Baharın ilk günlerinde, henüz karların erimeye başladığı, havanın hafifçe ısındığı bir zaman diliminde, küçük bir köyde yaşayan Leyla adında genç bir kadın vardı. Leyla, köyün en güzel kızı olarak bilinirdi. Gözleri, gece gökyüzünün derinliğini andıran, simsiyah ve ışıl ışıldı. Saçları ise, akarsuyun köpüren suları gibi, altın sarısıydı. Ancak Leyla'nın güzelliği, sadece dış görünüşünden ibaret değildi. Kalbi, merhamet ve iyilikle doluydu. Köy halkı onu çok sever, sıkıntılarında ona koşardı.
Leyla, her gün, köyün eteklerindeki geniş tarlalarda çalışır, yorulmak bilmez elleriyle toprağı eker, biçerdi. Gün batımının kızılıyla boyanan gökyüzüne karşı çalışırken, hayal kurardı. Başka dünyaları, başka yaşamları, başka aşıkları... Bir prens tarafından bulunmayı, saraylarda yaşamayı, ipek elbiseler giymeyi hayal eder, sonra da kendi halini, toprak kokusunu, köy halkının sıcaklığını özlerdi. Bu hayaller, onu günün yorgunluğunu unutturur, umutla doluyor, yeni güne hazırlanmasını sağlıyordu.
Bir gün, köylerine, uzak diyarlardan gelen bir kafile geldi. Kafilede, görkemli kıyafetleri ve asil duruşuyla dikkat çeken genç bir adam vardı; Adı Kaan'dı. Kaan, bir doğabilimciydi ve yeni bitki türleri arayışında, bu ıssız köye kadar gelmişti. Kaan, Leyla'nın güzelliğini ve çalışkanlığını görünce hayran kaldı. Leyla'nın incecik parmaklarıyla toprağı işleyişini, yüzündeki ter damlalarına rağmen, durmaksızın çalışmasını, huzurlu gülümsemesini izlerken, içine tuhaf bir duygu çöktü.
Leyla ise, Kaan'ın varlığından önce farkında olmasa da, onun bakışlarında gizli bir sıcaklık hissediyordu. Kaan'ın gözlerindeki derinlik, Leyla'nın kendi hayal dünyasının derinliğine benziyordu. İlk görüşte aşk, belki de tam olarak böyle oluyordu.
Kaan, Leyla'nın köyde kalmasını rica etti. Bitkiler hakkında ona bilgiler aktardı, birlikte yeni türler keşfettiler. Leyla, Kaan'ın bilimsel bilgilerini dinlerken hayranlık duyuyordu. Kaan ise, Leyla'nın doğayla olan iç içeliğini, toprağın derinliklerini anlayışını, hayatın basit güzelliklerini takdir etme yeteneğini takdir ediyordu.
Ancak Kaan, zengin bir aileden geliyordu ve Leyla, yoksul bir köylü kızıydı. Bu, aşklarını zorlu bir sınavdan geçirecekti. Kaan'ın ailesi, bu ilişkiye kesinlikle karşı çıkacaktı. Leyla, ailesinin ve köy halkının tepkisinden korkuyordu. Fakat aşkları, tüm engellere rağmen büyümeye devam etti.
Kaan, ailesini ikna etmeye çalışırken, Leyla, Kaan'ın keşfettiği yeni bir bitki türünden elde ettiği ilacı, köy halkının hastalıklarına şifa olarak kullanıyordu. Bu sayede, köyde büyük bir saygınlık kazandı. Kaan'ın ailesi ise, Leyla'nın iyilikseverliğini görünce, düşüncelerini değiştirmeye başladı.
Uzun ve zorlu bir sürecin sonunda, Kaan, ailesinin onayını almayı başardı. Leyla ve Kaan evlendiler. Leyla, saraylarda yaşamayı, ipek elbiseler giymeyi hayal etmişti, fakat köyünden, toprak kokusundan, insanlarından asla kopmadı. Kaan ile birlikte, köylerine bir okul kurdular, çocukları eğittiler. Leyla'nın ve Kaan'ın hikâyesi, kuşaktan kuşağa aktarılan, aşkın ve iyiliğin gücünü anlatan bir masal oldu. Çünkü gerçek aşk, sarayların değil, kalplerin içinde yeşerirdi. Ve onların aşkları, sonsuza dek, o küçük köyde, baharın ilk günlerinde açan çiçekler gibi, taze ve güzel kalacaktı.
Leyla, her gün, köyün eteklerindeki geniş tarlalarda çalışır, yorulmak bilmez elleriyle toprağı eker, biçerdi. Gün batımının kızılıyla boyanan gökyüzüne karşı çalışırken, hayal kurardı. Başka dünyaları, başka yaşamları, başka aşıkları... Bir prens tarafından bulunmayı, saraylarda yaşamayı, ipek elbiseler giymeyi hayal eder, sonra da kendi halini, toprak kokusunu, köy halkının sıcaklığını özlerdi. Bu hayaller, onu günün yorgunluğunu unutturur, umutla doluyor, yeni güne hazırlanmasını sağlıyordu.
Bir gün, köylerine, uzak diyarlardan gelen bir kafile geldi. Kafilede, görkemli kıyafetleri ve asil duruşuyla dikkat çeken genç bir adam vardı; Adı Kaan'dı. Kaan, bir doğabilimciydi ve yeni bitki türleri arayışında, bu ıssız köye kadar gelmişti. Kaan, Leyla'nın güzelliğini ve çalışkanlığını görünce hayran kaldı. Leyla'nın incecik parmaklarıyla toprağı işleyişini, yüzündeki ter damlalarına rağmen, durmaksızın çalışmasını, huzurlu gülümsemesini izlerken, içine tuhaf bir duygu çöktü.
Leyla ise, Kaan'ın varlığından önce farkında olmasa da, onun bakışlarında gizli bir sıcaklık hissediyordu. Kaan'ın gözlerindeki derinlik, Leyla'nın kendi hayal dünyasının derinliğine benziyordu. İlk görüşte aşk, belki de tam olarak böyle oluyordu.
Kaan, Leyla'nın köyde kalmasını rica etti. Bitkiler hakkında ona bilgiler aktardı, birlikte yeni türler keşfettiler. Leyla, Kaan'ın bilimsel bilgilerini dinlerken hayranlık duyuyordu. Kaan ise, Leyla'nın doğayla olan iç içeliğini, toprağın derinliklerini anlayışını, hayatın basit güzelliklerini takdir etme yeteneğini takdir ediyordu.
Ancak Kaan, zengin bir aileden geliyordu ve Leyla, yoksul bir köylü kızıydı. Bu, aşklarını zorlu bir sınavdan geçirecekti. Kaan'ın ailesi, bu ilişkiye kesinlikle karşı çıkacaktı. Leyla, ailesinin ve köy halkının tepkisinden korkuyordu. Fakat aşkları, tüm engellere rağmen büyümeye devam etti.
Kaan, ailesini ikna etmeye çalışırken, Leyla, Kaan'ın keşfettiği yeni bir bitki türünden elde ettiği ilacı, köy halkının hastalıklarına şifa olarak kullanıyordu. Bu sayede, köyde büyük bir saygınlık kazandı. Kaan'ın ailesi ise, Leyla'nın iyilikseverliğini görünce, düşüncelerini değiştirmeye başladı.
Uzun ve zorlu bir sürecin sonunda, Kaan, ailesinin onayını almayı başardı. Leyla ve Kaan evlendiler. Leyla, saraylarda yaşamayı, ipek elbiseler giymeyi hayal etmişti, fakat köyünden, toprak kokusundan, insanlarından asla kopmadı. Kaan ile birlikte, köylerine bir okul kurdular, çocukları eğittiler. Leyla'nın ve Kaan'ın hikâyesi, kuşaktan kuşağa aktarılan, aşkın ve iyiliğin gücünü anlatan bir masal oldu. Çünkü gerçek aşk, sarayların değil, kalplerin içinde yeşerirdi. Ve onların aşkları, sonsuza dek, o küçük köyde, baharın ilk günlerinde açan çiçekler gibi, taze ve güzel kalacaktı.