Geleneksel eğitim, gündelik toplumsal zorluklarla yüzleşmek konusunda verebilecekleri açısından tükenmiş durumda. Günümüzde, etrafımızda, güvenilir kaynakları belirlemeyi öğrenmek ve bunları bilgi edinmek için kullanmak anlamında derlememiz gereken çok fazla bilgi var.
Geleneksel eğitim sistemi, ana amacın ezberlemek olduğu sistematik ve mekanik bir öğrenme sürecine dayanıyor. Günümüzde ise, birçok çalışma farklı öğretme ve öğrenme yollarını savunmakta. Bu eğitim devriminin ana hedeflerinden biri düşünmeyi öğrenmek ve hepimizin yavaş yavaş buna tanık oluyor durumda olduğumuzu söylemek sanıyoruz yanlış olmayacaktır. Bu yeni sistemdeki temel amaç, öğrencilere bilgiyi kendi başlarına aramak ve eleştirel bir şekilde özümsemek için araçlar sağlamak.
Süreçleri değiştirmek ve öğrencileri iyi analizler yapabilmeleri, sorunları etkili bir şekilde çözebilmeleri ve gelecekte de doğru kararlar alabilmeleri için hazırlamak önemli. Bu nedenle, nasıl düşüneceğimizi öğretmek ve öğrenmek açısından bakınca, tüm eylemlerimizin düşüncelerimize dayandığını hatırlamak da son derece önemli. Bu, bireylerin, çok küçük yaşlardan itibaren başarılı düşünürler olmalarına yardımcı olacak ve böylelikle bu genç insanlar, kendilerini sadece ezberlemeye adamayacaklardır.
Bununla birlikte, diğer taraftan, birçok eğitim profesyoneli, anlamaya, cevaplar yerine sorular üretmenin değerine ve düşünmenin gücünü kullanarak problemleri çözmenin yeni yollarını yaratmaya dayalı metodolojiler üzerine herşeylerini vermekte. Ancak, bunu başarmak için prosedürleri ve araçları da yenilemek gerekiyor.
Düşünmeye dayalı öğrenme (Thinking-Based Learning – TBL) modeli ise, daha bilinçli ve derinlemesine öğrenme ortamı sağlıyor. Aslında, bu yöntem, öğrencinin yeni bilgilerle ilgilenme şeklini de değiştirebiliyor. Eğitim alanındaki en etkili kişiliklerden ve bu yöntemin yaratıcısı olan Robert Swartz, bu metodu yaratıcı ve eleştirel düşünmeyi öğreten bir metodoloji olarak tanımlıyor.
Dahası, Robert Swartz, bu metodolojinin Boston’da bir tarih dersine katıldığı dönemde ortaya çıktığını açıklıyor. Bu ders esnasında, öğretmen öğrencilerine üzerlerinde düşünmeleri için iki farklı hikaye sunuyor ve hangisine inanmaları gerektiğini düşünmelerini istiyor. O anda Swartz, bu çocukların okuduklarını doğru ve güvenilir olarak kabul etmeleri gereken bir şey olup olmadığına karar vermeyi öğrendiklerini fark ediyor. Sonuç olarak, bu perspektifi her şeye uygulayabileceğini bu esnada keşfediyor.
Bu aktif metodoloji içeriğin de ötesine geçiyor. Birincisi, bu yöntem, öğrencilerin düşünmeyi öğrenmelerini ve gerçek dünyadaki sorunları çözme fırsatına sahip olmalarını sağlıyor. İkincisi, öğrencileri kalıpların dışında düşünmeye ve farklı konularda kendi araştırmalarını yapmaya teşvik ediyor. Bu şekilde, öğrenme süreci ezberlemeye değil, içeriğin içselleştirilmesine bağlanmış oluyor.
Düşünmeyi öğretmek ve öğrenmek grup çalışmasını gerektiriyor. Sonuçta, tüm düşünme süreçleri, ortak çalışmaya dayalı olduklarında en iyi şekilde işliyorlar. Düşüncelerinizi ve fikirlerinizi çevrenizdekilerle paylaşmak, ekip çalışmasını teşvik edecektir ve bu da her türlü öğrenmeyi yansıtmaya ve paylaşmaya yardımcı olacaktır.
Dahası, sorular bir öğrencinin fikirlerini yapılandırma, yanıtlarını sentezleme ve akıl yürütme yoluyla görüşlerini savunma becerilerini artırmak için yararlı birer araç. Sonuç olarak, bu soruları üreten çocukların özerklik anlayışlarında da bir artış olacaktır. Bu yöntemi özümseyen gençler, oldukça hızlı bir biçimde, bilinmeyen alanları keşfetmek isteyecek kadar kendinden emin hissedeceklerdir. Bu anlamda iyi bir öğretmen, her durum için hangi soruların en uygun olduğunu biliyor olmalı.
Altı tane şapkanın her biri ayrı bir düşünme şeklini temsil ediyor. Her birinin farklı bir rengi var ve bu renkler, bir problemle karşı karşıya kalındığında kullanabileceğimiz düşünce yönlerini temsil ediyorlar. Bu teknikte, her katılımcı, kullandıkları düşünme türünü belirtmek için bir şapka takıp çıkardığını hayal ediyor.
Geleneksel eğitim sistemi, ana amacın ezberlemek olduğu sistematik ve mekanik bir öğrenme sürecine dayanıyor. Günümüzde ise, birçok çalışma farklı öğretme ve öğrenme yollarını savunmakta. Bu eğitim devriminin ana hedeflerinden biri düşünmeyi öğrenmek ve hepimizin yavaş yavaş buna tanık oluyor durumda olduğumuzu söylemek sanıyoruz yanlış olmayacaktır. Bu yeni sistemdeki temel amaç, öğrencilere bilgiyi kendi başlarına aramak ve eleştirel bir şekilde özümsemek için araçlar sağlamak.
Süreçleri değiştirmek ve öğrencileri iyi analizler yapabilmeleri, sorunları etkili bir şekilde çözebilmeleri ve gelecekte de doğru kararlar alabilmeleri için hazırlamak önemli. Bu nedenle, nasıl düşüneceğimizi öğretmek ve öğrenmek açısından bakınca, tüm eylemlerimizin düşüncelerimize dayandığını hatırlamak da son derece önemli. Bu, bireylerin, çok küçük yaşlardan itibaren başarılı düşünürler olmalarına yardımcı olacak ve böylelikle bu genç insanlar, kendilerini sadece ezberlemeye adamayacaklardır.
Düşünmeyi öğrenmek ve bunu öğretmenin önemi
Çoğu okulda, hiçbir eğitim modeli öğrencilere nasıl düşüneceklerini öğretmiyor ne yazık ki. Geleneksel sistemlerle eğitimlerine devam eden okullar, geleneksel araçları, yöntemleri ve kısa vadeli teknikleri kullanmaya devam ediyorlar. Öğretmenler neredeyse tüm zamanlarını öğrencilere denklemleri çözmeyi ve muhtemelen en fazla birkaç gün içinde büyük ihtimalle hiç bir şekilde hatırlamayacakları metinleri ezberlemeyi öğreterek geçiriyorlar.Bununla birlikte, diğer taraftan, birçok eğitim profesyoneli, anlamaya, cevaplar yerine sorular üretmenin değerine ve düşünmenin gücünü kullanarak problemleri çözmenin yeni yollarını yaratmaya dayalı metodolojiler üzerine herşeylerini vermekte. Ancak, bunu başarmak için prosedürleri ve araçları da yenilemek gerekiyor.
Düşünmeye Dayalı Öğrenme (Thinking-Based Learnind – TBL) nelerden oluşuyor?
Şu an itibariyle, bu konularla ilgili çalışmalar yürüten pek çok eğitim kurumu bir adım öne çıktı bile. Bir bakıma, bu yenilikçi kurumlar, geleneksel metodolojinin çok az içsel anlamlar kullanarak tekrarlamaya odaklandığını fark ettiler. Temel olarak, bu öğretim modeli etkisiz kalıyor çünkü eleştirel ve yansıtıcı düşünme uygulamaya konulmamış oluyor.Düşünmeye dayalı öğrenme (Thinking-Based Learning – TBL) modeli ise, daha bilinçli ve derinlemesine öğrenme ortamı sağlıyor. Aslında, bu yöntem, öğrencinin yeni bilgilerle ilgilenme şeklini de değiştirebiliyor. Eğitim alanındaki en etkili kişiliklerden ve bu yöntemin yaratıcısı olan Robert Swartz, bu metodu yaratıcı ve eleştirel düşünmeyi öğreten bir metodoloji olarak tanımlıyor.
Dahası, Robert Swartz, bu metodolojinin Boston’da bir tarih dersine katıldığı dönemde ortaya çıktığını açıklıyor. Bu ders esnasında, öğretmen öğrencilerine üzerlerinde düşünmeleri için iki farklı hikaye sunuyor ve hangisine inanmaları gerektiğini düşünmelerini istiyor. O anda Swartz, bu çocukların okuduklarını doğru ve güvenilir olarak kabul etmeleri gereken bir şey olup olmadığına karar vermeyi öğrendiklerini fark ediyor. Sonuç olarak, bu perspektifi her şeye uygulayabileceğini bu esnada keşfediyor.
Bu aktif metodoloji içeriğin de ötesine geçiyor. Birincisi, bu yöntem, öğrencilerin düşünmeyi öğrenmelerini ve gerçek dünyadaki sorunları çözme fırsatına sahip olmalarını sağlıyor. İkincisi, öğrencileri kalıpların dışında düşünmeye ve farklı konularda kendi araştırmalarını yapmaya teşvik ediyor. Bu şekilde, öğrenme süreci ezberlemeye değil, içeriğin içselleştirilmesine bağlanmış oluyor.
Sınıfta işbirlikçi bir şekilde düşünmeyi öğrenmek
Düşünmeyi öğrenmek için, dersin öğretmeni, bir kolaylaştırıcı etmen olarak hareket etmeli. Öğretmenler, öğrencilerini problemleri, vakaları ve projeleri çözmeleri için yönlendirmeliler. Bununla, ders sırasında aktif kalmalarını da teşvik etmiş olacaklardır.Düşünmeyi öğretmek ve öğrenmek grup çalışmasını gerektiriyor. Sonuçta, tüm düşünme süreçleri, ortak çalışmaya dayalı olduklarında en iyi şekilde işliyorlar. Düşüncelerinizi ve fikirlerinizi çevrenizdekilerle paylaşmak, ekip çalışmasını teşvik edecektir ve bu da her türlü öğrenmeyi yansıtmaya ve paylaşmaya yardımcı olacaktır.
Düşünmeyi öğrenmek ve öğretmek: sorular üretmenin önemi
Diyalog, bilgi edinmek için temel bir kaynak. Zaten MÖ 5. yüzyılda, Sokrates, iletişimin ne kadar kullanışlı olduğunu fark etti ve buna ilişkin bütüncül bir yöntem tasarladı. Sokratik yöntem olarak da adlandırılan ve orijinal adı maieutics olan bu yöntem, soruları düşünme süreçleri geliştirmenin bir yolu olarak görüyor. Bununla birlikte, sınıfta sorulan sorular, öğrencilerin yeni soruları cevaplamaya ve/veya sormaya çalışması için teşvik edici bir göreve sahip olacaklardır.Dahası, sorular bir öğrencinin fikirlerini yapılandırma, yanıtlarını sentezleme ve akıl yürütme yoluyla görüşlerini savunma becerilerini artırmak için yararlı birer araç. Sonuç olarak, bu soruları üreten çocukların özerklik anlayışlarında da bir artış olacaktır. Bu yöntemi özümseyen gençler, oldukça hızlı bir biçimde, bilinmeyen alanları keşfetmek isteyecek kadar kendinden emin hissedeceklerdir. Bu anlamda iyi bir öğretmen, her durum için hangi soruların en uygun olduğunu biliyor olmalı.
Altı Şapkalı Düşünme Tekniği
Edward De Bono, problem analizini veya farklı bakış açılarından çözümü kolaylaştırmak için Altı Şapkalı Düşünme Tekniğini yarattı. Yanal ve yaratıcı düşünce ile paralel düşünmeyi teşvik etmeye hizmet eden bu yöntem geleneksel muhakeme yöntemlerine bir alternatif olarak görülüyor.Altı tane şapkanın her biri ayrı bir düşünme şeklini temsil ediyor. Her birinin farklı bir rengi var ve bu renkler, bir problemle karşı karşıya kalındığında kullanabileceğimiz düşünce yönlerini temsil ediyorlar. Bu teknikte, her katılımcı, kullandıkları düşünme türünü belirtmek için bir şapka takıp çıkardığını hayal ediyor.