Fantastik Çocuk Edebiyatı

  • Konuyu açan Konuyu açan Suskun
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

Suskun

V.I.P
V.I.P
Fantastik Çocuk Edebiyatı Yazınsallığa Açilan Bir Kapı mi Yoksa Bir Tehlike mi?

Fantastik çocuk edebiyatı üzerine çok uzun zamandan beri tartışmalar yapılagelmiştir.Ancak bu tartışmaların özünü, özellikle bu metinlerin yararlı mı yoksa zararlı mı olduğu oluşturur. Yüzüklerin Efendisi ve Harry Potter romanlarının Türkçe’de yayımlanmasının ardından filmlerinin de gelmesi, hem okur hem de seyirci kitlesinin fazla oluşu, fantastiğin yeniden gündeme gelmesine neden olmuş ve tartışmalar yaratmıştır. Aslına bakarsanız bu tartışmalar hiç de yeni değildir. Yaklaşık altmış altı yıl önce gerçekleşen 1939 Birinci Yayın Kongresi’nde aynı olmasa da dönemine göre benzerlikler taşıyan kaygılar çocuk edebiyatı alanındaki fantastik ürünlerden olan masallar üzerinde öne sürülmüş ve kabul görmüştür.

Genel olarak edebiyat alanımıza baktığımızda fantastik ve dedektif romanlarının azlığını fark ederiz. Bunun en önemli nedenlerinin arasında sosyolojik ve ekonomik gerçeklerin yanında temel eğitim anlayışının da yattığını görebiliriz. 1939 Yayın Kongresi Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Komisyonunda bu alandaki yayınlar ve yayın politikaları tartışılırken masalların sakıncaları üzerinde durulur. Gerekçesi bugünden farklı da olsa yapılan tartışma içerik açısından önemli.

Komisyon tartışmalarında söz alan Nurettin Artam:

“...Biz Cumhuriyet rejimi yaşıyoruz. Avrupa masallarının bir çoğu şövalye ve prenslerle doludur. Onlardan istifadeye kalkacak olursak kendi çocuklarımıza masal yaparken cinler ve perilerden olduğu gibi bunlardan da tevekki etmek lazımdır.” (Birinci Türk Neşriyat Kongresi 1997 s.88)

derken Aynı komisyonda bulunan Nusret Köymen masalların varlığını savunurken metne müdahale konusunda Artam’ı destekler :

“... Şunu da düşünmek lazımdır ki, bunlar çocukların hayalini besleyen motiflerdir. Mevzu baki kalmak suretiyle motifler değişebilir. Bugünün ve yarının motifleri başka başkadır. Bunları atarken unutmayalım ki çocuğun kafasını besleyecek, hayalini zenginleştirecek yeni motiflere ihtiyaç vardır. Bunu atarken diğerinin yeri boş kalmamalıdır.” (Birinci Türk Neşriyat Kongresi 1997 s.88)

Bu söylenenlere iki kişi karşı koyar. Bunlardan biri Nurullah Ataç’tır. Diğeri Pertev Naili Boratav.

Ataç :


“Kahramanlar arasında peri cin masalları, sultanlar masalları bulunmasın diyoruz, bilmem bu doğru mudur? Cin peri masallarının insanın ruhu üzerinde kötü tesiri yoktur. Bilakis çocukları matematik bir aleme götürmek istiyoruz. Asıl kötü olan şeylerle meşgul etmek istiyoruz. Bunun neticesi kötü olacaktır. Çocuk neşriyatı meselesi hiç şüphesiz bugünün en mühim meselesidir. Günün bir takım kabahatlerini görüyoruz. Fakat zannederim yarın için de bir takım kabahatler hazırlamak doğru olmaz.” (Birinci Türk Neşriyat Kongresi 1997, s.91)

Boratav:

“... Masallarda padişah, sultan ,şehzade gibi isimler çok defa masalın iskeletini teşkil eder. Fakat gördüm ki yapılan teklif müşterek bir tasviple karşılandı. Belki mahzurlu bir karar alırız düşüncesiyle bu hususta söz söylemek mecburiyetinde kaldım. Masallardan şehzade, sultan , padişah isimlerinin mevzulardan kaldırılması ile işi başarmış olmayız. Öyle masal mevzuları vardır ki orada sultan, padişah, şehzade geçer amma bu , sultanlığı ve feodalite sistemini propaganda için değildir. Çok defa masal yazanlar bunu anlamışlardır. Masallar umumiyetle padişahın ve sultanın zulmü karşısında halkın isyanını ve bu suretle yaptıkları kahramanlıktan bahsederler. Padişah,sultan ve şehzade isimlerini ceffelkalem tayyedecek olursak doğru olmaz. Bu isimleri zikrederken ekseriya gayemiz sultanlıkla, feodalite ile mücadele mahiyetini tebarüz ettirmektir. Maksadı böylece göstermemiz lazım. Yoksa isimlerin zikrinden bir şey olmaz. Bunun bu şekilde tefsir ve izahını rica edeceğim.”(Birinci Türk Neşriyat Kongresi 1997 s.92)

diyerek Ataç’ı destekler. Tartışmalara ve dönemin gerçekliğine baktığımızda yeni ve modern bir toplum yaratma sürecinde, bu süreci engelleyeceği kaygısı taşınan ürünlerin sakıncalarına değinilmiş, ancak yazınsal birikimi olan iki kişi bu değerlendirmelere karşı çıkmışlardır. Ama yine de başardıklarını söylemek olası değildir; çünkü başlangıçta vurgulanan temel anlayış, etkinliğini hep sürdürmüştür.

2002 Aralık ayında, Doğan Hızlan’ın, “Karalama Defteri” isimli televizyon programında, Ali Atıf Bir’le yaptığı söyleşide bizde niye fantastik edebiyatın olmadığı tartışılmış ve “Bizim niye fantastik edebiyatımız yok? Bu alan bizde niye gelişmedi?” sorularına yanıt aranmıştır. Bu söyleşinin ardından Radikal Gazetesi başyazarı İsmet Berkan ,köşesinde ilginç iki makale yazmıştır.

Berkan, Doğan Hızlan’ın programında gündeme gelen soruya başlangıçta olumlu yaklaşırken ardından çoğu zaman karşımıza çıkan kaygıyı da belirtmeden edememiştir. Fantastik edebiyat emperyalizmin önemli araçlarından biri olabilir mi? İşte bu sorusuna Sunday Times'ın yazarlarından olan Phillip Knightley’in 'A Hack's Diary’ isimli kitabından yola çıkarak yanıt ve destek arar.

Ünlü gazetecinin anlattığı hikâyelerden biri, onun gençlik yıllarıyla ilgiliydi. O zaman, güç bela Hindistan'a gelmiş, Bombay'da düşük ücretli bir işte çalışıyor. çıkardıkları dergi, Hindistanlı okura, Amerika ve İngiltere'de çıkmış son romanların özetlerini yayımlıyor. Bir pazar günü ofiste vakit öldürmeye çalışırken karşı binanın balkonunda onun gibi pazarları çalışan bir adam görüyor. Akşam üzeri saatlerinde elinde bir kadeh içkiyle balkona çıktığında aynı adam uzaktan selam veriyor ve onu davet ediyor.

Knightley daveti kabul ediyor ve gidiyor. Öteki adam Rus haber ajansının Hindistan temsilcisi. Gel zaman git zaman ikili dost oluyorlar. Rus, zaman içinde bizimkinden ekonomiyle ilgili önemsiz haberler istemeye başlıyor, karşılığında da para ödüyor. Bizimki de saf saf haberleri yazıyor. Bir süre sonra Rus, bizimkine ödediği paralarla ilgili bir makbuz imzalatmak isteyince iş değişiyor. Knightley hemen uyanıyor ve imza atmayı reddediyor, böylece KGB ajanı olmaktan da kurtuluyor.

Knightley'in bu anısını hatırlamasının nedeni, yıllar sonra Washington'da bir arkadaşının emekliliğini kutlamak için katıldığı bir ev partisi. Partide bir adamla tanışıyor, adam yıllarca CIA'in Bombay büro şefliğini yapmış. Ve adam ona şöyle bir öykü anlatıyor:


"Bir ara Hindistan'ı Sovyetler'e kaybetmek üzereydik. Sadece hükümeti değil, toplumu da kaybediyorduk. Çünkü KGB inanılmaz bir bütçeyle yayıncılık işine girmiş, masal kitabından macera romanına kadar pek çok Rus kitabını Hintçe basıyor, ücretsiz ya da çok ucuza satıyordu. O kadar ki, Hintli çocuklar Rus astronotları en büyük kahramanlar olarak görmeye başlamıştı. Bunun üstüne biz de yayınevleri kurmaya başladık, Amerikan kahramanlarını Hintli çocukları başta olmak üzere herkese tanıtmaya başladık."

Knightley, bu konuşma sonunda çalıştığı yayınevinin sahibinin CIA olduğunu da öğrenir. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştur yani. (Berkan 2002)

Bu hikâyeyi aktarmasının nedeninin, çok beğendiği Yüzüklerin Efendisi serisinin bir kültürel emperyalizm ürünü olduğunu söylemek olmadığını vurgulayan Berkan, bunun ardından kendi kuşağının okuma kültürüyle bugünü kıyaslıyor.

Şimdiki kuşaklar ne okuyor bilmiyorum ama biz çocukken Tommiks Teksas okuduğumuz kadar Keloğlan ve Dede Korkut da okurduk. Belki de bu sayede, kendi kültürümüze olan yabancılaşmamız sınırlı kalabildi. Biz, Tarkan ve Karaoğlan'ın yeni sayısının çıkmasını merakla beklerdik. Kız çocuklar Barbie'yle değil Ayşegül serisiyle ve bebekleriyle büyürdü. (Berkan 2002)

Berkan’ın kız çocuk edebiyatında bizde önemli yer tutan gazetelerin bile promosyon olarak verdiği Ayşegül serisinde erkek egemen bir toplum sergilendiği ve kadına biçilen rolün annelik ve eşlik olduğu daha öte rollerden kızları sakındığı konusunda yeterince aydınlatılmadığı,ayrıca bu metnin uyarlama bir çeviri olduğunu bilmediği metne yansıyor.

Berkan bir sonraki makalesinde göstergebilime değindikten sonra Amerikan ve Avrupa filmlerini gösregebilimsel açıdan izlenmesini öneriyor ve filmlerde Yahudi-Hıristiyan kültürüne ve mitolojisine ister istemez bir sürü göndermeler olduğunu öne sürüyor. Bunun en basit macera filmi , aşk filmi , komedi filmi için de geçerli olduğunu belirtiyor.

"Neden bir Türk de fantastik edebiyat eserleri veremesin, neden Türklere ait fantastik edebiyat eserleri dünya çapında başarı kazanmasın?" sorularına yanıt ararken de kültürel göstergelerin anlaşılma güçlüğüne vurgu yapıyor:

...Hitap etmek istediğimiz, daha doğrusu doğal olarak en büyük pazar olan Batı pazarında bu kitapların potansiyel okuyucuları hep kendi masallarıyla büyümüş insanlar. Oysa bir Türk tarafından yazılacak fantastik edebiyat eseri, ister istemez bizden 'göstergeler' içerecek; Türk ya da İslam mitolojisine göndermelerde bulunacak. Ama o okur, bunu anlamayacak, çünkü o mitolojinin yabancısı olacak.

Bakın 'Yüzüklerin Efendisi'ne... Bütün göndermeler, bütün semboller Sakson, İskandinav, Germen mitolojilerine ve masallarına dayanır. Dünyayı insanlarla birlikte paylaşan diğer canlılar, Elfler, Hobbitler, Orklar vs. hepsi zaten masallarda, mitolojide olan canlılardır. O yüzden Batılı okur, özellikle de Anglo-sakson okur, Tolkien'i eline aldığında yabancılık çekmez, kendini kolayca hikâyenin içinde bulur ve sonunda da kitabı 'kült kitap' olarak bir yere yerleştirir.

Mesele, tamamen bir 'tanıdık gelme' meselesi. İşin tuhafı, Yüzüklerin Efendisi, özellikle kitaplar Türkçeye çevirildikten ve filmler gösterime girdikten sonra pek çok Türk için de 'kült' haline geldi. Yani, Tolkien'in yarattığı dünya onlara 'tanıdık' geliyor. Peki acaba Tepegöz aynı insanlara tanıdık geliyor mu? Sanmıyorum.

Burada eğer bir kabahat varsa bu Tepegöz'ü bilmeyen insanların kabahati değil. Türkiye, yavaş yavaş kendi kültürel özünü kaybediyor. İşte yaşanan da o kaybın belirtilerinden sadece biri. Özellikle Türk eliti, içinden geldiği eğitim ortamından, ailesinin önem verdiği değerlerden, kendi yaşam tarzından vs ötürü bu kültürel yabancılaşmayı en çok yaşayan kesim.

Ve biz, kendi toplumuna ve kültürüne yabancılaşmaya başlamış bu insanların bazı eğilimlerine bakarak, "Acaba neden bizden fantastik edebiyat eserleri çıkmıyor" diyoruz.(Berkan 2003)



Peki ama nedir bu fantastik edebiyat? Ne yararları, ne zararları vardır?

Önce fantastik tanımından yola çıkalım. Fantastik ,sözlük anlamıyla gerçekte var olmayan, gerçek olmayandır.


Edebiyat genel olarak kurmaca olduğuna göre, bütün edebiyat ürünlerine fantastik diyebilir miyiz? Elbette hayır. Bir edebiyat metninin fantastik olabilmesi için gerçek üstü bir düzlemde geçmesi gerekir. Böyle bir metni oluşturabilmek için edebiyatçının fantezisinin (sonsuz, sınırsız hayal gücü) olması önkoşuldur. Bu önkoşulu sağlayabilmek için edebiyatçının çok iyi masal birikimin olması, bu yetmez aynı zamanda mitoloji bilgisinin oldukça iyi olması gerekir.Bunun da yeterli olduğu söylenemez. Aynı zamanda dönemini de çok iyi kavramış olması gerekir. Fantastik edebiyat masal değildir,ama masallardan yararlanır. İçindeki bir çok öge masal ögesidir. Mitoloji değildir;ama mitolojiden yararlanır. Mitoloji insanoğlunun gerçekleri gerçek üstü bir düzleme taşıyarak saklayıp gelecek kuşaklara aktarabilme yeteneğinin de bir göstergesidir.Aynı şey masallar için de geçerlidir.

Fantastik çocuk edebiyatında gerçek ve fantastik dünya yan yana bulunan iki düzlemdir. Olaylar her iki düzlemde de yaşanır ve bir noktada birbirleriyle temas ederler. Öykülerin gerçek dünya düzleminden çıkan figürler, ağırlıklı olarak fantastik dünyanın özelliklerinin bilincinde olan çocuklardır. Fantastik edebiyatta yer ve zaman bellidir. Olayların geçtiği yer ayrıntılı olarak tanımlanır.

Fantastik edebiyat metinleri çocukla daha kolay iletişim kurarlar. Gerçek düzlemde onları rahatsız eden ve yüz yüze gelmekten kaçındıkları sorunlarla gerçeküstü düzlemde daha kolay karşılaşabilirler ve hesaplaşabilirler. Yazar da yaşamın gerçekleriyle çocuğu gerçek üstü bir düzlemde karşılaştırır ve iletişim kurmasını sağlar. Bu süreç aynı zamanda eğlendiricidir ve macera yüklüdür. Çocuğu içine çeker ve sürükleyip götürür.

Bizdeki fantastik çocuk edebiyatı ürünleri genellikle çeviridir. Herkesin çok iyi bildiği Jules Verne’in kitapları bunların başta gelenidir ve genel onay görmüş olanıdır. Jules Verne’in kitaplarının hemen yayımlanmış olmasının nedeni bu metinlerin çocuğun bilimsel merakını artırması ve bilime yöneltmesidir. Yazıldığı dönemde anlatılanların gerçeküstü bir düzlemi yansıttığı unutulur. Fantastik edebiyatın klasik başyapıtlarından bir başkası Pinokyo’dur. Melankolik bir başkaldırı olan Exupry’nin Küçük Prens’i, Michael Ende’nin Bitmeyecek Öykü’sü, Roald Dahl’ın Matilda’sı, Angela Sommer Bodenburg’un Küçük Vampir dizisi, Astrid Lindgren’in Pippi Uzunçorap dizisi, Janosch’un Sen Bir Kızılderilisin Hannes isimli kitabı Cristina Nöstlinger’in Kim Takar Salatalık Kralını , Konrad Konserve Kutusundan Çıkan Çocuk isimli kitapları akla ilk gelen önemli fantastik ürünlerdir. Bu kitaplarda yukarda değindiğim-fantastik çocuk edebiyatı metninin en önemli figürü çocuktur kuralı tam bir bütünlükle uygulanır. Bu metinlerin baş kahramanı hep çocuktur.

İlk kez 1883 yılında yayınlanan Collodi'nin 'Pinokyo'su çok yönlü motifleri ve gelenekleri, gerçekle gerçek dışı arasında gidip gelen bir biçimde tek bir kapta birleştirilmiş bir kitaptır. Bu şekilde masalın temel elemanları olan iyi yürekli peri, dönüşümler, harika ülkeler ve fablın elemanları olan insan gibi davranan hayvanlar bu kitapta yer almışlardır. Aynı zamanda çağını eleştiren bölümlere de rastlanır. Masalsı elemanların kullanılmasına karşın, halk masallarına karşı bir muhalefet göze çarpar. Bir zamanlar ... diye başlamasına rağmen, masallara alışkın olan çocukları uyarır ve içinde kral, kraliçe, prens ve prenses olmayan, tersine ateş yakmakta kullanılan tahtadan yapılmış bir kuklanın olduğu gerçeğe götürür. (Krş. Doderer 1969)

Küçük Prens, yetişkinlerin fantazi dünyalarının kalmadığı eğitim sisteminin ve yetişkin eğitiminin çocukların düş güçlerini körelttiği eleştirisiyle başlar. Anlatıcının bir gün Sahra Çölü'nde uçağının düşmesi sonucu Küçük Prens'le karşılaşması ve onunla kurduğu içten dostlukla sürer.Küçük Prens'in kendi gezegeninden çıkıp başka gezegenleri keşfe çıkması bir bakıma hayatı keşfe çıkıştır. Ilk başta gördüğü yetişkinler dünyası, düşten yoksun, sayılara gömülmüş duygusuz bir dünyadır. Küçük Prens'in düş kırıklıkları böylece başlar. Kitap, hem yaşamın yeniden keşfi, hem de yetişkin eleştirileriyle sürer.Belki de kitabın zirve noktasını oluşturan ve Küçük Prens'in sevgiyi, emeği ve emek verdiği herşeyden sorumlu olduğu duygusunu keşfettiği tilkiyle olan konuşma olan bölüm felsefi derinliğinin zirve noktasıdır.gerçekliği gerçeküstü düzlemde tutar bu yönüyle melankoli içerir.

Michael Ende’nin Bitmeyecek Öykü (Die Unendliche Geschichte) isimli fantastik çocuk kitabında içe dönük, beceriksiz, kendinden ve toplumdan kaçan bir çocuğun öyküsünden söz edilir.. Kitapta şişko, çirkin, pısırık, geçimsiz, ve sevimsiz bir çocuk olan Bastian Balthasar Bux’un çelişkilerle dolu yaşamı anlatılır. Annesi öldüğü için babasıyla birlikte sıkıntı içinde yaşar, okulda başarısızdır,arkadaşları tarafından dışlanmıştır.

Uyumsuz olduğu kadar mutsuz da olan Bastian, günün birinde okuldan kaçar. Bir sahaf dükkanından çaldığı Bitmeyecek Öykü adlı kitabı, okulun tavan arasına gizlenerek okumaya başlar. Bastian’ın okuduğu kitapta Fantazya adlı düş ülkesinden söz edilmekte ve bu ülke, kendisini saran hiçlik hastalığı yüzünden günden güne yok olmaktadır. Hiçlik hastalığı düşgücünün kötüye kullanılması ,düşleri çıkar uğruna harcamak ve yalan söylemek demektir. Böylece yalan söyleyen insanlar bilmeden bu ülkeye ihanet etmektedirler. Bu ülkeyi kurtarmak için bir dünyalı çocuğun bu ülkenin hükümdarı olan Çocuk İmparatoriçe’ye yeni bir isim vermesi gerekmektedir. Böylece yaratıcı olarak kullanılmaya başlanacak olan düş gücü işlerlik kazanacaktır. Michael Ende, burada gerçeğin sorgulanmasında gerçeklerden çok düşgücü ve sanatın ne denli önem taşıdığına gönderme yapıyor. (krş. Dilidüzgün s.54)

Yazar, düş gücünden yoksun olarak yaşamanın insanı bir yandan nasıl kendi gerçeklerine yabancılaştırdığına işaret ederken, bir yandan da düşgücünün kötüye kullanılmasıyla insanın yalancı ve çıkarcı bir dünyada giderek yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağına gönderme yapar. Öte yandan, Bastian’ın kendini gerçekleştirememesini kullanarak okurlarını bireysel bir özeleştiriye tanık eder. Çünkü düş gücünden yoksun, salt gerçeklerin belirlediği sınırlar içindeki yaşam, kendimizi, kendimiz hakkındaki gerçekleri görmemizi engellemektedir. (Krş. Dilidüzgün s.56)

Roald Dahl, çocuğu gerçeküstü düzleme taşıyarak toplumsal eleştirilerini daha kolay yapar. Dahl’ın kara mizah yüklü Matilda isimli kitabında, eğitimden aile sistemine uzanan eleştiriler gizlidir. Abartılı tiplemeleriyle aileyi, eğitim sistemin alaya alır.

Tüketim toplumlarındaki yabancılaşmanın en tipik örneklerindendir bu kitap. Baskıcı eğitim, kültürden uzak ebeveynler, kitaplara gömülen Matilda tiplemesiyle eleştirilir. Matilda aslında bir kitap kurdu değil; tüketim toplumlarındaki yabancılaşmanın abartılı bir kara mizah sembolüdür.

Bodenburg, Küçük Vampir dizisinde kültürel bir inançtan yola çıkar ama bu inanca saplanmaz. Vampir sadece sürükleyici bir motiftir. Gerçeküstü düzlemde çocuğun macera duyguları doyurulur. Yazar romanında küçük burjuva ailesini, aile içi ilişkileri, yaşam biçimini, bu ailedeki çocuğun yalnızlığını ve yalnızlıktan kurtulmak için yarattığı çözüm yollarını eğlendirici bir üslupla okuyucusuna yansıtmaktadır.

Roman kahramanı olan Anton, ailenin tek çocuğudur ve yalnızdır. Aile, ona kendi toplumsal rollerini benimsetmek için çaba gösterir. Bu arada onlar da kendi rollerini en iyi biçimde yerine getirmek için çaba sarfetmektedirler. Bütün hafta çalışmanın getirdiği tek çözüm, o hafta sonunu dışarıda geçirmektir. Anne baba dışarı çıkarlar ve Anton evde yalnız kalır. Evde tek başına, yalnızlığıyla ve iç çatışmalarıyla başa çıkmak zorundadır. Bu noktada ona en iyi yardımcı olan şey korku öyküleri okumaktır.

Roman bu noktada fantastik alana geçiş yapar. Korku öykülerine bayılan Anton’un penceresine bir akşam Rüdiger adında bir vampir çocuk gelir ve bu vampir çocukla Anton’un arkadaşlıkları başlar.

Düşsel bir gerçeklik içinde devam eden roman dizisi, Anton’un sorunlarını bu fantastik dünya içinde rahatça ortaya koyabilmesini ve onlarla kendi gerçekliği içinde başa çıkabilmesini yansıtır.

Astrid Lindgren’in gerçeküstü düzlemi, romanın kahramanı Pippi’nin kendisidir. Onun yaşantısıdır. Türkiye’de Astrid Lindgren deyince ilk akla gelen kitaptır, Pippi Uzunçorap. Fantastik çocuk kitapları arasında klasik olmuş çağdaş bir kitaptır. Çocuğa kendi başına bağımsız bir dünya kurabilen ve bu dünya içinde onu özgürleştiren bir yapıdadır bu kitap.

Pippi’nin annesi o daha küçükken ölmüştür. Dokuz yaşına kadar babasıyla denizlerde yaşayan Pippi,babasını bir adanın krallığında bırakır ve kente gelip, kentin ucunda bulunan bahçeli bir eve yerleşir. Pippi yetişkinler dünyasına yakırı gelebilecek tüm özelliklere sahiptir. Evde yalnız başına yaşar; balkonda at besler;okula gitmez ama okul düzenini alt üst edecek eğitim sisteminin tüm komik yönlerini ortaya koyar.Ayrıca yalnız başına yaşayan bir kız olarak kadın özgürlüğünü de temsil eder.

Janosch, Sen Bir Kızılderilisin Hannes adlı kitabında gerçeküstü düzlemi aşağıdakiler ve yukarıdakiler ülkesi olarak betimler. Hannes, herkesle değilse bile okulla başı iyice dertte olan, kendine güvenini yitirmiş, belki de bu güveni hiç bulamamış bir çocuk. Okulda yeri arka sıralar; yetmiyormuş gibi de itilip kakılıyor.

Günün birinde, çakallarla girişilen bir savaşın ardından, nasılsa tahtından tebasından olmuş, eski ayı kralı, şimdiki kopek Maks ile karşılaşır. Hannes, köpek Maks’ı tuttuğu gibi okula getirir. O günden sonra Hannes’e okulda kimse yan bakamaz.

Hannes’in yıllar once savaş patlak verince bu benim işim değil, diyerek çekip Güney Amerika’da bir yerlere gitmiş bir amcası vardır, Jonas. Jonas Amca ara sıra mektup yazıp, bu uzak ülkeden ilginç şeyler anlatmaktadır. Son mektubunda Joao adında bir kızılderiliden söz eder. Kızılderilinin bir de fotoğrafını eklemiştir Joao mektubuna. Bu kızılderilinin en belirgin özelliği, aynı anda istediği her yerde olabilmesidir. Hannes, başı iyice okulla ve arkadaşlarıyla derde girdiğinde, amcasına bir mektup yazar ve ondan bu kızılderili dostunu, ona yardım etmek üzere yollamasını ister. Günler süren beklemenin ardından beklenen mektup gelir. Hannes, amcasının yolladığı mektupta kağıda sarılmış bir toz bulur. Bu tozu, dolunayda bir kağıda serpip üstüne baykuş tüyü koyup tutuşturduğunda, kızılderili çıkıp gelecektir.

Kızılderili gelir. Ortaya çıktığı andan başlayarak Hannes’in hayatında değişiklikler de başlar. Ancak görünürde sorunları çözen kızılderili, aslında sorunların çözümünü Hannes’e bırakmaktadır. Onun yaptığı, Hannes’in kendi özgüvenini kazanmasını sağlamaktır. Bu özgüven, onu herşeye rağmen çok iyi becerdiği yalnız dünyasında yaşamaktan çıkarıp sosyalleştirecek ve diğerlerinin arasına katılma özgürlüğü sağlayacaktır.

Hannes bütün bunları becerdiği gün kızılderili yok olur.

Nöstlinger, gerçeküstü figürleri gerçek yaşamın bir parçası yapar. Kim Takar Salatalık Kralını isimli kitabında sıradan bir ailenin mutfağında günün birinde 50 cm boyunda salatalığa ya da kabağa benzer, kendisinin kral olduğunu iddia eden garip bir yaratık ortaya çıkar. Kralın söylediklerine göre, kilerde yaşayan Kumi-Ori halkı ihtilal yaparak onu başından atmıştır. Son derece kendini beğenmiş, ukala, buyrukçu ve otoriter olan bu kral karşısında bütün aile şaşkınlığa düşmüştür. Aile başlangıçta ona yakınlık gösterir, ama kralın otoriter tutumu ve akıl almaz istekleri aileyi çileden çıkarır. Baba dışında herkes artık ondan kurtulmak istemektedir. Yazar geleneksel ve otoriter aile reisi olarak sembolize ettiği babayı bu kralla özdeşleştirir. Kralla özdeşleşen baba, onun için ailede herkesi kırar geçirir. Babanın kralla pek çok özdeş yönü vardır. Baba da kral gibi otoriter , geleneksel aile reisidir. Bu özdeşlik onu, kralla yatağını bile paylaşmaya götürecektir.

Nöstlinger, Konrad Konserve Kutusundan Çıkan Çocuk kitabıyla idealize çocuk kavramına ve idealize çocuk tipi yaratılmasına karşı çıkmaktadır. Çağdaş bakış açısında idealize figür, çocuğun kendi kimliğini bulması yerine, var olan prototiplere benzeyip kişilksizleşme anlamına gelmektedir. Oysa çocuk, kendi kişiliğini çizmekte özgür olmalı ve kimliğini yaratmayı becerebilmelidir. Dışatan gelen müdahaleler çocukta kimlik yitimine neden olmakta ve çocuğun yaratıcılığını ortadan kaldırmaktadır.

Kadın ve erkek eşitliğine değinen ve prototip aile ve anne baba yapısına da eleştiri getiren Nöstlinger, böyle bir yapının dayanaksız ve dayanıksız olduğunu da vurgulamaktadır. (krş. Neydim s.84)

Bu yazarları önemli kılan nedenlerin başında tümünün, döneminin tanıklığını çok iyi yapması gelir.İkinci önemli neden eleştirel bakabilmeleridir. Bu yazarlar çocuğu ve çocuk dünyasını çok iyi tanırlar. Kendi kültürlerini ve kültürel art alanlarını iyi bilirler.Bunları harmanlayıp yeni bir sentez yapabilmiş yazarlardır.

Bu saydığım çocuk edebiyatı ürünleri dilimize çevrilmiş ve hemen tümü çocuk okurca olumlu algılanmıştır. İşin ilginç yanı az önce saydığım bu ürünlerden bazıları da eğitim sistemini ve sosyal sistemi eleştirdiği için sakıncalı sayılmışlardır. Bunların başında Lindgren’in Pippi Uzunçorap’ı gelir. Bu dizi romanın filmi TV’de yayınlanmaya başlanmış ancak daha sonra sakıncalı sayılarak yayından kaldırılmıştır. Nöstlinger’in kitapları ancak cesur öğretmenler tarafından çocuklara önerilebilir. Roald Dahl’ın Matilda isimli kitabı daha önce küçük kızın kitap kurdu olması nedeniyle değerli bulunmuş eleştirilen nokta, örnek olarak ele alınmıştır.Pinokyo’ya eleştiri gelmemesinin nedenleri ilk tartışmadaki konuşmalara baktığınızda anlaşılabilir. Exuperry’nin Küçük Prens’i kutsanmış bir kitaptır. O nedenle söz söylenmez. Ama onun da başına gelmeyen kalmamıştır. Bugün eğitim sistemi içinde fantastik ürünler, macera romanları, dedektif romanları, çizgi romanlar, bilim kurgu romanları aşağılanır ve okuyan öğrenciler eleştirilir.

Gelelim popüler kültür ürünü olarak piyasaya sürülen ve gerçekten büyük okur kitlesine ulaşan Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi romanlarına. Bir dönem çok fazla satan bu kitapların satış hızı düşmüş durumdadır. Ayrıca bu eğilimi saptayan yayınevleri yerli yazarlara da fantastik ürünler ısmarlama sürecine girmişlerdir. Yerli yazarlarımız genci yaşlısı fantastik ürünler ortaya koymaya çabalamaktadırlar.

Fantastik, bir yönüyle çocuğun kendi sorunlarıyla gerçeküstü bir düzlemde karşılaşmasını sağlar ve ruhsal rehabilitasyon işlevini de yerine getirir. Bu yönüyle olumlu bir işlev yüklenen fantastik edebiyat ürünleri – gerçek anlamda edebiyat estetik değer taşıyan ürünler- çocuğun kendisini keşfetmesini ve yaşamla iletişim sağlama işlevini yerine getirirken onun okuma zevkine katkı da sağlamaktadırlar. Özdeşleşilecek figürler sunan, bu figürleri aynı zamanda bir tüketim ürününe dönüştüren- ki günümüzde bu bir çok sanayi dalının ortaklığı ile sürdürülmektedir- fantastik romanların belli bir kültürü yaratmayı amaçlaması kadar doğal bir şey düşünülemez. Bu, tüketim nesnesi olarak keşfedilen çocuğun, bu araçlar kullanılarak tüketime yönlendirilmesidir ve hiç de bilinmeyen bir gerçek değildir.

Son dönemde üzerinde en çok tartışılan Harry Potter örneğinden yola çıkarsak bu fantastik metin, özünde okul korkusuna dayanmakta ve okulda yaşanan mücadeleyi aşma yollarını masalın tüm ögelerini kullanarak fantastik bir kurgu içinde sunmaktadır. Çocuğun korkularına seslenmesi onu çok okunan bir kitap yapmasının başında gelmektedir. Ne kadar edebiyat estetik değer taşıdığı ayrı bir tartışma konusu olan bu kitap, temelde bu özelliğiyle dönemsel olarak öne çıkmış ve çok satan yani popüler bir kitap olmuştur. Kitap ayrıca başka tabuyu da yıkmıştır: Çocuklar uzun metinleri okuyamaz tabusunu. Çünkü her bir kitap altıyüz sayfanın üzerindedir ve çocuklar tarafından okunabilmiştir. Burada asıl tartışılması gereken, bizim, çocuklara, onların gerçekliklerini yansıtan kitapları üretip üretemediğimiz ve onlara ulaştırıp ulaştıramadığımız olması gerekir.

Günümüzde yayımlanan popüler çocuk kitapları, aynı zamanda –çizgi roman ve filmlerde olduğu gibi- yan sanayilerle işbirliği içinde piyasaya sürülmektedir. Bu kitapların filmleri çevrilmekte ve kahramanları ayrıca pazarlanan ürünler olarak piyasaya sürülmektedir. Bu, sistemin bir gerçekliği olarak önümüzde durmaktadır

Bir ülkede yaratılan bir fantastik romanın, filmin ya da edebiyat ürününün o ülkenin kültüründen yola çıkmasından ve onu tanıtma amacından daha doğal bir şey olamaz. Burada asıl tartışılması gereken yazılı ya da görsel metnin çocuğa nasıl ve nereye kadar bir iktidar kurduğu ve iç çelişkilere yol açtığıdır.

Tek bir ürüne odaklı kültür bombardımanı altında kalan çocuğun, bu süreçte o ürünün yansıttığı kültürün etkisi altında kalması doğaldır. Asıl olan onun karşılaştığı kültür ürünlerini çeşitlendirmek ve sorgulama becerisini artırmak, didaktik bir yönelimle davranmamaktır. Bu koşullara sahip olan çocuk, karşılaştığı kültürleri yaşamında bir zenginlik olarak algılayacak ve kendine yeni evrensel pencereler açmayı becerecektir.

Popüler kültür ürünleri çocuğa okuma keyfi vermesi ve okuma sürecinin başlaması için önemli bir işlevi yerine getirirler. Fantastik romanlar düşsel görselliğe de seslendiği için okumayı kolaylaştırırlar ve çocuğun imgesel gücünün gelişmesini sağlarlar. Süreç içinde çocuk, dil ve imgesel birikiminin verdiği güçle başka edebiyat ürünlerine yönelir.

Ancak az önce de değindiğim gibi tek yönlü kültür karşılaşmaları, kendi kültürüne yabancılaşmayı da beraberinde getirir. Bu doğal sonuca dönük ilginç bir örneği sunarak sözlerime son vermek istiyorum. Bana gelen genç bir üniversite öğrencisinin yazdığı ve yayımlanması için destek istediği fantastik roman taslağından kısa bir bölüm bu:

İKİNCİ BOYUT

Efendi Griesen ağır adımlarla şafağı karşılamak için odasının içinde bulunan, kendisini yukarı, tapınağın zirvesine çıkaracak merdivenlere yürüdü. Yukarıda tapınağın dört bir yanını kaplayan balkona çıktığında derin bir nefes aldı. Asasını doğan şafağa doğru kaldırdı. Efendi olmanın tarif edilemez yüceliğini ezelden beri yaşıyordu. Anlatılamayacak bir duyguydu bu. Asasını bir kaldırışıyla doğan güneşin altındaki tüm boyutu görebiliyordu. Bu boyut dünyayı yöneten gizli Golden boyutuydu. Griesen asasını kaldırdı. Doğu yönüne bakıyordu. Tapınağın doğu tarafında bir sıra halinde uzanan üç kule geldi gözünün önüne. Hellanor’un kulesi Herrenwill, Fiedel’in kulesi Fehla , Paladras’ın kulesi Peradan...

... Griesen batıya döndü. Yine kuleler görünüyordu. Ama bu kez tepesi güneye uzanan bir üçgen halinde. Üçgenin güney ucunda Krendel’in kulesi Kehren, doğu ucunda Thenador’un kulesi Thera, ve batı ucunda Miriven’in kulesi Merren. Doğu ve batıdaki bu kulelerin Hükümdarları büyücülerdi. Ölümsüz, ezelden beri yaşayan büyücüler...

Yukarıdaki görüşler doğrultusunda, bu öğrenciye metni ile ilgili eleştiri yönelttiğimde, kendi sosyal çevresinde, yazdıklarıyla ilgili böyle bir uyarıyı hiç almadığını söyledi. Çevresi yazdıklarını doğal karşılamıştı.

Burada, baştaki soruyu tekrar sormadan edemiyorum.

Fantastik, yazınsallığa açılan bir kapı mı yoksa bir tehlike mi?
 
Geri
Top