Ebru geleneksel bir Türk-İslam sanatıdır. İlk defa Türkistan’da bulunan Buhara şehrinde yapılmakta iken, ipek yolu kanalı ile İran üzerinden Anadolu’ya gelmiştir. Tarihinin çok daha eskilere dayandığı tahmin edilmekle beraber, elimizdeki en eski ebrular 1500’lü yıllardan kalmadır.
Bunlardan birisi, ARİFİ’nin 1539-1540 tarihli GUY-I ÇEVGAN adlı eseridir (Topkapı Sarayı, Hazine 845’te kayıtlı). “Ebru” kelimesinin kökenine bakacak olursak, bu ibarenin Farsça’daki “ebr” (bulut-bulutumsu) sözcüğünden kaynaklandığı sanılmaktadır. Bu sanat, önceleri ciltçilikte, kitap yan kapaklarında ve süsleme amaçlı olarak kullanılmıştır. Ebru, 1600-1700 yılları arasında en parlak dönemini yaşamıştır. Avrupa, Venedikli sanatçı ve tacirler kanalıyla bu sanatı Türklerden öğrenmiştir. Halen, batıda bu sanatla ilgili olarak “Türk kağıdı”, “Türk mermerli kağıdı”, “Türk kağıt mermerleme sanatı” türünde ifadeler kullanılmaktadır. Matbaanın yaygınlaşmasıyla birlikte, bu geleneksel sanatımız yavaş yavaş gerilemeye başlamış, ebruzenlerin bu sanatı icra yoluyla geçimlerini sağlamaları imkansız hale geldiğinden, sayıları gitgide azalmıştır. Yirminci yüzyıla gelindiğinde, ebru sanatı yok olmaya yüz tutmuş, bir avuç sanatçının mücadelesi sonucunda günümüze kadar ulaşmıştır. Bunda, Necmettin Okyay ve Mustafa Düzgünman gibi sanatçıların fedakârlıkları ve emekleri unutulmamalıdır.
Günümüzde ebru sanatımız, İstanbul başta olmak üzere yurt içi ve yurtdışındaki birçok yerde ve kurumda kurslar ve usta-çırak tarzı eğitim yoluyla bir sonraki nesle aktarılmaktadır. Son yıllarda dünyanın birçok yerinde birbiri ardına ebru sergileri ve atölye çalışmaları yapılmakta, ve büyük ilgi görmektedir. Geçtiğimiz yüzyılda neredeyse kaybettiğimiz bu sanatımız, şu anda yeni bir altın döneme doğru gitmektedir.
Ebru’nun yapım tekniğinden bahsetmek gerekirse, bu sanatı kısaca kitreli su üzerine atılan toprak boyalara çeşitli şekiller verilerek kâğıt üzerinden alınan bir resim sanatı olarak tanımlayabiliriz. Ebru yapım malzemeleri arasında, Anadolu’da yetişen geven (keven) veya kitre ismi verilen dikenli bitkinin önemi büyüktür. Bu bitkinin kökünden elde edilen sakız kıvamlı karışım suda eritilip kullanılmakta ve ebrunun motiflerinin üzerinde ortaya çıkacağı sıvının ana maddesini oluşturmaktadır. Diğer bir önemli malzeme de, toprak boyaların parçalanmasını ve ayrışmasını sağlayan öküz ödüdür. Ayrıca, bu sanat, hiçbir suni malzeme kullanılmaması nedeniyle geleneksel olma özelliğini devam ettirmektedir. Geleneksel Ebru yapımında asıl olan, gerçek toprak boya ve diğer doğal malzeme ve araçların kullanılmasıdır. Bu yönü ile, ebru malzemelerinin sıra dışı bir yanı vardır. Toprak boyaların güneş ışığına ve zamanın diğer etkilerine karşı dayanıklı olduğu ve kolay kolay renklerin solmadığı yüzyıllar öncesinde yapılmış ebruların günümüze hiç eskimeden gelmiş olmasından anlaşılmaktadır. Elde edilen hiçbir ebru birbirinin aynısı değildir. Bu nedenle her ebru benzersizdir, parmak izi gibidir. Ebru, tıp alanında da stres giderici ve tedavi edici yönüyle tanınmaktadır
Uzun yıllar nesilden nesle usta-çırak ilişkiyle aktarılan ebru yapım bilgisi ve teknikleri, bu sanatın ve geleneğin gerektirdiği ustalığa, tecrübeye, felsefeye ve ahlaki özelliklere sahip sanatçılar tarafından başarılı bir şekilde kullanılmakta ve gelecek nesillere de öğretilmektedir. Bu arada, her sanat gibi ebru da, geçirdiği yüzyıllarca yıllık gelişim sürecinde gerek yapımında kullanılan malzemeler, gerek elde edilen motifler bakımından, gerekse ebru kâğıdının kullanım alanları bakımından devamlı olarak değişimler yaşamıştır. Avrupa’da ve ülkemizde bazı sanatçılar tarafından geleneksel üslup dışında da ebru eserleri yapılmaktadır. Klasik ebru anlayışının ötesinde, günümüzde özellikle batı dünyasında artık ebru teknesinden yağlı boya, guaj veya sulu boya benzeri ebru örnekleri çıkmaya başlamıştır. Zor teknikler de deneyerek günümüzde çalışmalarını sürdüren genç kuşak sanatçılarının bir kısmı, bir yandan ebru sanatını yaşatma mücadelesine katkıda bulunurken, diğer yandan da soyut resimlere yaklaşan bir görüşle geleneksel ebrunun sınırlarını zorlamaktadır. Bu tür deneysel çalışmaların yapılması normal ve kabul edilebilir görülmekle birlikte, bu ürünler ebru üstatları tarafından geleneksel ebru çerçevesinin dışında kabul edilmektedir.
Atalarımızın mirası olan geleneksel gelişim çizgisini göz ardı etmemek ve korumak, ebru sanatını icra eden sanatçıların en önemli düsturlarından biridir.
Ebru sanatı Orta Asya’da özellikle horasanda ortaya çıktığı ve Türkler ile birlikte Anadolu’ya geldiği söylenir. Eski dönemlerde deri ciltli kitaplarda yan kâğıdı diye tabir edilen kitap ile cilt arasında kullanılan bir malzeme olarak kullanılmıştır.
Ebru kâğıdının ilk icadını tarih olarak bir yere oturtamamaktayız. Çünkü ciltlenmiş yazma eserlerde tarih kaydı olsa bile yıpranan bu eserlerin restore edildiğini de düşünecek olursak eserde kullanılan Ebru kâğıdının eserden sonra yapıldığı ihtimalini de ortaya çıkarmaktadır. Üzerinde tarih kaydı düşülmüş hat levhası olarak ebru kâğıdı kullanılmış ilk örnek miladi 1554 yılına tarihlenmiş bir Malik-i Deylemi yazısı bize ilk Ebrunun 15. yüzyıla kadar giden bir mazisi olduğunu göstermesi bakımından önem taşımaktadır.
Ebru kâğıdının batıdaki ismi, Türk Kağıdı veya Türk Mermer Kağıdı şeklindedir. Avrupa’da Ebru üzerine yapılmış neşriyat içerisinde Buntpaper (Alacalı Kağıt) isimli eserde Ebrunun Türkistan’dan çıkmış olduğu belirtilmektedir. Ebru kağıdı üzerinde mermerimsi desenler görüldüğü için Ebru kağıdına mermer kağıdı anlamında Papier Marbre, Marmor Papieri, Marbled Paper ) demeyi tercih etmişlerdir. Arap dünyasında ise Varakul-mücezze (damarlı kâğıt) tabiri ile şöhret bulmuştur.
16. yüzyıl sonlarında İstanbul’dan Avrupalı seyyahların kendi memleketlerine götürdükleri bu Türk sanatı, önce Almanya’da ardından Fransa ve İtalya’da Türk mermer kağıdı adıyla tanınıp benimsenmiş ve imaline başlanmıştır. Batılı kafa daha önce bilimsel keşiflerde yaptığı gibi bu sanat dalında da aynı şeyi yapmış; ebrulara kendi adlarını vererek bu sanatın Türk ve Müslüman kökenli kaynağını unutturmaya çalışmıştır.
Ebru yapan sanatkârlar için bugün Ebrizen veya Ebruzen tabiri kullanılmaktadır. Ebru bir anlamda nefis terbiyesidir Ebruzen için ona sabrı ve tevekkülü öğretir.
Ebru, gönül işidir. Ne kadar eliniz çalışsa da tekne başında aslında nakışlarınızı gönül haddesinden geçirip resmedersiniz suyun üzerine.
Ebrunun verdiği huzur, insanın hamurundaki malzemelerle yapılışındandır belki de. Cenab-ı Hak, her şeyi sudan ve topraktan yarattığını söyler Peygamber Efendimize vahyettiği ayetlerinde. Suyun ve boyanın inanılmaz raksı arasında şeb-i arus yaşatır tekne başındaki insana.
Ebru kendine özgü bir sanat dalıdır. Topraktan gelip yine toprağa dönecek olan insanoğlu ebruda kullanacağı boyaları da toprağın bağrından derler. Toplanan topraklar dest-i seng (el taşı) vasıtasıyla saatlerce ezilerek ebrunun büyülü dekoru için öd katılarak pişmeye bırakılır haftalarca. Hazırlanan boyalar bir zamanların dörtnala koşturan atları şimdi de ebrucunun fırçası olmaya adaydır. Atın kuyruğu Efendimizi remzeden gülün dalı ile birleşir ve ebruzene fırça olur.
Ebru, kitre dediğimiz ve Anadolu’da yetişen Geven Otu (Astragalus) çeşitlerinin özsuyunun hava ile birleşmesi neticesinde katılaşan bir çeşit az yapışan z*** çeşididir. Kitre yaklaşık bir hafta karıştırılarak suda eritilir ve salep kıvamını alması sağlanır ve kalın bir bez torba ile süzülerek ebru teknesine boşaltılır.
Ebru teknesi Çidene (budaksı Çam) tahtasından veya çinkodan yahut galvanizden yapılmış dikdörtgen şeklinde 6 cm. derinliğinde bir tepsidir. Eğer tekne ahşap ise su sızdırmaması için ziftle kaplanır. Ebru yapılacak kâğıdın ebadına göre tekne boyutları değişebildiği gibi daha çok 35×50 cm. ebadında tekne kullanılır.
Ebru boyalarının pişmesi için ana kaba bir miktar öd damlatıldığı gibi aynı zamanda boyaların kitreli su yüzeyinde kalması veya boyaların birbirine karışmaması için sığır ödü ile boya ayarı yapılır. Boyalar gül dalından ve at kılından imal edilmiş fırçalar yardımı ile su yüzeyine eşit miktarlarda serpilerek tarz-ı kadim dediğimiz Battal ebrusu yapılır.
Ayasofya Hatibi hatip Mehmed Efendinin anısına ölümsüzleşen Hatip Ebrusu ile süregelen ebru aşkı yeri gelir karşımıza şal deseni, gelgit, taraklı, akkase, somaki, bülbül yuvası ile arzı endam ediverir kağıt üzerine. Mustafa Düzgünman Hoca ise çiçekli ebruyu laleyi, karanfili,menekşeyi sümbülü resmeder suyun üzerine.
Ebru sanatının günümüze gelmesinde Özbekler Tekkesi Şeyhi Hezarfen İbrahim Efendi, Nafiz Efendi, Aziz Efendi, Mustafa Düzgünman ve Necmeddin Okyay hocalarımızın emekleri unutulmamalarıdır. Onlardan mirası devralan günümüz ebrucularından Fuat Başar, Hikmet Barutçugil, Alpaslan Babaoğlu, İsmail Dündar hocalarımız bayrağı elden bırakmaz ve yetiştirdikleri talebeleri ile ebru sanatının yaşamasını sağlamaktadırlar.
Konu internetten derlenerek hazirlanmistir.
Bunlardan birisi, ARİFİ’nin 1539-1540 tarihli GUY-I ÇEVGAN adlı eseridir (Topkapı Sarayı, Hazine 845’te kayıtlı). “Ebru” kelimesinin kökenine bakacak olursak, bu ibarenin Farsça’daki “ebr” (bulut-bulutumsu) sözcüğünden kaynaklandığı sanılmaktadır. Bu sanat, önceleri ciltçilikte, kitap yan kapaklarında ve süsleme amaçlı olarak kullanılmıştır. Ebru, 1600-1700 yılları arasında en parlak dönemini yaşamıştır. Avrupa, Venedikli sanatçı ve tacirler kanalıyla bu sanatı Türklerden öğrenmiştir. Halen, batıda bu sanatla ilgili olarak “Türk kağıdı”, “Türk mermerli kağıdı”, “Türk kağıt mermerleme sanatı” türünde ifadeler kullanılmaktadır. Matbaanın yaygınlaşmasıyla birlikte, bu geleneksel sanatımız yavaş yavaş gerilemeye başlamış, ebruzenlerin bu sanatı icra yoluyla geçimlerini sağlamaları imkansız hale geldiğinden, sayıları gitgide azalmıştır. Yirminci yüzyıla gelindiğinde, ebru sanatı yok olmaya yüz tutmuş, bir avuç sanatçının mücadelesi sonucunda günümüze kadar ulaşmıştır. Bunda, Necmettin Okyay ve Mustafa Düzgünman gibi sanatçıların fedakârlıkları ve emekleri unutulmamalıdır.
Günümüzde ebru sanatımız, İstanbul başta olmak üzere yurt içi ve yurtdışındaki birçok yerde ve kurumda kurslar ve usta-çırak tarzı eğitim yoluyla bir sonraki nesle aktarılmaktadır. Son yıllarda dünyanın birçok yerinde birbiri ardına ebru sergileri ve atölye çalışmaları yapılmakta, ve büyük ilgi görmektedir. Geçtiğimiz yüzyılda neredeyse kaybettiğimiz bu sanatımız, şu anda yeni bir altın döneme doğru gitmektedir.
Ebru’nun yapım tekniğinden bahsetmek gerekirse, bu sanatı kısaca kitreli su üzerine atılan toprak boyalara çeşitli şekiller verilerek kâğıt üzerinden alınan bir resim sanatı olarak tanımlayabiliriz. Ebru yapım malzemeleri arasında, Anadolu’da yetişen geven (keven) veya kitre ismi verilen dikenli bitkinin önemi büyüktür. Bu bitkinin kökünden elde edilen sakız kıvamlı karışım suda eritilip kullanılmakta ve ebrunun motiflerinin üzerinde ortaya çıkacağı sıvının ana maddesini oluşturmaktadır. Diğer bir önemli malzeme de, toprak boyaların parçalanmasını ve ayrışmasını sağlayan öküz ödüdür. Ayrıca, bu sanat, hiçbir suni malzeme kullanılmaması nedeniyle geleneksel olma özelliğini devam ettirmektedir. Geleneksel Ebru yapımında asıl olan, gerçek toprak boya ve diğer doğal malzeme ve araçların kullanılmasıdır. Bu yönü ile, ebru malzemelerinin sıra dışı bir yanı vardır. Toprak boyaların güneş ışığına ve zamanın diğer etkilerine karşı dayanıklı olduğu ve kolay kolay renklerin solmadığı yüzyıllar öncesinde yapılmış ebruların günümüze hiç eskimeden gelmiş olmasından anlaşılmaktadır. Elde edilen hiçbir ebru birbirinin aynısı değildir. Bu nedenle her ebru benzersizdir, parmak izi gibidir. Ebru, tıp alanında da stres giderici ve tedavi edici yönüyle tanınmaktadır
Uzun yıllar nesilden nesle usta-çırak ilişkiyle aktarılan ebru yapım bilgisi ve teknikleri, bu sanatın ve geleneğin gerektirdiği ustalığa, tecrübeye, felsefeye ve ahlaki özelliklere sahip sanatçılar tarafından başarılı bir şekilde kullanılmakta ve gelecek nesillere de öğretilmektedir. Bu arada, her sanat gibi ebru da, geçirdiği yüzyıllarca yıllık gelişim sürecinde gerek yapımında kullanılan malzemeler, gerek elde edilen motifler bakımından, gerekse ebru kâğıdının kullanım alanları bakımından devamlı olarak değişimler yaşamıştır. Avrupa’da ve ülkemizde bazı sanatçılar tarafından geleneksel üslup dışında da ebru eserleri yapılmaktadır. Klasik ebru anlayışının ötesinde, günümüzde özellikle batı dünyasında artık ebru teknesinden yağlı boya, guaj veya sulu boya benzeri ebru örnekleri çıkmaya başlamıştır. Zor teknikler de deneyerek günümüzde çalışmalarını sürdüren genç kuşak sanatçılarının bir kısmı, bir yandan ebru sanatını yaşatma mücadelesine katkıda bulunurken, diğer yandan da soyut resimlere yaklaşan bir görüşle geleneksel ebrunun sınırlarını zorlamaktadır. Bu tür deneysel çalışmaların yapılması normal ve kabul edilebilir görülmekle birlikte, bu ürünler ebru üstatları tarafından geleneksel ebru çerçevesinin dışında kabul edilmektedir.
Atalarımızın mirası olan geleneksel gelişim çizgisini göz ardı etmemek ve korumak, ebru sanatını icra eden sanatçıların en önemli düsturlarından biridir.
Ebru sanatı Orta Asya’da özellikle horasanda ortaya çıktığı ve Türkler ile birlikte Anadolu’ya geldiği söylenir. Eski dönemlerde deri ciltli kitaplarda yan kâğıdı diye tabir edilen kitap ile cilt arasında kullanılan bir malzeme olarak kullanılmıştır.
Ebru kâğıdının ilk icadını tarih olarak bir yere oturtamamaktayız. Çünkü ciltlenmiş yazma eserlerde tarih kaydı olsa bile yıpranan bu eserlerin restore edildiğini de düşünecek olursak eserde kullanılan Ebru kâğıdının eserden sonra yapıldığı ihtimalini de ortaya çıkarmaktadır. Üzerinde tarih kaydı düşülmüş hat levhası olarak ebru kâğıdı kullanılmış ilk örnek miladi 1554 yılına tarihlenmiş bir Malik-i Deylemi yazısı bize ilk Ebrunun 15. yüzyıla kadar giden bir mazisi olduğunu göstermesi bakımından önem taşımaktadır.
Ebru kâğıdının batıdaki ismi, Türk Kağıdı veya Türk Mermer Kağıdı şeklindedir. Avrupa’da Ebru üzerine yapılmış neşriyat içerisinde Buntpaper (Alacalı Kağıt) isimli eserde Ebrunun Türkistan’dan çıkmış olduğu belirtilmektedir. Ebru kağıdı üzerinde mermerimsi desenler görüldüğü için Ebru kağıdına mermer kağıdı anlamında Papier Marbre, Marmor Papieri, Marbled Paper ) demeyi tercih etmişlerdir. Arap dünyasında ise Varakul-mücezze (damarlı kâğıt) tabiri ile şöhret bulmuştur.
16. yüzyıl sonlarında İstanbul’dan Avrupalı seyyahların kendi memleketlerine götürdükleri bu Türk sanatı, önce Almanya’da ardından Fransa ve İtalya’da Türk mermer kağıdı adıyla tanınıp benimsenmiş ve imaline başlanmıştır. Batılı kafa daha önce bilimsel keşiflerde yaptığı gibi bu sanat dalında da aynı şeyi yapmış; ebrulara kendi adlarını vererek bu sanatın Türk ve Müslüman kökenli kaynağını unutturmaya çalışmıştır.
Ebru yapan sanatkârlar için bugün Ebrizen veya Ebruzen tabiri kullanılmaktadır. Ebru bir anlamda nefis terbiyesidir Ebruzen için ona sabrı ve tevekkülü öğretir.
Ebru, gönül işidir. Ne kadar eliniz çalışsa da tekne başında aslında nakışlarınızı gönül haddesinden geçirip resmedersiniz suyun üzerine.
Ebrunun verdiği huzur, insanın hamurundaki malzemelerle yapılışındandır belki de. Cenab-ı Hak, her şeyi sudan ve topraktan yarattığını söyler Peygamber Efendimize vahyettiği ayetlerinde. Suyun ve boyanın inanılmaz raksı arasında şeb-i arus yaşatır tekne başındaki insana.
Ebru kendine özgü bir sanat dalıdır. Topraktan gelip yine toprağa dönecek olan insanoğlu ebruda kullanacağı boyaları da toprağın bağrından derler. Toplanan topraklar dest-i seng (el taşı) vasıtasıyla saatlerce ezilerek ebrunun büyülü dekoru için öd katılarak pişmeye bırakılır haftalarca. Hazırlanan boyalar bir zamanların dörtnala koşturan atları şimdi de ebrucunun fırçası olmaya adaydır. Atın kuyruğu Efendimizi remzeden gülün dalı ile birleşir ve ebruzene fırça olur.
Ebru, kitre dediğimiz ve Anadolu’da yetişen Geven Otu (Astragalus) çeşitlerinin özsuyunun hava ile birleşmesi neticesinde katılaşan bir çeşit az yapışan z*** çeşididir. Kitre yaklaşık bir hafta karıştırılarak suda eritilir ve salep kıvamını alması sağlanır ve kalın bir bez torba ile süzülerek ebru teknesine boşaltılır.
Ebru teknesi Çidene (budaksı Çam) tahtasından veya çinkodan yahut galvanizden yapılmış dikdörtgen şeklinde 6 cm. derinliğinde bir tepsidir. Eğer tekne ahşap ise su sızdırmaması için ziftle kaplanır. Ebru yapılacak kâğıdın ebadına göre tekne boyutları değişebildiği gibi daha çok 35×50 cm. ebadında tekne kullanılır.
Ebru boyalarının pişmesi için ana kaba bir miktar öd damlatıldığı gibi aynı zamanda boyaların kitreli su yüzeyinde kalması veya boyaların birbirine karışmaması için sığır ödü ile boya ayarı yapılır. Boyalar gül dalından ve at kılından imal edilmiş fırçalar yardımı ile su yüzeyine eşit miktarlarda serpilerek tarz-ı kadim dediğimiz Battal ebrusu yapılır.
Ayasofya Hatibi hatip Mehmed Efendinin anısına ölümsüzleşen Hatip Ebrusu ile süregelen ebru aşkı yeri gelir karşımıza şal deseni, gelgit, taraklı, akkase, somaki, bülbül yuvası ile arzı endam ediverir kağıt üzerine. Mustafa Düzgünman Hoca ise çiçekli ebruyu laleyi, karanfili,menekşeyi sümbülü resmeder suyun üzerine.
Ebru sanatının günümüze gelmesinde Özbekler Tekkesi Şeyhi Hezarfen İbrahim Efendi, Nafiz Efendi, Aziz Efendi, Mustafa Düzgünman ve Necmeddin Okyay hocalarımızın emekleri unutulmamalarıdır. Onlardan mirası devralan günümüz ebrucularından Fuat Başar, Hikmet Barutçugil, Alpaslan Babaoğlu, İsmail Dündar hocalarımız bayrağı elden bırakmaz ve yetiştirdikleri talebeleri ile ebru sanatının yaşamasını sağlamaktadırlar.
Konu internetten derlenerek hazirlanmistir.