Dinsel görüş ve inanışlarda genellikle, insanın bedeninde onu yaşatan bir ruhun bulunduğu kabul edilir. İstisnalar olmakla birlikte, genellikle, insandaki bu ruhun bilinç taşıdığı ve insanın kişiliğiyle ilgili her şeyin bu ruhta bulunduğu kabul edilir. Ruh kişinin içindeki öz varlığını oluşturarak, düşünür, hisseder, sever, nefret eder, karar verir. Bu şekilde, ruh insanın öz kişiliği olup, beden yalnızca ruha giydirilmiş bir elbise gibidir. İnsandaki bu ruhun ölümsüz olduğuna ve insan öldüğünde bedeninden ayrılarak çeşitli adlarla belirtilen bir başka âleme geçtiği inanılır. Birçok dine göre bu öte âlemde insan ruhunu bir yargılanma beklemektedir. Bu yargılanma bazı dinlerde hemen ölüm sonrasında başlar, bazılarında ise ruh yargılanacağı zamana dek bekler; yargılanmadan sonra da ya ıstırap çekecek ya da huzur bulacaktır. Bu haller ya da ortamlar kimi dinlerde cennet ve cehennem kavramlarıyla dile getirilmiştir. Kimi dinlerde ise öte âlemdeki ateş bir arındırıcı işleve sahiptir, ruhun ateşle günahlarından temizlenmesi sözkonusudur; varlığın cehennem ateşiyle arınma işleminden sonra cennete gidebileceğini kabul eden inanışlar da mevcuttur.
Bahailik
Bahailik inanışında ruh, gerçekliği insanca kavranamaz ve sırrı akıl yoluyla çözülemez, Tanrı’nın bir işareti ve bir cennet cevheri olarak kabul edilir. Bahailiğin kurucusu Bahaullah ruhun bedenin ölümünden sonra varlığını sürdürmesinin yanı sıra ölümsüz olduğunu da bildirmiştir. Bahalikte, cennet, bir bakıma ruhun Tanrı’ya yakınlaşmışlık hali, cehennem ise bir bakıma Tanrı’dan uzaklaşmışlık hali olarak nitelendirilir. Ruhsal tekamül yolunda her hal, kişinin çabalarının doğal bir sonucudur. Bahaullah’ın öğretisine göre, fertler, doğmadan önce mevcut değildiler; ruhların tekamülü daima Tanrı’ya doğru olur ve kişi tekamül ettikçe maddi dünyadan uzaklaşır.
Temel kavramları, Hinduizm’i andırır biçimde, karma yasası, sürekli olarak tekrar doğma (samsara) ve kurtuluş (nirvana) olan Budizm’de, Hinduizm’deki gibi insanlara ruhsal tekamül açısından pek fazla bir şey kazandırmayacağı düşünülen tapınma kuralları ve teorik bilgi yerine, insanlara gerçek ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik pratik (uygulama) ve yaşama bilgisi verildiğinden, Tanrı’dan söz edilmez ve ölümden sonrasına ilişkin hiçbir ödül vaatinde bulunulmaz. Buna karşılık Hinduizm’de olduğu gibi, Budizm’de de insanların eşyayı hakikatte olduğu gibi değil, kendilerine göründükleri gibi algıladıkları, yani fiziksel âlemin bir aldanmadan (illüzyon) ibaret olduğu kabul edilir. Budizm’de temel amaç kişinin Dünya’da bir daha doğmasına gerek kalmayacağı ruhsal gelişim ve olgunluk düzeyine erişmektir. Buda’ya göre insanların ıstıraplarının ana kaynağı maddi ve nefsani isteklerdir; bu ıstıraplar doğum ile başladığına göre, ıstıraplardan kurtulmanın yolu, doğum-ölüm çemberini (çevrimini) aşarak, dünyaya tekrar doğmamaktır. Bu da ancak kişinin nefsaniyetini ortadan kaldırmasıyla ve böylece karma yasasının gereklerinden kurtulabilmesiyle mümkündür.
Budizm’e göre evrende her şey sürekli bir değişim halindedir. Dolayısıyla evrende değişmeden sabit kalan bir nesne olmadığı gibi, değişmeden sabit kalan bir birey de yoktur. “Ben” derken, bunun daima değişen varlığa (beden ve zihnimize) ait bir duyum olduğunu unutmamamız gerekir. Bu ilke Budizm’de anatta (Pāli ve Sanskrit dilinde anātman) adıyla bilinir. Ölüm olayında ruh ve fiziksel beden birbirlerinden ayrılır. Fiziksel bedenden ayrılmış olsa da zihin hala maddi âleme özgü yanılsama (illüzyon,“maya”) etkisinde kalmaya devam edebilir.
Lamaizm'in bulunduğu Tibet ve Moğolistan'da rastlanan "sonu olmayan düğüm" sembolü
Budizm’in Mahayana kolundaki bazı ekollerde, özellikle bünyesinde şamanik öğeleri barındıran Tibet Budizmi'nde üç can kavramı ya da üç şuur düzeyi bulunur. Ruhsal varlığın bu üç kısmı süptillik (seyyaliyet, incelik) derecelerine bağlı olarak, “çok süptil”, “süptil” ve “kaba” sıfatlarıyla nitelendirilirler. Bunlardan süptil olanı ölüm olayında ayrılan zihin, şuur ya da kısımdır; kaba olanı ise uyunduğunda mevcut olmayan zihin ya da şuurdur. Tibet Budizmi’nde ayrıca, farklılık gösteren shes-pa (şuur prensibi) ile rig-pa (Buddha-doğa’ya denk olan saf şuur) arasında bir ayrım yapılır. Lamaizm de denilen bu dinde ezoterik eğitim veren bir üstadın ya da yüksek seviyeden bir lamanın yeniden doğan (reenkarne olan) kişiliğine tulku denir. Bu lamalar "fantom beden" ya da aura anlamında da kullanılan tulku’larından tanınırlar. Buddha-doğa’nın reenkarne olmamasına karşın, kişinin skandhas denilen unsurları reenkarnasyona maruz kalırlar. Değişip gelişen, Shes-pa denilen şuur, ölüm olayından sonra yok olmaz ve her yeni doğumda (reenkarnasyonda) varlığını sürdürür.
İnsan ruhunun ölüm olayından tekrar doğmasına dek içinde bulunacağı koşulları ve geçireceği bilinç hallerini ayrıntılı bir biçimde açıklayan ve ruha ölüm sonrasında geçirebileceği haller konusunda rehberlik yapan Tibet kitabı Bardo Thödol’a göre, kişinin tahayyülünü (imajinasyonunu), niyet, düşünce ve duygularını denetleyebilme yeteneğini henüz yeryüzündeyken kazanabilmiş olması, kendisine ölüm sonrası yaşamında son derece yararlı olur ve bedenini terk eden herkesin geçireceği ilk zor aşamaları kolayca atlatmasını sağlar. Öte âlemde karşılaşacağı olaylar kişinin kendi zihinsel faaliyetinin ürünleri olacağından, zihnini denetleyebilen kişi, haliyle, öldükten sonra yaşayacağı olayları da denetleyebilecektir. Fakat yeryüzünde bu yeteneği ya da beceriyi elde edebilmiş insanlar çok nadirdir.
Fakat Gautama Buddha’nın ruh kavramına ilişkin sözleri Budizm ekollerinde farklı şekillerde yorumlanmış olduğundan, kimi ekoller ruhun ölümsüzlüğünü vurgulamaktaysa da, Budizm ekollerinde ruh kavramı hakkında bir fikir birliği yoktur. Bu ekoller arasındaki temel ortak görüş, ruh göçüyle yeniden doğuşun sürmesidir. Budizm’in Theravada ekolündeki ölüm sonrası ruhsal hallerle ilgili inanışlar Brahmajala Sutta’da açıklanır.
Hıristiyanlık
Bir insanın ruhu için çatışan bir melek ile şeytanı gözlemleyen Tanrı tasviri.
Eski İsrail’in bilgelik geleneğinde şöyle denir: “Toprak geldiği yere dönmeden, Ruh onu veren Tanrı'ya dönmeden, seni Yaratan'ı anımsa!” (Ecclesiastes, 12/7) Bununla birlikte Yahudi kutsal metinlerinde bedenden ayrı bir bireysellik gösteren ruh kavramına rastlanmaz. Eski Ahit’in Tekvin bölümünde bu kavrama şöyle değinilir: “Ve Rab Tanrı yerin toprağından adamı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi. Ve adam yaşayan can oldu.” (Tekvin, 2/7) Yeni Ahit’in Korintoslular’a Birinci Mektup bölümünde ise şöyle denir: “Böyle de yazılmıştır: ‘İlk insan Âdem, yaşayan can oldu.’ Son Âdem dirilten ruh oldu.” Hıristiyanlar ruhu felsefi terimlerden ziyade manevilik içinde anlamak eğilimindedirler. Bu anlayış bağlamında, insanlar öldüklerinde, iyi ya da kötü amelleriyle biçimlendirmiş oldukları ruhları Tanrı tarafından yargılanacak ve ebedi ahiret yaşamına (cennete) ya layık bulunacak ya da layık bulunmayacaklardır. Hıristiyanlığın tüm mezheplerinde (Ortodoksluk, Katoliklik, Protestanlık, Evanjelizm) İsa’nın bu kurtuluş sürecinde belirleyici ya da kesinleştirici bir rolü olduğu öğretilir.
Hıristiyanlık'ta ruh için kullanılan İngilizce sözcük soul İbranice yazılmış Eski Ahit'teki nefeş ve eski Yunanca yazılmış Yeni Ahit'teki psyche sözcüklerine karşılık olarak kullanılır. Hıristiyanlık anlayışında soul, madde-dışıdır, elle tutulamaz, görünmez ve ölümsüzdür. Ruh Tanrı tarafından yaratılır ve döllenmeyle yeni oluşan bedene aktarılır. Hıristiyanlıktaki bu anlayışın kökeni eski Yunan felsefesine dayanmaktadır.İskender'in fetihleri sonucunda Yunan kültürü ve felsefesi zamanla Yahudiliği, daha sonra da Hıristiyanlığı etkilemiştir. Bu ruh anlayışı Doğu’da ilk olarak Origenes (Orijen, M.S. 185 - 254) ile ve Batı’da Augustinus (M.S. 354 - 430) ile yayılmaya başlamış ve bunların etkisiyle zamanla ruhun madde-dışı olarak ne tür bir yapısı olduğuna dair felsefi düşünceler gelişmiştir. Fakat bu görüşler aslında, Batı’da ruhun ölümsüzlüğü felsefesini ortaya koyan ilk isimlerden biri olan ve görüşleri Hıristiyan felsefesine derin etkilerde bulunan Platon’a (M.Ö. 427 - 347) dayanmaktadır. Ruhun ölümsüz olduğu düşüncesi her ne kadar Platon’dan daha eskiye dayanıyorsa da, bu düşünce Batı’da Platon sayesinde popüler hale gelmiştir.
Hıristiyanlıkta farklı mezhepler bulunduğundan, bu mezheplerde ruha ilişkin inançlarda bazı farklılıklar olmakla birlikte, Hıristiyanlıktaki genel kabule göre, ölen kişinin bedeni terk eden ruhu ödül ya da ceza ile karşılaşacaktır. Katolik anlayışındaki Limbus kavramı Papa 16. Benedikt'in yakın zaman önceki açıklamasıyla değişmiş bulunmaktadır. Tanrısal gök katına ulaşabilen bir ruh buradaki ödülü olan cennete erişecek, günahkar olan ruh ise cezaya çarptırılarak sonsuza dek cehennemde azap görecektir.
Katolik İnanışlar
Katolik Kilise’nin modern din öğretiminde ruh “insanların en iç yüzü; sayesinde insanların Tanrı’nın suretinde oldukları, insanlardaki en büyük değer; ruh insanlardaki ruhsal prensip anlamına gelir” şeklinde tanımlanır."Ölüm olayının ardından ruh araf (purgatory), cennet ya da cehennemden birine gider. Katolik inancında ruhun ateşle temizlenmesi inanışı mevcuttur. Ruh günahkar olduğundan önce ateşle acı çekerek arafta (purgatory ) temizlenecek, Tanrı'ya ya da Tanrısal gök katına bundan sonra ulaşabilecektir. Günahkar olan kimse de sonsuza dek cehennemde kalacaktır. Ölümsüz ve manevi olan ruh doğrudan doğruya Tanrı tarafından yaratılmıştır.Katolik bakış açısıyla, ruh ve beden ikileminde beden kötülüğün oluştuğu, ruh ilahî olan, hayırlı olan unsurdur. Ruh madde üzerine yoksunluk içinde konmuş, ondan kurtulma isteğindeki beyaz bir yaprak gibidir.
Katolik öğretinin ruh ve beden arasıdaki ilişkiler hakkındaki temel dogmatik görüşleri şunlardır:
Her insanın bir ruhu vardır.
Her insandaki ruh bireysel ve ölümsüzdür.
Ruh Tanrı vizyonuna tam manasıyla ancak ölüm olayından sonra sahip olabilir.(Papa XXII. Yuhannes)
Ruh Tanrı tarafından yaratılmıştır.
Ruh İlahî Cevher'e ait değildir
Ruh fiziksel bedenin oluşumu (doğum) öncesinde mevcut değildir.
Ruhun maddi bir kökeni yoktur.
Ruh insanın yaşamsal başlangıcını oluşturur.
Ruh bedenden üstündür.
Onun ruhsallığı ortaya koyulabilir.
Katolik kilisenin ekümenik konsillerinden biri olan II. Vatikan Konsili’ne göre, "insan ruh ile madden oluşan bir bütündür ve iç kısmında tüm eşyayı aşar."
Hıristiyan teolojisi ve çeşitli görüşler
Ölülerin bir gün dirileceği umuduna İncil’de örnek olmuş Lazar’ın dirilişinin bir tasviri.
Alman Protestan Teolojisi esas olarak İdealizmden (idealar üzerine kurulu akım) esinlenir ve ruhu yalnızca öznellik (sübjektivite) olarak ele alır. Bazı Katolik akımlar da aynı sonuçlara varmıştır. İdealizm'in “baba”sı sayılan Descartes’ın “düşünüyorum, o halde varım” sözü aslında idealar âlemine ilişkin felsefi görüşü kapsar.
Bazı Hıristiyan topluluklar kişinin iyi ve kötü eylemlerine bağlı olarak ya da sadece Tanrı’ya ve İsa’ya imana bağlı olarak ödül veya cezanın verilecek olması hakkındaki inanışa karşı çıkarlar. Buna karşılık ruhun ölümsüz olduğunu reddeden Hıristiyanlar da yok değildir; bunlar teolog Frederick Buechner’in “Karanlıktaki Islık” adlı kitabında belirttiği gibi, ruhun bir tür yaşam gücü olduğuna, ölümle sona erdiğine, fakat kıyametteki diriliş sırasında yeniden oluşacağına inanırlar.
En nüfuzlu ilk Hıristiyan düşünürlerden biri olan Augustinus ruhu “kendisine aklın bahşedilmiş olduğu, bedeni sevk ve idare eden özel bir cevher” olarak tanımlar. Filozof Anthony Quinton’a göre ruh “karakter ve hafızanın sürekliliğiyle ilgili bir zihinsel haller dizisi olup, kişiliğin temel öğesidir (oluşturanıdır).”
Ruhun yaratılışa ilişkin kökeni de Hıristiyanlıkta yoğun tartışmalara neden olmuş ve bu konuda çeşitli görüşler ortaya atılmıştır (traducianism, pre-existence ve Katolik Kilise’nin öğrettiği creationism).
Diğer Hıristiyan inanışlar
Ortodoksluk’taki (Doğu Ortodoks Kilisesi) görüşler Katolikliktekilerle az çok benzerlik gösterir, fakat ayrıntılara inildikçe farklar belirir. Bu farklardan biri ölümden sonra ne olup biteceği konusundadır.
Protestanlar genellikle, ruhun varlığına inanmakla birlikte arafın varlığına inanmazlar. Diğer meseleler hakkında Protestan görüşler çok çeşitlilik gösterir.
Ruhun uykusu teorisi (soul sleep theory) adıyla bilinen görüşe göre, ruh ölüm sonrasında uykuya çekilir ve “kıyamet günü”ne (İng.Last Judgment) kadar uykuda kalır.
Kristadelfianlık Kitab-ı Mukaddes’teki Tekvin/Bap-2'de yer alan insanlığın yaratılışı izahatına uygun olarak, herkesin toprağın tozundan yaratıldığını, yaşam nefesini aldığında yaşayan ruhlar haline geldiğini kabul eder.
Yedinci-gün adventistleri ruhun kendine özgü bir şuuru veya duyumsal varlığı olduğu görüşüne karşıt olan, ruhun yaşam nefesi ve bedenden oluşmuş bir bütün olduğu görüşünü kabul ederler.
Mormonlar, önce ruhun yaratılmış olduğuna, fiziksel bedenin sonradan oluşturulduğuna inanırlar.
Hinduizm ve Hint Teozofisi
Kurtuluş'la sona eren reenkarnasyonu, gelişim aşamalarıyla tasvir eden bir sanat eseri
Hinduizm’e göre atman (ruh ya da nefes) zamanın başlangıcında yaratılmış ve doğum yoluyla edindiği fiziksel bedende bir tür mahpusluk geçirmektedir. Fiillerinin karma yasası uyarınca belirlenen sonuçlarına göre yeni bedenlerde doğup durur. Sürekli olarak tekrar doğma kimi Hindulara göre ebediyen sürer gider, kimi Hindulara göre de karmik mükemmeliyete ulaşıp "Mutlak Olan"la birleşeceği zamana kadar sürer.
Vedalar’daki bakış açısıyla ruh, maddeden ayrı bir cevher olup, ölümsüzdür, kendine özgü bir şuura sahiptir. Hinduizm’de, ruh kavramına en yakın anlamları içeren Sanskrit sözcükler ruh ya da "bireysel kişilik" anlamına gelen Jiva ve Atma sözcükleridir. Hinduizm’de atma, jivatma, anu-atma ya da vijnanam brahman gibi çeşitli adlarla belirtilen ruh, Tanrı’yla bütünleşen bir enerji parçacığı olarak betimlenir. Bununla birlikte Hinduizm’in karmaşık felsefesinde ruh Tanrı’dan ayrıdır ve ona eş değildir.Atma ya da atman tasavvufta zât (Fr.soi) adı verilenin tam karşılığıdır. Atman, Brahman’ın parçası olarak kabul edilir. Hinduizm çok sayıda dine verilen genel bir ad (Sanatha-Dharma) olduğundan, doğal olarak, Hinduizm’de ruhun kökeni, amacı ve mukadderi hakkındaki görüş ve inanışlar çeşitlilik gösterir. Örneğin advaita adlı kavramda ruhun “yaratılmamış ve mutlak olan Tanrı Brahman”la mevcudiyet öncesinde birliği sözkonusudur. Buna karşılık dvaita denilen düalite kavramlarında bu görüş reddedilir ve her ruhun "Yüce Ruh"un bir parçası olmakla birlikte ferdiyetini hiç kaybetmediği savunulur. Hinduizm’de Bhagavad Gita’da da belirtildiği gibi, ruhun ölmediği ve ruh göçüyle bedenler değiştirdiği kabul edilir. Ruhun bu serüveninde belirleyici etken karma yasasıdır ve Hinduizm’deki tenasüh inanışında varlığın ödüllendirilmesi veya cezalandırılması fikri bulunur. Hinduizm'de ve yoga felsefesinde nirvana kişinin yeryüzünde tekrar doğma ihtiyacından kurtulacak derecede gelişmiş, olgunlaşmış olması anlamında ele alınır. Kimi Hindu inanışlarına göre önceden Brahman’la bir olan ruh, sonunda yine ona dönecektir. Kimileri Hint kültüründeki ruh göçü kavramı ile eski Yunan kültüründeki ruh göçü kavramının birbirinden bağımsız gelişmemiş olduğunu, yani ruh göçü kavramının kültürden kültüre çeşitli göçlerle aktarılmış olabileceğini düşünmektedir.
Hint Teozofisi'ne göre insanın hakiki ve yüksek varlığı farklı planlardaki (düzeylerdeki) üç unsurdan oluşur. Bunlardan biri atma ya da atmandır (tasavvuftaki zât). Her şeyin ve herkesin içeriğinde atman vardır. Fakat atmanın bireysel kişiliğini edinmesi ancak manas adı verilen "nefis" (nefs) ile birleşmesi durumunda mümkün olur. Manas insanın düşünme ve akıl aracıdır. Ferdiyet bu ikisinin birleşmesiyle oluşur. Fakat bu iki unsurun birleşmesinde üçüncü bir unsur aracılık yapar; bu da buddhi’dir. Buddhi ruhani bir unsur olup atmanın hem irtibat ve aktarma aracıdır, hem de âlemdeki yansımasıdır. Sezgi ve ilhamın kaynağı buddhi’dir. İnsanın bu üç unsurun birleşmesiyle oluşan yüksek varlığına “yüksek trinite” adı verilir ki, bu, Hint teozoflarına göre, hem ruh, hem Tanrı durumundadır.
Kimi Doğu inanç sistemlerinde ruhun meditasyonla arındırılabileceğine inanılır.
Fakat mükemmel olmayan bu "yüksek trinite"nin gelişmesi, yükselmesi ancak fiziksel âlemde mümkündür. Yüksek trinite, yoğun âlem olan cismani âleme (yeryüzüne) doğrudan inemediğinden, doğada bulunan dört unsurla birleşmek zorundadır. (İnsanın sözkonusu 4 unsurdan oluşan alçak varlığına Batı'da quaternaire adı verilir) Dolayısıyla dünyadaki her insan 7 unsurdan oluşmuş durumdadır. Yüksek trinite, gelişmek üzere quaternaire ile birleşerek dünyaya inerken ister istemez yüksek niteliklerinden bir kısmını, geçici olarak, kaybeder; yüksek nitelik ve yetenekleri kabalaşmaya, kararmaya uğrar. Çünkü bu dört unsur dünyevi, alçak, aşağı düzeyli tezahürlerin kaynağıdır. Bu dört unsur ihtirasları, dünyevi kaba duyguları, geri fikirleri, bunlara yönelik eğilimleri, kısaca aşağı nitelikleri içerir.
Quaternaire iki kısımdan oluşur; bunlardan biri sthula-sharira adlı kısım fiziksel bedendir. "Alçak trinite" adı verilen diğer kısım ise kendi içinde üç unsurdan oluşur:
Linga-sharira: Fiziksel bedenin asli modelidir. Fiziksel beden bu bedenin üzerine kuruludur.
Prana: İnsanı canlandıran yaşamsal unsur.
Kama: "Alçak trinite"nin en yüksek, yani ruha en yakın düzeydeki unsurudur. İhtiras ve arzuların kaynağıdır. Buna hayvansal nefis de denebilir.
Dünyasal ölüm olayında "alçak trinite" fiziksel bedenden ayrılıp kama-loka denilen bir plana (düzeye, âleme) çıkar. Bir süre sonra, yüksek trinite "alçak trinite"yi de burada bırakarak devachan adlı cennete gider ve böylece asli vatanına dönmüş olur. Görüldüğü gibi, Hint Teozofisi’nde Batı Teozofisi’ndeki gibi belirgin bir ruh ve madde ikilemi yoktur.
İslam
İslam’da da Hıristiyanlık'ta olduğu gibi, ruhun ana rahminde bedenin oluşmasıyla birlikte var olduğu kabul edilir.Bedenle birlikteliği geçici dünya yaşamı boyuncadır. Kur'an’da ruh kelimesinin belirtildiği ayetler fazla değildir. Ruh konusunda pek fazla bilgi verilmemiştir. Nitekim İsra suresinde de şöyle denmiştir (17/85): “Ve sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: 'Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir.'" Ruh kelimesi Nisa suresinde İsa’dan ve bazı surelerde Ruh-ül Kudüs tamlaması biçiminde Cebrail’den söz ederken de kullanılmıştır. Diğer tektanrılı dinlerde olduğu gibi İslam’da da kıyamet inanışı ve cennet ile cehennem kavramları bulunur. Ruh kavramı Sufizm ya da Tasavvuf ‘ta daha ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.
Jainizm
23.Jain Tirthankara'sı (kurtuluşa ulaşmış olan) Parsva'nın heykeli, Rajasthan (Hindistan)
Jainizm’e (Caynizm, Caynacılık) göre, ruh (jiva), fiziksel bedenden ayrı bir mevcudiyete sahip bir gerçekliktir. Bir bitkiden, hatta bir bakteriden insana kadar her canlı varlığın bir ruhu vardır. Ruh, “ruh olmayan”dan, yani canlı olmayandan (madde, mekân, hareketlilik veya hareketsizlik ortamı vs.) ayrımı ifade eder. Bu dine mensup olanlar için kurtuluş (mokşa ya da moksa) ruhun ulaşacağı en yüksek hedeftir. Jainizm metinlerinden biri olan, M.S.1. yy.’da Acharya Kundakunda tarafından yazılmış Pancastikayasara’da ruhla ilgili şu bilgiler verilir:
Ruhun nitelikleri ve mevcudiyet halleri hakkında: “Ruh (jiva) ve tüm diğer cevherler (dravya) gerçektir. Ruhun nitelikleri şuur (cetana), bilgi ve idraktır (upoyoga). Ruh maddi âlemde bir yarı-ilah (deva), bir insan, bir hayvan ya da bir bitki olarak tezahür edebilir.” (16.kıta)
Ruhun sürekliliği ve halleri hakkında: “Ruh doğum ve ölüm deneyimleri yaşamakla birlikte, bu deneyimler sırasında ne gerçekten yok olur, ne de yaratılır. Doğum ve ölüm sadece ruhun farklı halidir; burada yalnızca bir halden diğerine geçişten sözkonusudur.” (18.kıta)
Ruhun doğum-ölüm çemberinden (çevriminden) çıkarak kurtuluş ya da özgürlüğe kavuşması (nirvana): “Böylece, birtakım özellik ve hallere sahip ruh, samsara serüveninde önceki özel şeklini kaybedip yeni bir şekle dönüşebilir. Bu şeklini de kaybedip tekrar orijinal haline dönüşebilir.” (21. kıta)
Acharya Kundakunda bir başka Jainist metin olan Bhavapahuda’da ise ruhla ilgili olarak şöyle yazıyor: “Ruh renksizdir, tatma duyusu ile de tadılamaz, kısaca beş duyu ile algılanamaz. Temel özelliği şuurdur. Şekil ve ebatla (en, boy, yükseklik) belirtilen hiçbir boyutla sınırlı değildir, bunlardan hiçbirine bağlı değildir, hepsini aşar.”(64.ilahi)
Sonuç olarak Jainizm’e göre, ruh bir cevherdir, yani yok edilemez ve ebediyyen daimidir (kalıcıdır). Ancak, deneyimlediği haller açısından geçiciliğe ve daimi değişime maruzdur. Māhavīra’nın Bhagvatisūtra’da kayıtlı olan çeşitli sorulara cevapları "realite" (hakikat sanılan, kani olunan gerçeklik) ile "verite" (asıl hakikat) arasındaki ilişkiyi andıran bu bilgiyi dile getirmektedir:
Gautama : “Efendim, ruh kalıcı mıdır, geçici midir?”
Māhavīra : “Ruh kalıcı olduğu gibi geçicidir de. Cevher olması bakımından ebedidir; doğum ve ölüm gibi hallere, yani doğadaki entropi ilkesine maruz kalması açısından geçicidir.”
Ruh, fiilerine göre belirleyici olan karma yasası altında geçirdiği reenkarnasyonlar serüveninde (yolculuğunda) temel olarak 4 varlık halini yaşar:
Mikroorganizma, bitki veya hayvan hali
Yeryüzündeki insan hali
Cehennemde ıstırap çeken varlık varlık hali
Cennetteki yarı-ilah hali
Ruh, başlangıcı olmayan zamandan itibaren, karma yasasına tâbi biçimde, sürekli olarak doğum-ölüm çevriminden geçer ve özgürlüğe ya kurtuluşa erme (mokşa ya da moksa) haline ulaşmak üzere bu dört varlık halini de yaşar.
Jainizm’in ruhla ilgili inanışları şöyle özetlenebilir:
Ruhlar, henüz kurtuluşa kavuşmamış, dünyevi (fiziksel âlemde doğmak zorunluluğundaki) ruhlar ile doğru görüş, doğru bilgi ve doğru davranış sayesinde kurtuluşa ve uluhiyete ermiş ruhlar olarak iki grupta sınıflanırlar.
Dünyevi ruhlar bedenlerinin ve duyularının gelişim derecelerine göre sınıflanırlar (mikroplar, bitkiler, insanlar vs.).
Her ruh kurtuluşa erene dek, sayısız denecek kadar çok yaşam formlarında (canlı türlerinde) bedenlenir ve 4 varlık halini yaşar.
Bu evrenin yaratıcısı ve yöneticisi olan bir Yüce Varlık yoktur.
Her ruh kendi mukadderatını, karma yasasının kapsamında olmak üzere, kendisi yaratır. Kimsenin efendisi yoktur, herkes kendi kendisinin efendisidir. Ruhun ıstırap çekmesi veya kurtuluşa ermesi hiçbir ilahi kudret ve ihsana bağlı değildir. Kurtuluşa kendi çabamızla kendimiz ulaşırız.
Her ruh, uluhiyete insan bedeninde ulaşabilir. Buna, ancak biriken karmik telafilerini tümüyle giderdiği takdirde ulaşabilir.
Kurtuluş ya da özgürlük hali kalıcıdır ve bundan geriye dönüş yoktur. Bu hale erişen ruh için doğadaki biçimler ve cismani âlemin cisimleri artık sözkonusu değildir. O artık cismani âlem hakkında sonsuz bilgiye, sonsuz kudrete ve sonsuz huzura kavuşmuş durumdadır.
Uluhiyete erişen ruh, herhangi bir başka varlıkla birleşmez, ferdi olarak kalmaya devam eder.
Sihizm
Sihizm ruhu (atma) bir Tanrı (Parmatma) olan “evrensel ruh”un bir parçası olarak sayar. Sihizm’in kutsal kitabı "Sri Guru Granth Sahib"de (SGGS) çeşitli ilahiler bu inanışı dile getirir. Tanrı ruhta, ruh Tanrı’dadır. Yine aynı kitapta “ruh ilahîdir, ilahî olan da ruhtur; O’na sevgiyle tapınınız”, “ruh efendidir, efendi olan da ruhtur” ve “efendi, kitaptaki bilgiler üzerinde kontamplasyon yapmak yoluyla bulunur” denir.
Taoizm
Taoist inanışları içeren iki kitaba bakılırsa, ruhlar ya da “temel varlık”lar ölüm olayından sonra saflık durumlarına bağlı olarak dünyanın cennet veya cehennem ortamına geçerler.Tao’ya ya da Tao’nun yoluna uyum göstermiş olan saflaşmış ruhlar cennete, uyum göstermeyip zıt düşmüş olanlar cehenneme geçerler. Herkesin ruhu vardır ve herkes önceki enkarnasyonuna uygun bir halde doğar. Herkes yaşamları sırasında ya gitgide saflaşır ya da kendisini kirleten hareketlerde bulunur. Taoizm’de tavsiye edilen Xiuzhen uygulaması bedeni dünyasal kirlerden temizlemeyi amaçlayan bir arınma (catharsis) sürecidir. Bu sistemin terminolojisinde insandaki unsurlardan öz (精,Jing), soluk enerjisi (氣,qi) veilahî ya da beşeri ruh (神, shen) “üç saf olan”ın hükmettiği üç mücevher ya da üç hazine olarak belirtilir. Bu arınma süreci sembolik anlamıyla aynı zamanda ölümsüzlüğün aranma süreci olarak da ifade edilir. Ruhun iki türlü tezahürü bulunur; po (魄 pò), yani “yin ruh” ve hun (魂 hún), yani “yang ruh”. Kişinin çok sayıda pò ve hún’u olabilir.
Ruh göçünden bahseden en erken Taoist belgeler Han Sülalesi dönemine dayanır. Bu belgelerde “Lao Zi’nin Üç Hükümdar ve Beş İmparator Dönemi”nden itibaren farklı dönemlerde farklı kişiler olarak yaşadığı anlatılır. Taoizm’in kutsal kitaplarından Chuang Tzu’da (M.Ö.4.yy.) şöyle denir: “Doğum başlangıç değildir, ölüm de son değildir. Varoluş sınırsız, sonsuzdur; bir başlangıç noktası olmayan süreklilik sözkonusudur. Sınırı olmayan varoluş (varlık) uzaydır. Başlangıç noktası olmayan süreklilik zamandır. Doğum da vardır, ölüm de; biri dışarı doğru olan sonuçtur, diğeri içeriye doğru olan sonuçtur. Böylece, biçimini görmeksizin, 'İlâhî Olanın Kapısı'ndan bir içeri bir dışarı geçilir.” (Zhuang Zi, 23)
Bahailik
Bahailik inanışında ruh, gerçekliği insanca kavranamaz ve sırrı akıl yoluyla çözülemez, Tanrı’nın bir işareti ve bir cennet cevheri olarak kabul edilir. Bahailiğin kurucusu Bahaullah ruhun bedenin ölümünden sonra varlığını sürdürmesinin yanı sıra ölümsüz olduğunu da bildirmiştir. Bahalikte, cennet, bir bakıma ruhun Tanrı’ya yakınlaşmışlık hali, cehennem ise bir bakıma Tanrı’dan uzaklaşmışlık hali olarak nitelendirilir. Ruhsal tekamül yolunda her hal, kişinin çabalarının doğal bir sonucudur. Bahaullah’ın öğretisine göre, fertler, doğmadan önce mevcut değildiler; ruhların tekamülü daima Tanrı’ya doğru olur ve kişi tekamül ettikçe maddi dünyadan uzaklaşır.
Temel kavramları, Hinduizm’i andırır biçimde, karma yasası, sürekli olarak tekrar doğma (samsara) ve kurtuluş (nirvana) olan Budizm’de, Hinduizm’deki gibi insanlara ruhsal tekamül açısından pek fazla bir şey kazandırmayacağı düşünülen tapınma kuralları ve teorik bilgi yerine, insanlara gerçek ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik pratik (uygulama) ve yaşama bilgisi verildiğinden, Tanrı’dan söz edilmez ve ölümden sonrasına ilişkin hiçbir ödül vaatinde bulunulmaz. Buna karşılık Hinduizm’de olduğu gibi, Budizm’de de insanların eşyayı hakikatte olduğu gibi değil, kendilerine göründükleri gibi algıladıkları, yani fiziksel âlemin bir aldanmadan (illüzyon) ibaret olduğu kabul edilir. Budizm’de temel amaç kişinin Dünya’da bir daha doğmasına gerek kalmayacağı ruhsal gelişim ve olgunluk düzeyine erişmektir. Buda’ya göre insanların ıstıraplarının ana kaynağı maddi ve nefsani isteklerdir; bu ıstıraplar doğum ile başladığına göre, ıstıraplardan kurtulmanın yolu, doğum-ölüm çemberini (çevrimini) aşarak, dünyaya tekrar doğmamaktır. Bu da ancak kişinin nefsaniyetini ortadan kaldırmasıyla ve böylece karma yasasının gereklerinden kurtulabilmesiyle mümkündür.
Budizm’e göre evrende her şey sürekli bir değişim halindedir. Dolayısıyla evrende değişmeden sabit kalan bir nesne olmadığı gibi, değişmeden sabit kalan bir birey de yoktur. “Ben” derken, bunun daima değişen varlığa (beden ve zihnimize) ait bir duyum olduğunu unutmamamız gerekir. Bu ilke Budizm’de anatta (Pāli ve Sanskrit dilinde anātman) adıyla bilinir. Ölüm olayında ruh ve fiziksel beden birbirlerinden ayrılır. Fiziksel bedenden ayrılmış olsa da zihin hala maddi âleme özgü yanılsama (illüzyon,“maya”) etkisinde kalmaya devam edebilir.
Lamaizm'in bulunduğu Tibet ve Moğolistan'da rastlanan "sonu olmayan düğüm" sembolü
Budizm’in Mahayana kolundaki bazı ekollerde, özellikle bünyesinde şamanik öğeleri barındıran Tibet Budizmi'nde üç can kavramı ya da üç şuur düzeyi bulunur. Ruhsal varlığın bu üç kısmı süptillik (seyyaliyet, incelik) derecelerine bağlı olarak, “çok süptil”, “süptil” ve “kaba” sıfatlarıyla nitelendirilirler. Bunlardan süptil olanı ölüm olayında ayrılan zihin, şuur ya da kısımdır; kaba olanı ise uyunduğunda mevcut olmayan zihin ya da şuurdur. Tibet Budizmi’nde ayrıca, farklılık gösteren shes-pa (şuur prensibi) ile rig-pa (Buddha-doğa’ya denk olan saf şuur) arasında bir ayrım yapılır. Lamaizm de denilen bu dinde ezoterik eğitim veren bir üstadın ya da yüksek seviyeden bir lamanın yeniden doğan (reenkarne olan) kişiliğine tulku denir. Bu lamalar "fantom beden" ya da aura anlamında da kullanılan tulku’larından tanınırlar. Buddha-doğa’nın reenkarne olmamasına karşın, kişinin skandhas denilen unsurları reenkarnasyona maruz kalırlar. Değişip gelişen, Shes-pa denilen şuur, ölüm olayından sonra yok olmaz ve her yeni doğumda (reenkarnasyonda) varlığını sürdürür.
İnsan ruhunun ölüm olayından tekrar doğmasına dek içinde bulunacağı koşulları ve geçireceği bilinç hallerini ayrıntılı bir biçimde açıklayan ve ruha ölüm sonrasında geçirebileceği haller konusunda rehberlik yapan Tibet kitabı Bardo Thödol’a göre, kişinin tahayyülünü (imajinasyonunu), niyet, düşünce ve duygularını denetleyebilme yeteneğini henüz yeryüzündeyken kazanabilmiş olması, kendisine ölüm sonrası yaşamında son derece yararlı olur ve bedenini terk eden herkesin geçireceği ilk zor aşamaları kolayca atlatmasını sağlar. Öte âlemde karşılaşacağı olaylar kişinin kendi zihinsel faaliyetinin ürünleri olacağından, zihnini denetleyebilen kişi, haliyle, öldükten sonra yaşayacağı olayları da denetleyebilecektir. Fakat yeryüzünde bu yeteneği ya da beceriyi elde edebilmiş insanlar çok nadirdir.
Fakat Gautama Buddha’nın ruh kavramına ilişkin sözleri Budizm ekollerinde farklı şekillerde yorumlanmış olduğundan, kimi ekoller ruhun ölümsüzlüğünü vurgulamaktaysa da, Budizm ekollerinde ruh kavramı hakkında bir fikir birliği yoktur. Bu ekoller arasındaki temel ortak görüş, ruh göçüyle yeniden doğuşun sürmesidir. Budizm’in Theravada ekolündeki ölüm sonrası ruhsal hallerle ilgili inanışlar Brahmajala Sutta’da açıklanır.
Hıristiyanlık
Bir insanın ruhu için çatışan bir melek ile şeytanı gözlemleyen Tanrı tasviri.
Eski İsrail’in bilgelik geleneğinde şöyle denir: “Toprak geldiği yere dönmeden, Ruh onu veren Tanrı'ya dönmeden, seni Yaratan'ı anımsa!” (Ecclesiastes, 12/7) Bununla birlikte Yahudi kutsal metinlerinde bedenden ayrı bir bireysellik gösteren ruh kavramına rastlanmaz. Eski Ahit’in Tekvin bölümünde bu kavrama şöyle değinilir: “Ve Rab Tanrı yerin toprağından adamı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi. Ve adam yaşayan can oldu.” (Tekvin, 2/7) Yeni Ahit’in Korintoslular’a Birinci Mektup bölümünde ise şöyle denir: “Böyle de yazılmıştır: ‘İlk insan Âdem, yaşayan can oldu.’ Son Âdem dirilten ruh oldu.” Hıristiyanlar ruhu felsefi terimlerden ziyade manevilik içinde anlamak eğilimindedirler. Bu anlayış bağlamında, insanlar öldüklerinde, iyi ya da kötü amelleriyle biçimlendirmiş oldukları ruhları Tanrı tarafından yargılanacak ve ebedi ahiret yaşamına (cennete) ya layık bulunacak ya da layık bulunmayacaklardır. Hıristiyanlığın tüm mezheplerinde (Ortodoksluk, Katoliklik, Protestanlık, Evanjelizm) İsa’nın bu kurtuluş sürecinde belirleyici ya da kesinleştirici bir rolü olduğu öğretilir.
Hıristiyanlık'ta ruh için kullanılan İngilizce sözcük soul İbranice yazılmış Eski Ahit'teki nefeş ve eski Yunanca yazılmış Yeni Ahit'teki psyche sözcüklerine karşılık olarak kullanılır. Hıristiyanlık anlayışında soul, madde-dışıdır, elle tutulamaz, görünmez ve ölümsüzdür. Ruh Tanrı tarafından yaratılır ve döllenmeyle yeni oluşan bedene aktarılır. Hıristiyanlıktaki bu anlayışın kökeni eski Yunan felsefesine dayanmaktadır.İskender'in fetihleri sonucunda Yunan kültürü ve felsefesi zamanla Yahudiliği, daha sonra da Hıristiyanlığı etkilemiştir. Bu ruh anlayışı Doğu’da ilk olarak Origenes (Orijen, M.S. 185 - 254) ile ve Batı’da Augustinus (M.S. 354 - 430) ile yayılmaya başlamış ve bunların etkisiyle zamanla ruhun madde-dışı olarak ne tür bir yapısı olduğuna dair felsefi düşünceler gelişmiştir. Fakat bu görüşler aslında, Batı’da ruhun ölümsüzlüğü felsefesini ortaya koyan ilk isimlerden biri olan ve görüşleri Hıristiyan felsefesine derin etkilerde bulunan Platon’a (M.Ö. 427 - 347) dayanmaktadır. Ruhun ölümsüz olduğu düşüncesi her ne kadar Platon’dan daha eskiye dayanıyorsa da, bu düşünce Batı’da Platon sayesinde popüler hale gelmiştir.
Hıristiyanlıkta farklı mezhepler bulunduğundan, bu mezheplerde ruha ilişkin inançlarda bazı farklılıklar olmakla birlikte, Hıristiyanlıktaki genel kabule göre, ölen kişinin bedeni terk eden ruhu ödül ya da ceza ile karşılaşacaktır. Katolik anlayışındaki Limbus kavramı Papa 16. Benedikt'in yakın zaman önceki açıklamasıyla değişmiş bulunmaktadır. Tanrısal gök katına ulaşabilen bir ruh buradaki ödülü olan cennete erişecek, günahkar olan ruh ise cezaya çarptırılarak sonsuza dek cehennemde azap görecektir.
Katolik İnanışlar
Katolik Kilise’nin modern din öğretiminde ruh “insanların en iç yüzü; sayesinde insanların Tanrı’nın suretinde oldukları, insanlardaki en büyük değer; ruh insanlardaki ruhsal prensip anlamına gelir” şeklinde tanımlanır."Ölüm olayının ardından ruh araf (purgatory), cennet ya da cehennemden birine gider. Katolik inancında ruhun ateşle temizlenmesi inanışı mevcuttur. Ruh günahkar olduğundan önce ateşle acı çekerek arafta (purgatory ) temizlenecek, Tanrı'ya ya da Tanrısal gök katına bundan sonra ulaşabilecektir. Günahkar olan kimse de sonsuza dek cehennemde kalacaktır. Ölümsüz ve manevi olan ruh doğrudan doğruya Tanrı tarafından yaratılmıştır.Katolik bakış açısıyla, ruh ve beden ikileminde beden kötülüğün oluştuğu, ruh ilahî olan, hayırlı olan unsurdur. Ruh madde üzerine yoksunluk içinde konmuş, ondan kurtulma isteğindeki beyaz bir yaprak gibidir.
Katolik öğretinin ruh ve beden arasıdaki ilişkiler hakkındaki temel dogmatik görüşleri şunlardır:
Her insanın bir ruhu vardır.
Her insandaki ruh bireysel ve ölümsüzdür.
Ruh Tanrı vizyonuna tam manasıyla ancak ölüm olayından sonra sahip olabilir.(Papa XXII. Yuhannes)
Ruh Tanrı tarafından yaratılmıştır.
Ruh İlahî Cevher'e ait değildir
Ruh fiziksel bedenin oluşumu (doğum) öncesinde mevcut değildir.
Ruhun maddi bir kökeni yoktur.
Ruh insanın yaşamsal başlangıcını oluşturur.
Ruh bedenden üstündür.
Onun ruhsallığı ortaya koyulabilir.
Katolik kilisenin ekümenik konsillerinden biri olan II. Vatikan Konsili’ne göre, "insan ruh ile madden oluşan bir bütündür ve iç kısmında tüm eşyayı aşar."
Hıristiyan teolojisi ve çeşitli görüşler
Ölülerin bir gün dirileceği umuduna İncil’de örnek olmuş Lazar’ın dirilişinin bir tasviri.
Alman Protestan Teolojisi esas olarak İdealizmden (idealar üzerine kurulu akım) esinlenir ve ruhu yalnızca öznellik (sübjektivite) olarak ele alır. Bazı Katolik akımlar da aynı sonuçlara varmıştır. İdealizm'in “baba”sı sayılan Descartes’ın “düşünüyorum, o halde varım” sözü aslında idealar âlemine ilişkin felsefi görüşü kapsar.
Bazı Hıristiyan topluluklar kişinin iyi ve kötü eylemlerine bağlı olarak ya da sadece Tanrı’ya ve İsa’ya imana bağlı olarak ödül veya cezanın verilecek olması hakkındaki inanışa karşı çıkarlar. Buna karşılık ruhun ölümsüz olduğunu reddeden Hıristiyanlar da yok değildir; bunlar teolog Frederick Buechner’in “Karanlıktaki Islık” adlı kitabında belirttiği gibi, ruhun bir tür yaşam gücü olduğuna, ölümle sona erdiğine, fakat kıyametteki diriliş sırasında yeniden oluşacağına inanırlar.
En nüfuzlu ilk Hıristiyan düşünürlerden biri olan Augustinus ruhu “kendisine aklın bahşedilmiş olduğu, bedeni sevk ve idare eden özel bir cevher” olarak tanımlar. Filozof Anthony Quinton’a göre ruh “karakter ve hafızanın sürekliliğiyle ilgili bir zihinsel haller dizisi olup, kişiliğin temel öğesidir (oluşturanıdır).”
Ruhun yaratılışa ilişkin kökeni de Hıristiyanlıkta yoğun tartışmalara neden olmuş ve bu konuda çeşitli görüşler ortaya atılmıştır (traducianism, pre-existence ve Katolik Kilise’nin öğrettiği creationism).
Diğer Hıristiyan inanışlar
Ortodoksluk’taki (Doğu Ortodoks Kilisesi) görüşler Katolikliktekilerle az çok benzerlik gösterir, fakat ayrıntılara inildikçe farklar belirir. Bu farklardan biri ölümden sonra ne olup biteceği konusundadır.
Protestanlar genellikle, ruhun varlığına inanmakla birlikte arafın varlığına inanmazlar. Diğer meseleler hakkında Protestan görüşler çok çeşitlilik gösterir.
Ruhun uykusu teorisi (soul sleep theory) adıyla bilinen görüşe göre, ruh ölüm sonrasında uykuya çekilir ve “kıyamet günü”ne (İng.Last Judgment) kadar uykuda kalır.
Kristadelfianlık Kitab-ı Mukaddes’teki Tekvin/Bap-2'de yer alan insanlığın yaratılışı izahatına uygun olarak, herkesin toprağın tozundan yaratıldığını, yaşam nefesini aldığında yaşayan ruhlar haline geldiğini kabul eder.
Yedinci-gün adventistleri ruhun kendine özgü bir şuuru veya duyumsal varlığı olduğu görüşüne karşıt olan, ruhun yaşam nefesi ve bedenden oluşmuş bir bütün olduğu görüşünü kabul ederler.
Mormonlar, önce ruhun yaratılmış olduğuna, fiziksel bedenin sonradan oluşturulduğuna inanırlar.
Hinduizm ve Hint Teozofisi
Kurtuluş'la sona eren reenkarnasyonu, gelişim aşamalarıyla tasvir eden bir sanat eseri
Hinduizm’e göre atman (ruh ya da nefes) zamanın başlangıcında yaratılmış ve doğum yoluyla edindiği fiziksel bedende bir tür mahpusluk geçirmektedir. Fiillerinin karma yasası uyarınca belirlenen sonuçlarına göre yeni bedenlerde doğup durur. Sürekli olarak tekrar doğma kimi Hindulara göre ebediyen sürer gider, kimi Hindulara göre de karmik mükemmeliyete ulaşıp "Mutlak Olan"la birleşeceği zamana kadar sürer.
Vedalar’daki bakış açısıyla ruh, maddeden ayrı bir cevher olup, ölümsüzdür, kendine özgü bir şuura sahiptir. Hinduizm’de, ruh kavramına en yakın anlamları içeren Sanskrit sözcükler ruh ya da "bireysel kişilik" anlamına gelen Jiva ve Atma sözcükleridir. Hinduizm’de atma, jivatma, anu-atma ya da vijnanam brahman gibi çeşitli adlarla belirtilen ruh, Tanrı’yla bütünleşen bir enerji parçacığı olarak betimlenir. Bununla birlikte Hinduizm’in karmaşık felsefesinde ruh Tanrı’dan ayrıdır ve ona eş değildir.Atma ya da atman tasavvufta zât (Fr.soi) adı verilenin tam karşılığıdır. Atman, Brahman’ın parçası olarak kabul edilir. Hinduizm çok sayıda dine verilen genel bir ad (Sanatha-Dharma) olduğundan, doğal olarak, Hinduizm’de ruhun kökeni, amacı ve mukadderi hakkındaki görüş ve inanışlar çeşitlilik gösterir. Örneğin advaita adlı kavramda ruhun “yaratılmamış ve mutlak olan Tanrı Brahman”la mevcudiyet öncesinde birliği sözkonusudur. Buna karşılık dvaita denilen düalite kavramlarında bu görüş reddedilir ve her ruhun "Yüce Ruh"un bir parçası olmakla birlikte ferdiyetini hiç kaybetmediği savunulur. Hinduizm’de Bhagavad Gita’da da belirtildiği gibi, ruhun ölmediği ve ruh göçüyle bedenler değiştirdiği kabul edilir. Ruhun bu serüveninde belirleyici etken karma yasasıdır ve Hinduizm’deki tenasüh inanışında varlığın ödüllendirilmesi veya cezalandırılması fikri bulunur. Hinduizm'de ve yoga felsefesinde nirvana kişinin yeryüzünde tekrar doğma ihtiyacından kurtulacak derecede gelişmiş, olgunlaşmış olması anlamında ele alınır. Kimi Hindu inanışlarına göre önceden Brahman’la bir olan ruh, sonunda yine ona dönecektir. Kimileri Hint kültüründeki ruh göçü kavramı ile eski Yunan kültüründeki ruh göçü kavramının birbirinden bağımsız gelişmemiş olduğunu, yani ruh göçü kavramının kültürden kültüre çeşitli göçlerle aktarılmış olabileceğini düşünmektedir.
Hint Teozofisi'ne göre insanın hakiki ve yüksek varlığı farklı planlardaki (düzeylerdeki) üç unsurdan oluşur. Bunlardan biri atma ya da atmandır (tasavvuftaki zât). Her şeyin ve herkesin içeriğinde atman vardır. Fakat atmanın bireysel kişiliğini edinmesi ancak manas adı verilen "nefis" (nefs) ile birleşmesi durumunda mümkün olur. Manas insanın düşünme ve akıl aracıdır. Ferdiyet bu ikisinin birleşmesiyle oluşur. Fakat bu iki unsurun birleşmesinde üçüncü bir unsur aracılık yapar; bu da buddhi’dir. Buddhi ruhani bir unsur olup atmanın hem irtibat ve aktarma aracıdır, hem de âlemdeki yansımasıdır. Sezgi ve ilhamın kaynağı buddhi’dir. İnsanın bu üç unsurun birleşmesiyle oluşan yüksek varlığına “yüksek trinite” adı verilir ki, bu, Hint teozoflarına göre, hem ruh, hem Tanrı durumundadır.
Kimi Doğu inanç sistemlerinde ruhun meditasyonla arındırılabileceğine inanılır.
Fakat mükemmel olmayan bu "yüksek trinite"nin gelişmesi, yükselmesi ancak fiziksel âlemde mümkündür. Yüksek trinite, yoğun âlem olan cismani âleme (yeryüzüne) doğrudan inemediğinden, doğada bulunan dört unsurla birleşmek zorundadır. (İnsanın sözkonusu 4 unsurdan oluşan alçak varlığına Batı'da quaternaire adı verilir) Dolayısıyla dünyadaki her insan 7 unsurdan oluşmuş durumdadır. Yüksek trinite, gelişmek üzere quaternaire ile birleşerek dünyaya inerken ister istemez yüksek niteliklerinden bir kısmını, geçici olarak, kaybeder; yüksek nitelik ve yetenekleri kabalaşmaya, kararmaya uğrar. Çünkü bu dört unsur dünyevi, alçak, aşağı düzeyli tezahürlerin kaynağıdır. Bu dört unsur ihtirasları, dünyevi kaba duyguları, geri fikirleri, bunlara yönelik eğilimleri, kısaca aşağı nitelikleri içerir.
Quaternaire iki kısımdan oluşur; bunlardan biri sthula-sharira adlı kısım fiziksel bedendir. "Alçak trinite" adı verilen diğer kısım ise kendi içinde üç unsurdan oluşur:
Linga-sharira: Fiziksel bedenin asli modelidir. Fiziksel beden bu bedenin üzerine kuruludur.
Prana: İnsanı canlandıran yaşamsal unsur.
Kama: "Alçak trinite"nin en yüksek, yani ruha en yakın düzeydeki unsurudur. İhtiras ve arzuların kaynağıdır. Buna hayvansal nefis de denebilir.
Dünyasal ölüm olayında "alçak trinite" fiziksel bedenden ayrılıp kama-loka denilen bir plana (düzeye, âleme) çıkar. Bir süre sonra, yüksek trinite "alçak trinite"yi de burada bırakarak devachan adlı cennete gider ve böylece asli vatanına dönmüş olur. Görüldüğü gibi, Hint Teozofisi’nde Batı Teozofisi’ndeki gibi belirgin bir ruh ve madde ikilemi yoktur.
İslam
İslam’da da Hıristiyanlık'ta olduğu gibi, ruhun ana rahminde bedenin oluşmasıyla birlikte var olduğu kabul edilir.Bedenle birlikteliği geçici dünya yaşamı boyuncadır. Kur'an’da ruh kelimesinin belirtildiği ayetler fazla değildir. Ruh konusunda pek fazla bilgi verilmemiştir. Nitekim İsra suresinde de şöyle denmiştir (17/85): “Ve sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: 'Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir.'" Ruh kelimesi Nisa suresinde İsa’dan ve bazı surelerde Ruh-ül Kudüs tamlaması biçiminde Cebrail’den söz ederken de kullanılmıştır. Diğer tektanrılı dinlerde olduğu gibi İslam’da da kıyamet inanışı ve cennet ile cehennem kavramları bulunur. Ruh kavramı Sufizm ya da Tasavvuf ‘ta daha ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.
Jainizm
23.Jain Tirthankara'sı (kurtuluşa ulaşmış olan) Parsva'nın heykeli, Rajasthan (Hindistan)
Jainizm’e (Caynizm, Caynacılık) göre, ruh (jiva), fiziksel bedenden ayrı bir mevcudiyete sahip bir gerçekliktir. Bir bitkiden, hatta bir bakteriden insana kadar her canlı varlığın bir ruhu vardır. Ruh, “ruh olmayan”dan, yani canlı olmayandan (madde, mekân, hareketlilik veya hareketsizlik ortamı vs.) ayrımı ifade eder. Bu dine mensup olanlar için kurtuluş (mokşa ya da moksa) ruhun ulaşacağı en yüksek hedeftir. Jainizm metinlerinden biri olan, M.S.1. yy.’da Acharya Kundakunda tarafından yazılmış Pancastikayasara’da ruhla ilgili şu bilgiler verilir:
Ruhun nitelikleri ve mevcudiyet halleri hakkında: “Ruh (jiva) ve tüm diğer cevherler (dravya) gerçektir. Ruhun nitelikleri şuur (cetana), bilgi ve idraktır (upoyoga). Ruh maddi âlemde bir yarı-ilah (deva), bir insan, bir hayvan ya da bir bitki olarak tezahür edebilir.” (16.kıta)
Ruhun sürekliliği ve halleri hakkında: “Ruh doğum ve ölüm deneyimleri yaşamakla birlikte, bu deneyimler sırasında ne gerçekten yok olur, ne de yaratılır. Doğum ve ölüm sadece ruhun farklı halidir; burada yalnızca bir halden diğerine geçişten sözkonusudur.” (18.kıta)
Ruhun doğum-ölüm çemberinden (çevriminden) çıkarak kurtuluş ya da özgürlüğe kavuşması (nirvana): “Böylece, birtakım özellik ve hallere sahip ruh, samsara serüveninde önceki özel şeklini kaybedip yeni bir şekle dönüşebilir. Bu şeklini de kaybedip tekrar orijinal haline dönüşebilir.” (21. kıta)
Acharya Kundakunda bir başka Jainist metin olan Bhavapahuda’da ise ruhla ilgili olarak şöyle yazıyor: “Ruh renksizdir, tatma duyusu ile de tadılamaz, kısaca beş duyu ile algılanamaz. Temel özelliği şuurdur. Şekil ve ebatla (en, boy, yükseklik) belirtilen hiçbir boyutla sınırlı değildir, bunlardan hiçbirine bağlı değildir, hepsini aşar.”(64.ilahi)
Sonuç olarak Jainizm’e göre, ruh bir cevherdir, yani yok edilemez ve ebediyyen daimidir (kalıcıdır). Ancak, deneyimlediği haller açısından geçiciliğe ve daimi değişime maruzdur. Māhavīra’nın Bhagvatisūtra’da kayıtlı olan çeşitli sorulara cevapları "realite" (hakikat sanılan, kani olunan gerçeklik) ile "verite" (asıl hakikat) arasındaki ilişkiyi andıran bu bilgiyi dile getirmektedir:
Gautama : “Efendim, ruh kalıcı mıdır, geçici midir?”
Māhavīra : “Ruh kalıcı olduğu gibi geçicidir de. Cevher olması bakımından ebedidir; doğum ve ölüm gibi hallere, yani doğadaki entropi ilkesine maruz kalması açısından geçicidir.”
Ruh, fiilerine göre belirleyici olan karma yasası altında geçirdiği reenkarnasyonlar serüveninde (yolculuğunda) temel olarak 4 varlık halini yaşar:
Mikroorganizma, bitki veya hayvan hali
Yeryüzündeki insan hali
Cehennemde ıstırap çeken varlık varlık hali
Cennetteki yarı-ilah hali
Ruh, başlangıcı olmayan zamandan itibaren, karma yasasına tâbi biçimde, sürekli olarak doğum-ölüm çevriminden geçer ve özgürlüğe ya kurtuluşa erme (mokşa ya da moksa) haline ulaşmak üzere bu dört varlık halini de yaşar.
Jainizm’in ruhla ilgili inanışları şöyle özetlenebilir:
Ruhlar, henüz kurtuluşa kavuşmamış, dünyevi (fiziksel âlemde doğmak zorunluluğundaki) ruhlar ile doğru görüş, doğru bilgi ve doğru davranış sayesinde kurtuluşa ve uluhiyete ermiş ruhlar olarak iki grupta sınıflanırlar.
Dünyevi ruhlar bedenlerinin ve duyularının gelişim derecelerine göre sınıflanırlar (mikroplar, bitkiler, insanlar vs.).
Her ruh kurtuluşa erene dek, sayısız denecek kadar çok yaşam formlarında (canlı türlerinde) bedenlenir ve 4 varlık halini yaşar.
Bu evrenin yaratıcısı ve yöneticisi olan bir Yüce Varlık yoktur.
Her ruh kendi mukadderatını, karma yasasının kapsamında olmak üzere, kendisi yaratır. Kimsenin efendisi yoktur, herkes kendi kendisinin efendisidir. Ruhun ıstırap çekmesi veya kurtuluşa ermesi hiçbir ilahi kudret ve ihsana bağlı değildir. Kurtuluşa kendi çabamızla kendimiz ulaşırız.
Her ruh, uluhiyete insan bedeninde ulaşabilir. Buna, ancak biriken karmik telafilerini tümüyle giderdiği takdirde ulaşabilir.
Kurtuluş ya da özgürlük hali kalıcıdır ve bundan geriye dönüş yoktur. Bu hale erişen ruh için doğadaki biçimler ve cismani âlemin cisimleri artık sözkonusu değildir. O artık cismani âlem hakkında sonsuz bilgiye, sonsuz kudrete ve sonsuz huzura kavuşmuş durumdadır.
Uluhiyete erişen ruh, herhangi bir başka varlıkla birleşmez, ferdi olarak kalmaya devam eder.
Sihizm
Sihizm ruhu (atma) bir Tanrı (Parmatma) olan “evrensel ruh”un bir parçası olarak sayar. Sihizm’in kutsal kitabı "Sri Guru Granth Sahib"de (SGGS) çeşitli ilahiler bu inanışı dile getirir. Tanrı ruhta, ruh Tanrı’dadır. Yine aynı kitapta “ruh ilahîdir, ilahî olan da ruhtur; O’na sevgiyle tapınınız”, “ruh efendidir, efendi olan da ruhtur” ve “efendi, kitaptaki bilgiler üzerinde kontamplasyon yapmak yoluyla bulunur” denir.
Taoizm
Taoist inanışları içeren iki kitaba bakılırsa, ruhlar ya da “temel varlık”lar ölüm olayından sonra saflık durumlarına bağlı olarak dünyanın cennet veya cehennem ortamına geçerler.Tao’ya ya da Tao’nun yoluna uyum göstermiş olan saflaşmış ruhlar cennete, uyum göstermeyip zıt düşmüş olanlar cehenneme geçerler. Herkesin ruhu vardır ve herkes önceki enkarnasyonuna uygun bir halde doğar. Herkes yaşamları sırasında ya gitgide saflaşır ya da kendisini kirleten hareketlerde bulunur. Taoizm’de tavsiye edilen Xiuzhen uygulaması bedeni dünyasal kirlerden temizlemeyi amaçlayan bir arınma (catharsis) sürecidir. Bu sistemin terminolojisinde insandaki unsurlardan öz (精,Jing), soluk enerjisi (氣,qi) veilahî ya da beşeri ruh (神, shen) “üç saf olan”ın hükmettiği üç mücevher ya da üç hazine olarak belirtilir. Bu arınma süreci sembolik anlamıyla aynı zamanda ölümsüzlüğün aranma süreci olarak da ifade edilir. Ruhun iki türlü tezahürü bulunur; po (魄 pò), yani “yin ruh” ve hun (魂 hún), yani “yang ruh”. Kişinin çok sayıda pò ve hún’u olabilir.
Ruh göçünden bahseden en erken Taoist belgeler Han Sülalesi dönemine dayanır. Bu belgelerde “Lao Zi’nin Üç Hükümdar ve Beş İmparator Dönemi”nden itibaren farklı dönemlerde farklı kişiler olarak yaşadığı anlatılır. Taoizm’in kutsal kitaplarından Chuang Tzu’da (M.Ö.4.yy.) şöyle denir: “Doğum başlangıç değildir, ölüm de son değildir. Varoluş sınırsız, sonsuzdur; bir başlangıç noktası olmayan süreklilik sözkonusudur. Sınırı olmayan varoluş (varlık) uzaydır. Başlangıç noktası olmayan süreklilik zamandır. Doğum da vardır, ölüm de; biri dışarı doğru olan sonuçtur, diğeri içeriye doğru olan sonuçtur. Böylece, biçimini görmeksizin, 'İlâhî Olanın Kapısı'ndan bir içeri bir dışarı geçilir.” (Zhuang Zi, 23)