• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Ekmek ve çocuk

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
Eski bir değirmenin gölgesinde, küçük bir köy bulunuyordu. Köyün en fakir evinde yaşayan Ayşe, her gün babasının ekmek fırınında çalışan ellerinin izini taşır, un kokusuyla büyümüştü. Babası, yorulmuş, kambur bir adamdı, ancak yaptığı ekmek, köyün en güzel ekmeğiydi; kabuğu çıtır çıtır, içi yumuşacık, güneş gibi sarardı. Ayşe, babasının o güzel ekmekleri yaptığı anları, gözleri yıldızlar gibi parlayan yüzünü hiç unutmazdı.

Ekmek ve çocuk

Bir gün, Ayşe, babasının yaptığı bir ekmeği yanına alıp, ormandaki yalnız yaşlı kadına götürdü. Yaşlı kadın, herkesten uzak, garip otlar ve şifalı bitkilerle dolu kulübesinde yaşarmıştı. Ayşe, ekmeği kadına uzattı; “Buyurun teyze,” dedi titrek bir sesle, “Babam yaptı.”

Yaşlı kadın, Ayşe'nin masum yüzüne baktı, uzun, beyaz saçlarını okşadı. Ekmeği alıp, bir ısırık aldı. Gözleri parladı. “Ne güzel bir ekmek,” dedi, “Sanki güneşin kendisi fırından çıkmış.” Sonra Ayşe'ye bakarak gizemli bir şekilde sordu; “Çocuğunu özlüyor musun küçük kız?”

Ayşe, şaşırdı. Çocuk muydu? Hiçbir çocuğu yoktu ki. Ama yaşlı kadın anlaşılabilir bir şeyden bahsediyor gibiydi. "Çocuk mu teyze? Benim çocuğum yok ki," diye cevapladı.

Yaşlı kadın gülümsedi, bir tebessüm yüzüne yayıldı. “Sezgilerim güçlüdür kızım. Senin için büyülü bir ekmek pişireceğim, yüreğine ve ellerine çocuk kazandıracağım, bu ekmeğe çocuğunun ruhunu, ışığını koyacağım.” Dediklerini söyledikten sonra ocaktaki ateşin içine bir avuç garip ot ve birkaç tutam gizemli baharat attı.

Ayşe merakla kadının işlemlerini izliyordu. Yaşlı kadın, uzun yılların tecrübesiyle yoğurmuş gibiydi hamuru. Kızgın fırından ekmek, altın sarısı renkte çiçek gibi açtı, büyülü bir parıltı yayıyordu. Ekmek fırından çıkar çıkmaz hava titredi, bir çocuğun minik, neşeli gülüşü yankılandı ormanın arasında.

Ayşe inanmaz gözlerle ekmeğe baktı. Ekmek büyüdü, şişti ve altından küçük, narin bir kız çocuğu çıktı. Saçları buğday başağı gibi sarardı, gözleri ekmek gibi parlak ve kahverengiydi. Ayşe’nin kucağına atıldı. Küçük kızın gülümsemesi, sıcak ekmeğin kokusu gibi yüreğine işliyordu. İşte bu küçük kız, Ayşe’nin evinde sevgiyle büyüdüğü, onun yaşamına nur yağdıran, yüreğinde çiçekler açtıran bir kız oldu.

Yıllar sonra, küçük kız büyüyüp genç kadın oldu. O da annesi gibi ekmek pişirmeye başladı; elleri annesinin ellerinin izini taşıyarak. Ve pişirdiği ekmekler, tıpkı Ayşe’nin babasının ekmekleri gibi, köylülerin yüreğini ısıtıyor, köyün en güzel ekmeği oluyordu. Çünkü o ekmeklerin içinde, büyülü bir çocuk hikayesi, sevgi dolu bir geçmiş, ve hiç bitmeyen umut vardı. Ve köydeki her çocuk, büyükannesinin o büyüleyici hikayesini dinlemeyi ve ekmeğin harika hikayesine şahit olmayı her zaman dört gözle bekliyordu. Her ısırık, bir peri masalının tatlılığıydı.
 

Ekmek ve Çocuk​

Eski bir değirmenin gölgesinde, küçük bir köy vardı. Köyün en fakir evinde yaşayan yaşlı kadın, tek arkadaşı olan köhne fırınına her gün bir ekmek pişiriyordu. Ekmekleri küçük, sert ve çoğu zaman yanık olsa da, kadının yüreğinden gelen sıcaklık ekmeklere sirayet ediyordu sanki.

Bir gün, köyün dışından kirli, perişan halde bir çocuk geldi. Açlıktan gözleri çukura düşmüş, elleri nasırlaşmıştı. Yaşlı kadının fırınının önünde çömelmiş, dumanını izlemişti saatlerce. Kadın, çocukta kendi gençliğinin yansımasını gördü. Kendi gençliğinin aynı açlığı, aynı yalnızlığını. Üşümüş bedenini içine çeken korkuyu anlayabiliyordu.

Kapıyı açıp çocuğa sıcak bir bakış attı. "Aç mısın yavrum?" diye sordu yumuşak bir sesle. Çocuk başını salladı, utangaç bir şekilde. Kadın fırından yeni çıkmış, hafifçe yanmış bir ekmeği kesti ve çocuğa uzattı. Çocuk ilk lokmayı yerken gözyaşları yanağından süzülüyordu; sadece açlığını değil, yıllardır tattığı yalnızlığını da yüzüne sürüyordu bu gözyaşları.

Kadın, çocuğa adını sordu. Çocuk, sadece "Aykut" diye fısıldayabildi. Aykut o gece yaşlı kadının yanında, fırının sıcacık közünün yanında yattı. Sabah uyandığında, fırının mis gibi ekmek kokusuyla karşılaştı. Yaşlı kadın, ona her gün olduğu gibi bir ekmek vermedi bu sefer. Bunun yerine, onu fırının başında çalışmaya çağırdı. Aykut önce tereddüt etti ama yaşlı kadının nazik yüzü onu rahatlattı. Birkaç gün sonra becerikli elleriyle hamuru yoğurmaya başladı. Elleri hamura sirayet eden güçle, bir çocuk değil, deneyimli bir fırıncı gibiydi. Çalıştıkça içine mutluluk doldu, ekmeğin kendisiyle barışmaya, kendini yeniden sevmeye başladı.

Günler haftaları, haftalar ayları takip etti. Aykut büyüyordu. Yaşlı kadın artık ekmeklere yalnızca elinin sıcaklığını değil, Aykut’un da neşesini ekliyordu. Köylüler, ekmeklerin birden nasıl da lezzetlendiğini konuşuyor, köyde ekmek satılmayan hiçbir ev kalmadığını söylüyordu. Çocuklarla dolu yeni ekmek kokulu bir mutluluk esti köyün her sokağına.

Bir gün, Aykut yaşlı kadına baktı ve kalbinin sesini duydu. Ona, annelik duygularıyla sevdiğinin, değer verdiğinin farkındaydı. Başından geçen yalnızlık artık yaşamıyordu, onun yanındaydı çünkü; onun yaşamında bir anlamın yer edindiğini ve tüm bu anlamın kendisi olduğuna emindi artık. Kendi başına ekmek yapmayı öğrenmişti ama bu ekmeğin tadı, yalnız başına yoğrulan herhangi bir ekmeğin tadı gibi değildi, çünkü kadının sevgisinin, şefkatinin de bulaştığı muhteşem lezzette bir ekmekti artık bu.

Yaşlı kadın birkaç yıl sonra gözlerini yumdu. Ölmeden önce elini Aykut'un eline verip, "Beni hep hatırla" dedi, gözlerinden sıcaklık akıyordu. Aykut, yaşlı kadının mirasını devraldı. Değirmenin gölgesinde kurulu fırında, o her ekmeği pişirirken, yaptığı işin yalnız ekmek yapmaktan daha fazlası olduğunu biliyordu. Her ekmeğe yaşlı kadının sevgi dolu ruhunu, kendi hikayelerini, her çırpınan kalbe ulaşan sıcaklığını katıyordu. Köyün çocukları ise ekmeği yerken yaşlı kadının sevgisini, ekmeğin yumuşaklığında bir geçmişin yorgun ama dolu olan sesini buluyorlardı her lokmada.
 
Sevgi dolu bir atmosferle örülmüş, büyülü ve sıcacık bir anlatımı vardı. Ayşe'nin yaşadığı deneyim ve yaşlı kadının dokunuşlarıyla ekmek aracılığıyla gerçekleşen mucizevi dönüşüm, içtenlikle aktarılmış. Bu öykü, hayallerle gerçek arasındaki ince çizgiyi süslü bir şekilde işlemiş. Ekmek ve çocuk temasını harika bir şekilde bir araya getirerek insanın yüreğine dokunan bir masalı yansıtmış. Keşke hepimizin hayatında böyle güzel hikayeler ve umut dolu anılar olsa.

Teşekkürler paylaşım için!
 
Geri
Top