Dur Yolcu
Güneşin altın sarısı ışıklarının, yemyeşil çayırları ve minik çiçekleri okşadığı bir diyar vardı. Bu diyarın ortasında, bin yıllık ulu bir ağaç yükselirdi. Dalları gökyüzüne doğru uzanır, kökleri ise toprağın derinliklerine inerlerdi. Bu ağacın altında, "Dur Yolcu" adı verilen küçük bir taş otururdu. Bu taş, sıradan bir taş gibi görünse de, kalbinde kocaman bir sır saklardı.
Dur Yolcu, diyarın sakinleri tarafından çok sevilirdi. Çocuklar ona hikayeler anlatır, yaşlılar ise hayat tecrübelerini onunla paylaşırlardı. Dur Yolcu, hiç konuşmasa da, hepsini can kulağıyla dinler, kalbinde saklardı.
Bir gün, bu güzel diyara Uzun Yollar Gezgini adında bir maceraperest geldi. Gezgin, dünyayı dolaşmış, pek çok farklı diyar görmüştü. Yanında, her maceradan getirdiği hatıralar taşırdı; rengarenk taşlar, parlak tüyler ve farklı şekillerde deniz kabukları…
Gezgin, yorgun adımlarla ulu ağacın altına geldiğinde, Dur Yolcu’yu gördü. “Merhaba küçük taş,” dedi, “Ben Uzun Yollar Gezgini. Çok yoruldum, biraz dinlenmek istiyorum.”
Dur Yolcu, her zamanki gibi sessiz kaldı. Gezgin, yere oturdu ve yanına getirdiği eşyaları çıkardı. Taşları, tüyleri, kabukları inceledi. Sonra derin bir iç çekerek, “Bunca yolu gezdim, bunca şey gördüm, ama hâlâ içimde bir eksiklik var” dedi.
Dur Yolcu, bu sözleri duyduğunda, kalbinde bir kıpırtı hissetti. O da uzun zamandır kendini eksik hissediyordu. Gezgin, bir süre daha eşyalarıyla oynadıktan sonra, “Belki de bir hikaye anlatırsam rahatlarım,” dedi ve anlatmaya başladı.
Gezgin, gittiği diyarlardan bahsetti. Denizlerin ötesindeki adaları, buzlarla kaplı dağları, çölün derinliklerini anlattı. Her bir macera, birbirinden heyecanlıydı. Dur Yolcu, nefesini tutarak dinledi. Gezgin hikayelerini anlatırken, taşın kalbi sanki büyüyordu.
Gezgin, hikayesini bitirince, Dur Yolcu’ya döndü. “Sence de çok güzel değil miydi?” diye sordu.
Dur Yolcu, bu sefer susmadı. Taştan, ince bir ses yükseldi. “Evet, çok güzeldi. Ama senin hikayelerin, yalnızca senin gördüklerin. Ya benim, benim içimde sakladıklarım?”
Gezgin şaşırdı. “Sen konuşabiliyor musun?”
Dur Yolcu, “Ben hep konuşuyordum, ama kimse beni dinlemiyordu,” dedi. “Ben, bu diyarın kalbiyim. Buradaki herkesin anıları, hikayeleri benim içimde saklı. Ama hiç kimse, benim hikayelerimi dinlemek istemedi.”
Gezgin, bu sözleri duyduğunda, utandı. Dünyayı gezmişti, ama en yakındaki bir sırrı görmemişti. “Peki, senin hikayelerin neler?” diye sordu merakla.
Dur Yolcu, anlatmaya başladı. Diyarın kurulduğu günden beri yaşananları, insanların sevinçlerini, hüzünlerini, umutlarını anlattı. Ağaçların fısıltılarını, kuşların şarkılarını, rüzgarın getirdiği haberleri bir bir dile getirdi. Gezgin, büyülenmiş gibi dinledi. O zamana kadar hiç kimsenin duymadığı, bilmediği, eşsiz bir hikaye dinliyordu.
Güneş batmaya başladı. Gezgin, Dur Yolcu’nun anlattıklarından o kadar etkilenmişti ki, içindeki eksiklik kaybolmuştu. “Teşekkür ederim Dur Yolcu,” dedi, “Bana hayatımın en güzel hikayesini anlattın. Artık anlıyorum, her yerdeki güzelliği görmek için, sadece uzaklara gitmek yetmez, bazen de en yakındaki güzelliğe kulak vermek gerekir.”
Gezgin, ertesi gün yoluna devam etti. Yanında, yeni bir hatıra taşıyordu: Dur Yolcu'nun hikayesi. Her gittiği yere, bu hikayeyi anlatıyor, insanlara kalplerindeki sesi dinlemeyi öğretiyordu.
O günden sonra, Dur Yolcu, herkes tarafından daha çok sevildi. İnsanlar, ona sadece hikayeler anlatmakla kalmadılar, onun hikayelerini de dinlediler. Çünkü anlamışlardı ki, en güzel maceralar bazen, en yakınımızda saklıdır. Ve en güzel yolculuklar, kalbimizin sesini dinleyerek yapılır.
Güneşin altın sarısı ışıklarının, yemyeşil çayırları ve minik çiçekleri okşadığı bir diyar vardı. Bu diyarın ortasında, bin yıllık ulu bir ağaç yükselirdi. Dalları gökyüzüne doğru uzanır, kökleri ise toprağın derinliklerine inerlerdi. Bu ağacın altında, "Dur Yolcu" adı verilen küçük bir taş otururdu. Bu taş, sıradan bir taş gibi görünse de, kalbinde kocaman bir sır saklardı.
Dur Yolcu, diyarın sakinleri tarafından çok sevilirdi. Çocuklar ona hikayeler anlatır, yaşlılar ise hayat tecrübelerini onunla paylaşırlardı. Dur Yolcu, hiç konuşmasa da, hepsini can kulağıyla dinler, kalbinde saklardı.
Bir gün, bu güzel diyara Uzun Yollar Gezgini adında bir maceraperest geldi. Gezgin, dünyayı dolaşmış, pek çok farklı diyar görmüştü. Yanında, her maceradan getirdiği hatıralar taşırdı; rengarenk taşlar, parlak tüyler ve farklı şekillerde deniz kabukları…
Gezgin, yorgun adımlarla ulu ağacın altına geldiğinde, Dur Yolcu’yu gördü. “Merhaba küçük taş,” dedi, “Ben Uzun Yollar Gezgini. Çok yoruldum, biraz dinlenmek istiyorum.”
Dur Yolcu, her zamanki gibi sessiz kaldı. Gezgin, yere oturdu ve yanına getirdiği eşyaları çıkardı. Taşları, tüyleri, kabukları inceledi. Sonra derin bir iç çekerek, “Bunca yolu gezdim, bunca şey gördüm, ama hâlâ içimde bir eksiklik var” dedi.
Dur Yolcu, bu sözleri duyduğunda, kalbinde bir kıpırtı hissetti. O da uzun zamandır kendini eksik hissediyordu. Gezgin, bir süre daha eşyalarıyla oynadıktan sonra, “Belki de bir hikaye anlatırsam rahatlarım,” dedi ve anlatmaya başladı.
Gezgin, gittiği diyarlardan bahsetti. Denizlerin ötesindeki adaları, buzlarla kaplı dağları, çölün derinliklerini anlattı. Her bir macera, birbirinden heyecanlıydı. Dur Yolcu, nefesini tutarak dinledi. Gezgin hikayelerini anlatırken, taşın kalbi sanki büyüyordu.
Gezgin, hikayesini bitirince, Dur Yolcu’ya döndü. “Sence de çok güzel değil miydi?” diye sordu.
Dur Yolcu, bu sefer susmadı. Taştan, ince bir ses yükseldi. “Evet, çok güzeldi. Ama senin hikayelerin, yalnızca senin gördüklerin. Ya benim, benim içimde sakladıklarım?”
Gezgin şaşırdı. “Sen konuşabiliyor musun?”
Dur Yolcu, “Ben hep konuşuyordum, ama kimse beni dinlemiyordu,” dedi. “Ben, bu diyarın kalbiyim. Buradaki herkesin anıları, hikayeleri benim içimde saklı. Ama hiç kimse, benim hikayelerimi dinlemek istemedi.”
Gezgin, bu sözleri duyduğunda, utandı. Dünyayı gezmişti, ama en yakındaki bir sırrı görmemişti. “Peki, senin hikayelerin neler?” diye sordu merakla.
Dur Yolcu, anlatmaya başladı. Diyarın kurulduğu günden beri yaşananları, insanların sevinçlerini, hüzünlerini, umutlarını anlattı. Ağaçların fısıltılarını, kuşların şarkılarını, rüzgarın getirdiği haberleri bir bir dile getirdi. Gezgin, büyülenmiş gibi dinledi. O zamana kadar hiç kimsenin duymadığı, bilmediği, eşsiz bir hikaye dinliyordu.
Güneş batmaya başladı. Gezgin, Dur Yolcu’nun anlattıklarından o kadar etkilenmişti ki, içindeki eksiklik kaybolmuştu. “Teşekkür ederim Dur Yolcu,” dedi, “Bana hayatımın en güzel hikayesini anlattın. Artık anlıyorum, her yerdeki güzelliği görmek için, sadece uzaklara gitmek yetmez, bazen de en yakındaki güzelliğe kulak vermek gerekir.”
Gezgin, ertesi gün yoluna devam etti. Yanında, yeni bir hatıra taşıyordu: Dur Yolcu'nun hikayesi. Her gittiği yere, bu hikayeyi anlatıyor, insanlara kalplerindeki sesi dinlemeyi öğretiyordu.
O günden sonra, Dur Yolcu, herkes tarafından daha çok sevildi. İnsanlar, ona sadece hikayeler anlatmakla kalmadılar, onun hikayelerini de dinlediler. Çünkü anlamışlardı ki, en güzel maceralar bazen, en yakınımızda saklıdır. Ve en güzel yolculuklar, kalbimizin sesini dinleyerek yapılır.