herodotos gibi tarihçilerin kentten söz etmedikleri dikkate alınacak olursa kuruluşunun çok eskiye inmediği de açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca yörede yüzey araştırmasının yapılmamış oluşu da bazı noktaları karanlıkta bırakmıştır.


Sebastopolis'in kalıntıları Kızılca Köyü'nün 3 km. doğusundaki bir tepecik üzerindedir. Burada dikdörtgen taşların oluşturduğu duvar kalıntıları varsa da bunların hangi yapılara ait oldukları da anlaşılamamıştır. Ayrıca Kızılcaköy camisinin duvarları arasında arşitrava'a benzeyen parçaların bulunuşu kentin bir mabedinin olduğunun ispatıdır. Roma çağına tarihlenen kitabe parçaları yine köy evlerinin duvarlarında görülmektedir. Kentin çevresinde kayalara oyulmuş mezarlara, çok sayıda çanak-çömlek parçalarına rastlanmıştır.
 
Tabai Antik Kenti

Tabai, Denizli'nin Tavas ilçesinin 25 km. güney-batısında idi. Tabai sözcüğünün Luwi veya Karia dilindeki “kaya” anlamında Taba'dan geldiği sanılmaktadır. Hellen dilindeki ek ile Tabalılar veya Taba Halkı tanımlanmak istenmiştir.
Bu kentin de ne zaman ve nasıl kurulduğu açıklık kazanamamıştır. Tarihi kaynaklarda bu konuda bir bilgi edinilememiştir. Strabon'da kentin bir sınır yerleşimi olarak sadece adı geçer. Yalnızca Romalı komutan Manlius Valsa M.Ö. 189'da Psidia'lıları cezalandırırken bu kentin de ismi geçmiştir. Tabai'liler Romalılara karşı direnerek haraç ödemekten kaçınmışlardır.

Tabai'den günümüze herhangi bir kalıntı gelememiştir. Yalnızca yakın köylerde birkaç mimari kalıntıya rastlanırsa da bu kente ait .
 
Trapezopolis Antik Kenti

Trapezopolis, Karia ile Phrygia sınırında antik bir kenttir. Bugün Nazilli'nin ilçesi Babadağ yakınında olduğu sanılıyorsa da yeri saptanamamıştır. Trapezopolis Hellen dilinde “Düzlük” anlamına gelen bir sözcüktür.
XIX.yüzyıl sonlarında J.G.C. Anderson bu bölgede bir araştırma yapmış ve Seyre'de bir takım yerleşim izlerine rastlamışsa da kesin bir yargıya varamamıştır. Yalnızca burada üzerinde “Trapezopolis” ismi olan bir yazıt bulunmuştur.
 
Laodikeia Antik Kenti

Laodikeia, Lykos Irmağı'nın (Çürüksu) 2 km. güneyinde kurulmuştur.
Bugün buraya Denizli-Burdur karayolundan Pamukkale'ye ayrılan yoldan birkaç yüz metre sonra ulaşılır. Hieropolis'e uzaklığı ise 10 km.'dir.

Strabon, Laodikeia'da kuzguni siyah yünleri olan, yumuşaklığı ile ünlü bir tür koyun yetiştirildiğini belirtmiştir. Laodikeia'lılar bu koyunun yünlerinden gelir sağlamışlar, bu nedenle de o çağa göre Laodikeia'da tekstil ileri derecede gelişmiştir. Laodikeia'lı olarak isimlendirilen bir tür kumaşın olduğu İmparator Diocletianus'un fermanında b4yH4.webpda yer almıştır.

Hellen dilinde Laodikeia'nın memleketi anlamına gelen bir sözcüktür. Aynı zamanda, Laodikeia ismi Helenistik Çağ'da Seleukos'larda, Ponuslar'da kral ailesinden bir çok kraliçeye verilmiştir. Anadolu'da Lykos Irmağı yanındaki Laodikeia'dan başka bu ismi taşıyan kentler de vardır.

Örneğin, Konya Kadınhan yakınlarındaki Ladik Köyü eskiden bu ismi taşımaktaydı. Amasya'daki Ladik kenti ise Pontus Kralı VI.Mithradotes'in annesi, Sevkos prensesi Laodike tarafından M.Ö.II.yüzyılın sonunda kurularak bu ismi almıştır. Tokat'ın Niksar İlçesindeki Ladik (Gökçeli) de Laodike tarafından kurulmuştur. Kuzey Kappadokia'da Laodikeia, Yozgat Çekerek İlçesi Kadışehri'nde bugün Gümüşsu ismindeki köy de Laodikeia deniliyordu. Anadolu'daki Laodikeia ismini taşıyan yerleşim alanları sonradan Ladik'e dönüşmüştür.

Phrygia bölgesindeki Laodikeia, M.Ö.261-253 yıllarında Seleukus Kralı II.Antiokhos tarafından kurulmuştur. Hellenistik Çağda kurulan leodikeia Bergama Krallığının egemenliği altında yaşamıştır. III.Seleukos'un öldürülmesinden sonra vekili Achios, yeni kral Antiochos'a baş kaldırmış, M.Ö.220'de Leodikeia'da tahtı ele geçirmiş ve kendisini küçük Asya'nın kralı ilan etmiştir. M.S.129'da Roma imparatoru Hadrianus'u ağırlamış, imparator Caracalla'dan yardım görmüştür. Aynı hareketliliğini erken Hıristiyanlık günlerinde de sürdürmüş, M.S.IV.yüzyılda dini yönden çok önemli olan bir konsil burada toplanmış, Phrygia bölgesinin metropolü olmuştur. M.S.60 yılında ve M.S.494'deki depremlerden büyük zarar görmüştür.

Antik kaynaklardan surlarla çevrili olduğunu öğrendiğimiz Laodikeia'nın surlarından günümüze pek bir şey ulaşamamıştır.

Antik kaynaklar, kente girişi sağlayan Hieropolis, Ephesos ve Suriye kapılarının olduğunu kaydediyorlarsa da günümüze sadece isimleri ve küçük birkaç kalıntı gelebilmiştir.

Nymhanion'un güneyinde, Odeonun izleri görülmektedir. Kentin en iyi korunabilmiş yapılarından biri Stadion'dur. Burada ele geçen bir yazıttan, Nysa'dakine benzeyen stadionun şehrin zengin bir kişisi tarafından yapıldığını ve İmparator Vespanianus'a M.S.579'da ithaf edildiğini öğreniyoruz.

Stadiona bitişik yapı kalıntısının hamam veya gymnasion olduğu sanılmaktadır. Onun hemen yakınında, toprak üzerinde yüksekliği 5 m.ye yaklaşan bir su kulesi vardır.

Tepeler üzerindeki kalıntılardan suyun buraya bir takım aquadüklerin yardımıyla geldiği görülmektedir.

Laodikeia'nın kuzeyinde ise Roma döneminden kalan ve oldukça harap bir durumda olan tiyatro vardır. Ancak hellenistik dönemde yapılan ve Romalılar tarafından onarılan bu tiyatro da günümüze kötü durumda gelebilmiştir. Yamaca oturtulmuş skenesi ise tiyatroya göre daha iyi durumdadır.

Bunun dışında M.S.V.yüzyılın ilk yarısına tarihlendirilen İon üslubunda bir tapınak, odeon, Gorgilius Antiquus'un prokonsül olduğu dönemde yapılan ve İmparator Hadrianus ile karısı Sabina'ya adanan bir gymnasion bulunmaktadır.

Laodikeia'nın batısındaki tepeler üzerinde de bir çok lahitin iyi durumda olduğu nekropol alanı bulunmaktadır.
 
Apollonos Hireon (Apollonia) Antik Kenti

Buldan ilçesinin köylerinden Bozalan'a 4 km. uzaklıkta, çamlarla örtülü bir alandadır.
Hellen dilinde “Apollon'un kutsal yeri” anlamındadır.
Kentin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu bilinmemektedir. Yalnızca Roma döneminde üzerinde “Apollonıeretion” yazılı sikkeler bulunmaktadır. M.S.787'de Bizans döneminde toplanan Nikaeia'daki konsile bu kentin piskoposu da katılmıştır,
Burada yüzey araştırması ve kazı yapılmamıştır. Bununla beraber ne olduğu anlaşılamayan mimari taşlarla karşılaşılmıştır.
 
Tripolis (Apollonia) Antik Kenti

7qvmN.webpDenizli'nin Buldan ilçesine bağlı Yeniköy (Yenice) isimli köyün hemen yanındadır.
Hellen dilinde üçlü kent anlamına gelen Tripolis ismi Anadolu'da iki kente daha verilmiştir. Bunlardan biri Trabzon'da, diğeri ise Karia'dadır.

Tripolis'in eski ismi Apollonia olup M.S.III.yy.da Seleukoslar tarafından kurulmuştur.

Ana Tanrıça Kybele, Artemis , Apollon ve onların anneleri Leto'ya bu kentte saygı duyuluyordu. Ayrıca sikkelerinde de Leto'nun kabartması yer alıyordu.

Tripolis'in tarihte ismi Sardeis'den çıkan kral yolu'nun Philadelphia (Alaşehir)'dan sonra Tripolis'den geçerek Phrygi'nın batı ucundaki Hierapolis'e bağlanmasıyla geçer. Burası yolların birleştiği bir sınır kenti konumunda idi.

Ayrıca 1190'da Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa, Haçlı Seferlerinin başında buradan yoluna devam etmiştir. Bizans İmparatoru Dukas Batatzes kenti onarmış ve etrafını surlarla çevirmiştir.

Kentten günümüze Roma dönemi yapı kalıntılarından bazı parçalar gelebilmiştir. Tiyatro ile Gymnasium'un kalıntılarının dışında arkeolojik kazı ve yüzey araştırması yapılmadığından pek bir şey günümüze gelememiştir.
 
Geri
Top