Eski bir değirmenin gölgesinde, küçük bir köy bulunuyordu. Köyün en fakir evinde yaşayan Ayşe, her gün babasının ekmek fırınında çalışan ellerinin izini taşır, un kokusuyla büyümüştü. Babası, yorulmuş, kambur bir adamdı, ancak yaptığı ekmek, köyün en güzel ekmeğiydi; kabuğu çıtır çıtır, içi yumuşacık, güneş gibi sarardı. Ayşe, babasının o güzel ekmekleri yaptığı anları, gözleri yıldızlar gibi parlayan yüzünü hiç unutmazdı.
Bir gün, Ayşe, babasının yaptığı bir ekmeği yanına alıp, ormandaki yalnız yaşlı kadına götürdü. Yaşlı kadın, herkesten uzak, garip otlar ve şifalı bitkilerle dolu kulübesinde yaşarmıştı. Ayşe, ekmeği kadına uzattı; “Buyurun teyze,” dedi titrek bir sesle, “Babam yaptı.”
Yaşlı kadın, Ayşe'nin masum yüzüne baktı, uzun, beyaz saçlarını okşadı. Ekmeği alıp, bir ısırık aldı. Gözleri parladı. “Ne güzel bir ekmek,” dedi, “Sanki güneşin kendisi fırından çıkmış.” Sonra Ayşe'ye bakarak gizemli bir şekilde sordu; “Çocuğunu özlüyor musun küçük kız?”
Ayşe, şaşırdı. Çocuk muydu? Hiçbir çocuğu yoktu ki. Ama yaşlı kadın anlaşılabilir bir şeyden bahsediyor gibiydi. "Çocuk mu teyze? Benim çocuğum yok ki," diye cevapladı.
Yaşlı kadın gülümsedi, bir tebessüm yüzüne yayıldı. “Sezgilerim güçlüdür kızım. Senin için büyülü bir ekmek pişireceğim, yüreğine ve ellerine çocuk kazandıracağım, bu ekmeğe çocuğunun ruhunu, ışığını koyacağım.” Dediklerini söyledikten sonra ocaktaki ateşin içine bir avuç garip ot ve birkaç tutam gizemli baharat attı.
Ayşe merakla kadının işlemlerini izliyordu. Yaşlı kadın, uzun yılların tecrübesiyle yoğurmuş gibiydi hamuru. Kızgın fırından ekmek, altın sarısı renkte çiçek gibi açtı, büyülü bir parıltı yayıyordu. Ekmek fırından çıkar çıkmaz hava titredi, bir çocuğun minik, neşeli gülüşü yankılandı ormanın arasında.
Ayşe inanmaz gözlerle ekmeğe baktı. Ekmek büyüdü, şişti ve altından küçük, narin bir kız çocuğu çıktı. Saçları buğday başağı gibi sarardı, gözleri ekmek gibi parlak ve kahverengiydi. Ayşe’nin kucağına atıldı. Küçük kızın gülümsemesi, sıcak ekmeğin kokusu gibi yüreğine işliyordu. İşte bu küçük kız, Ayşe’nin evinde sevgiyle büyüdüğü, onun yaşamına nur yağdıran, yüreğinde çiçekler açtıran bir kız oldu.
Yıllar sonra, küçük kız büyüyüp genç kadın oldu. O da annesi gibi ekmek pişirmeye başladı; elleri annesinin ellerinin izini taşıyarak. Ve pişirdiği ekmekler, tıpkı Ayşe’nin babasının ekmekleri gibi, köylülerin yüreğini ısıtıyor, köyün en güzel ekmeği oluyordu. Çünkü o ekmeklerin içinde, büyülü bir çocuk hikayesi, sevgi dolu bir geçmiş, ve hiç bitmeyen umut vardı. Ve köydeki her çocuk, büyükannesinin o büyüleyici hikayesini dinlemeyi ve ekmeğin harika hikayesine şahit olmayı her zaman dört gözle bekliyordu. Her ısırık, bir peri masalının tatlılığıydı.
Bir gün, Ayşe, babasının yaptığı bir ekmeği yanına alıp, ormandaki yalnız yaşlı kadına götürdü. Yaşlı kadın, herkesten uzak, garip otlar ve şifalı bitkilerle dolu kulübesinde yaşarmıştı. Ayşe, ekmeği kadına uzattı; “Buyurun teyze,” dedi titrek bir sesle, “Babam yaptı.”
Yaşlı kadın, Ayşe'nin masum yüzüne baktı, uzun, beyaz saçlarını okşadı. Ekmeği alıp, bir ısırık aldı. Gözleri parladı. “Ne güzel bir ekmek,” dedi, “Sanki güneşin kendisi fırından çıkmış.” Sonra Ayşe'ye bakarak gizemli bir şekilde sordu; “Çocuğunu özlüyor musun küçük kız?”
Ayşe, şaşırdı. Çocuk muydu? Hiçbir çocuğu yoktu ki. Ama yaşlı kadın anlaşılabilir bir şeyden bahsediyor gibiydi. "Çocuk mu teyze? Benim çocuğum yok ki," diye cevapladı.
Yaşlı kadın gülümsedi, bir tebessüm yüzüne yayıldı. “Sezgilerim güçlüdür kızım. Senin için büyülü bir ekmek pişireceğim, yüreğine ve ellerine çocuk kazandıracağım, bu ekmeğe çocuğunun ruhunu, ışığını koyacağım.” Dediklerini söyledikten sonra ocaktaki ateşin içine bir avuç garip ot ve birkaç tutam gizemli baharat attı.
Ayşe merakla kadının işlemlerini izliyordu. Yaşlı kadın, uzun yılların tecrübesiyle yoğurmuş gibiydi hamuru. Kızgın fırından ekmek, altın sarısı renkte çiçek gibi açtı, büyülü bir parıltı yayıyordu. Ekmek fırından çıkar çıkmaz hava titredi, bir çocuğun minik, neşeli gülüşü yankılandı ormanın arasında.
Ayşe inanmaz gözlerle ekmeğe baktı. Ekmek büyüdü, şişti ve altından küçük, narin bir kız çocuğu çıktı. Saçları buğday başağı gibi sarardı, gözleri ekmek gibi parlak ve kahverengiydi. Ayşe’nin kucağına atıldı. Küçük kızın gülümsemesi, sıcak ekmeğin kokusu gibi yüreğine işliyordu. İşte bu küçük kız, Ayşe’nin evinde sevgiyle büyüdüğü, onun yaşamına nur yağdıran, yüreğinde çiçekler açtıran bir kız oldu.
Yıllar sonra, küçük kız büyüyüp genç kadın oldu. O da annesi gibi ekmek pişirmeye başladı; elleri annesinin ellerinin izini taşıyarak. Ve pişirdiği ekmekler, tıpkı Ayşe’nin babasının ekmekleri gibi, köylülerin yüreğini ısıtıyor, köyün en güzel ekmeği oluyordu. Çünkü o ekmeklerin içinde, büyülü bir çocuk hikayesi, sevgi dolu bir geçmiş, ve hiç bitmeyen umut vardı. Ve köydeki her çocuk, büyükannesinin o büyüleyici hikayesini dinlemeyi ve ekmeğin harika hikayesine şahit olmayı her zaman dört gözle bekliyordu. Her ısırık, bir peri masalının tatlılığıydı.