• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Dünya Turizm Günü ile ilgili Skeçler, Piyesler ve Tiyatro Oyunları

Dünya Turizm Günü ile ilgili Skeçler, Piyesler ve Tiyatro Oyunları

TURİSTLER

Köy kahvesi. Birkaç masa, oturan birkaç insan. Abartılmış kıyafetlerle iki turist sahneye gelir. Bu sırada köylüler onları görür.

İSMAİL : Aha!!! Keklik mevsimi açıldı.

VELİ (Ellerini ovuşturarak) : Yoluncek gazlarımız da gedi.

(Abartılı bir misafirperverlik gösterirler.)

İSMAİL : Hoş gelmişsiniz mösyööö, madaaamm.

VELİ : Ööle demicen, gibar olcen, well come mösye, well come mıdım.

(Oturtacakları yeri bir türlü beğenemezler. Arkaların yastık koyarlar. Bacaklarına masaj yaparak açtırırlar. Ayaklarının altına yastık koyarlar. Şapkasını çıkartıp başını havalandırırlar, gözlükleriyle oynarlar. Abartılı bütün davranışları sergilerler.)

İSMAİL : Burya oturun. Mezalıg manzaramızı görün.

VELİ : Yog yog burya, ahırları yeni onadık. Bizim sarı gızı gösünne.

( Oturtunca arkaların yastık koyarlar. Bacaklarına masaj yaparak açtırırlar. Ayaklarının altına yastık koyarlar. Şapkasını çıkartıp başını havalandırırlar, gözlükleriyle oynarlar. Abartılı bütün davranışları sergilerler.)

İSMAİL : Ne alısın gurban?

VELİ : Ona öle dimezle. Sen isdesen kola, çay; içmeg vaa ne?

(Turistler birbirine bakar.)

TURİST : No içmek. Biz var yemek yemek. Salyangoz, salyangoz.

VELİ : Anaa! Bunna sümüglü böceg yimeg isteyola nassı yicekle bunna bunu? Ben hencik şunla aşam demizlediğim bağısakladan kukuriş yapıp geliverem. Şööle garabübeli bübeli, gimyonlu gimyomlu yesinlee.

(sahneden çıkıp kokoreç almaya gider. İsmail ise garip hareketler yaparak turistleri inceler. Veli kokoreç ve gazozları getirir.)

VELİ : Hah işte, kukurişle gedi. Şimcik yanına bi de gazoz padladıvedim mi, ohhh beg gözel olu.

TURİST (Elleriyle işaret ederek) : Very good, very good

VELİ : İçin, için. Daha yeni dolduruvedim. Aha şu çeşmeden.

(Turistler ağızlarını silerek kalkmak isterler.)

VELİ : Durun bakeemm!

(Cebinden hesap makinesinin çıkarır ve sertçe tuşlarına basarak)

Eveeet! Gelelim sizin hesaba!

(İsmail bu arada ellerini oğuşturur ve başına sallar.)

VELİ : Canım Türkiye’min dış bocu 25 milya dola + gözel yurdumun iç bocu + Cannaggale’de öldüdüğünüz ceddimin güccüklerinin güccüklerinin yeecek ve giicek masrafı + bizden arakladığınız araklocik eserlerin manisi + dengizlerimize dögdüğünüz çöplerin temizlenmesi için geregli para+ eğtime gadgı payı + kedeve yüzde 18 + gızları ogudalım gampanyasına paa + ÖTV vesaire vesaire…( Artı kısımlarını İsmail üstüne basa basa söyler) Gelelim hesabınızın sonucunaaa… Yidiğiniz kukuriş ve işdiğiniz gazozların parası yaklaşık (düşünerek) 60 milya dola.

İSMAİL (kafasıyla onaylayarak): He he.

TURİSTLER (dehşet içinde) : 60 milyır dalır!!!!

(Turistler sahneye para atıp kaçarlar. Herkes sahneden çıktıktan sonra veli sahneye gelir ve asıl mesajı verir.)

VELİ : İşte, turistlere böyle davranan insanlar yüzünden turizm daha fazla gelişemiyor. Turistlere böyle davranmamalıyız.
 
TURİSTLER ALIŞVERİŞTE

İki satıcı bir takım eşyalar satıyorlar. Birbirleriyle kıyasıya yarış içindeler. Bu sırada üç turist gelir. Amaçları turistleri kazıklamak ve her şeylerini ellerinden almaktır. Ama sonuçta kurnaz Türkler, turist kılığındaki diğer kurnaz Türklere yenilirler.

SATICI I : hanımlar. Beyler, bayanlar! Heeyy merdivenden kayanlar, takısız kalanlar, takıya merak salanlar. Buyrun.

SATICI II : Hey yandaki keriz! Bendeki derya, deniz … Geliniz, geliniz.

SATICI I : Sizden önce alanlar çok memnun kaldılar.

SATICI II : Ona gelenler geri dönemediler; çünkü kazık yediler, soyulmuş soğana döndüler.

(Bu sırada ileriden üç turist görünür.)

SATICI I : Aha bak karşıya. Turistler geliyor.

SATICI II : Bu turistler nedir ne yapmalıyız?

SATICI I : Onları hoşnut etmeliyiz. Yurdumuzdan hoşnut ayrılan her turist bizim yeni dostumuzdur. Mesela yani…

SATICI II : Gel, gel, come, al bu kazaklardan. Bak. Clinton da buradan giyiniyor.

SATICI I : Come nedir lan?

SATICI II : Ben de anlamadım. Come yazıyorlar, kam diye okuyorlar, sonra da gel demek istiyorlar.

SATICI I (Anlamış görünerek…) : Haaa! (Seyirciye dönüp..) Bir şey anlamadım amma…

CLARA : Hello, How are you?

SATICI II : Ne var yahu?

MARY : Hello

SATICI : Hela mı? Hela bu tarafta.

ELIZABETH : Hello my name is Elizabeth.

SATICI II : Ne diyo lan bu? Küfür mü ediyo yoksa?

ELİZABETH : Oh my godd!

SATICI I : Ne diyon sen manyak?

İki satıcı neden manyak diyorsun diye kavga ederler. Bu sırada turistler tezgahtaki malları aşırmaya başlarlar. Satıcıların aralarında da şunlar söylenir:

SATICI I : Turizm sevgi ile büyür.

SATICI II : Ne lan çiçek mi bu?

SATICI I : Turizm kalkınmanın anahtarıdır.

SATICI II : İngiliz anahtarı mı bu?

SATICI I : Bir memnun turist, bin turist yollar……

Bu arada her şeyi alan turistler kendi aralarında konuşurlar.

CLARA : Ben bunlar kadar enayi satıcı görmedim hayatımda.

MARY : Şu İnek Şaban kılıklı, bana melûl melûl bakan adamı soyup soğana çevirmek için can atıyorum.

ELIZABETH : Cep telefonumun kontöre, cüzdanımın paraya, benim de heyecana ihtiyacım olmasaydı sizinle bu aptalları kazıklamaya gelmezdim. Neyse, tiyatroya devam.

MARY : Hey, frikik vermeyelim.

(Konuşmaya devam ederler.)

CLARA : What do you do?

SATICI II : Yattı uyudu. ( Satıcıya-seyirciye dönerek…) Biz ortaokuldayken böyle derdik de…

MARY : Where are you from?

SATICI I : Bunu mu istiyon? Eti Form! Al bu da şirketten.

SATICI II : Aha! İyi uyanık ha! Beleşten mal verip müşteriyi çekmek ha! Müşterimi çalanlar, dünyaya nam salanlar, aha turistleri kandıranlar, turizmin kökünü kurutanlar…

SATICI I : Müşteri çalmadım, senin gibi kazık atmadım.

SATICI II : Peki dün yürüttüğün kazakları ne yaptın?

SATICI I : Yürütmedim kazakları, kandırmadım salakları, gel beraber uyutalım safları.

ELİZABETH : Dediğinizi duyduk, biz sizi soyduk, turistlere kazdığınız kuyuya siz koyduk.

Turistlerin üçü birlikte “Good bye’” diyerek uzaklaşırlar. Satıcılara şaşırarak eşyalarını toplayıp turistlerin arkasından eşyalarını toplayarak hızla sahneyi terk ederler.
 
TURİSTPERVER OTEL

ŞEHRİBAN: Ay yetercim, şu geçen gün gelen Adalet Bey var ya. Kaldığı gün çok rahatsız olmuş. Yan odadan gürültüler geliyormuş. Bir seslenmiş. “Hey! Yan odadaki sen kimsin?” demiş. Yan odadan da “Ben Jaen Clode Van Damme.” Demiş. Ay bizim Adalet Bey ne ya demiş biliyor musun? “Gelsem dördünüzü birden yenerim.” demiş.

YETER: Ayy. Şehriban, Sen geçen gün şu arkeologlardan bahsetmiştin de bu kazıları yaptıklarında çkan fosillerin kadın mı, erkek mi olduklarını nerden biliyorlar acaba?

ŞEHRİBAN : Şeyy, bilmem ki…

ABUZİTTİN : Neresinden bilecekler, tabi ki çenelerinden.

ŞEHRİBAN : Çenelerinden mi? Nasıl yani?

ABUZİTTİN : Çenesi düşükse kadındır.

ŞEHRİBAN : Kadın düşmanı. Sen de..

YETER : Aman sen onu bırak da ben ne zaman şöhret olacağım sen onu söyle.

ŞEHRİBAN : Şu şöhret olacağın sesinle bir şakı da dinleyelim.

(Yeter şarkı söylemeye başlar.)

ŞEHRİBAN : Ay Yetercim yeter! Hadi git de yukarıdaki çarşafları değiştir, yatakları düzelt, camları sil… hadi hadi…

YETER : Sesimi çekemedi de beni gönderiyor. Bu arada aklında bulunsun. Bir şöhret olursam seni menecerim yapacağım. Kendini yetiştirmeye bak.

ŞEHRİBAN : Ay, olur, olur. Sen ilk önce o dediğinden ol da ben sana seve seve menecer olurum Eeee ne de olsa sanatçıları yetiştiren menecerlerdir.

YETER : Hadi canım, sen de!

LUCY : Hello, Hi!

ŞEHRİBAN : Ne?...

LUCY : How you got any room?

ŞEHRİBAN : Ayyy!!! Yiyeyim sizin rumunuzu falan. Gelin gelin şöyle oturun bakayım.

LUCY+JOHN : What?

ŞEHRİBAN : Yeter, Yeterrr!

YETER : Ay ne var be!...

ŞEHRİBAN : Bize dört fincan kahve… Biri orta şekerli olsun. Turistlerimiz damaklarının tadını bulsun. Bir de İngilizce sözlüğünü getir.

YETER : hangisi orta şekerli olsun?

ŞEHRİBAN : Neyse siz bakmayın ona.

ABUZİTTİN : Aneyyy! Dövizler gelmiş, dövizler. Beni niye uyandırmadınız? Ayak bastı parası aldınız mı?

ŞEHRİBAN : Bana bak Abuzittin! Diğer gelenleri de bezdirdin. Sana bunları yedirtmem. Türk misafirperverliğinin adını hep senin gibi kendini gözü açık zannedenler kirletiyor zaten. Hadi şu bavulları al da önümüzde kalabalık yapmasın.

ABUZİTTİN : Aman be! Bir benim yüzümden mi kaçıyor bu turistler?

ABUZİTTİN: (Turistlere) Mani mani

JOHN : What?

ABUZİTTİN : Bu para sahte.

ŞEHRİBAN : Nerden anladın?

ABUZİTTİN : Üzerinde Atatürk resmi yok!

ŞEHRİBAN : Ayy!...

YETER : Buyrun! Buyrun! Bak ıscak, ıscak, köpüklü, köpüklü için bakim.

LUCY : Sör Wıstın cofe. Made in Turkey. Turkish coffie. Oh my god!

ŞEHRİBAN : Aaa! Şuna iyi bak. İyi ki bir sözlüğü al, gel dedik Hemen içine baktın.

YETER : Aaa! Hadi canım, bu İngilizceyi dördüncü sınıftan beri biliyorum.

ŞEHRİBAN : Hiç zorlanmadın mı?

YETER : hayır, ben pek zorlanmadım ama İngilizce öğretmenim bayağı zorlanmıştı.

LUCY : Wery good, wery good.

JOHN : Yes, yes…

ŞEHRİBAN : Afiyet şeker olsun

YETER : Eeee… kim yaptı kahveleri? Hadi, hadi kapatın da Şehriban şöyle falınıza güzelce bir baksın.

ŞEHRİBAN : Şey… Bilmem ki…

LUCY+JOHN (Anlıyorlarmış gibi) : Yes, yes…

ŞEHRİBAN : Eh bu kadar ısrar ediyorsanız bakalım bakalım . (Eline kahve fincanını alır.) Hişt kız! Bak, adın neydi senin? What is your name?

LUCY : I’m Lucy

ŞEHRİBAN : Lucy… Oh, çok güzel! Bak Lucy görüyor musun?

LUCY : What?

ŞEHRİBAN : Kız Yeter neydi o… seni çok seviyor evleneceksiniz neymiş?

YETER : Aman, aman! Tamam, buldum. Ne biçim sözlük bu yahu? He’s not fait full at too you

ŞEHRİBAN : Aaaa.. Kız Lucy, He’s not fait full at to you?

LUCY : Oh my good John?

JOHN : No, no, no…!!!!

ŞEHRİBAN : Kız Yeter, bunlar yoksa kardeş miydi? Böyle ağlıyorlar.

YETER : Yok be! Kardeş olsalar biraz benzerler. Hııı şehriban!!!!ben yanlış yere bakmışım. Onlara ne demişiz biliyor musun?

ŞEHRİBAN : Ne demişiz kız? Kötü bir şey mi?

YETER : Kızmak yok ama…

ŞEHRİBAN : Tamam, tamam. Kızmam!

YETER : Lucy’e var ya… Bu seni aldatıyor demişiz!

ŞEHRİBAN : Deme!!!

YETER : Dedim bile!

ŞEHRİBAN : Hemen bul şu seni çok seviyor demeyi

YETER : Hıh, tamam tamam buldum! He Loves You

ŞEHRİBAN : He loves you! Kız Lucy, he loves you!

JOHN : Yes, yes!

LUCY : I’m not understand

(Şehriban, Lucy’e vermesi için John’a çiçek verir. Ancak John çiçekleri Şehriban’ın kafasına fırlatıp sahneden çıkar.)

ŞEHRİBAN : Yine her şeyi yüzümüze gözümüze bulaştırdık.

YETER : Kırk yılın başında otelimize bir turist geldi ama onu da mahvettik.

ŞEHRİBAN : Keşke ailemi dinleyip İngilizce dersinde başarılı olsaydım.
 
Geri
Top