Başlığı yanlış okumadınız, artık topluca Türkçeyi yok etmeye çalışıyoruz. Mademki Türkçeyi korumayı beceremiyoruz ve özentiliğimiz yüzünden Türkçeyi her gün biraz daha köreltiyoruz, o zaman en iyisi bu dili kökten yok edelim ve Türkçeden çok daha güzel olan bir dili (İngilizceyi) kullanmaya başlayalım. Böyle yaparsak ne Türkçe için dertlenecek bir kişi kalır ne de korumak zorunda olduğumuz bir dil. Geleceğimiz (yani İngilizceye kavuştuğumuz gün), çok güzel olacak.
Şimdi öncelikle bu yazıyı Türkçe yazdığım için özür diliyorum; çünkü pat diye diğer dile geçemeyiz. Sonuçta akıllı insanlarız ve Türkçeyi bir anda yok etmeyi düşünmüyoruz. Zaten bunu yapmamız çok zor olur. Biz önce toplumu bizim gibi düşünmeye çağıracağız, sonra biraz baskı uygulayıp her şeyi İngilizce yapacağız ve bir süre sonra İngilizce kendiliğinden Türkçeyi ezip geçecek. Böylelikle şu ezik, güçsüz ve değersiz Türkçeden kurtulacak ve artık bütün dünyanın iletişim dili hâline gelen, şanlı İngilizceye kavuşmuş olacağız. Ahh, şimdi bile o günleri düşündüğümde heyecanlanıyorum.
Bu yazıyı Türkçe yazmak zorundayım; fakat kurallara bu kadar da dikkat edilmez ki canım! Şu yazıyı biraz çarpıtarak işe başlayalım. En azından Türkçe (tüh, yine büyük harfle yazdım şu dili) karakterleri kullanmayız başlangıçta. Sonra “k” yerine “q“; “v” yerine “w“, “ş” yerine “sh“; “ç” yerine “ch” harflerini kullanmaya başlarız. “Ö” ve “ü” gibi İngiliz alfabesinde bulunmayan harfleri de kaldırıp atarız. Zaten “ğ” harfi çok gereksiz, onu da çıkardık mı mis gibi İngiliz alfabesine kavuşmuş oluruz. Böylece kökten İngilizceye geçtiğimizde, çok zorlanmaz bu millet.
Türk gençliği olarak internette kullanılan Türkçeyi “böle acaip shekiller yaparaq” bozalım. Çevremizdeki herkesi, Türkçe karakter kullanmamaları konusunda uyaralım. “Bye, ok, thanks” gibi sıradanlaşmış sözcükleri kullanın dememe gerek yok diye düşünüyorum. Zaten bunlar köyde yaşayanların bile dilinden düşmüyor. Bundan böyle İngilizcedeki söz varlığını taşımaya çalışacağız. Yani kimsenin bilmediği, yeni İngilizce sözcükleri kullanarak, bu sözcükleri herkesin öğrenmesini sağlayacağız. Artık “duygusal” sözcüğü yerine “emotional” demek moda olsun. Şu güzelim computere bilgisayar demek ne kadar ahmakça bir şey? “Friend“lerle “cafe“de “tea” içerken, “garson“dan İngilizce “rap, rock veya metal music” çalmasını isteyelim. Şu “çalmak” sözcüğü de bir an önce “play” olsun. Sonra üstümüze İngilizce yazılı “t-shirt“leri giyerek insanlara artık İngilizce konuşmanın gerekliliğini gösterelim. Aslında bu söylediklerimizin hepsini şu anda yapıyorlar; fakat biz daha aşırısına gidelim.
Sokaklardaki bütün satıcılarla görüşelim, dükkan adlarını İngilizce yapsınlar. En azından tabelalarına “shop, center” falan eklesinler şimdilik. Yeni açılan iş yerlerinin de sahipleriyle görüşelim. Gerekirse aramızda para toplayıp dükkanlarına İngilizce ad verenlere ödül verelim. İnsanları bu konuda teşvik etmek lazım. Şöyle uzunca bir caddenin bir ucundan, diğer ucuna baktığımızda, her yeri ışıl ışıl parlayan İngilizce sözcüklerle donatılmış olarak görelim, başka bir dileğim yok. Bütün lokantalardaki yiyecek / içecek listeleri İngilizce olsun. Kırtasiyeler, marketler ve bunlar gibi bütün alışveriş merkezleri, ürünlerin adlarını İngilizce yapsın. Böylece insanlar o İngilizce sözcükleri her gün görüp öğrenirler. İş yerlerine, kapılarına asmaları için “Welcome” yazılı süs eşyaları hediye edelim. Ayrıca yabancı müzik çalmayan yerlere, topluca gitmeme kararı alalım. Gerekirse insanlarla “Ya siz hâlâ Türkçe müzik mi dinliyorsunuz?” diyerek dalga geçelim. E aslında bunları yapan da çok. Daha farklı şeyler bulmamız gerekiyor. Türkçeyi yok etmek için, daha etkili çalışmalar yapmamız lazım.
Eğitim dilinin de bir an önce değişmesi gerekiyor. Biz Türkçe konuşmaya bile utanıyorken, onunla eğitim görmemiz resmen felaket bir durum. Önce okuldaki öğretmenlere baskı yaparak işe başlarız. Yazılı kağıtlarını İngilizce ifadelerle süsleriz. İngilizce dersinin, daha çok olmasını isteriz. Sıraların üzerine bile İngilizce sözler kazırız. Hiç olmadı yürüyüş yapar, dersleri İngilizce işlemek istediğimizi söyleriz. Üniversitelerin bile İngilizce eğitim yapması için yetkili makamlara dilekçe yazarız. Hepimiz topluca İngilizce kurslarına yazılırız ve böylece her ilde onlarca yabancı dil (şu güzel İngilizceye yine yabancı dedim, affedin) kurs merkezinin açılmasını sağlarız. Belki ilk aşamada konuşmada zorluk çekebiliriz. Ama temel sözcükleri Türkçe cümlelerin içine sıkıştırabiliriz. “Mother! Bize bu evening fırında chicken yapar mısın? O yemek very good bence.” biçiminde ifadelerle, İngilizcemizi güçlendirebiliriz diyeceğim; fakat bunları zaten her gün yapıyoruz. İnsanlara Türkçeyi unutturacak başka bir yol yok mu?
Yeni doğan çocuklara Türkçe ad verirlerse, tepkimizi ortaya koyalım. “Zeynep, Alper, Merve, Ahmet, Yağmur” da neymiş? “Rose, Martin, John, Melissa” gibi adlar varken, ne gerek var çocukların gelecekleriyle oynamaya? Çocuklardan sonra beslediğimiz hayvanlara da İngilizce adlar verelim. Sonra odamızın kapısına “Mrs. Angel Girl’s Room / Mr. Spider Child’s Room” gibi takma adlar (yani nickname’ler) asalım. Msn adresinde Türkçe sözcük kullananları silmeyenlere İngilizce konuşmak nasip olmasın, ölene kadar bu çürük dille konuşmak zorunda kalsınlar! Kolumuza İngilizce dövme yaptıralım, maçlarda İngilizce pankart açalım, telefonumuza İngilizce müziklerden zil sesi yükleyelim…
Of, off! Aklıma şu anda Türkiye’de yapılmayan hiçbir şey gelmiyor. En iyisi biz hiçbir şey yapmayalım. Zaten benlik bilincine sahip (!) Türkler, Türkçeyi atıp İngilizceyi getirmek için yapılacak ne varsa yapıyorlar. Bu gidişle çok sürmez 20-30 yıl sonra Türkçenin yalnızca “adı” kalır büyük olasılıkla.
Yavuz TANYERİ
Yukaridaki makaleyi yazan yazarin makalenin sonuna ekledigi su not sizcede cok anlamli degilmi?
Bu yazı, güzel dilimiz Türkçedeki yabancılaşmanın ne boyuta ulaşabileceğini farklı bir yaklaşımla gösterebilmek için yazılmıştır. Bütün Türklük değerlerimize TÜRKler’den daha çok zarar veren kimse yoktur. Kendi kuyusunu kazma alanında da biz TÜRKler‘den daha yetenekli başka bir ulus yoktur. Ne yazık ki bu yüce ulus, titreyip kendine dönmediği sürece yalnızca dilini değil, bütün benliğini kaybedecektir. Umuyorum ki Yüce Önder‘in dediği gibi; “Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen TÜRK milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtaracaktır.”
Şimdi öncelikle bu yazıyı Türkçe yazdığım için özür diliyorum; çünkü pat diye diğer dile geçemeyiz. Sonuçta akıllı insanlarız ve Türkçeyi bir anda yok etmeyi düşünmüyoruz. Zaten bunu yapmamız çok zor olur. Biz önce toplumu bizim gibi düşünmeye çağıracağız, sonra biraz baskı uygulayıp her şeyi İngilizce yapacağız ve bir süre sonra İngilizce kendiliğinden Türkçeyi ezip geçecek. Böylelikle şu ezik, güçsüz ve değersiz Türkçeden kurtulacak ve artık bütün dünyanın iletişim dili hâline gelen, şanlı İngilizceye kavuşmuş olacağız. Ahh, şimdi bile o günleri düşündüğümde heyecanlanıyorum.
Bu yazıyı Türkçe yazmak zorundayım; fakat kurallara bu kadar da dikkat edilmez ki canım! Şu yazıyı biraz çarpıtarak işe başlayalım. En azından Türkçe (tüh, yine büyük harfle yazdım şu dili) karakterleri kullanmayız başlangıçta. Sonra “k” yerine “q“; “v” yerine “w“, “ş” yerine “sh“; “ç” yerine “ch” harflerini kullanmaya başlarız. “Ö” ve “ü” gibi İngiliz alfabesinde bulunmayan harfleri de kaldırıp atarız. Zaten “ğ” harfi çok gereksiz, onu da çıkardık mı mis gibi İngiliz alfabesine kavuşmuş oluruz. Böylece kökten İngilizceye geçtiğimizde, çok zorlanmaz bu millet.
Türk gençliği olarak internette kullanılan Türkçeyi “böle acaip shekiller yaparaq” bozalım. Çevremizdeki herkesi, Türkçe karakter kullanmamaları konusunda uyaralım. “Bye, ok, thanks” gibi sıradanlaşmış sözcükleri kullanın dememe gerek yok diye düşünüyorum. Zaten bunlar köyde yaşayanların bile dilinden düşmüyor. Bundan böyle İngilizcedeki söz varlığını taşımaya çalışacağız. Yani kimsenin bilmediği, yeni İngilizce sözcükleri kullanarak, bu sözcükleri herkesin öğrenmesini sağlayacağız. Artık “duygusal” sözcüğü yerine “emotional” demek moda olsun. Şu güzelim computere bilgisayar demek ne kadar ahmakça bir şey? “Friend“lerle “cafe“de “tea” içerken, “garson“dan İngilizce “rap, rock veya metal music” çalmasını isteyelim. Şu “çalmak” sözcüğü de bir an önce “play” olsun. Sonra üstümüze İngilizce yazılı “t-shirt“leri giyerek insanlara artık İngilizce konuşmanın gerekliliğini gösterelim. Aslında bu söylediklerimizin hepsini şu anda yapıyorlar; fakat biz daha aşırısına gidelim.
Sokaklardaki bütün satıcılarla görüşelim, dükkan adlarını İngilizce yapsınlar. En azından tabelalarına “shop, center” falan eklesinler şimdilik. Yeni açılan iş yerlerinin de sahipleriyle görüşelim. Gerekirse aramızda para toplayıp dükkanlarına İngilizce ad verenlere ödül verelim. İnsanları bu konuda teşvik etmek lazım. Şöyle uzunca bir caddenin bir ucundan, diğer ucuna baktığımızda, her yeri ışıl ışıl parlayan İngilizce sözcüklerle donatılmış olarak görelim, başka bir dileğim yok. Bütün lokantalardaki yiyecek / içecek listeleri İngilizce olsun. Kırtasiyeler, marketler ve bunlar gibi bütün alışveriş merkezleri, ürünlerin adlarını İngilizce yapsın. Böylece insanlar o İngilizce sözcükleri her gün görüp öğrenirler. İş yerlerine, kapılarına asmaları için “Welcome” yazılı süs eşyaları hediye edelim. Ayrıca yabancı müzik çalmayan yerlere, topluca gitmeme kararı alalım. Gerekirse insanlarla “Ya siz hâlâ Türkçe müzik mi dinliyorsunuz?” diyerek dalga geçelim. E aslında bunları yapan da çok. Daha farklı şeyler bulmamız gerekiyor. Türkçeyi yok etmek için, daha etkili çalışmalar yapmamız lazım.
Eğitim dilinin de bir an önce değişmesi gerekiyor. Biz Türkçe konuşmaya bile utanıyorken, onunla eğitim görmemiz resmen felaket bir durum. Önce okuldaki öğretmenlere baskı yaparak işe başlarız. Yazılı kağıtlarını İngilizce ifadelerle süsleriz. İngilizce dersinin, daha çok olmasını isteriz. Sıraların üzerine bile İngilizce sözler kazırız. Hiç olmadı yürüyüş yapar, dersleri İngilizce işlemek istediğimizi söyleriz. Üniversitelerin bile İngilizce eğitim yapması için yetkili makamlara dilekçe yazarız. Hepimiz topluca İngilizce kurslarına yazılırız ve böylece her ilde onlarca yabancı dil (şu güzel İngilizceye yine yabancı dedim, affedin) kurs merkezinin açılmasını sağlarız. Belki ilk aşamada konuşmada zorluk çekebiliriz. Ama temel sözcükleri Türkçe cümlelerin içine sıkıştırabiliriz. “Mother! Bize bu evening fırında chicken yapar mısın? O yemek very good bence.” biçiminde ifadelerle, İngilizcemizi güçlendirebiliriz diyeceğim; fakat bunları zaten her gün yapıyoruz. İnsanlara Türkçeyi unutturacak başka bir yol yok mu?
Yeni doğan çocuklara Türkçe ad verirlerse, tepkimizi ortaya koyalım. “Zeynep, Alper, Merve, Ahmet, Yağmur” da neymiş? “Rose, Martin, John, Melissa” gibi adlar varken, ne gerek var çocukların gelecekleriyle oynamaya? Çocuklardan sonra beslediğimiz hayvanlara da İngilizce adlar verelim. Sonra odamızın kapısına “Mrs. Angel Girl’s Room / Mr. Spider Child’s Room” gibi takma adlar (yani nickname’ler) asalım. Msn adresinde Türkçe sözcük kullananları silmeyenlere İngilizce konuşmak nasip olmasın, ölene kadar bu çürük dille konuşmak zorunda kalsınlar! Kolumuza İngilizce dövme yaptıralım, maçlarda İngilizce pankart açalım, telefonumuza İngilizce müziklerden zil sesi yükleyelim…
Of, off! Aklıma şu anda Türkiye’de yapılmayan hiçbir şey gelmiyor. En iyisi biz hiçbir şey yapmayalım. Zaten benlik bilincine sahip (!) Türkler, Türkçeyi atıp İngilizceyi getirmek için yapılacak ne varsa yapıyorlar. Bu gidişle çok sürmez 20-30 yıl sonra Türkçenin yalnızca “adı” kalır büyük olasılıkla.
Yavuz TANYERİ
Yukaridaki makaleyi yazan yazarin makalenin sonuna ekledigi su not sizcede cok anlamli degilmi?
Bu yazı, güzel dilimiz Türkçedeki yabancılaşmanın ne boyuta ulaşabileceğini farklı bir yaklaşımla gösterebilmek için yazılmıştır. Bütün Türklük değerlerimize TÜRKler’den daha çok zarar veren kimse yoktur. Kendi kuyusunu kazma alanında da biz TÜRKler‘den daha yetenekli başka bir ulus yoktur. Ne yazık ki bu yüce ulus, titreyip kendine dönmediği sürece yalnızca dilini değil, bütün benliğini kaybedecektir. Umuyorum ki Yüce Önder‘in dediği gibi; “Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen TÜRK milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtaracaktır.”