Tanrı, yeryüzündeki bütün canlıları bir savaş içerisinde yaratmıştır. Her canlı türü, kendi türünden veya farklı türden bir canlıyla sıcak veya soğuk olarak savaş hâlindedir. Bu savaş, tabiatın dengesinin korunması bakımından çok önemlidir. Çünkü güçlü olanların çoğalması, zayıfların ortadan kalkmasına bağlıdır. Eğer bir canlı türü yaşamak istiyorsa, o canlı türünün güçlü bireyleri yükselmeli, zayıf bireyleri ise gitmelidir. Aksi takdirde o zayıf bireyler yüzünden bir canlı türü tamamen ortadan kalkabilir. Örneğin ceylanların neslinin tükenmemesi için hasta, zayıf ve cılız olanlar yırtıcılara yem olmalıdır ki genç, dinamik, güçlü ve sağlıklı olanlar yaşasınlar.
Tabiattaki bu değişmez yasa milletler hayatında da böyledir. Güçlü olan milletler yaşamaya ve yükselmeye her zaman devam ettikleri hâlde zayıf, aciz ve ezik milletlerin yükseldiği, yükselmesi şöyle dursun dirlikleri boyunca ilerleme kaydedebildiklerine rastlanılmış değildir. Onlar, daima birilerinin boyunduruğu altına girip, kendi varlıklarını başkalarının kanatları altına emanet ederek yaşamaktan haz alırlar. Çünkü “yönetmek” güçlülerin işidir ve zayıf kişiler bundan korkarlar. Onlar yönetmeyi bilmezler, yönetmenin sorumluluğunu ve gücünü kendilerinde bulamadıklarından bu işe girmek istemezler, her zaman birileri tarafından yönetilmek isterler.
Oysa güçlü milletlerde iş böyle değildir. Güçlü milletler, kendisini yönetir. Hiç kimsenin gelip kendileri üzerinde hâkimiyet sürmesine izin vermez. Güçlü milletler, ülkü sahibidir ve bu ülküleri uğruna çarpışır, savaşır ve kazanır. Nasıl ki hiçbir amacı olmayan bir insan psikolojik sorunlar içine düşüyorsa, iş bulamayan bir delikanlı depresyona giriyorsa, bir kazada kolunu, bacağını kaybeden bir genç intihara kalkışıyorsa, ülküsü olmayan, içi, boş uğraşlarla ve günübirlik magazin programlarıyla doldurulmaya çalışılan bir milletin de zayıflamaya başlayacağı muhakkaktır. İşte bir milleti bu şekilde zayıflatmaya da psikolojik harp deniyor.
Milletler, soyları ve ataları bir; kültürleri ve yaşayışları aynı kökten gelen insanların oluşturduğu toplumlardan meydana gelir. O hâlde milletlerin ülküsü de tek olmalıdır. Bir millet, topyekûn bir ülküye inanıp peşinden koşarsa, o ülkünün bugün değilse yarın gerçekleşmesi mukadderdir. Çünkü tarih, ülküsü peşinden durmadan, yorulmadan ve korkmadan koşan milletleri asla mükâfatsız bırakmamıştır. Bunun çok örneği vardır; örneğin yıllarca Çin esareti altında yaşayan Gök Türkler, topu topu 40 çeriyle koca Çin Sayarı’nı basmışlar, bağımsızlıklarını Çinlilerin elinden söküp almışlardır. Gök Türkler’in kazandığı bu zaferin sebebi, elbette Türk Milleti’nin üstün karakteri ve amaca olan bağlılığıdır. Bu bağlılık ve üstün karakter ile Türk Milleti, daha doğrusu Türk Milleti’ni temsil eden 40 çeri, yüzlerce Çin askerini öldürmüş, milletini bağımsızlığına kavuşturmuştur.
40 asker, nasıl oluyor da yüzlerce askeri, üstelik kendi saraylarında öldürebiliyor? İlk bakışta mümkün görünmeyen bu iş, elbette milli ülküye olan bağlılık sayesinde gerçekleşmiştir. Türkler, tarihin her döneminde olduğu gibi o dönemde de milli ülkülerine sadakatle bağlı olmuş ve bu milli ülkülerini gerçekleştirmek için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamışlardır. Canlarını, mallarını ve bütün varlıklarını amaçları uğrunda feda etmekten geri durmamışlardır. İşte bu yüzden o 40 çeri, yüzlerce Çin askerini öldürüp Türk’ün bağımsızlığını kazanarak Türkeli’ni tek bayrak, tek devlet ve tek vatan altında birleştirmişlerdir. Kür Şad ve 40 çerisinin bu başarısına ulaşmak, gelmişte ve geçmişte Türklerden başka hiçbir milletin ulaşamadığı ve ulaşamayacağı bir başarıdır. Milli ülkülerine bağlı olmak, bu milli ülkü için canını bile seve seve feda etmek sadece Türklerin yapabildiği bir iştir. Kür Şad ihtilâli dışında pek çok savaşta, Varna’da, Çanakkale’de, Galiçya’da, Niğbolu’da, Çaldıran’da, Sakarya’da, Dumlupınar’da ve daha pek çok cenk meydanında, Türk’ün milli ülküsüne olan bağlılığı büyük bir kararlılıkla ve iradeyle ortaya konmuştur.
Milletleri, şahıslar oluşturduğuna göre bir milletin güçlü olup olmaması, o milleti meydana getiren şahısların karakterine ve kişiliğine bağlıdır. Milletler, kendisini oluşturan şahısların gücü nispetinde güçlü, onların iradesi nispetinde iradeli, onların savaşçılığı nispetinde savaşçı ve onların korkaklığı nispetinde de korkaktır. Aslında bireyciliği, benciliği reddettiğimiz hâlde, milleti oluşturan yegâne unsur olan şahsiyeti ele alıp, şahsiyet üzerinde fikir belirtmek fena olmayacaktır.
Şahıslar, milletin kemiğidir. Bu kemikler bir araya gelerek iskeleti ve vücudu oluşturur. Vücudu oluşturan bu kemikler eğer güçlüyse, vücut sağlam olur. Oysa bu kemikler zayıf ve çürük olursa, vücut da zayıf ve güçsüz olacaktır. O hâlde vücudunu geliştirmek ve güçlendirmek isteyen bir kişi, önce kemiklerini güçlendirmekten işe başlayacaktır. İlerlemek, mesafe kat etmek ve bulunduğu konumdan daha çok yükselmek isteyen milletler de önce kendisini oluşturan bireyleri güçlendirmek zorundadır. Bir millet için kalkınmanın ve gelişmenin başka bir yolu yoktur.
Peki güçlü insan nasıl olmalıdır? Bir insan nasıl güçlü olur? Güçlünün özellikleri nedir? Bir insanın güçlü olduğu nasıl anlaşılır ve güçlü insanlar ne yapar?
Bu sorulara somut cevaplar vermek mümkün değildir. Çünkü nasıl ki bir kurt yaratıldığında avlanmayı öğrenmiyorsa, bir kartal da uçmayı öğrenmez. Bütün bunlar bu canlılara Tanrı tarafından doğuşlarında verilen özelliklerdir. Aslanlar kral olmak için diploma almazlar. Onları tabiat kral yapar. İşte güçlü insanlar da böylece herhangi bir sınava, eğitime, diplomaya, mezuniyete tabii olmaksızın güçlü olarak doğarlar. Tıpkı bir altının bataklığa düşen altının değerinden hiçbir şey kaybetmemesi gibi büyük zorluklar, sıkıntılar ve imkânsızlıklar içinde kalmak da güçlü insana bir şey kaybettirmeyecektir. Aksine çok şey kazandıracaktır.
Güçlü insan, her şeyden önce zekidir. Böyle doğmuştur ve böyle yaşar. Cesaretini, zekâsıyla birleştirerek kullandığından kör cahil cesareti yoktur. Yani bilmeden, anlamadan körü körüne yürümez. Bir yolda yürüyorsa, o yola nasıl başlanacağını, o yolun sağında ve solunda duran dikenlikleri veya gül bahçelerini, yolun sonunda nereye çıktığını hep bilir. Bunları bilerek yürür ve sonunda mutlak zafer elde eder. Güçlü insan, zeki olduğu için her işi hesap eder ve önüne sunulanları, direk olduğu gibi kabul etmez.
Güçlü milletin evladı olan güçlü şahsiyetler, milli menfaatlerin esas alındığı milli ülkülerinin peşine düşüp, o milli ülkülerin peşinden hiç ayrılmazlar. Bu güçlü kişiler için, zorluk yoktur. Onlar her işin üstesinden gelirler. Güçlü insanlar çok yönlüdür. Her konuda bilgileri ve tecrübeleri vardır. Bu yüzden de hiç bir konuya tamamen yabancı kalmazlar. Yabancı kaldıkları konularda da, mevcut bilgilerine dayanarak yorum yapıp, kendilerini düzlüğe çıkartacak kadar bilgiyi ve fikri üretebilirler. Güçlü insan ezberlemez, öğrenir. Yani balık almayı değil, balık tutmayı bilir. İşte bu yüzden güçlü insan çaresiz kalmaz. En zor zamanlarda dahi zorlukları delip geçer. Bu bilgi ve beceriye sahiptir.
Kendine güven, güçlü insanın en belirgin özelliklerindendir. Güçlü insana, kesinlikle yenilgiyi kabul ettiremezsiniz. Asla ve asla güçsüzlüğü, yenilmeyi, ezilmeyi ve yok olmayı kabul etmez güçlü insan. O, her zaman başaracağına inanmıştır. Onun hedefi, her zaman başarılı olmaktır ve bu hedefine ulaşacağına inanmıştır. Güçlü insanın hedefleri vardır ve bu hedeflerine ulaşmak üzere çıktığı yolda asla yorulmaz, dinlenmek için bile yavaşlamaz, duraklamaz. Hep hareket hâlindedir. Peşinden hiç ayrılmadığı amacına ulaşmak için durmadan çalışır ve tembelliği en büyük düşman sayar.
Ayrıca, mensubu bulundukları milleti güçlü kılan bireyler, zayıf yönlerini, zaaflarını kontrol etmeyi bilirler. Hatta bu zaaflarını silip atmayı, yok etmeyi başarabilirler. Zaten güçlü insanların lügatında, “başarısızlık” diye bir kavram yoktur. Zor – kolay demeden her işin üstesinden gelebileceğine inanan insandır güçlü insan.
Demek ki güçlü insanın özeti, zekasını ve kendine güvenini birleştirerek ortaya bir harika çıkaran insandır. Güç, bu sayede var olur ve kararlılıkla devamlılığını korur.
Buğra Şad
Tabiattaki bu değişmez yasa milletler hayatında da böyledir. Güçlü olan milletler yaşamaya ve yükselmeye her zaman devam ettikleri hâlde zayıf, aciz ve ezik milletlerin yükseldiği, yükselmesi şöyle dursun dirlikleri boyunca ilerleme kaydedebildiklerine rastlanılmış değildir. Onlar, daima birilerinin boyunduruğu altına girip, kendi varlıklarını başkalarının kanatları altına emanet ederek yaşamaktan haz alırlar. Çünkü “yönetmek” güçlülerin işidir ve zayıf kişiler bundan korkarlar. Onlar yönetmeyi bilmezler, yönetmenin sorumluluğunu ve gücünü kendilerinde bulamadıklarından bu işe girmek istemezler, her zaman birileri tarafından yönetilmek isterler.
Oysa güçlü milletlerde iş böyle değildir. Güçlü milletler, kendisini yönetir. Hiç kimsenin gelip kendileri üzerinde hâkimiyet sürmesine izin vermez. Güçlü milletler, ülkü sahibidir ve bu ülküleri uğruna çarpışır, savaşır ve kazanır. Nasıl ki hiçbir amacı olmayan bir insan psikolojik sorunlar içine düşüyorsa, iş bulamayan bir delikanlı depresyona giriyorsa, bir kazada kolunu, bacağını kaybeden bir genç intihara kalkışıyorsa, ülküsü olmayan, içi, boş uğraşlarla ve günübirlik magazin programlarıyla doldurulmaya çalışılan bir milletin de zayıflamaya başlayacağı muhakkaktır. İşte bir milleti bu şekilde zayıflatmaya da psikolojik harp deniyor.
Milletler, soyları ve ataları bir; kültürleri ve yaşayışları aynı kökten gelen insanların oluşturduğu toplumlardan meydana gelir. O hâlde milletlerin ülküsü de tek olmalıdır. Bir millet, topyekûn bir ülküye inanıp peşinden koşarsa, o ülkünün bugün değilse yarın gerçekleşmesi mukadderdir. Çünkü tarih, ülküsü peşinden durmadan, yorulmadan ve korkmadan koşan milletleri asla mükâfatsız bırakmamıştır. Bunun çok örneği vardır; örneğin yıllarca Çin esareti altında yaşayan Gök Türkler, topu topu 40 çeriyle koca Çin Sayarı’nı basmışlar, bağımsızlıklarını Çinlilerin elinden söküp almışlardır. Gök Türkler’in kazandığı bu zaferin sebebi, elbette Türk Milleti’nin üstün karakteri ve amaca olan bağlılığıdır. Bu bağlılık ve üstün karakter ile Türk Milleti, daha doğrusu Türk Milleti’ni temsil eden 40 çeri, yüzlerce Çin askerini öldürmüş, milletini bağımsızlığına kavuşturmuştur.
40 asker, nasıl oluyor da yüzlerce askeri, üstelik kendi saraylarında öldürebiliyor? İlk bakışta mümkün görünmeyen bu iş, elbette milli ülküye olan bağlılık sayesinde gerçekleşmiştir. Türkler, tarihin her döneminde olduğu gibi o dönemde de milli ülkülerine sadakatle bağlı olmuş ve bu milli ülkülerini gerçekleştirmek için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamışlardır. Canlarını, mallarını ve bütün varlıklarını amaçları uğrunda feda etmekten geri durmamışlardır. İşte bu yüzden o 40 çeri, yüzlerce Çin askerini öldürüp Türk’ün bağımsızlığını kazanarak Türkeli’ni tek bayrak, tek devlet ve tek vatan altında birleştirmişlerdir. Kür Şad ve 40 çerisinin bu başarısına ulaşmak, gelmişte ve geçmişte Türklerden başka hiçbir milletin ulaşamadığı ve ulaşamayacağı bir başarıdır. Milli ülkülerine bağlı olmak, bu milli ülkü için canını bile seve seve feda etmek sadece Türklerin yapabildiği bir iştir. Kür Şad ihtilâli dışında pek çok savaşta, Varna’da, Çanakkale’de, Galiçya’da, Niğbolu’da, Çaldıran’da, Sakarya’da, Dumlupınar’da ve daha pek çok cenk meydanında, Türk’ün milli ülküsüne olan bağlılığı büyük bir kararlılıkla ve iradeyle ortaya konmuştur.
Milletleri, şahıslar oluşturduğuna göre bir milletin güçlü olup olmaması, o milleti meydana getiren şahısların karakterine ve kişiliğine bağlıdır. Milletler, kendisini oluşturan şahısların gücü nispetinde güçlü, onların iradesi nispetinde iradeli, onların savaşçılığı nispetinde savaşçı ve onların korkaklığı nispetinde de korkaktır. Aslında bireyciliği, benciliği reddettiğimiz hâlde, milleti oluşturan yegâne unsur olan şahsiyeti ele alıp, şahsiyet üzerinde fikir belirtmek fena olmayacaktır.
Şahıslar, milletin kemiğidir. Bu kemikler bir araya gelerek iskeleti ve vücudu oluşturur. Vücudu oluşturan bu kemikler eğer güçlüyse, vücut sağlam olur. Oysa bu kemikler zayıf ve çürük olursa, vücut da zayıf ve güçsüz olacaktır. O hâlde vücudunu geliştirmek ve güçlendirmek isteyen bir kişi, önce kemiklerini güçlendirmekten işe başlayacaktır. İlerlemek, mesafe kat etmek ve bulunduğu konumdan daha çok yükselmek isteyen milletler de önce kendisini oluşturan bireyleri güçlendirmek zorundadır. Bir millet için kalkınmanın ve gelişmenin başka bir yolu yoktur.
Peki güçlü insan nasıl olmalıdır? Bir insan nasıl güçlü olur? Güçlünün özellikleri nedir? Bir insanın güçlü olduğu nasıl anlaşılır ve güçlü insanlar ne yapar?
Bu sorulara somut cevaplar vermek mümkün değildir. Çünkü nasıl ki bir kurt yaratıldığında avlanmayı öğrenmiyorsa, bir kartal da uçmayı öğrenmez. Bütün bunlar bu canlılara Tanrı tarafından doğuşlarında verilen özelliklerdir. Aslanlar kral olmak için diploma almazlar. Onları tabiat kral yapar. İşte güçlü insanlar da böylece herhangi bir sınava, eğitime, diplomaya, mezuniyete tabii olmaksızın güçlü olarak doğarlar. Tıpkı bir altının bataklığa düşen altının değerinden hiçbir şey kaybetmemesi gibi büyük zorluklar, sıkıntılar ve imkânsızlıklar içinde kalmak da güçlü insana bir şey kaybettirmeyecektir. Aksine çok şey kazandıracaktır.
Güçlü insan, her şeyden önce zekidir. Böyle doğmuştur ve böyle yaşar. Cesaretini, zekâsıyla birleştirerek kullandığından kör cahil cesareti yoktur. Yani bilmeden, anlamadan körü körüne yürümez. Bir yolda yürüyorsa, o yola nasıl başlanacağını, o yolun sağında ve solunda duran dikenlikleri veya gül bahçelerini, yolun sonunda nereye çıktığını hep bilir. Bunları bilerek yürür ve sonunda mutlak zafer elde eder. Güçlü insan, zeki olduğu için her işi hesap eder ve önüne sunulanları, direk olduğu gibi kabul etmez.
Güçlü milletin evladı olan güçlü şahsiyetler, milli menfaatlerin esas alındığı milli ülkülerinin peşine düşüp, o milli ülkülerin peşinden hiç ayrılmazlar. Bu güçlü kişiler için, zorluk yoktur. Onlar her işin üstesinden gelirler. Güçlü insanlar çok yönlüdür. Her konuda bilgileri ve tecrübeleri vardır. Bu yüzden de hiç bir konuya tamamen yabancı kalmazlar. Yabancı kaldıkları konularda da, mevcut bilgilerine dayanarak yorum yapıp, kendilerini düzlüğe çıkartacak kadar bilgiyi ve fikri üretebilirler. Güçlü insan ezberlemez, öğrenir. Yani balık almayı değil, balık tutmayı bilir. İşte bu yüzden güçlü insan çaresiz kalmaz. En zor zamanlarda dahi zorlukları delip geçer. Bu bilgi ve beceriye sahiptir.
Kendine güven, güçlü insanın en belirgin özelliklerindendir. Güçlü insana, kesinlikle yenilgiyi kabul ettiremezsiniz. Asla ve asla güçsüzlüğü, yenilmeyi, ezilmeyi ve yok olmayı kabul etmez güçlü insan. O, her zaman başaracağına inanmıştır. Onun hedefi, her zaman başarılı olmaktır ve bu hedefine ulaşacağına inanmıştır. Güçlü insanın hedefleri vardır ve bu hedeflerine ulaşmak üzere çıktığı yolda asla yorulmaz, dinlenmek için bile yavaşlamaz, duraklamaz. Hep hareket hâlindedir. Peşinden hiç ayrılmadığı amacına ulaşmak için durmadan çalışır ve tembelliği en büyük düşman sayar.
Ayrıca, mensubu bulundukları milleti güçlü kılan bireyler, zayıf yönlerini, zaaflarını kontrol etmeyi bilirler. Hatta bu zaaflarını silip atmayı, yok etmeyi başarabilirler. Zaten güçlü insanların lügatında, “başarısızlık” diye bir kavram yoktur. Zor – kolay demeden her işin üstesinden gelebileceğine inanan insandır güçlü insan.
Demek ki güçlü insanın özeti, zekasını ve kendine güvenini birleştirerek ortaya bir harika çıkaran insandır. Güç, bu sayede var olur ve kararlılıkla devamlılığını korur.
Yüce TÜRK Milleti, işte bu karakterde bireyler yetiştirebildiği için dünün ve bugünün en
YÜCE MILLETIDIR.
YÜCE MILLETIDIR.
Buğra Şad