• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Dünya Barışında Orta Asya'nın Kültürel Mirası

Dünya Barışında Orta Asya'nın Kültürel Mirası

Fert, insan olmaya uygun potansiyelde yaratılmıştır. Bu potansiyel eğitim yoluyla pratiğe aktarılırsa, fert gerçek manada insan olur. Ferdi, insanîleştiren üç temel disiplin; din, sanat ve felsefedir. Bu üç ilim dalı, insan ruhunu olgunlaştırır. Bu üç disiplinin sağlıklı ve dengeli şekilde kullanıldığı çağlar ve coğrafyalarda kurtlar bile kuzuyu yemedi, komşu ve yetim hakkı gözetildi. İnsanlar birbirini sömürmedi ve birlikte çalışma yollarını öğrenip bunları uyguladı. Bu güzel dönemlerden biri, Orta Asya'da yetişen erdem üstatları tarafından 9-12. yüzyıllar arasında Orta Asya ve Mezopotamya'da inşa edilmiştir. İnsanların ruh ve kalbinin ötelere daha açık olduğu bu zaman diliminde, binlerce erdem üstadı yetişmiştir. Bu büyükler, mükemmel bir toplumun mayası olan sevgiyi, hoşgörüyü, şefkati, adaleti, dengeyi, sorumluluğu ve akıllı olmayı insanlığa göstermişlerdir. Asya'dan, Avrupa'ya kadar kurulan bütün Müslüman-Türk devletlerinin hükümdarlarına, komutanlarına rehberlik etmişlerdir. Bu ilim ve irfan erleri, göç yolları üzerindeki Hint ve İran kaynaklı çeşitli felsefî akımların tesirinde kalan toplumların, Kur'ân ve Sünnet çizgisinden ayrılmamaları için mücadele vermişlerdir.
Buhara-Semerkant ve Türkistan bölgesini hem maddî, hem de kültür olarak zenginleştiren devletlerden; Sâmânoğulları, Harzemşahlılar ve Selçuklular akla ilk gelenlerdir. Bir manada Selçuklu Devleti'nin vârisi olan Harzemşahlar (1097-1231) Doğu Anadolu'dan Maverâünnehir'e kadar geniş bir alanda hakimiyet kurmuşlardı. Bu parlak dönem, 1220'de bütün ülke, Moğolların istilâsına uğradığından uzun sürmedi. Celâleddin Harzemşah (1220-1231) devleti yeniden toparlamak için uğraştıysa da bunda başarılı olamadı. Harzemşahlılar Devleti'nin kurucuları arasında yer alan ve toplumu bir arada tutan güçlü değerleri üreten sufilerin kurduğu sosyal düzen ve barış sistemi sayesinde, Moğol tahribatından sonra da Orta Asya'daki halklar büyük ölçüde barış içinde yaşamıştır. Erdem üstatlarını yetiştiren Selçuklular ve Harzemşahlılar, insanî erdemleri hayatın içine taşıyan sosyal sistemler kurmuşlardır. Ahilik teşkilatının ahlâkî değerleri, bu kültürün bir yansımasıdır. Harzemşah sufileri, eneden uzak bir hayat yaşamaları, aralarındaki mükemmel işbirliği, takım çalışması ve insan mahiyetini iyi çözümlemeleri, doğru insanı doğru yerde istihdam etmeleri ile tarihte önemli bir barış döneminin temsilcisidirler. Bu insanların oluşturduğu ve yaşadığı sistemin adı, "Dördüncü Yol" veya "Hakikat Yolu" olarak tanımlanmaktadır. Bu yol, ilk defa 12. yüzyılda Bağdat-Horasan ve Türkistan ekseninde Abdulkadir-i Geylanî (1078-1166) ve talebeleri tarafından oluşturulmuştur. Bu kavramı, tarihte ilk defa kullanan ve insanlığa kazandıran Abdulkadir-i Geylanî, dördüncü yolu niçin hayata taşıdığını şöyle izah eder: "İnsanın kendini mükemmelleştirmesi için bir yol bulmak zorundayız. Kimisi bunu akıl yoluyla bulur. Çevremizde büyük bir akıl kültürü var. Ve bu çok iyi bir şeydir. Bazıları 'kendilerini adama yolunu' seçer ve bir mürşide bağlanır. Bu tür bir bağlılık ve sevgi de çok güzeldir. Bir de, 'dünyadan el-etek çekme yolu' vardır. Ancak bu yalnızlık tehlikelidir. İnziva, şöhretli olmanın bir yoludur. Şöhret ise, felâket getiren bir şeydir ve bundan kaçınmak zorundayız. Bu üç yolun dışında, hizmet ve çabanın paylaşıldığı ve insan aklının, hissinin ve bedeninin birlikte hayatın içinde kullanıldığı dördüncü yolu (hakikat yolu) izlemek gerekiyor."

İnsanlığa hizmet fikrinin kurucularından Abdulkadir-i Geylânî, hakikat yolunu hayatın bütün ünitelerinde kurumlaştırmaya çalıştı. 12. yüzyıl başlarında, insanı mükemmelleştirmeyi esas alan bu model sistem; bölgede yayılırken Cengiz Han, Moğol İmparatorluğu'nu kurmuş ve 1220'de Buhara ve Semerkant dahil bütün bu medeniyetin merkezlerini yakıp yıkmıştı. Savaşlar esnasında şehirler yerle bir edildiği gibi, bu bölgeyi dünyanın en zengin yerlerinden biri yapan sulama sistemi de tahrip olmuştu. İşte böyle bir anda o bölgedeki insanlar için yapılması gereken bir hizmet vardı. İnsanların morale, ümide ve sevgiye ihtiyaçları vardı. Toplumun yeniden insanî değerler üzerinde yapılanması gerekiyordu. Bu hizmetin adı, insanların hayat tarzlarını yeniden inşa etmek, bozulan ziraat sistemini yenilemek ve şehirleri yeniden kurmaktı. İşte Moğol istilâsını takip eden dönemde bu işleri yapmak, Abdülkadir-i Geylanî Hazretlerinin talebelerinin kurduğu hakikat yolu topluluğu ile bölgedeki yüzlerce evliya ve talebelerine düşmüştü. Bu yolun etkinliği ağırlıklı olarak 200-300 sene sürdü. Bu kültür birikimi günümüze kadar değişik seviyelerde yaşanmaya devam etti. Çünkü Abdulkadir-i Geylanî'nin kurduğu hakikat ve sahabe mesleği olan dördüncü yol, bir evrensel barış modeliydi. Dünya barışı için gerçekçi ve yaşanabilir bir model olan bu yol, bundan asırlarca önce Orta Asya'da gerçekleştirilmiştir. Bu modelin adı, günümüz terminolojisi içinde, "çok kültürlü ruhî demokrasi" olarak ifade edilebilir.

İnsanı, kâmil olmaya götüren yolların, çok çeşitli olmasına karşın, bunların hepsi Abdülkadir-i Geylanî Hazretlerinin de belirttiği üzere üç grupta toplanabilir. Birincisi, fakr yolu olup, insanın fizikî potansiyelini köreltmeye, onu dünyadan uzaklaştırmaya ve insanın bedenle mücadelesine dayalıdır. İkinci yol, keşişlerin yolu olup; insanın duygu potansiyelini inkişaf ettirmeyi ve duygular üzerinde çalışmayı esas alır, sevgide yoğunlaşmayı, kendini iman ve din yolunda vakfetmeyi öngörür. Üçüncü yol ise, yoginin yolu olup; zihnî potansiyelin fonksiyonları olan bilgi ve düşünce üzerine çalışmayı esas alır. Özetlersek, birinci yol, fizikî (cismanî) insanın yolu; ikinci yol, hissî (kalp ve gönül ehli) insanın yolu; üçüncü yol ise; zihnî (fikir ehli) insanın yoludur. Dördüncü yol da; Abdulkadir-i Geylani'nin (1078-1166) insanlığa tanıttığı hakikat yolu olup, insanın bütün potansiyeliyle hayatın içinde dengeli şekilde geliştiği yoldur. Geçmişte Bağdat-Horasan ve Türkistan ekseninde geliştirilen bu yolun önemli özelliği, tamamen pratiğe dayanması ve herkes için yaşanabilir yol olmasıdır. Hakikat yolu hariç ilk üç yol, insanın üç potansiyelinden birisine yoğunlaşarak, insanı olgunlaştırmaya çalışır. Ancak bu olgunlaşma ve gelişme modelleri tek boyutlu, kısmî olduğundan, insanın bütün fakültelerine dengeli şekilde hitap etmemekte, hepsi de terke dayalı öğretilerdir. Günlük hayatın dışında, kendine özgü prensipleri ve kanunları olan yollardır. İnsan toplulukları içinde çok hususî yetenek ve kapasiteleri olan azınlık bir gruba hitap eder. Çünkü insanoğlunun yapısı, temsili olarak iç içe geçmiş dairelerden oluşur. En iç dairede merkeze yakın noktada ruh ve ruhun fakülteleri yer alırken, en dış dairede beden ve onun fakülteleri yer alır. İnsanların tamamı, gündelik hayatın en dış dairesinde yaşar ve oranın kurallarına tâbidir. Çok az insanın kapasitesi, kabiliyetleri ve donanımları yeterli olduğu için, dış dairede yaşamaktan tatmin olmaz ve iç daireye yani merkeze doğru yolculuk yapmayı tercih eder. Bu merkeze doğru yolculuk ve merkeze yakın yaşama, herkes için mukadder olmayabilir. Çünkü bu; kapasite, donanım, potansiyel ve ortamla ilgilidir. Ama her zaman her toplumda, az da olsa bu kapasite ve donanıma sahip kişiler vardır. Ancak insanların büyük çoğunluğu, dış dairede yaşar. Bununla beraber, dairenin merkezindeki noktayla bağlantı kurmaya ve yüzü O'na dönük bir hayat sürmeye, herkes potansiyeli ve kapasitesi ölçüsünde muktedirdir; yüzünü merkeze çevirmekten ve O'nunla bağlantılı olmaktan sorumludur. İşte hakikat yolunun veya sahabe mesleğinin temel espirisi, insan ruhunun sahip olduğu üç potansiyelin (zihin-his ve fizikî) hayatın içinde birlikte gelişimini öngörmesi, terke dayalı insanî gelişim yerine, insanlığa hizmet götürerek halk içinde Hakk'la beraber olabilme yolu olmasıdır. Bir başka ifadeyle, merkezle sürekli irtibat halinde kalarak, bir yüzü O'na, diğer yüzü yetmiş iki millete dönük bir hayatı, hayatın bütün karelerinde yaşayabilme yoludur. Bu noktadan her insanın dairenin dış çemberinin hangi noktasında yer aldığını ve merkezle olan bağlantısını sağlayacak koordinat bilgilerini (kişilik motifleri haritası veya bilgisi) öğrenmeye şiddetli ihtiyacı vardır.(1) Bu hakikatı gören nebiler, âlimler ve filozoflar; insanları kurtuluşa götürecek en emin yolun, insanın kendini bilmesi olduğunu vurgulamışlardır. Kişinin dairenin neresinde olduğunu öğrendikten sonra, merkezle olan bağlantısını (Kur'an ve Sünnet çizgisinde) nasıl kurup devam ettireceğini tayin eden karakter ve ahlâk eğitimini de kazanmış olması gerekir. Çünkü insan benliği, bitmez tükenmez arzu ve ihtiraslar tarafından esir alınmış haldedir. İnsanın iç özgürlüğünü kazanabilmesi, ahlâkî davranabilmesi, isteklerini kontrol edebilmesine bağlıdır. Arzu ve ihtirasların kontrolü de, sağlam bir karakter ve ahlâk eğitimini gerektirir. Kişi bu ahlâk eğitimini almazsa, Sırat-ı Müstakim çizgisinde kalmakta zorlanır. Bu durumda ifrat veya tefritlerin adamı olma riski vardır. En azından hakikati tam ve dengeli şekilde inşa etme veya görme nimetinden insan mahrum olur ve kendi kişilik hapishanesinde bir ömür geçirir. Çevresindeki insanlara, farkında olmadan kişilik terörü uygular.

Tarihte dördüncü yol olarak da tanımlanmış hakikat yolu; benliği arındırma, kendini hiç görme, bir şey olma iddiasından vazgeçip, nefer olmayı tercih etme ve kendini insanlığa hizmet yolunda feda etme, görünen bir başarıdan dolayı, takdir edilme özleminden kurtulma yoludur. Kişi dünyanın içinde olacak ama, dünyaya ait olmayacaktır. Kalabalıkların içinde kişinin Allah'la olabilmeyi öğrendiği bir yoldur. Hakikat yolunda bir başka prensip, fakirliğini ve âcizliğini hissedip, kendini hiç görebilen insanların cennete gitme şanslarının yüksek olduğunun vurgulanmasıdır. Her fert, kendisine ait hiçbir şeyin olmadığına ve her neyi varsa Allah'ın lütfu olduğuna inanmıştır. Sabırlı ve anlayışlı olmak, önemli bir erdemdir. İnsanlar size küfrettiğinde veya zulmettiğinde onlara muhabbette bulunmaya devam etmek, merhametli ve bağışlayıcı olmak, saf ve temiz bir yüreğe sahip olmak, daima barıştan yana olmak, insanlar arasında barışı tesis etmek, incitmeyen bir gözle görebilmek ve incitmeyen ellerle bir şeyleri tutup kaldırmayı öğrenmek, insanlık için yaptığı hizmet ve fedakârlıkları gizlemek, her işte toplumu ve kamu menfaatlerini ilk sıraya oturtmak, içtimaî barışın tesisi ve devamı adına gerekirse kendine zulm edilmesine razı olmak

12. asırda Bağdat-Horasan-Türkistan ekseninde kurulan ve Orta Asya'da gelişen bu barış modelinin insanlara bu vasıfları nasıl kazandırdığı, hangi eğitim modellerini kullandıkları ve insanların potansiyellerini nasıl keşfettiklerine dair bilgiler, Batılı araştırmacılar tarafından ciddi düzeyde araştırılmıştır. Batılı düşünürler, 20. yüzyılın başlarında hem Anadolu, hem de Orta Asya'da değişik Müslüman gruplarla ve âlimlerle görüşüp fikir alışverişinde bulunmuşlardır. Şam, Bağdat, Horasan, Buhara ve Semerkant merkezli olmak üzere Doğu'dan topladıkları bilgileri, 1920'li yıllarda Batı'ya taşımışlardır. Batı insanının sahip olmadığı bilgileri ve bilgeliği topladıklarını belirten Batılı araştırmacılar, "İnsanın Ahenkli Gelişim Enstitüsü" ve "Dördüncü Yol" gibi isimler altında ekoller ve kurumlar oluşturmuşlardır. 1960'lı yıllarda Orta Asya kökenli sufilerden ve diğer İslâmî kaynaklardan toplanan bu bilgi ve bilgelik parçaları, hem modern psikoloji ve psikiyatri ile örtüştürülmüş, hem de kendi kültürleri içinde yeniden şekillendirilip ve bazı yönleri çarpıtılarak insanlığa sunulmuştur. Günümüzde Batı'da ve Amerika'da var olan "Dördüncü Yol Okulları", 20. yüzyılın başlarında Orta Asya'dan, Batı'ya ve daha sonra Amerika'ya taşınan, büyük ölçüde içi boşaltılmış, insanı Allah'a ulaştırıcı özelliğinden soyutlanmış bir bilgelik modelidir.

Bu bilgeliğin Batı'ya taşınmasının bizim açımızdan en önemli boyutu, bu bilgilerin modern psikoloji ve psikiyatri ile izdüşüm noktalarının çıkarılması ve modern psikolojinin diliyle yeniden ele alınıp, çağa taşınmasıdır.(2) Son yıllarda Batı'nın kullanabileceği ve tüketebileceği çeşitli formlara dökülen Doğu ve İslâm kaynaklı "insan tanıma ve potansiyellerini geliştirme bilgileri", başta Amerika olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde hayatın hemen hemen her boyutunda kullanılmaktadır. Günümüzde bu dördüncü yol modelinin çağımıza has ve aslına uygun pratikte yaşanabilir modeli ise, Risale-i Nur Külliyatı'nda tafsilatlı olarak anlatılan; "acz, fakr eksenli şükür, şefkat ve tefekkürü içeren ve insanın üç potansiyelini de birlikte geliştiren hakikat yoludur." Acz ve fakr; insan benliğindeki Rububiyet iddia etme potansiyelini yok ederken; şükür, fizikî potansiyeli; şefkat, hissî potansiyeli; tefekkür de zihnî potansiyeli meşru çizgide inkişaf ettirir. Dünyayı kesben değil, kalben terk etmemizi tavsiye eden Hakikat Yolu, Abdulkadir-i Geylanî, Ahmed Yesevi, Şah-ı Nakşibendi, İmam-ı Rabbanî, Mevlâna Celaleddini Rumî ve Mevlâna Halidi Bagdadî gibi büyüklerin gittiği yoldan giden ve onların manevî desteğini ve işaretlerini alan, Kur'an ve Sünnet çizgisinde gelişen bir sahabe mesleği ve Velayet-i Kübra yoludur. Tarihî bir tevafuk olarak, Orta Asya'da 12. asrın başlarında şekillenen dördüncü yol ile bu yolun kaynağı olan Mekke-Medine kaynaklı sahabe mesleğiyle örtüşen Risale-i Nur ve bunun bağrında gelişen 'Gönüllüler' veya 'Karasevdalılar', hem tarihî, hem dinî, hem sosyolojik açıdan çok anlamlı bir sivil toplum hareketidir.

13. yüzyılda Orta Asya'da yaşanan insanlık krizi, bugün evrensel ölçekte yaşanmaktadır. Bu krizin yaraları; ancak Abdülkadir-i Geylanî, Ahmet Yesevi, Yunus Emre çizgisinde yüzü hayata dönük bir hizmet metoduyla sarılabilir. Bugünkü krizin temelinde; insanın ihmal edildiği veya ikinci sıraya atıldığı, kazanmaya ve tüketmeye odaklanmış, bencilliği ön plânda tutan bir insan ve toplum modeli vardır. Büyüme adına büyüme, gelişme adına gelişme yapılmaktadır. Halbuki, insan ve insanlık için bir büyüme ve gelişmeye ihtiyaç vardır. "Daha çok" prensibinden, "yeteri kadar" prensibine dönülmesi ve insanların "gereken kadarıyla" tatmin olacağı sosyo-kültürel şartları hazırlamaya ihtiyaç vardır. Bugünkü insanlığın çoğu, hep daha fazlasını elde etmeye şartlandığından, daha azla yetinebileceği bir hayat tarzından tamamen uzaklaşmıştır. İnsanın bencilliğini azaltma ve yok etme yönündeki eğitim faaliyetleri, en az insan sağlığını koruma, geliştirme ve ömrü uzatma çalışmaları kadar önemlidir.

Günümüzde yaşanan ve küreselleşmeyle aciliyet kazanan problemlerin çözümüne çok ciddi katkı sağlayacak olan bu tarihî dönem üzerinde, ne yazık ki yeterince çalışılmamış ve gün yüzüne çıkarılamamıştır. Ancak son yıllarda, UNESCO ve Birleşmiş Milletler desteğinde birkaç ümit verici proje başlatılmıştır. Örneğin 8 Eylül 2000 tarihinde Birleşmiş Milletler I. Milenyum Barış Toplantısı'nı Buhara'da gerçekleştirdi. UNESCO destekli projelerde o bölgedeki ortak kültürel miras ile çoğulcu kimlikleri bir arada yaşatan değerler ve İpek Yolu'nun diyalog açısından oynadığı roller araştırılmaktadır. 2000-2001 yıllarında UNESCO tarafından bölgede birçok toplantı düzenlenmiştir.

Bir grup erdem üstadının ve kudsilerin, Moğol istilâsının yaşandığı bir bölgede ortaya çıkarak, insanlığa hizmet götürmeye soyunmaları ve insanlığı yeniden inşa etmeleri tarihî bir hâdisedir. Moğol istilâsı sonrası Orta Asya'da gerçekleştirilen yeniden inşa ve sosyal barış modeli, oldukça özgün ve derin anlamlara sahiptir. Zira bu yol temel olarak sahabe mesleği üzerinde şekillenen, insanın tekâmülünü ve olgunlaşmasını hayatın içinde ön gören bir modeldir. Bu modelde yetişen insanlar, daha sonra Anadolu'yu aydınlatmışlar. Şimdi de Anadolu insanı, Orta Asya'da açtığı okullarla, Abdülkadir-i Geylanî Hazretleri'nin asırlar önce hayata geçirdiği modelin, çağın uslûbu ve anlayışı içinde oralarda yeniden yeşermesine vesile olmaktadır. Orta Asya okullarının yeşerteceği insan merkezli sosyo-kültürel ve ruh temelli barış iklimi, asırlar önce Moğol istilâsı sonrasında başlatılan onarım ve hizmet çalışmalarına benzer şekilde, küresel barışa destek olacaktır. Herkesin birleştiği önemli nokta, yeni bir küresel etik ve/veya ahlâkî değerler sistemi oluşturulmadan, küresel barış ve insanî kalkınmanın gerçekleştirilemeyeceğidir. Bağdat-Horasan-Türkistan'da gelişen sivil toplum hareketlerinin özünde işte bu barışın çekirdeği saklıdır.

Dr. Selim AYDIN
 
Geri
Top